31 Aralık 2019 Salı

Ağaç Ev Sohbetleri 18

Fotoğraf: Rens & Anna
36.883821, 30.705780
10.09.17
  Pek çok sohbet konusunu kaçırmış olsam da vaktim oldukça Ağaç Ev Sohbetleri'ne katılmaya yeni yılda da devam edeceğim. Birçok arkadaşımızdan farklı sohbet konuları ortaya çıktı bu güne kadar ve hepsi de çok güzel ve düşündürücü konulardı. Bundan sonra da eminim güzel konular ortaya çıkmaya devam edecektir. Bu sohbetlere herkes katılıp konu önerisinde bulunabilir. Detaylar için İrem Can ve Deepsinin bloglarına uğrayabilirsiniz.

  Bu haftanın sohbet konusu İrem Can'dan gelmiş yeni yıla girerken de oldukça uygun bir başlık olmuş:

  "2019 senin için nasıl geçti, zor veya kolay bir yıl mıydı? 2020 yılı için beklentilerin neler?"

  -Bütün dünya yeni yıla girmeye çalışıyor ama Türkiye yeni yıla hala giremedi çünkü sessizgemi adlı bir şahıs yeni yıla girmekte direniyor.. Kendini eski güneşli güzel yıllardan birine zincirlemiş olan şahıstan şu açıklamalar geldi: "Yeni yıl diye bir şey yok. Bunların hepsi birer bubi tuzağı, antik mısırlıların oyunu. Uzaylılar gerçektir bana inanın!" Anlaşılan kafası epey karışmış olan eylemci tek başına zamanı yavaşlatmaya çalışmakta. Eğer bunu başarırsa son derece ilginç günler bizi bekliyor olacak sayın seyirciler. Görüyorsunuz anlatmaya gerek yok.. Evet.. Evet merkez dinlemekteyim... Şu helikopteri biraz öteye çeker misiniz burada bir şey konuşuyoruz... Aldığımız bilgilere göre güvenlik güçleri olay yerine sevk edilmiş durumda. Olayla ilgili yeni gelişmeler oldukça tekrar bağlanacağız. Ayrıntılar konusunda da bilgiler sunmaya devam edeceğiz. Evet, Kavanozdan blog söz tekrar sende...

  Ay biraz gülelim istedim, okulda böyle espriler çok yapardık. Abi sen git ya 2020'ye ben sonra gelirim. Yaa arkadaşlar ben gelmiyorum bırakın yakamı ben geri döneyim hatta bir iki yıl öncesine.. Bu türden laflarla birbirimize takılırdık. Şimdi tanıdıklarımın birçoğunun final sınavı yılbaşı haftasında. Yılbaşını nasıl geçirirsen bütün yıl öyle geçer derler ya galiba bütün yıl sınavlarla uğraşıp ders çalışacaklar kıyamam hahah :D Diyorum da benim de farkım yok ben de ders çalışmak zorundayım. Ales Yds Kpss vs gireceğim bir çok sınav ve ilk seferde iyi puan alamazsam ikincileri de var sırada. Şimdi bu yazıyı yazdıktan sonra ders çalışmaya geri döneceğim hava kararmadan ne çalışsam kar. Kar değil şapkalı a. Keşke kar olsa. Geçenlerde meteoroloji resmen şaka yaptı. Antalyaya kar yağacak dedi geçen pazar günü için. Hem de o bildiğiniz karlı bulut işaretiyle görünce bir yalana inanmak istedim resmen :D Yine konudan konuya atlıyorum konuşasım gelmiş.

  2019 nasıl geçti bakalım. Felaketler yaşadım. Bir ara bacağımı kırdım bir ara kaburgamı kırdım. İşin kötüsü hala ağrıyorlar. Hastalıklar. Ameliyat. Kansızlık yüzünden az daha uyanamıyordum. Her şey düzeliyor derken evimi sel bastı. Falan. Ama bunları bir kenara bırakırsak iyi şeyler de yaşadım. Mezun oldum. Yeni hedefler belirledim. Bir yeğenim oldu. Ailemin evinden kendi evime çıktım. Sağlık sorunlarıma rağmen kendi kendime bir düzen kurup hedeflerime adım adım ilerlemeye çalışarak dünyaya alışmaya çalışarak bence iyisiyle de kötüsüyle de sonuçta güzel bitiyor bu yıl. Üstelik hayalini kurduğum birkaç şey daha gerçekleşti. Ve bir de beni seven güzel insanlar yıllardır olduğu gibi en üzgün anımda bile yanımda olmayı başarıp gülmem ağrıyana dek beni gülümsetmeyi neşelendirmeyi başardı. Hepsi iyi ki de varlar. İyi ki de onların yaşam çizgisi benim yaşam çizgimle buluşmuş. Yıllar hiç koparmasın. Hayatta pek çok kez pek çok zorlukla sınanıyoruz. Kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, amaçlarımızın hayalcilik mi yoksa gerçeğe yakın mı olduğunu sorguluyoruz bazen. Tamam diyoruz ben bunu yapmak istiyorum hedefim bu ve olduğum noktaya kadar gelmeyi başardım ama ne olacak? Hedefime ulaşmayı başaracak mıyım yoksa pembe bir bulutun içinde mi yaşıyorum. Bazen sorguluyorum her şeyi. En korktuğum şeylerden biri yalnız kalmak ve sevdiklerimi kaybetmek diğeri ise hayal içinde pembe bir bulutun içinde yaşadığını görememek. Her zaman gerçekçi olmaya çalışırım çünkü çok fazla hayal kırıklığına uğrarım. Bazen de ayağımız ufak bir taşa çarptı diye karşımızda devasa bir kaya var zannederiz. O zaman geri dönersek yazık olur. Karşımdakini kaya zannetmekten de korkarım. Bu yüzden hep düşünürüm ve bir şeylere karar verirken veya verdiğim karardan vazgeçerken bakarım düşünürüm derim ki aldığım bu yeni karar sonucunda ben olmaya devam edecek miyim, kendimden vazgeçiyor muyum şuan, kendi emeğime ihanet ediyor muyum, ya da bu karar çok mu hayalbaz çok mu gerçek dışı, veya gerçekse bile uzun vadede bana iyi gelecek mi.. Ay ben çok düşünürüm. Düşünüp düşünüp kararsız kaldığım da olur. Bak yine konu dağıldı. Dur yeni paragraf yapalım.

  Gelecek yıl neler bekliyorum. Huzur bekliyorum. Mutlu olmayı başaran bir insanım hep zaten Allah bozmasın. Tatil istiyorum. Tedavim yüzünden hep evdeyim herkese tatil gibi geliyor ama istediğim bu değil. Güneş olsun ama yakmasın. Deniz olsun ama boğulmayayım. Yüksek lisans kazanayım. Hedeflediğim kitap miktarını okuyabileyim. Kpss ataması üç dört kişi bizim bölümde herkesi atasalar keşke. Yüksekte ve atamalarda mulakatlar korkunç olmasın. Yıllardır yazdığım kitabı artık yayımlayayım. Bol bol müzik keşfedeyim. Yeni filmler diziler seyredeyim. Yeniden çizim yapmaya başlayayım. Bol bol şarkı söyleyeyim. Hep neşe ve sakinlik olsun hepimiz için.

  Dünya ve ülkemiz için hepimizin dilekleri aynı biliyorum. Ekonomi düzelsin insanlar mutlu sağlıklı huzurlu olsun, sakinlik olsun artık. Suçlar azalsın hatta bitsin. İşsizlik azalsın. Cehalet azalsın. Daha mantıklı ve zekice yönetimler ve projeler olsun her alanda. İnsanlar bilinçlensin...

 Bu arada yeni yılda Masalın Masalı devam edecek ve yeni ortak öykü projelerimiz de olacak takipte kalın ;) Hepinize mutlu huzurlu sakin ve bereketli iyi bir yeni yıl dilerim :)

  S..

25 Aralık 2019 Çarşamba

Yağmurlu Kasaba

 Irmak, River, Manavgat, Water, Blue,

  Dün yine rüyamda geziyordum etraf çok güzeldi. Bir sahil kasabasındaydım. Çok güzel bir koy vardı. Sahilin berisinde, bir baştan bir başa doğru koy boyunca ilerleyen bir yol vardı. U şeklinde bir coğrafyaydı yani. Yolun hemen kenarında da kasaba şekillenmişti. Gerideki ormanın sık ağaçları kasabanın evlerine binalarına karışmıştı. Koyun genişliği dardı. O yüzden karşı taraftan bakınca arada deniz değil de ırmak varmış gibiydi çünkü dar ama uzun bir koydu. Hatta uç kısımlara yakın yerde üzerine metalden gri bir yaya köprüsü yapılmıştı. Sahili dolaşmak yerine oradan geçilebiliyordu diğer uca. Ama köprü çok yüksekti altından tekneler gemiler geçebilsin diye ve merdivenle çıkılıyordu başka bir yolu yoktu. Merdivenden biraz çıktıktan sonra balkon gibi bir sahanlık vardı orada dinlenmek iyi oluyordu sonra merdiven bir kat daha dönüp tırmanmaya devam ediyordu.

  Ben koyun ortasına yakın bir yerlerdeydim sahilde. İki uca da uzağım yani. Sahilde voleybol oynayan insanlar vardı. Küçük bir yerleşimdi herkes birbirini tanıyordu. Yeni gelen birisi varmış ben onu tanıyormuşum ama o beni tanımazdan gelmiş. Ben de gizlendiği bir şeyler vardır diye bozuntuya vermedim belki de peşinde FBI falan vardır dedim. Sahilde arkasından gördüm onu benim gittiğim yöne gidiyordu ama sonra kayboldu. Merak etmiyor değildim ama insanları rahatsız etmekten çok çekinirim. Bir iki teyze o kim ki yeni buralarda filan dedi ama ben bilmem dedim uzaklaştım.

  Neyse koyun sağ tarafına doğru yürürken hava bozmaya başladı. Bir de artık akşam oluyordu. Binalarda ışıklar yanmaya başladı. Kafelerde ve minik otellerde parlak ışıklarla tabelalar aydınlandı. Onlarla beraber bazı evlerin de pencerelerinden ışıklar süzülüyordu. Çok renkliydi. Mor, mavi, sarı ışıklar vardı her yerde. Yürümeye devam ederken sahil biraz daha limana benzemeye başladı. Ama benim kaldığım ev koyun diğer ucunda kalmıştı. Az daha ilerleyip köprüyle karşıya geçmeyi düşündüm. Yolda ilerlerken boş bir binanın girişinde kuş sesleri duydum. Terk edilmiş bir binaydı. Evin önündeki çit alçaktı ama çitin üzerinde aralıklarla yerleştirilmiş uzun çubuklara asılan iplerden sarkan asma sarmaşığı bir duvar gibi evi çevresinden soyutlamıştı. Asma yaprakları tazecik görünüyordu rüzgarla kıpırdanıyorlardı. Kafesler buldum hemen girişte. Üç dört tane kafes terk edilmişti içlerinde ikişer üçer veya tek duran muhabbet kuşları vardı. Neredeyse açlıktan öleceklermiş. Onları kafesten salsam sokakta veya bu asmanın üzerinde yaşayamazlardı. Yem bulamazlarsa yine açlıktan ölürlerdi. Bir avuç yemleri kalmıştı. Kafamda hemen düşünceler geçti hayal ettim. Yemleri asmanın dibinde yere serpsem belki filizlenir ve kendi bitkisini büyütür ve zamanla daha çok yem üretilirdi. Ama bunun için kuşların zamanı yok diye düşündüm. Hem zaten yem tohumları filizlenmeden onları yerlerdi. Bu hayali bıraktım rüyamda ve ne yapacağıma karar vermeye çalıştım. Onları orada bırakamazdım. Emanet edecek kimse de yoktu. Ben de hepsini şimdilik tek bir kafese koyup yanımda taşımaya karar verdim kaldığım yere götürüp bakacaktım onlara.

