Blogger etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Blogger etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2024 Salı

Blogları Canlandırma Projesi -24 / Ocak

 


BCP katılımcı sayısı azalmış olsa da bu yıl da devam ediyor ve son aylarda yine bloğa bakmakta zorlansam da ben de katılmaya devam etmeyi planlıyorum. Hayatın bizi kendi hızında sürüklemesine karşın bir şeyleri düzenli ve istikrarlı takip edebilmek kaosun içinde durup dinlenecek bir an yaratabiliyor. Tam bir yıl önce bugün ülkemizde büyük bir felaket yaşandı ve buna doğal afet diyerek geçmek adaletsiz, yetersiz ve vicdansızca geliyorken, söyleyecek bir şey bulmak imkansızken tıpkı o gün ve sonraki günlerdeki gibi uyumak mümkün değilken kendimi oyalayacak bir şey bulmak istedim ve ne zamandır yüzüne bakmadığım bloğumda aldım nefesi. Kafamı dağıtmak için en iyi yol her zaman yazmak oluyor. Bu yüzden geciken BCP yazımı yazmak istedim.

Ocak ayı teması Komedi, Mizah, Müzik olarak belirlenmiş. Bildiğiniz üzere bu temalardan birini veya birkaçını seçerek bir şeyler izleyebiliyor, okuyabiliyor, dinleyebiliyoruz ve bunları yorumlayarak birbirimizle bu etkinlik altında paylaşıyor ve birbirimizin paylaştıklarından yeni şeyler öğreniyoruz. Ben genelde bir şeyler izleyerek katılmış olsam da yanlış hatırlamıyorsam kitap yorumladığım da olmuştu. Ay yanlış hatırlıyor da olabilirim gecenin 4ündeki hafızama güvenmeyin. Neyse. Bu kez müzik temasını görünce bir şey dinlemek istedim.

Ve hayatın son bir yıldır beni otuz yaş yaşlandırdığını göz önünde tutarak uzun zamandır keyifle bir müzik dinlemediğimi ve şarkı söylemediğimi fark ettim. Ben şarkı söylemeyi çok severim bazen neden müzik okumadığımı merak ediyorum. Sonra bir dinozor edasıyla yutupta eskiden sevdiğim müzikler arasında nostaljik şekilde zaman geçirirken ne hakkında yazmak istediğime karar vermeye çalıştım. Ben 90lar çocuğuyum ama daha öncesine de ilgim var ama günümüz müziklerinden çok azı bana hitap edebiliyor.

Sonra lisanstayken bahar şenliklerinin ortadan kaldırılmasından bir yıl önce o son şenlikte okulumuza geldiğinde en önden canlı dinleme fırsatı bulabildiğim ve bir hayalime kavuştuğum canım Şebnem'in bir konser kaydını sizinle paylaşmaya karar verdim. Bazen tez yazarken bile Miyazaki yapımlarında çalan müziklere ara verip son ses bunu dinleyip duruyorum. Bu kadın tam bir kraliçe. Kendi şarkılarını söylerken nasıl oluyor da ağlamıyor hayret ediyorum. Sesinin tınısı, temiz tonları, yükselişleri ve bir anda alçalırken bir an için bile gücünden bir şey kaybetmeyişi ve bu da yetmez gibi o sözler insanı derdi olmasa bile ağlatabilirken bu kaotik dünya düzeninde gözler şelale olabiliyor. Çok şey söylemeye gerek yok kulaklığınızı takıp şu konseri son ses sonuna kadar dinleyin, dinlerken izleyin ve Şebnem'in sesine, orkestranın ahengine ve o muhteşem seyircinin coşkusuna oradaymışçasına katılın.

NOT: Biliyorum çok fazla beklettim yorumlarınızı bütün yorumlara ve beni merak eden herkese teşekkür ederim yakında hepsini yanıtlayacağım :)

Şebnem Ferah - 10 Mart 2007 Bostancı Konseri



3 Temmuz 2023 Pazartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Haziran



Herkese selamlar umarım sıcak yaz güneşi ve serin sularla keyifli ve iyisinizdir canım blog ailesi. İki üç haftadır herkes denizde fakat ben daha sezonu açamadım. Ama bu hafta dört gözle uzak diyarlardan çok minnoş çok tatlış bir arkadaşımı bekliyorum ve geldiğinde sonundaa deniz sezonunu açacağız ah düşüncesi bile insana iyi geliyor :) Gelelim mecliste toplanmamızın asıl sebebinee.. BCP Haziran temamız Fransız Edebiyatı veya Doğa'ydı. Gönül isterdi ki Fransız edebiyatının o ruhsal dalgaları arasında cırcır böceklerinin sazların arasından yükselen sesini dinlerken yudumlanan bir bardak taze ve buz gibi limonata eşliğinde arada sırada ağza atılan frambuazlar gibi tatlı bir eseriyle karşınızda olaydım fekat zaman az ve etrafım bayram sebebiyle karman çormandı. Ben de Doğa temasını seçip bir belgesel izlemeye karar verdim. Umarım siz de seversiniz :)

Mission Blue

Robert Nixon

2014 - ABD

1s.34dk.