Yüksek, Kedi, Cat,   Köprüye ulaştım. İlk sahanlığa kadar çıktım merdiveni ama yükseklik korkum var ya benim daha fazla çıkamadım. Köprüye çıksam üzerinde yürürken bayılabilirdim. Bir de çok dar bir köprüydü başım çok az dönse bile denize doğru uçabilirdim. Aşağı nasıl tekrar ineceğimi bile bilmiyordum. Aşağı bakınca içim çekiliyordu. Ağaçlarda tüneyip mahsur kalan kediler gibi korkuluğa yapışmıştım. Ağlayasım gelmişti biri beni buradan indirsin diye. Sonra baygınlık geçire geçire geri inmeyi başardım basamakları. Yürüyerek geri dönmekten başka çarem kalmamıştı. Ne demeye o kadar uzağa geldiysem hava kararacak vakitlerde. Kucağımda kocaman bir kafesle geri yürürken akşam altı veya yedi saatleri olmalı hava çok kararmıştı, denizin sesi çok fazlaydı, insanlar azalmıştı. Sonra yağmur yağmaya başladı. Yerler ıslanınca binaların ışıkları yerde yansıma yapıyordu. İlk başta hafif yağıyordu. Kuşlar üşümüştü, korkmuştu ve şimşekler de vardı arada sırada.

Yağmur, Rain, Night, Gece,  Sonra meğerse yabancı kişi de koyun o taraflarında yaşıyormuş. Kasabadan kimseyle konuşmak görüşmek veya onlar tarafından merak edilmek istemediğinden herkesten uzak durduğundan ilk başta yardım etmek istememiş, uzakta kalmış ama ben küt diye ağzımın üstüne düşünce insafa geldi galiba. Rüyamda bile sakarım. Şemsiye gibi bir şey getirmişti rengi siyahtı. Yağmur ona düşerken pıtır pıtır ses çıkartıyordu. Ama ben kuşların üzerine tutmasını söyledim şemsiyeyi. Yağmur çok hızlanmıştı. Şemsiyenin üzerinden kayan yağmur yüzüme yüzüme geliyordu havadan inen yetmiyor gibi. Ama tek derdim kuşlardı. Kuşlar ıslanırsa ölürlerdi ama ben en fazla hasta olurdum. Öyle yüzüme sular çarpa çarpa ilerlerken uyandım. Ay ama renkler ve çevre çok canlıydı çok güzeldi. Kuşlar sarı, mavi, beyaz renklilerdi. En çok sarı olan dikkatimi çekmişti. Çok aç kalmışlardı kıyamam. Haa bi ara da kum fırtınası çıkmıştı bunların hepsinden önce. Bir cadı büyü yapıyordu ama o kısmı silmiş zihnim bulamadım bu kadarını hatırlıyorum.

S..

20 Aralık 2019 Cuma

Heyhat Hayat Bir Vişne

Sarı, Kedi, Limon

  Üniversiteden mezun olduktan sonra temelli eve geri dönmekle dönmemenin artıları ve eksileri, özellikle de iş bulma konusunda hiç şansımızın olmadığı bir bölümde okumuşsak, bir boşluğa düşen insanın kafasını epey karıştırabiliyor. Dönsek bir türlü dönmesek başka türlü zorluklar ve kolaylıklar olabiliyor. Dönmemenin zor ve kolay yanları var. Bu, kişinin yaşam koşullarına, sağlığına ve alışkanlıklarına göre değişir. Tek başına yaşamanın veya bir ev arkadaşıyla yola devam etmenin bin bir çeşit problemi olabilir. Hayattan bezebilir, mutsuz huzursuz bir insana dönüşüp gençliği ve yetişkinliği bir an önce atlayıp emekli olduğumuz yaşlara ışınlanma isteğiyle dolabiliriz. Tam tersi olup her şey yolunda da gidebilir. Ama bazen her şey yolunda gitse bile evimize göktaşı falan düşebilir, doğa bize oyunlar oynayabilir. Bir süre sonra kararımızı gözden geçirmemiz hangi yolu seçersek seçelim karşımıza gelebilecek bir şey olabilir. Başarının ve başarısızlığın ne olduğunu düşündüğümüz bunaltıcı günler geçirebiliriz.

  Geri dönmenin bir rahatlık sağladığı doğru ama garip şeyler de olabiliyor. Öncelikle okuldan dolayı sadece tatillerde evde oluyoruz diye odamız artık bizim olmayabilir. Onu geri elde etmek için tek başına odada krallığını ilan eden kardeşle sürtüşmeler yaşanabilir veya annemiz ardiye olarak kullanacağı yeni bir yer bulmak zorunda kalabilir. Bulamazsa yandık zaten uyurken kafamıza dolabın tepesinden falan envai çeşit ne olduğunu bilmediğimiz ev eşyası düşebilir. Uzun zaman yurtta veya öğrenci evinde bulunmuşsak evden çıkarken bir tane olan bavulumuz kendine yavrular üretmiş olabilir ve eve dört büyük bavulla dönmüş olabiliriz. Ne yapacaksın bu kadar kıyafeti, bir pantolon iki gömlek neyine yetmiyor? Bu kadar küpeyi kolyeyi ne zaman kullanıyorsun? Şu farı kullanmamışsın bile ikincisini niye aldın? Bu kadar ayakkabıyla dükkan açarsın. Bu kadar kitabı ne ara aldın da okudun okul bitti en azından ders kitaplarını ihtiyacı olanlara mı versek... tarzında yorumlara maruz kalabiliriz. Sana bir oda yetmez, bunca eşyayla yan daireyi sana mı kiralasak ne yapsak diye o eşyalar yeni yerlerini buluncaya kadar bir gerginlik sürer. Tatillerde bir bavulun içinde yaşamak neyse de şimdi geri dönecek bir alan bulamamak tam bir travma sebebi olabilir. Kendimizi uçsun diye yuvadan aşağı atılan kuş yavrusu gibi hissedebiliriz.

  Biz mi değiştik anne babamız mı değişti bazen anlayamayabiliriz. Babamızın kızar dediğimiz şeye kızmaması, kızmaz dediğimiz şeye köpürmesi epey kafamızı karıştırabilir. Mutfakta kendi düzenimizi kurarken annemizle aramızda savaş çıkabilir. Lülü "o zaman mutfak temizliğine elimi sürmem bi daha girmem mutfağa" deyince annesi barış ilan etmiş istediğini istediğin yere koyabilirsin demiş. Hasret annesinin mutfak dolaplarını plastik kutularla doldurması konusunda söylenince annesi de bu sefer "ben de senin evine gelip plastik kutu görürsem çöpe atarım" demiş ve bu kesin yaşanır çünkü ailelerimizde hoşlanmadığımız bu tür davranışların aynısı veya benzerini gelecekte kendimizde gösterme eğilimimiz olabiliyor. Mesela mutfak tezgahına su damlası birikmesin diye annelerimiz bez serer. Bizim sınıftan bi ablamızın kızı da kendi evine çıkınca beğenmediği o bezi tezgahta kullanmaya başlamış. Bir de, evden çıkarken izin almakla almamak konusunda bocalarız. İzin alsak tuhaf gelir almasak kötü hissederiz. Örneğin eve akşam dokuzdan sonra kapıdan girince nerede kaldın sen diye kıyamet kopuyorsa, şimdi "anne eve geç geleceğim" deyince annemiz "saat kaçta?" diye sorduğunda"şeyy dokuz gibi ıhıhıhı..." diye korka korka açıklama yaparken "aa erkenmiş." diye cevap alabiliriz. O zaman şaşırdığında ağzı açık kalan kediler gibi görünebiliriz. Aslında bunu geçenlerde Rens ile yaşadık. Bizde akşam yemeğine kalmak istiyordu ve annesinin akşam altıdan sonraki saatleri "geç vakit" olarak kabul etmesinden dolayı epey şaşırmıştık. Olduğumuz yerde önce donup kaldık duyduğumuzu anlamaya çalıştık. Kinaye mi yaptı yoksa dosdoğru anladığımızı mı söyledi gerçekten diye karar veremedik. Sonra etrafta zıpladık filan.

  Ailemizin bizi çok sevdiğini biliriz ama bunu gösterdikleri çok nadirdir. Bazı ailelerde sarılmak bile unutulmuş olabilir. Lülü'nün annesi geçenlerde eşi Ahmet amcayı kapıda yakalamış. Adamcağız kapının önünde yere eğilmiş bir çift botu seviyor. "Aman da aman benim kızımın minicik ayakları mı varmış, aman da bunlar onun botları mıymış..." diye topukları dışa dönük halde bir açıyla çıkartılmış olan botlarla konuşuyor. Lülü'nün annesi bir süre izlemiş sonra da "Onlar benim botum!" demiş hahah :D "Benim olduğunu bilsen sevmezdin değil mi?" diye takılmış, adamcağız da o halde görülüp yakalanınca utanmış herhalde dudak büküp "evet" diye cevap vermiş. Lülü annesinden duyup anlatınca çok hoşuma gitmişti bu olay :) Gidip botları sevip konuşan baba kızına içinden taşan bu sevgiyi ulu orta gösteremiyor çok ilginç :) Bir defasında da bir kilo kestane almış getirmiş eşine vermiş akşama pişir de Lülüm yesin demiş. Nazmiye teyze bakakalmış sonra demiş ki "Kız ezelden beri kestane sevmiyor ki..." yani bunu nasıl bilmiyorsun ki hahah. Adamcağız da sinirlenmiş "Ne yerse yesin o zaman" gibi bir şey demiş.

  Bunun dışında, ailelerimiz eve dönmemizi başta dört gözle beklerken bir süre sonra ne zaman iş bulacağız, ne zaman evleneceğiz, ne zaman atanacağız, okuduk da ne oldu şimdi boş boş ne yapıyoruz, planımız ne, sevgilimiz yok mu, varsa ne zaman istemeye gelecekler, kimlerdenmiş işi neymiş... gibi bir ton soruyla üzerimize gelmeye başlarlar. Kpss, ales, yds vs. hazırlanıyoruzdur ama daha ne kadar okuyacaksın ki diye söylenebilirler. Atanabilecek misin, nolacak, acaba şimdi bir işe mi giriversen diye konuşmalar başlar. Niye sevgilin yok diye üzerine gelen anne aynı zamanda evden çıkıp eve girmeni takip eder, beş dakika geç kalsan neredeydin der, telefonla konuşamazsın. Anne sevgilim olsun istiyorsan beni bir sal üzerime gelme ya demiş arkadaşım geçenlerde, annesi de haa öyle olacak birisi diyorsan tamam bul artık birini bence de demiş, arkadaşım da olabilir de olmayabilir de allah allah yaa demiş... annesi bu tarz konularda ona çok takılır. Ama en bunaltıcı şey sanırım okul biter bitmez bir işe girip çalışmanın beklenmesi. Sen yüksek lisans kpss veya kendi alanında iş bulma umuduyla bir şeyler için çabalıyorsundur ama bunu bir türlü anlatamazsın. Böyle olunca geri dönmekle hata mı ettik diye düşünebiliriz ama geçimini sağlamaya çalışırken yüksek lisans veya kamu sınavı için çalışmak da epey zor ve çoğunlukla hayal olur. Bir de sanki yetişkinler çocuk biz yetişkin gibi olmuşuzdur. Evde ufak kardeş de varsa onun ergenlik sıkıntıları da ayrı derttir. Anne ve babamız kavga eder birbirlerini sana şikayet eder. Küserler sen barıştırırsın. Kardeşle aralarında paratoner olursun. Bir durun daa, bir sakin olun diye hepsiyle defalarca konuşmak gerekir bazen tam bir komedi de olabilirler.

  Aman öyle işte hayat bir vişne. Bunu niye dedim bilmiyorum kafiyeli geldi hahah :D

12 Aralık 2019 Perşembe

Anlat Bakalım-Mim

öykü, kitap, book, story

  Selam canım blog. Son zamanlarda 90'lar, çocukluk, eskiler, ah mazi konulu çokça yazı okuduktan sonra benim de aklıma küçükken dayımla oynadığımız bir oyun geldi.

6 Aralık 2019 Cuma

Sular Seller


  Geçen hafta salı sabahından beri acayip keyifsizim. Pazartesi akşam çok keyifli ve huzurluydum tatlış tatlış battaniyeme sarınmış dizi izliyordum. Gece yarısını çoktan geçmişti. Saati hiç hatırlamıyorum ama akşamdan beri devam eden fırtına ve yağmur artık çıldırmış durumdaydı. Kardeşim musluğu açık mı unutmuşuz diye Mely ve bana seslendi. Sonrası çok karışık. Musluk açık değildi. Her şey birkaç dakika içinde felakete dönüştü. Giriş kapısının altından şelale gibi sular akıyordu. Sular hızla koridoru aşmıştı ve artık odalara giriyordu. Kitapları alt raflardan kaldırmaya uğraşırken su kardeşimin bilgisayarına kadar ulaşmış. Halılar, birkaç kitap, 4 yılımı verdiğim tüm okul notlarım ve önemli kaynak kitaplarım. Alt raflarda duran kıyafetler, örtüler, gitarım sayamadığım birçok şey.. Bazı elektronik eşyalar.. Her şey su içinde kaldı. Güzel güzel yetiştirmeye çalıştığım çiçek saksılarım suyun içinde minik kayıklar gibi yüzüyordu. Su aniden ve çok hızlı yükseldi dizlerimize dek. Hiçbir şekilde engel olamadık. İşin daha fenası balkon kapısı da şelale olmuştu her yanından su akıyordu. Ayrı eve çıkmamın ilk kışında Antalya doğal afet yaşadı. Bir ameliyat geçirmiş olduğum için yattığım yerden kıpırdayamıyordum bu yüzden olay daha da travmatikti benim için. Şartelleri kapattırmayı akıl ettikten sonra itfaiyeyi arayıp durdum. Hareket edemediğim için durum acildi ve su daha ne kadar yükselirdi bilmiyordum. Ama itfaiye bize ulaşmakta zorlanıyordu çünkü bölge su altında kalmıştı. Zemin katta oturan insanların bağırış içinde seslerini duyuyorduk. İtfaiye geldiğinde üst komşuya sığınmamız için beni dikkatli şekilde taşıdı. Sanki tüm dünya su içinde kalmış gibiyken evden suyu tahliye etmek o sırada imkansızdı. Yağmurdan kurtarılan kedi yavruları gibiydik. Muhabbet kuşum da korku çığlıkları atıp duruyordu yanımdan uzağa koyamıyordum sadece yanımda susuyordu. Komşu da bizim gibi öğrencilerden oluşuyor. Halimizi görünce onlar da korkmuştu konuşamadılar bile. İçeri girer girmez rahat etmemiz için bize bir oda verdiler. Hiç uyuyup dinlenemedik tabi ki. O gün itfaiye mahallede bir aşağı bir yukarı dolaştı durdu. Komşulardan birinin evi bodrum katındaydı tavana kadar su dolmuş, sabah çöp arabası gelip tüm eşyalarını götürdü. Bizim daireden su güneş doğarken itfaiyenin tekrar uğramasıyla çekilmeye başladı. Sabah evin içini dışını hortumla yıkadık. O günden beri eşyaları yıkatıp kurutup tamir etmeye uğraşıyoruz. Daha yeni yeni tekrar eve benzemeye başladı. Notlarımın çoğunu kurtarmayı başardım. Kaynak kitaplarım hala kuruyor. Ben de olayı atlatmaya çalışıyorum. Bu da günlük gibi bir yazı oldu. Blogla ilgilenemedim. Ağaç ev yazamadım. Blog okuyamadım. Ama döneceğim yeniden.

Bari şu şarkıyı dinleyelim keyiflenelim. Göbek adım felaket oldu benim de başıma gelenleri sayamıyorum bile artık.
😇



S..

5 Aralık 2019 Perşembe

Kadın Kanunu 6284


  Son zamanlarda ülkemizde şiddet içeren korkunç olaylar öne çıktı. Kadına şiddet, çocuğa şiddet, hayvanlara şiddet, yaşlılara, hastalara, engellilere şiddet, öğretmene doktora vs şiddet... Haklarını bilemeyenler var, onları görüp susanlar var, haklarını bilse de kendini savunamayanlar var. Adalet ve güvenlik sistemi yeterince iyi değil, iyi olması için sorgulamalıyız susmamalıyız ve üzerimize düşen vatandaşlık görevlerimizi bilip toplumumuz için, ülkemiz ve ailemiz için elimizden geleni yapmalıyız.

  Son yıllarda korkunç bir ülke haline geldik. Biz eskiden sokakta tanımadığımız insanlara bile günaydın diyen, gördüğü her esnafa ve bir işle uğraşan insana kolaylıklar dileyen, tanımasak da karşımızdaki yüze gülümseyen bir toplumduk. Şimdi yolda birinin gözlerinin içine bakmaya korkuyoruz. Birine gülümsemeye korkuyoruz. Tanımadığımız birine gülümsesek günaydın desek kolay gelsin desek ya da en basitinden iki saniye baka kalsak önce yanlış anlaşılır mıyız korkutur muyuz diye korkuyoruz sonra da kendimiz için korkuyoruz. Birisi bize iki saniye fazla baksa ya da gülümsese bu insandan zarar gelir mi diye kafamızda tartıyoruz her şeyi. Çünkü birçok kötü olaya şahit olduk. Duyduk. Okuduk... Dayak yiyen, öldürülen, ciddi travmalar atlatan, uzun yıllar hem fiziksel hem de psikolojik şiddet gören bir çok insanın yaşadıklarını içimiz yanarak öğreniyoruz. Çoğunlukla da biz öğrendikten sonra iş işten geçmiş oluyor. Bütün bu olaylar olurken insanlık neredeydi duymadı mı görmedi mi neden sustu diyoruz. Nerede bu insanlık kim aldı götürdü onu bizden.. Bu olaylar bir daha yaşanmasın, iyi, güvenli ve gülümseyen bir toplum olalım istiyoruz.

  Bu konuda ciddi bir şeyler yapmanın zamanı geldi geçiyor bile. Yapılacak ilk şeyin çocukları büyütürken sevgi ile büyütmek, ahlaki değerleri iyi bir şekilde öğretmek ve kendi haklarıyla beraber başkalarının haklarını da öğreterek bilinçli ve duyarlı şekilde yetiştirmek olduğunu düşünüyorum. Kendimiz de bilinçlenmeliyiz, "kendimi ve çevremi daha sonra da toplumu daha iyi hale nasıl getirebilirim?" diye kendimize sormalı ve bu yönde gelişebilmek için elimizden geleni yapmalıyız.

  Başlangıç olarak 6284 sayılı kanun hakkında bilgilenmeli ve çevremizi de bilinçlendirmeliyiz. Yukarıdaki poster neler yapılabileceği hakkında çok güzel özet sunmuş ve nerelere başvurulabileceği hakkında bilgi vermiş. Bu poster daha çok paylaşılıp yayılmalı bu konularda daha çok yazılar yazılmalı, konuşmalar yapılmalı diye düşünüyorum.

Şiddet gören kadınlar kendileri başvuru yapmaya veya bu konu hakkında konuşmaya korkabilirler. Onların böyle bir durum yaşadığını biliyor veya şüpheleniyorsak bu konuda bir şeyler yapmalı ve sessiz kalmamalıyız.

İnsan hakları konusunda, hayvan hakları konusunda, engelli hakları konusunda da daha çok farkındalık yaratmaya çalışmalıyız. Bize verilen ve doğuştan sahip olduğumuz hakların farkında olup bu konuda bilgisi olmayanları da aydınlatmalıyız. İnsanca yaşama hakkı hepimizin doğuştan sahip olduğu bir hak ve bunu kimse elimizden alamaz.

Çok hatırlamıyorum ama eskiden evlerde nüfus sayımı olurdu hanelerde kişileri sayarlardı, sonra seçimlerde de kapı kapı dolaşıp bir şeyler anlatıyorlar ya, bence bu tür konular için de haneler dolaşılmalı, insanlara bu konular anlatılmalı. Ücretsiz seminerler eğitimler olmalı belki de vardır da ben duymadım yani. Varsa da daha çok olsun demek ki yetmiyor.

  Bir de bu poster sokaklara her yerlere asılsa ne iyi olur diye düşündüm. Kadın hakları çocuk hakları, engelli hakları, hayvan hakları, yani bütün bunlar daha çok anlatılmalı okullarda da sadece belli haftalarda veya olaylarda değil de sürekli bu konular konuşulmalı.

  Bir de insanlar başkasının yaşadığı olaya kafasını çevirip bakmıyor, aile içindeki işe karışılmaz bilmem ne diye düşünüyorlar, kimse müdahale etmiyor veya korkuyorlar bir şey demeye yapmaya. Böyle olmaması lazım, kimse susmasın, insan olarak zorda olan bir insanı müdafaa etmenin en baştaki görevimiz olduğunu düşünüyorum.

  S..