Belgesel

Belgesel, efsanevi bir oşinograf ve TED ödüllü Sylvia Earle'nin okyanusları aşırı avlanma ve zehirli atık gibi tehditlerden kurtarmak için yürüttüğü çalışmaları izleyiciye aktarıyor. Bir okyanus tutkunu olan ve hayatını okyanus bilimine adayan Earle, ulaşılması imkansız sayılan derinlikleri keşfe çıkma cesaretiyle herkese ilham vermiş ve özellikle de bir kadın olarak cinsiyetçi anlayışlarla karşılaşsa da korkusuzluğu ile bir idole dönüşmüştür. Belgesel yalnızca denizleri ve doğayı korumalıyız düşüncesiyle sınırlı kalmayıp Earle’nin yaşamından yola çıkarak bilim dünyasında hem kadın hem de anne olmanın ne kadar zor olduğuna değiniyor.

Belgeseli izlerken okyanusun ortasında en derinlerde bile çöp bulunduğunu görmenin sinirlerimi gerdiğini söylemeliyim. Çöp konusunda hepimiz ilkokuldan hatta öncesinden beri eğitiliyoruz yine de şu sorunu çözememiş olmamız korkunç doğrusu. Tek yapmamız gereken şu fikre her yönüyle sahip çıkmak: “Okyanusa yaptıklarımız bizim geleceğimiz ile doğrudan bağlantılı. İçinde yaşamıyor olsak da her balinanın, yunusun veya mercan resifinin olduğu kadar bizim de okyanusa ihtiyacımız var.” Bunu sadece okyanus olarak değil içinde bulunduğumuz tüm çevre için düşünmeliyiz. Hem toplum olarak hem dünyanın geri kalanı olarak bir durup kendimize gelmemiz gerekli.


10 Nisan 2023 Pazartesi

Blogları Canlandırma Projesi Mart Ayı Raporu ve Nisan Teması

 

Herkese selamlar blog dünyasının inci taneleri :) Mart'ı çoktan geride bırakmışken ve Nisan yağmurlarına inat güneş gülümserken burada toplanıp mis gibi çaylarımızı yudumlarken sonunda Mart BCP raporunu sizlere takdim ediyorum :) İki yılı geride bırakan ve artık gelenekselleşen etkinliğimizde her ay seçtiğimiz temalarda film dizi belgesel vs izliyor veya roman şiir vs okuyoruz ve bunları bloglarımızda yorumluyoruz. Konuda detaylı bilgi için buraya bakabilirsiniz :) En önemli kuralımız etkinliğe katılanların birbirlerinin yazılarına vakit ayırıp güzelce okuyup yorum bırakmasıdır. 

Mart temamız "Kadın Yazarlar ve Polisiye" idi. Bu ay yazılan yazıların listesi:

Makbule Abalı: Anlar İzler Tutkular, Hayat ve Hüzün

Bonheur: Kuzuların Sessizliği, Müzik ve Sessizlik

Yüreğimin İklimi: Cinayet A. Ş.

Oytunla Hayat: Farklı Rüyalar Sokağı, Olmayan Kuşlar Ansiklopedisi, Holy Spider

Okurix: Bana Dokunma - Tahereh Mafi 

Deniz: Olson, Grange ve BudayıcıoğluBlade Runner 1ve 2Malina - İngeborg Bachmann

Oh Yoon Joo: Through Darkness

Fighting: Ayasofya'da Bir Gece

Deep: Ölmeyi Bekle, Çiçekler Ölürken 

Sessizgemi: Beyond Paradise, Donkerbos

Nisan temamız "Belirli Yazarlar, Yönetmenler" olarak belirlenmişti. Siz de ayın son haftasına kadar bu konuda izleyebilir okuyabilir ve son hafta incelemenizi yazıp Okurix'e haber verebilirsiniz. 