24 Kasım 2019 Pazar

Ağaç Ev Sohbetleri 12



  Son zamanlarda kpss ales yds bermuda üçgeninde kayboluyorum. Sürekli birçok derse çalışıp test çözmem lazım, bunun yanında ruhuma iyi gelen şeyleri de yapabilmek için çok az vakit kalıyor elimde. Ben ders çalışmayı severim, öğrenmeyi severim ama bunun için zaman sınırlaması olması beni endişeli ve stresli bir hale getiriyor. Hepsinin aynı anda olması ise tam bir karmaşa 👻 Bazen de amaan boşver dünyanın sonu değil diyorum. Elimde kalan zamanda dizi film izliyorum zihnimi dinlendirmek ve biraz gülümsemek için iyi oluyor. Geriye kalan zaman kumlarını da uyku ve blog için ayırıyorum. Eskiden bu kadar çok uyuyamazdım ama sanırım yoruldum. Ders çalışırken uyanık kalabilmek için kocaman çay kupalarında türk kahvesi içiyorum. Kahve bağımlısı olmuş olabilirim. Neyse işte öyle, bazen kayboluyorum, blogda olamıyorum sebebini açıklayayım dedim :)

  Yıllardır zaman konusuna kafamı taktığım ve zamanı iyi kullanamadığım bir gerçek. Tüm bu sebeplerle yine sohbet yazımı son güne bırakmış oldum. 😏

  Bu haftaki sohbet konusunu ben seçmiştim bakalım ne demişim. 😂😇 

  “İnsanların ruhlarının rengi ve bir formu olduğunu düşünüyor musunuz? Örneğin, gün ışığı gibi veya pembe kiraz çiçeği gibi. Öyleyse sizin ruhunuz nasıl bir forma ve renge sahip olurdu?”

  Ben ruhu bir çeşit enerji olarak düşünürüm ve duygularla bağlantılı olmalı. Ruhun enerjisi duyguların gücü ile şekil almalı ve buna göre de rengi değişiyor olmalı. Çünkü bu çok ütopik konuyu mantıksız şekilde mantıklı düşünecek olursak ki - bu cümlede herhangi mantıklı bir şey söyleyip söylemediğimden emin değilim- var olan her şey enerjidir.

  Canım Einstein'ın şöyle bir sözü varmış deniyor “Her şey enerjidir ve her şey yalnızca bundan ibarettir. Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur o gerçeklik size ait olur. Bundan başka bir yol yoktur. Bu felsefe değildir. Bu fiziktir.”  Aslında çevremizde gördüğümüz her şeyin rengi biz onları öyle algıladığımız için o şekilde. Işık ve dalga boyutu, hepsi bu, yani enerji. Aslında biz bir karanlığın içindeyiz. Çevremiz aslında gördüğümüz gibi değil. Tamamen zifiri karanlığın içindeyiz. Bir boşlukta gibi. Uzaydayız yani. Ama bir şeyler oluyor ve nesnelerin emmeden geri yansıtabildiği enerji dalgalarını renkler olarak algılıyoruz. Geri yansıtılan dalga boyu da ışık spektrumunda hangi renge denk geliyorsa nesneyi o renkte görüyoruz. Karadelikler neden görünmüyor sanıyorsunuz ayolcum onlar tüm dalga boylarını emiyor geri gelen bir şey olmayınca da renksiz oluyorlar görmüyoruz işte. Bir nesne tüm dalga boylarını emerse renk yansımayacağı için onu siyah görürüz yani aslında siyah bir renk değildir. Atomlar moleküller kimyasallar geri yansıyan ve emilen dalga miktarına etki eden şeyler var. Bu nedenle insanlar mavi olmuyorlar ya da deniz bu nedenle portakal suyu gibi olmuyor. Ne kadar dalganın geri yansıtılması gerektiği kuantum meselesi onu çok açıklayamayacağım zaten uzmanlığım da değil. Ama şunu anladığım kadar söyleyebilirim atomların moleküllerin değişen enerji seviyeleri var ve o sınıra göre dalga boyunu alabilirler gerisi yansımak zorunda filan. Neyse sonuç olarak tüm bunlardan yola çıkıp duygulardan da etkilenen ruhun yapısının ve kabul edebildiği enerji seviyesinin değişken olduğunu ve sonucunda kırmızı bir çilek gibi tek bir renge bağlı kalmadan istediği renge bürünebildiğini düşünüyorum 😎

  Şimdi bir de her rengin dalga boyu farklı. Mavi ve mor en düşük dalga boylarında ve kırmızı en yüksek dalga boyundadır. Bu da enerjilerine yansır. Kırmızıyı sıcak hissederiz ve insanlar kırmızının öfke aşk veya tutku rengi olduğunu mavinin soğuk hissedilmesinden dolayı da huzur ve sakinlik veren bir renk olduğunu söylerler. Buna da renk tesiri deniyormuş. Bundan yola çıkarak da duygulardan etkilenince ruhun yine renk değiştireceğini söyleyebiliriz 👻😋

  Bu şekilde bir güzel kafamızı karıştırdıktan sonra yani diyorum ki evet ruh bir eneridir ışık bir enerjidir renkler ise elde edilen veriler olduğuna göre ruh renk ve form değiştirebilir ve bunlar da duygularımızla şekil alabilir diye düşünmekteyim. 😄

  Benim ruhumun da duygu durumuma göre bazen ay ışığı bazen güneş ışığı gibi olduğunu düşünürüm. İsmim de ayın ve güneşin etrafındaki ışık demek zaten. Bloğumun sağ tarafındaki o resimde gördüğünüz gibi yani. Hareyi görebildiğiniz gecelerde atmosferde bir olay olacak demektir belki bir fırtına. Yani ruhumun böyle bir enerji taşıdığını düşünmeyi severim. İsimlerin gücü olduğunu da düşünürüm. Ama bu ayrı bir konu. Bazen ateş böceği olabilir mesela ruhum bazen kiraz çiçeği bazen bir çakıltaşı olur. Üzüldüğümde yağmur olabilir mesela. Çok üzgün ve aynı zamanda çok öfkeliysem belki fırtına ve şimşeklerle dolu olabilir. Bir de lavanta veya dağlarda yamaçlarda açan minicik mavi çiçeklerden olabilir. Genel olarak renginin lavanta ve mavi ama heyecanlı meraklı ve hareketli olduğumda da talı turuncuya çalan bir sarı veya kırmızı olduğunu düşünüyorum. Tabi çok pastel renkler de olabilir çok coşkuluysa duygularım parlak renkler de olabilir sonuçta bu enerjiyle alakalı bir şey 😃 ha bir de ruhun çevredeki diğer şeylerin enerjisiyle de etkileşimi olduğunu düşünürüm hatta başka insanların ruhları da bizim ruhumuzla etkileşim içinde bence sonuçta her şey enerji yaa 😏

Ne çok konuştum ay yeter ders çalışayım yine gideyim de, görüşürüz bakalım bakalıım :)

S..

18 Kasım 2019 Pazartesi

Ağaç Ev Sohbetleri 11


  Yoğun geçen günler ve hala atlatamadığım grip sebebiyle blogla pek fazla ilgilenemediğim için geçen hafta yazamadığım Ağaç Ev 11'i şimdi yazıp kurallara yine meydan okuyoruum oleey :D Ay şaka bir yana katılmışken bu sohbetlere aksatmak, konu atlamak istemedim. Bu gün yeni konunun başlayacağı gün olsa da bir vampir olarak geceye kadar hala dünde olduğumuza karar verdim ne de olsa bizim için gün ayın doğmasıyla başlar kikiki :D

  Ağaç Ev Sohbetleri 11'in konusu Momentos'tan gelmiş bakalım bakalıım ne demiş :)

  "Ergenlik döneminizde rol model aldığınız biri var mıydı, kimdi? Yetişkin biri olduğunuzda bu rol model hakkındaki fikriniz aynı mıydı?"

  Sanırım bu hafta sohbetleri yazmayı geciktirmemin bir nedeni de konunun pek zor olması. İlk başta epey düşündüm eğlenceli esprili yazabilirim, daha gerçekçi yazabilirim ya da yazmam ya da hepsini birden yapabilirim diye. Sonunda yazıyorum ama nasıl bir şey yazacağımı hala bilmiyorum.

  Dün yeğenimi ilk defa kucağıma aldım. Benden uzakta yaşadıkları için tanışmamız epey gecikmeli oldu. Şuan daha 4 aylık. Ona sarılırken yaşamı için güzel dilekler diledim. Beni görür görmez gözlerimin içine baktığında sanki ruhlarımız evvelden beri tanışıyor gibiydi, bir de öyle bir gülümsedi ki, tamam dedim bu çocukla kafalarımız iyi uyuşacak en sevdiği teyzesi ben olacağım kiki :D zaten başka teyzesi yok allahım ne kadan komikim :D Neyse işte düşündüm ki bir insanın bebekliğinden itibaren çevresinde yüzlerce insan oluyor. Başkalarında iyi şeyler buluyoruz, kötü şeyleri de buluyoruz ve sonucunda bulduklarımızın ne kadarının bizde de olması gerektiğine karar veriyoruz. Bir insanın bir çok huyunu ve düşüncesini sevebiliriz ama o insan da mükemmel değildir onda da sevmediğimiz şeyler olabilir böylece o insanın aynısı olamayız ama ona benzeriz. Ve bu şekilde benzediğimiz tek bir insan olamaz. Biz herkesten birazız. Herkesten ve her şeyden biraz.

  Hayatımız boyunca da örnek aldığımız en az bir ve birkaç kişi olur. Onları çok önemser ve yaşamımızda olmalarından mutluluk duyarız kendimizi çok şanslı buluruz. O kişilerin yaptıkları her şey, söyledikleri tüm sözler, davranışlar, bizim için özeldir önemlidir ve öğreticidir. İşte onlardan öğrendiklerimiz bizi şekillendirir. Örnek almaya en yakınlarımızdan başlarız ve çevremiz ve dünyayla iletişimimiz genişleyip geliştikçe bazen bir yazarı, bazen bir ressamı bazen bir öğretmeni, bir arkadaşı, bazen de bir film karakterini veya bir düşünceyi örnek alırız. Ama burada konu bir düşünce veya hayali bir karakter değil yaşamımızda bulunan kişiler.

  İnsanın çevresinde olan kişilerin ve olayların insanı nasıl etkileyip nasıl bir insan olacağına yön verebildiğini çok küçük yaşlardan beri düşünürüm. Bu nedenle ben de kardeşlerime hep örnek olmaya çalışarak büyüdüm. Çünkü küçük yaşlarında onların en yakınında ben vardım. Üstelik aramızda sadece ikişer yaş var. Bazen benim ruhumun 300 yaşında olduğunu söylerler içimde bir anneanne varmış gibi :D Benim kötü bir davranışım yüzünden gelecekte korkunç insanlar olabilirler diye düşünür ve onlara kızarken veya öğüt verirken veya sıkıntılarını dinleyip yol gösterirken bile ağzımdan çıkan her lafa ve gösterdiğim her tepkiye dikkat ederdim. Bu ermiş duygusal değişime ulaşmadan önce 5-6 yaşlarından 8-9 belki de 10 yaşlarına kadar yani çok öfkeli bir çocuktum. Yaşadığım kaybın ve içinde bulunduğum durumun etkisi yüzünden kolay sinirlenir ve elime geçeni duvarlara fırlatırdım. Sonra kardeşlerimi etkileyebileceğimi fark ettim ve değiştim.

  Benim etkilendiğim insanlara gelirsek.. Kalabalık bir ailede büyüdüm. Çevremde örnek alabileceğim çok insan oldu. Bu nedenle biraz teyzelerim biraz dayılarım, kardeşlerim, annem, anneannem derken birçok insandan birçok davranış ve huy edindim. Onların olaylara verdikleri tepkiler farklı farklıydı ve ben de hepsinin toplamının birazını kendimde taşıdığımı düşünüyorum. Sonra bir de arkadaşlarım. Onların da her biri farklı farklı özellikler taşıyor çünkü onlar da farklı farklı olaylar ve insanlardan örneklere sahip kendilerinde. Böylece tıpkı bir parfüm üretmek için pek çok bitkinin özütünü çıkartır gibi her sonuç başka bir insana aktarılırken ben de payıma düşenleri topluyorum. Fakat yaşamım boyunca beni en çok etkileyen insanın babam olduğunu söyleyebilirim. Onun yaşamının çok az bir kısmındaydım o da benim yaşamımın çok az bir kısmında mevcuttu ama varlığı ben onu hatırladıkça sürmeye devam edecek. Onu kısacık bir zamanda tanımama rağmen hoşlandığı şeyleri, hoşlanmadıklarını, sevdiği müzikleri, düşünme biçimini, karakterini biliyorum, onu o yapan detayların çoğunu öğrenecek kadar zekiydim çok küçük olmama rağmen. Bazen de onu gerçekten tanımayı başardım mı yoksa onun olmasını hayal ettiğim tüm iyi şeyleri hatıralarımla birleştirip ona yükledim mi bilemiyorum. Yine de öyle yapmış bile olsam bu onun bunu yaptıracak kadar hayatımda etkisinin büyük olduğunu gösterir. Öyle ki, onun yokluğunda ben kendimi onun yerine geçirdim ve onun doldurması gereken boşluğu kardeşlerime hissettirmemeye çalıştım. Kendimi ona veya onun olmasını hayal ettiğim biçimine dönüştürdüm. Şimdi de çevremde etkilendiğim tüm insanlardan, ailemden, arkadaşlarımdan, sevdiğim yazarlardan, kurgu karakterlerden ve ondan da birazım.

Öyle işte konuyu biraz fazla dağıttım yazarken galiba ama olsun görüşürüz yine :)

S..

15 Kasım 2019 Cuma

Dağınık Kelimeler



Hava kötüydü.

Hava güzeldi.

Fark etmezdi.






Seninle
.
.
yürümek
dans etmek

.
.
gülmek
.
.
saçmalamak
.
.
ağlamak bile
.
.
.
güzeldi
.
.
Bir yaz akşamüstünde



Ruhun ruhuma sarıldığında


ne de tatlı



rüzgar eserdi
.
.

gökyüzü, mavi, gün, güneş, fuji, fuji film, blue, sky,
Foto: LadyEvrens&Sessizgemi
Fuji film etkinliği
07.09.2019 15:53 36.885605, 30.705033

Bu şarkı da dursun burada hoşuma gitti :)

le bien et le mal



Eveet, birbirinden alakasız üç şeyi bir araya getirip üçü bir arada kahve yaptığımıza göree bugünlük Fransızca dersimizin sonuna geldiiik...
Taamaaam, espri yapamıyorum evlere dağılalıım -_-
Hey, seen, gözlerini devirmee!

S..


7 Kasım 2019 Perşembe

Ağaç Ev Sohbetleri 10


  Ağaç ev sohbetleri tüm hızıyla devam ediyor. Bu haftanın konusu İrem Can'dan; "Korkunç veya anlamlandıramadığınız olaylar yaşadınız mı? Biraz da korkalım!" dedi. Korkalım bakalım :)

  Şunu söylemeliyim ki bu çok zor bir konu :D Çok fazla korkum var hangi birini seçeyim kii :) Köpekler havlarsa korkarım ki ondan herkes korkar bencesi :D Böcekten, karanlıktan, palyaçolardan trafikten, kazadan, hızlı giden araçlardan, kavgadan vs birçok şeyden korkarım. Kavga olunca ben kilitlenip kalıyorum ve tansiyonum düşüyor titriyorum veya nefes alamıyorum o anda. Çok korkarım bağıran kavga eden insanlardan. Kendimi savunamam. Ama sevdiğim insanı korurken vahşi bi kedi gibi saldırabilirim valla tersim pis olur :D

  Yüksekten çok korkarım balkonun kenarına yaklaşamam duvar dibinde dururum balkonda ama orada da çok kalamam. Cam asansörlerde içim çekilir. Dalış denemelerinde yüksekten korktuğum için dalış sırasında panik atak geçirmiştim. Dip çok yüksek görünmüştü. Ay tabi bi de boğulma fobim var o yüzden de suyun içinde çok değişik ruh halleri yaşadım :D

  Örümcekten çok korkarım. Küçükken değişik bi anım var. Mutfakta tezgahtaki mermerin alt köşesinde tarantula benzeri devasa tüylü bir örümcek bulmuştum. O zamanlar görev icabı doğuda bir yerlerdeydik. Oranın böcekleri değişik oluyo. Çöl yaratıkları var ayol. Bu örümceğe yedi kardeşler deniyor. Bir tanesi varsa diğer altısı da oralardadır demekmiş. Aile bağları çok kuvvetli olmalı :D Neyse işte o örümceğin bir sürü gözü vardı onu çok iyi hatırlıyorum. Gözlerinden etkilenmiştim dokunmak istiyordum tüyleri de diken gibi görünüyordu. Ama annem benim kıkırdamalarımı gülmelerimi duyunca merakla gelip neyle uğraştığımı görünce kıyameti kopardı tabi. Beni kucaklayıp dışarı çıkarttı. İçeri giren babam kapıyı kapatıp altını da havlu ile kapattı örümcek kaçmasın diye. İçeriden patırtılar geliyor havluyla vurma sesleri falan. Canavar zıplıyormuş bir de. Onu yakaladılar ve diğer altısını bulamadılar. Sanırım o yolunu kaybedip gelmiş eve. Ama bir atı ısırsa felç edermiş beni ısırsa en yakın hastane bile çok uzakta. O zaman da dört yaşındayım yani minnacıkım. O olaydan sonra toz gibi minik örümceklerden bile korkar oldum.

  Bir de triofobim var boncuk boncuk şeylere bakamıyorum çoğunlukla. Çok kötü olmuyorum ama rahatsız hissediyorum. O yüzden böğürtlen falan yerken bakmadan yerim, onun boncuk boncuk yapısına dikkatim çekilirse rahatsız oluyorum. Korku değil de rahatsız hissetme işte bakamıyorum. Bir de aşıdan falan korkmam ama iğneye dokunamam ben. Söküklerimi dikerken o iğneye merasimle dokunuyorum. Ev arkadaşım baş örtüsü için olan iğneleri hep ortalıkta bırakıyor ah aah... Daha da bir şeyler anlatırsam deli filan sanacaksınız artık yeter bu kadar :D Bir sonraki sohbette görüşmek üzeree :)

4 Kasım 2019 Pazartesi

Avokado Bişeysileri

avokado, kahvaltı, breakfast, zeytin, salata
Foto: Lütfiye Tocan
  Akdeniz bölgesinde bahçeli bir eviniz varsa o zaman avokado ağacınız da vardır :D Benim henüz bir ağacım olmasa da avokado çılgınlığından geri kalmıyorum. Sürekli avokado yiyebilirim :D Canım ponçik arkadaşlarım da kendi bahçelerinden meyveleri ve denedikleri tarifleri benimle paylaşırlar :D Mevsiminin gelmesiyle fiyatları da daha makul hale gelince birkaç tarif yazmaya karar verdim. Şimdi yazacağım ilk tarif için Lülü'ye teşekkürü bir borç bilirim :) Öncelikle şunu söylemeliyim ki avokado sade tadı ile de çok güzel ama kimileri bunu çok tatsız bulabilir. Avokadonun tadı neredeyse nötr yani tatlı değil, tuzlu değil, ekşi veya acı değil ve içine eklenen şeylerin tadını alır. Bunun için bir şeylerle karıştırmak ve farklı şeyler denemek güzel :) Ben en çok limonlu tarifleri seviyorum ama tatlı tarifler de çok hoş. Ayrıca bazı fırın yemeklerinde filan değişik şekillerde de kullanılabiliyor.
  Not 1: O avokadonun çekirdeği çöp değil! Onu nasıl fidan haline getireceğinizi de yazının sonunda anlatacağım :D
  Not 2: Avokado seçerken en önemli şey taş gibi sert olanları seçmemek ve renginin siyah olmamasına dikkat etmek. Hafif yumuşak ve yeşil renkte olanları seçmeliyiz. Aldığımız avokado henüz istenilen yumuşaklıkta değilse yanında bir elma veya portakal ile olgunlaşması için bekletebiliriz.

  1. Tarif

1 Salatalık
1 Avokado
1 Sarımsak
Marul Maydanoz ve başka başka otlar
1 Limon
1 Kaşık Mayonez
2 Kaşık Yoğurt
Bir miktar kızarmış ekmek
Çörek Otu
Yeşil Zeytin

  Bu tarif kahvaltı olarak değerlendirilebilir veya akşam yemeğinin yanına salata olabilir. 1 salatalık ve 1 avokado küp küp doğranır. Bir miktar marul küçük küçük kesilir. İsteğe göre maydanoz veya sevilen diğer otlardan karıştırılabilir. Bir kap içinde 1 sarımsak doğranıp üzerine 1 limon sıkılır. 1 kaşık mayonez ve 2 kaşık yoğurt eklenir ve iyice karıştırılarak bir sos elde edilir. Ekmekler istenilen miktara göre kızartılıp doğranır ve bir kısmı sos ile karıştırılır. Doğranan şeyler de bu sosa eklenir. Ekmeklerin Lülü'nün deyimiyle eccük bir kısmı üzerine süs için ayrılır. İsteğe göre çörek otu koyulabilir. Yeşil zeytin de isteğe göre eklenebilir. Şimdi tarif bu şekilde ama istediğiniz malzemeyi ekleyip çıkartabilirsiniz buna. Mesela ben içine kızarmış tavuk parçaları nasıl olur diye düşündüm şimdi onu da denerim bi ara :D Bir de tuzu kendinize göre ayarlayın tabisii vee fesleğen de deneyebilirsiniz :D

  2. Tarif

1 Avokado
Tuz
1 Limon

  Bu en basit olanı ve kahvaltıda filan en çok kullandığım sos. Avokado kolay olsun diye önce parçalara ayrılır kesilir filan neyse işte sonra bir kap içinde çatal yardımıyla ezilir ve tuz ile limon eklenerek sos haline getirilir. Buna sarımsak dövüp ekleyen de var ve kırmızı bul biber ekleyen de var ama ben öyle sevmiyorum.

  3. Tarif

1 Avokado
İsteğe göre seçilen bal veya reçel çeşitleri

  Avokado yine çatalla ezilip sos haline getirilir ve içine bir şey eklenmez. Ekmeğe tereyağı gibi sürmek suretiyle üzerine bal, reçel vb. sürülüp yenir.

  4. Tarif

  Sandviç yaparken ekmeğin içine zemin malzemesi olarak kullanmayı deneyebilirsiniz. Ben bunu da çok seviyorum. Sandviç ekmeğinin içine veya tost makinesinde filan kızarttığınız ekmeğin içine ezilmiş avokado sürün ayrıca taze ceviz de ekleyebilirsiniz. Peynir taneleri, zeytin, marul yaprakları ve fesleğen ayrıca isteğe göre sarımsak ile harika bir şey ortaya çıkartabilirsiniz. Peyniri tulum peyniri olarak seçebilirsiniz veya krem peynir de karıştırabilirsiniz avokadoya süper olur. Karabiber de kullanabilirsiniz.
  Başka bir denemede içine çeri domatesi dilimleri ekleyebilirsiniz.
  Veya kızartılmış sucuk, salam, pastırma veya ton balığı koymayı deneyebilirsiniz o zaman sarımsak koymazsınız mesela kendinize göre istediğiniz şeyleri ekleyip çıkartın ve ana malzeme olarak avokadoyu kullanın.
  Ton balıklı yaparken limon da kullanabilirsiniz az miktarda.
  Ceviz yerine Antep fıstığı da tercih edilebilir.
  En basit olarak kızarmış ekmeğe tuz, zeytinyağı ve limonla beraber ezilmiş avokado sürün üzerine ceviz veya antep fıstığı ile karabiber serpin.
  Baharat olarak kekik ve nane de çok yakışır.

  5. Tarif

  Sabah kahvaltıda pul biber karabiber maydanoz ve tuz ile sos haline getirdiğiniz
avokadoyu kızarmış ekmeğe sürüp üzerine de sahanda pişirdiğiniz yumurtayı koyabilirsiniz.

  6. Tarif

  Köfteleri kızarttıktan sonra üstlerine istediğiniz şekilde malzemeler kullanarak hazırladığınız avokado ezmesini sürerek servis edebilirsiniz. Tavuklu salataya avokado dilimleri ekleyebilirsiniz.

  7. Tarif

  Avokadoyu soymadan ikiye kesip çekirdeğini çıkartın. Bir fırın tepsisine koyup içlerine yumurta kırın. Tuz, karabiber, pul biber ekleyin. 220 derecelik fırında 10 dakika pişirin. Fırın ısısından emin değilim herkesin fırın ayarı değişik oluyo onu siz deneyin :D İçindeki yumurta pişse yeter yaa :) Piştikten sonra seviyorsanız üzerine taze soğan ve maydanoz ekleyebilirsiniz. Sonra kaşıklayın gitsin :D

  8. Tarif

  Avokado muz kakao ve balı blenderdan geçirin minik kaplara koyup servis edin. Üzerine hindistan cevizi serpebilirsiniz ve taze nane yapraklarıyla süsleyebilirsiniz.

  9. Tarif

  Meyvelerle süt, vanilya yoğurt ve avokado karışımı ile soğuk içecekler yapabilirsiniz bunun için de blender ile çok iyi çırpmak gerekli.

  10. Tarif

  İstediğiniz baharatlarla ve hatta biraz mayonezle karıştırıp cips ile yemek için sos hazırlayabilirsiniz.

  İstediğinizi deneyin bakalım afiyet olsun :)

  Unutmadım o çekirdekler çöp değil :D Avakado çekirdeğinin dışında kahverengi bir kabuk vardır. Çekirdeğin kurumasını bekledikten sonra bu kabuğu belki bir kürdan yardımı alarak soyun. Çekirdeğin üç veya dört tarafına kürdan saplayın bu şekilde bardaktan içeri düşmesine engel oluyoruz. Çekirdeğin tombik tarafı aşağı sivri tarafı yukarı gelecek. Bu şekilde hazırladıktan sonra bardağa veya minik yoğurt kabı gibi şeylere yerleştirin. Ve çekirdeğin yarısına gelecek şekilde su doldurun. Suyu azaldıkça su ekleyin. bir süre sonra önce kökler sonra da filizi oluşacak. Biraz boy attıktan sonra da bir saksıya dikebilirsiniz. Büyük bir saksıda balkonda gölgede yetiştirebilirsiniz doğrudan güneşe maruz kalırsa ölüyor bu şey. Balkonda yetiştirirken fazla boy atmasın diye belli uzunluğa gelince budayın ve kısa boylu bir ağacınız olsun. İşte bu kadar :)

  S..

29 Ekim 2019 Salı

Ağaç Ev Sohbetleri 9

ağaç, ev, house, tree, tree house, dream

  Edischar ve Taha'nın başlattığı Ağaç Ev Sohbetleri'ne hep katılmak istedim ama düzenli yazabilir miyim endişesinden dolayı bir türlü katılamadım. Konular da her seferinde o kadar güzeldi ki ben de yazmalıyım diye diye işte şimdi yazıyorum :D Edischar ve Taha iş okul sebebiyle meşgul olduklarından sohbetleri şimdilik Deepsi ve İrem Can devam ettiriyor. Bu haftanın konusunu da Deepsi ile beraber düşündük, rüyalardan bahsedelim dedik.

  Konumuz: "Rüya görüyor musunuz? Görüyorsanız, ne tür rüyalar görürsünüz? Rüyalarınızı hatırlıyor musunuz? Sürekli olarak gördüğünüz rüyalar var mı?"

  Çok fazla rüya görürüm. Çoğunu da en küçük detaylarına kadar hatırlarım. Genelde aksiyon filmleri, korku filmleri, fantastik filmler, diziler gibi olur rüyalarım. Hep bir şeylerden kaçarım. Veya birilerini kurtarırım. Bilim kurgu da olur rüyalarım. Uzaylılar, zombiler, virüsler, akla gelebilecek her türlü tuhaf olay beynimin içinde sabaha kadar bir curcuna halinde döner durur. Arkeolojik şeyler de çok görürüm bölümümden dolayı hep iskeletler bulurum iskeletler virüslü olur canlanırlar falan. Bazen büyük tsunamiler görürüm, suyun altında kalırım boğulurum veya kasırgalar görürüm. O kadar detaylı hatırlarım ki uyandığım zaman gerçekliği algılayamam bazen rüyayı gerçek sanırım. Bazen kasırgalı depremli felaketli rüyalarım gerçek olur birkaç gün sonra, o rüyayı görürken de bir his olur farklı bir rüya olduğunu hissederim. O yüzden bazı rüyalarımdan korkarım. Büyük Van depremini görmüştüm mesela. Yerini görmesem de deprem olduğunu felaket şeyler olduğunu görmüştüm. Geçen İstanbul'u sallayan depremi de gördüm. Çoğu insana bu saçma gelebilir veya denk gelmiştir öyle bir rüya denebilir. Ama benim için yine de ürkütücü bu. Birinin ölümünü görüp uykumda ağladığım, uyandığımda ağlayıp günlerce de bunun etkisinden çıkamadığım olmuştu hemen mesaj atmıştım iyi misin ki diye ama anlatmadım ona rüyayı korkmasın diye. Bir rüyama sonradan çok gülmüştüm mesela detaylı anlatmayacağım şimdi ama rüyamda bir cadı sevdiğim herkesi balığa çevirmişti ben de onları kurtarmaya çalışıyordum ama cadı beni de balık yapacaktı. Ben de ona önce herkesi kurtarayım nolur sonra balık yaparsın beni diyerek pazarlık etmeye çalışıyor hem de ağlıyordum :D

  Rüyalarımı hep not ederim. Bir de arkası yarın gibi gördüğüm rüyayı her zaman anlatırım yeni rüya yok mu diye sorarlar, bir öykü bir fantastik dizi gibi, bunu seviyorum :D Bir de yazılarımın çoğunu rüyalarımdan yazarım. Çok detaylı gördüğüm ve hatırladığım için yeni bir şey eklememe gerek bile kalmaz. Hatta ileride bir rüya kitabı çıkartmak istiyorum :D

  Sürekli tekrar eden birkaç rüyam var. Birinde gece vakti arabanın içinde yüksek bir uçurumdan düşerim. Durduramam arabayı. Birinde de kimsesiz sokaklarda kalmışım tanıdığım kimse yokmuş artık. Bir çöp kutusunun yanında yerde dururum yerden kalkamam.

  Rüyalarımda hep başıma gelen bir şey var. Rüyamın bir yerinde takılır kalırım tekrar tekrar aynı sahneyi yaşarım sonra kurtulurum bundan devam eder akış. Veya adım atıyorken mesela o adımı bir türlü atamam ayağım bir yere yapışmış gibi rüyaya yapışmışım rüyada zaman bir jöle gibiymişçesine içinden geçmek zorlaşır. Bir defasında rüyamda vuruldum sonra sahne başa sardı tekrar ederken biraz daha farklı ilerletmeyi başardım ama yine vuruldum sonra yine vuruldum ve yine. Bazen oluyor öyle. Sanırım bilinçaltım rüyayı beğenmeyince başa sarıyor :D Ama elimi kolumu oynatırken adım atarken rüyada bunları bir türlü gerçekleştiremiyorsam çok bunalıyorum sinirlerim bozuluyor. Klostrofobi hissediyorum öyle anlarda.

  Uyumakta hep zorlanırım. Uykum da çok hafiftir eğer hasta değilsem. Ben uyurken arkadaşlarım ailem beni uyandırmak amacıyla önce sessizce yaklaşıp korkutmamaya çalışırlar çok sessiz seslenirler çünkü korkarak uyanırım hep. Ama çoğunlukla daha onlar bana yaklaşmadan aramızda hala mesafe varken geldiklerini hissedip uyanır ve onları da kendimi de korkuturum :D Bazen rüyamda ağlarken gerçekte de ağlarım. Bazen de sayıklarım. Soğanlı yumurtayı beğenmedi diye sayıklayıp sızlanmışım bir defasında çok üzülmüşüm kim beğenmedi neden soğanlı yumurta bilmiyorum :D Çok rüya görmemin aşırı derin uyuyamamakla ilgisi olabileceğini düşünüyorum :)

  Bu konuda daha çok konuşabileceğimi fark ettim ama durayım artık :D

  Bu sohbetleri çok sevdim :) Bir sonrakinde görüşmek üzeree :)

S..

15 Ekim 2019 Salı

Asta


  Bir fotoğraf karesinin içine düşmüş gibiydim. Birkaç dakikadır aklımın havuzundan tüm balıklar yitip gitmiş gibi boş, zifiri karanlık ve bomboş bir kuyunun içinden dışarıya bakarcasına öylece durmuş, baktığımı görmüyor, gördüğümü anlamıyordum. Benimle birlikte içinde bulunduğum zaman durmuştu. Duran zamanla birlikte tüm lahzaları avucumun içine alıp tek tek sayabilir, sayıp etrafa darmadağın bilyeler gibi fırlatabilirdim adeta. Atmosfer durmuştu. Havanın en ince zerrecikleri bile donup boşlukta asılı kalmıştı. Çevremdeki tüm bitkiler ve her türden bin bir çeşit yaratığın benimle birlikte soluğunu tuttuğunu hissedebiliyordum. Bir süredir göklerden denizlere yakılan bir ağıt gibi canhıraş inen yağmur taneleri bile... onlar bile oyunbaz bir perinin bakışlarından saçılan parlak gün ışığıyla dolu nazarlar gibi havada asılı kalmıştı... onlar bile aklımı kaçırmanın eşiğinde olduğumu yüzüme haykırıyordu... Sonra nefes aldım. Soluğum bir çığlık gibi kulaklarımda yankılandı. Atmosfer ondan çaldığım bu derin ve soğuk bir yudum oksijene içerlemiş olacak ki az önce kıpırtısız duran her şey bir anda alevlenen bir güçle müthiş derecede baş döndüren süreğen bir devinim kazandı. Dünya başıma yıkıldı deyiminin fiziksel halini yaşıyordum adeta.
Çevremde aldığım nefesle patlak veren hareketliliğin yarattığı gürültü önce kulaklarımda sonra da zihnimin en karanlık köşelerinde müthiş bir sancıya ve basınca sebep oldu. Tenime düşen her yağmur tanesi birer dolu etkisi yaratmıştı. Bütün ağaçların, bütün yaprakların ve tüm canlıların nefes aldığını hissedebiliyordum. Atmosferden çaldığım o derin, o soğuk bir yudum oksijenin bedeli toprağın ayaklarımın altından kaymasına sebep olan bir acı ve baş dönmesi oldu. Nefesim kesik kesik devam ederken dizlerimin üzerine düştüm. Etrafımda bütün hareketliliği ve canlılığıyla dönüp duran dünya fotoğraf karesinden bir kabusa evrilmişti. İşin en kötüsü de nereden geldiğimi, nereye gittiğimi ve kim olduğumu bilmiyordum.
Yere devrilip başımı çarpmadan ve karanlıkla buluşmadan önce ellerimden birinde bir kağıt parçasını sımsıkı tuttuğumu fark ettim. Kağıt parmaklarımın arasında buruş buruş olmuştu. İçinde uzun bir metnin yazılı olduğu belliydi fakat o anda biri dışında başka hiçbir kelimeyi okuyamadım. Asta yazıyordu. Bu ne demekti bilmiyordum. Toprağın soğuğunu yüzümde hissederken gözlerim kapanmadan önce akşamın gölgelerine bürünen ağaçların arasında dolaşan bir el feneri ışığı gördüm. Çoğu zaman böyle bir şey yardıma işaret edebilirdi. Fakat ben.. Yatağının altından canavarlar çıkacağını sanan minik bir çocuk gibi, zihnim gecenin içinde yuvarlanıp uykuya dalarken, bundan müthiş bir korku duydum...



Not: Henüz karar vermedim ama devamı olacağını düşünüyorum bunun ;)


Bu gif benim birkaç haftadır ruh halim resmen, nasıl düştü yaa kıyamam :)
S..

11 Eylül 2019 Çarşamba

Retrobüs

 Retrobüs 80'ler 90'lar yerli yabancı nostaljik şarkılar çalan şimdi keşfettiğim bir grup. Kendilerine has bir tarzları var. Aslında baya eski bir grupmuş neden hiç duymadım bilmiyorum. Duyar duymaz hoşuma gitti. Araştırdım. Seveni de varmış sevmeyeni de doğal olarak. İsim seçimleri konusunda dinleyicileri bir zaman yolculuğuna çıkartıp efsane eserleri ve isimleri canlı dinliyorlar hissini yaşatmayı amaçladıklarını ifade etmişler. Bu nedenle retro ve bus kelimelerini birleştirmişler müzik konusunda zamanda yolculuk yapan bir araç gibi. Amaçlarının aslının yerine geçmek değil anısını yaşatmak olduğunu da eklemişler facebook profillerinde daha ayrıntılı inceleyebilirsiniz. Platonik Vecihi şarkıları rastgele bir anda çalmaya başlayınca hoşuma gittiği için burada da paylaşmak istedim. Dinleyin bakalım sevecek misiniz :)


Platonik Vecihi
Söz-Müzik, Vokal: Fırat Şahverdi
Gitarlar: Murat Yerden
Bas Gitar: Ozan Çetiner

S..

30 Ağustos 2019 Cuma

Hayat Sen Git Ben Yetişirim

  Hayatta sürekli planlar yaparız. Şunu şöyle yapsam sonra böyle olur, onu yapmazsam sonra şununla uğraşırım. Ay pembeyi seçsem aklım beyazda kalır o yüzden mavi olmalı falan. Bu yolu seçsem şuraya çıkarım, şu yolu seçsem başka bir olay. Ama hayat bize çoğu zaman iki yolu da seçtirmez. Onun kendi planları vardır. Ben hayata uyamadım hayat bana uymadı deriz. Hayat sen git ben yetişirim sana. Plansız kalmadan plansız yaşamayı öğrenemedim ben. Bir arkadaşım plan yapmadan yaşa der ama ne yaptığını da bil. Yok blogcum ben öğrenemedim hayatı, hayat da beni öğrenemedi. Başıma gelen zorluklar sebebiyle amaçlarından vazgeçen biri olmadım hiç. Ama bunun insanı yıpratan yönleri olduğunu daha önceden bilsem böyle bir karakter gelişiminde bulunur muydum farklı biri mi olurdum onu hiç bilemeyeceğim. Bazen ne yaptığımı hiç bilmiyorum. Üç tane önemli sınava hazırlanıyorum fakat elimde olmayan bir sebep yüzünden sınavları ertelemek zorundayım. Hayat akışımda bir ara vermişim gibi. Her şey durmuş gibi. Üstelik bu başıma hep geliyor. Yolun kenarına çekildim trafik sakinleşsin diye bekliyorum zaman akıyor ama benim bir yere gittiğim yok sanki. Yola ne zaman devam edeceğimi bilmiyorum. Yola devam edince karşıma ne çıkacak bilmiyorum. Bir şeyleri bilememek insanın tüm korkularının kökünde yer alan en büyük sorun. Bilinmezlik kendi başına ürkütücü, korkunç bir şey. Bekledikçe yolun kenarında havanın karardığını gördükçe ağaçların ardında ne olduğunu bilmeden öylece durmaya devam etmek gittikçe zorlaşır ve stres altında birçok kabus görürüz. Güneş battığı zaman gecenin ardından yeniden yükseleceğini bilsek de bunun olmama ihtimalini de düşünürüz o anda. Aldığımız nefeslerin sayısını daha önce hiç düşünmesek de önemli hale gelmeye başlar. Kalbimizi daha önce duymasak da ağırlaştığını hissederiz artık. Bari kenarda yola çıkmayı öylece beklerken bir iki kaplumbağa eşlik etse bir iki kuş sesi duysak bir de şu sıcakta dondurma olsa fena olmazdı. Yani blogcum canım sıkkın. Kafam karışık. Ne yaptığımı bilmiyorum. Ve şuan bir şey yapamıyorum. En azından kabuslarımdan bir iki hikaye yazarım mutlaka. Eh bu da bir şey. Yazarım yine kaybolma.

S..

25 Haziran 2019 Salı

Değişim


  Değişim çoğu zaman ürkütücüdür. Fakat henüz gerçekleşmemiş kötü olayların ihtimallerini düşünüp kaygılanmaya bir son verirsek değişimin aslında heyecan verici olduğunu fark edebiliriz. Benim bunu algılamam her zaman için biraz vakit alıyor. Yeni bir yere taşınmak, okul değiştirmek, yeni bir çevrede bulunmak benim için başlangıcı sancılı şeyler oluyor her daim. Çünkü telaşlı ve panik olmaya eğilimli biriyim. Üniversiteye başlarken de böyleydi. Bilmediğim bir yere gidiyor olmanın korkusu yüzünden sevincimin coşkusunu yaşarken endişeden de ölmek üzereydim. Kayıt işlemleri bitti yurda yerleştim derken okul bir kenarda dursun öncelikle yurtta nasıl hayatta kalacağım diye düşünmekten ilk haftamın nasıl geçtiğini pek bilmiyorum. Ailemden ilk defa uzaktaydım. Daha önce bir arkadaşımda bile kalmamıştım yurtta nasıl yaşayacaktım.. Her şey benim için yeni, yabancı ve korkutucuydu. O zamana kadar tek başıma alışverişe çıkmışlığım pek olmamıştı düşün blogcum halimi. Üniversitenin nasıl bir yapı olduğunu ancak içinde yaşamaya başlayınca öğrendim daha öncesinde hiçbir fikrim yoktu. İlk ders günü fakülteyi karıştırıp başka fakültede bölümümü aramıştım ve çok utanmıştım. Öyle böyle dört yıl bitti. Yeni insanlar tanıdım. Bazıları hayatımda anlamlı yerler edindi. Bazılarını hiç tanımamış olmayı diledim. Derslerim her zaman çok iyiydi. Sakarlıklarımla başıma türlü dertler açtım. Buna rağmen dört yıl boyunca şansım çoğunlukla iyi taraftaydı. Benim için sürekli iyi dilekler dileyen ve nerede olursa olsun yanımda olmayı başaran iyi yürekli melekler var hayatımda ve onların yüreğinde yerim olduğu için çok şanslıyım.

  Denemek istediğim birçok şeyi deneme fırsatım oldu. Dalış, okçuluk, geziler, bir çok şey... Ve dört yıl güzel bir şekilde bitti. Tez dönemi tam bir kabustu asla bitiremeyeceğim ve asla yetişmeyecek sandım. Bir şeyle uğraştığımda süreyi doğru kullanmayı pek başaramam ve genellikle panik halinde oluyorum ama bu panik ve telaş sayesinde de durmadan çalışmaya devam edip o şeyi tamamlayabiliyorum. Telaşım ve paniğim beni yıpratsa da uğraştığım işe odaklanıp bitirmeden durmamamı sağlıyor ve bu çok tuhaf. Şimdi ales, yds ve kpss için çabalıyorum. Bir yandan da yurda nasıl da alıştığımı fark ettim. Daha önce okula ve yurda gelmekten korkarken şimdi buradan ayrılıyor olmak endişe veriyor. Hayat çok tuhaf. Artık kendime ait bir evim var. Ev ararken acayip şeylerle karşılaştım. İnsanlar evlerini kiralarken devlet dairesinden daha zor sorular sorup daha zor şartlar koşuyor. Memur değilsen sana ev yok, memur kefilin yoksa olmaz, bekarsan olmaz, öğrenci değilsin ama yeni mezunsun falan filan. Memur değilsem ödemelerimin geçerliliği olmuyormuş gibi ne tuhaf ev sahipleri var. Neyse sonunda istediğim gibi şirin bir ev bulmayı başardım. Kendi istediğim gibi dekore etmekle uğraşıyorum bir haftadır. İngilizce kursuma devam ediyorum. Mesleğim için online bir eğitim programına devam ediyorum. Hayat tuhaf şekilde değişiyor ve devam ediyor. Bir evim olması fikri heyecan verici, korku verici ve bazen de tuhaf bir şey. Sanırım hala oraya ait gibi hissetmiyorum. Tamamen taşındığımda alışacağımı biliyorum ama her gittiğimde başkasının evine gizlice giriyormuşum gibi geliyor şuan için. Bir evin sorumluluğunu almak bir yandan ürkütücü ama bir yandan da sana özel bir alanın olması çok güzel bir şey.


  Şimdi okul bittiğine göre bahsettiğim sınavlar için çok çalışmalıyım. Bir yandan da yeniden çizim yapmak ve bir şeyler yazmak istiyorum umarım bunlar için vakit bulurum. Ve daha çok blog yazıp okumak istiyorum. Bu böyle günlük kişisel iç dökme yazısı gibi bir şey oldu. Bir sonraki postu yeni evimden yazacağım. Buradaki korku hikayelerime devam etmeyi planlıyorum umarım herkes okumayı benim kadar bekliyordur. Yazarım yine canım blog...

  :)
  S..  

19 Nisan 2019 Cuma

Kendini Dinlemek


  Yaşama çabası içinde ve çevremizdeki insanlar ile uyumlu olma çabasıyla iç dünyamızın sesini kısıp karanlıkta bırakabiliyoruz. Böyle olmasına izin vermemek lazım. Ailemize, arkadaşlarımıza nasıl özen gösteriyorsak onları dinliyorsak kendimizi de dinlemeliyiz. Her zaman birisine ne istediğini sorarız, nasıl hissettiğini sorarız, iyi olması için güzel şeyler yaparız sevdiklerimize. İşte bunu kendimiz için de yapmalıyız. Bazen durup gerçekten ne düşünüyorum, ne istiyorum, ne hissediyorum diye sormalıyız.

  Şuan şarkı söylemek istiyorsan söyle. Yolda yürürken söyle mesela. Kime ne? Ya da parklarda çimenlerde koşmak istiyorsan koş. Pamuk şekeri yüzüne yapıştıra yapıştıra ye. Kime ne yani.. Bir yere gitmek istiyorsan git. İstemediğin bir yere de gitme. Görmek istemediğin kişileri görme. Görmek istediklerini erteleme bekleme. Seni incitip duran şeyleri ve kişileri hayatından çıkart ama kin gütme. Unut gitsin. Zaten unutulmak bence bu dünyada en acı verici şey. Kendine bir çocuk gibi davran. Bak bakalım şimdi ne yapmak istiyorsun sor kendine. İç sesimiz hep çocuktur aslında hiç büyümez ama biz onu duymayı bırakırız unuturuz. Unutmamalı korumalı onu.

  Bir tütsü yakıp güzel bir müzik açıp güzel bir hikaye okuyacağım ben de şimdi. Beni bekleyen onca işi gücü ödevi ve diğer şeyleri bir süre düşünmeden. Sonra belki de bir ara sahile gitmeli. Ne zamandır deniz kabuğu aramadım. Denizin tuzlu kokusunu sessizce yudumlarken biraz manzarayı izlemek biraz kitap okumak güzel olur. Son zamanlarda insanları kafama takmamayı da öğrendim. Böyle hayat daha kolaymış gerçekten de. Bana ne deyip geçmek umursamamak insanı gerçekten gençleştirebiliyor. Sizi yıpratan insanlara ve olaylara karşı bunu deneyin. Sabrınızın sonuna geldiğinizde gerçekten hissizleşiyorsunuz ama benim gibi bu son noktayı beklemeyin kendinize daha iyi davranın. Hayat naneli şekerlerle dolu blog. Biz vampirler de neyse ki domates seviyoruz.

Yazarım yine papatya çayım soğumasın.

S..

18 Nisan 2019 Perşembe

Çocukluğumuz Bir Akşamüstü Çiçek Kokusu

Yaz akşamüstüleri koşmaktan yorulurdu çocuk bedenlerimiz. Açmak için güneşin batışını bekleyen çiçekler hoş kokular saçarken çimenler dinlenmek için en güzel yerdi. Yüksekten korkup çatılarda dolaştık. Karanlıktan korkup geceleri bahçenin köşesindeki salıncağın serinliğinde keyiflendik. Çocuk cesaretimiz nereye gitti? Gökyüzü binlerce kez renk değiştirdi. Günler ışıldayıp eskidi. O yaşlı dut ağacının gölgesi artık yerinde değilken salıncak kuracak yeni bir yer de bulunmadı. Zaman böyle geçip giderken kimlerle güldük, kimlerle ağladık, kimler gönlümüzü kırıp geçti... Günler geçip anılar birikirken kimler kalbimizi neşeyle doldurmaya devam ediyor... Hayattan öğrenmemiz gereken her şeyi öğrendik mi? Ruhlarımızı saf ve temiz tutabildik mi? Çocukluğumuzun yaz kokulu anıları şimdi ne kadar da yakın ne kadar da uzak... Alışıldık ruhlar ne kadar da değerli.. O eski ahşap kapılar o bilindik bahçeler hala hatırladığımız gibi mi... O zamanlar farkında mıydık solup gitmenin kederinin? Zaman geçip gidiyorken sevdiklerimizin kalbinde küçük bir ateş böceği gibi parlayabilmek ne kadar da kıymetli. Ruhlarımız hala bir akşamüstü çiçek kokusu gibi...

S..

14 Şubat 2019 Perşembe

İstiridye Mimi


  Blog dünyasının en bi pingusu en çingusu en en jedi ruhlu tatliş insanı çakıltaşı deepsuii'den bir mim kaptım geldim blogcum :) Bu mimi de İstiridye Avcısı hazırlamış derin denizin maviliklerinden çekip çıkartmış. Ben onun cevaplarını da merak ettim ama yaa :) Zor sorular geliyor bu aralar mimlerde öyle değil mi? Bakalım neler sorulmuş blogcum cevaplayalım lım  lım lım :)

- Negatif olayları pozitif açılımlarla yorumlayıp olumlama yapmayı sever misiniz ? Evetse neden, hayırsa neden ? 
  Olumlu düşünmek her zaman için en iyisidir. Bu soruya deep'in verdiği cevaba katılıyorum. Beni bilenler bilir acayip panik olabilen bir insanım ama her zaman da olumlu düşünürüm. Bazen tabi ki enerjimi tüketen şeyler yaşıyorum ama bu şeyleri düşünerek yaşamı kendimize zehir etmenin anlamı yok. Hayat sürekli iyi veya sürekli kötü değil öncelikle bunu kabul etmek zorundayız. Bu neden benim başıma geldi ben bunu hak edecek ne yaptım diye düşünürsek işin içinden hiç çıkamayız. Hayat sana domates veriyorsa menemen yap yani tamam bu da çok saçma oldu ama bir şey anlatmaya çalışıyordum acıktım o sırada :D

-İnsanları sınıflandırma eğilimi hakkında neler düşünürsünüz ?
  Ay buna hangi açıdan bakacağımı şaşırdım şuanda. İnsanlar bir şeyleri anlamak ve daha kolay yorumlamak için sınıflandırmalar yapar biz arkeolojide bunu çok sık kullanırız mesela. Ama insanlarla ilgili sınıflandırmalar çoğunlukla acımasızca ve ötekileştirmeye yönelik oluyor. Bunu da insanlar birbirinden öğreniyor sırf aileden de değil çevre çok etkiliyor insanları. İyi yapıcı eleştiri becerisi edinmek yerine karşısındakini ezen küçültmeye çalışan öfkeli laflar etmeyi öğreniyorlar mesela. Öyle komik şeyler de oluyor ki mesela geçenlerde twitterda gördüm yok terazi kızları şöyle kendini beğenmiş akrep burcu oğlanları şöyle sinir bozucudur falan gibi şeyler bile var. Ben çoğunu anlamıyorum ve komik buluyorum. Herkes farkında olmadan bir şeyleri sınıflar kategorize eder çünkü insan beyninin çalışma şekli bu yönde. Ama insanlar arasında bu acımasızca ve dediğim gibi ötekileştirmeye yönelik oluyor ne yazık ki. Bu karmaşık bir soru canım blog benden bu kadar :D

-Sizce herkes birbirine benzeseydi nasıl bir dünyada yaşardık ?
  Çok sıkıcı olurdu bu ayy korkunç. Hepimizin farklı olması farklı şeylere ilgi duyması bence çok güzel bir şey. Ne bileyim hepimiz ortak bir beyne sahip olsak karınca olsak mesela hayat çok çekilmez ve sıradan olurdu. Hem ben sevdiklerim için tek olayım isterim benden aynı bi tane daha olmasın biraz kıskanç olabilirim istersem hahaa :D

-Doğum ve ölüm hakkındaki düşünceleriniz nelerdir ?
  Yani insan isterse bunları düşünür düşünür sonra yine düşünür de ben düşünmemeyi tercih ediyorum. Neden geliyoruz neden gidiyoruz bilmiyorum. Yaşamak güzel. Sevdiklerinle vakit geçirmek güzel anılar paylaşmak güzel. Doğum günlerini de severim ben hep bir ritüel gibi kutlarım sevdiklerimi :)

-Karakterinizi bir hayvana benzetecek olsanız ne olurdunuz ? Neden ?
  Ay bu soru çok eğlenceliymiş :) Kedi olurdum ben herhalde :) Kaplumbağa olurdum bazen de jedi vampiri ama o saylanmaz sanırım. Ateş böceği de olabilir miyim bunlarla aynı andaa :D

-Bir  yazarla (Ölmüş ya da yaşayan olabilir) bir hafta sonu geçirme hakkınız olsa kiminle olmak isterdiniz ?
  Bunu bilemedim ben seçemem kiiii. Ben sevdiğim bütün yazarları toplayıp tatile gitsem olur mu şuan en çok tatile ihtiyacım var çünkü :D

-Yaşamınız bir sinema filmi haline gelse, ismi ne olurdu ? Neden ? 
  Bu soru geçen seferki mimde de vardı. Ne kadar değişik bir soru. Yani filmin konusunu nerede geçeceğini falan sormak yerine isim sorulması çok değişik bir bakış açısı öyle değil mii :) Hadi bu seferki cevabım daa "ateş böceği vampiri" olsun :)

Eh bu mimin de sonuna geldik blogcum. Bu mimi isteyen herkes yapsın okuyalım şimdi kime göndereyim bilemedim bu aralar mim meydan okuması rüzgarı var çünküsü çok eğlenceli onu okumak da :)

S..