3 Nisan 2023 Pazartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Mart


Herkese yeni bir BCP yazısından selamlaar :) Bloga girmem için son zamanlarda bu etkinlik can kurtarıcı gibi oldu. Bazen eskisi kadar düzenli ve iyi yazamamaktan endişeleniyorum ancak zihnini meşgul eden ıvır zıvırlardan kurtulabildiği zaman insan yeniden sevdiği şeylere odaklanabiliyor. Havalar ısınırken ve bahar çiçekleri çevreyi süslemeye başlamışken güneşin sanki daha enerji verici olduğunu hissediyorum ve buralarla ilgilenmeye daha hevesli oluyorum. Her neyse çok da fazla uzatıp yine dramatikleşmeden konuya dönelim. 

Bildiğiniz gibi etkinliğimiz boyunca her ay bir tema belirliyor ve bunun hakkında okuyup izliyoruz ve o ayın son haftasında bunun hakkında yazıyoruz. Ben son haftaya pek yetişemediğim için hep sonraki ayın ilk haftasına yazıyorum :) Mart ayının konusu Kadın Yazarlar ve Polisiye olarak seçilmişti. Ben de polisiye konusunda iki dizi seçtim. 

Beyond Paradise

2023 - İngiltere

Yönetmen: Sandy Johnson, Matt Carter


BBC One'ın yeni mini dizisi 6 bölüm olarak planlanmış ve şuan 4. bölümü yayınlanmış durumda. Sezonun 7 Nisanda tamamlanması beklenmekte. 2. sezon planı olup olmadığı şuan belli değil. Dizi ayrıca Death in Paradise adlı 12 sezonluk ve hala devam edecek olan dizinin uzantısı niteliğinde. 

İngiltere Cornwall'da bulunan Looe kentinde çekilen dizi deniz kenarında bulunan Shipton Abbott adlı minik kurgusal bir yerleşim yerinde gerçekleşen polisiye olayları konu almakta. Dramatik polisiye olayları komedi ile harmanlayarak aktarması ile sıradan polisiyelerden ayrı bir konumda olduğu söylenebilir. Dizinin merkezinde ve bahsettiğim diğer dizi ile bağlantıyı kuran dedektifimiz Humphrey Goodman isminde komik biri ki bence ismi de komik. Ayrıca dizide yine Death in Paradise adlı dizide yer alan Martha Lloyd adlı karakter ile beraber Shipton Abbott'a yerleşme ve evlenme planları yapmaktalar. Bu kurgusal küçük kent ayrıca Martha'nın memleketi olarak tasarlanmış ve annesi de burada yaşamakta. Dizi görsel olarak hoş geldi bana özellikle çevre görüntülerini sevdim. Kasaba iz bırakmadan kaybolan bir aile, on yedinci yüzyıldan kalma bir şüpheli tarafından saldırıya uğradığını iddia eden bir kadın, çok değerli bir tablonun çalınması, bir ekin tarlasında tuhaf bir şekilde bulunan bir ceset ve tekerlemelere karşı gizemli tutkusu olan seri bir kundakçı gibi olaylarla çalkalanıyor ve dedektifimiz kendine has yöntemler ile olayları çözmeye çalışırken kırsal bir yere yerleşip sakin bir hayat sürme planı hayal oluyor. 

Donkerbos

2022 - Güney Afrika


Donkerbos Karanlık Orman olarak tercüme ediliyormuş. Dizide hem ingilizce hem de yerel bir afrika dili ve birkaç başka dil kullanılıyor. Dizinin geçtiği Güney Afrikada halihazırda kullanılan bu diller dizide konuşmanın geçtiği karaktere uygun olarak kullanılıp harmanlanarak gerçeklik katmış. Yavaş gelişen bir hikayeye sahip olsa da oldukça ilginç bir polisiye. Birkaç olayın iç içe geçtiği dizi sıradan dedektiflik dizilerinden biraz farklı. Dizi genel olarak karanlık bir temaya sahip. Limpopo'nun yoğun ve karanlık ormanlarında altı çocuk cesedi bulunur ve seri katili yakalamak için geride bıraktığı tuhaf ipuçlarını takip etmek buraya sürgün edilmiş bir detektife kalır. Yeni bir vaka ortaya çıkmadan önce katili bulmak için fazla zaman yoktur ve karmaşık ailevi olaylar da dedektifin işini pek kolaylaştırmaz. Dizi 1 sezon ve 8 bölümden oluştuğu için çabucak izleniyor. 


11 Mart 2023 Cumartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Şubat

Selamlar canım blog ailesi blog yazmamın rutini olan bir Bcp yazısı ile karşınızdayım. Şubat teması şiir ve psikoloji olarak belirlenmişti. Hala bir şeyler yazmak tam olarak içimden gelmese de geleneği bozmak istemedim ve bu yıl hiçbir ayı atlamadan etkinlikte yer alabilmek istediğimden bir film seçip yazmaya karar verdim. Film bir kitap uyarlamasıymış ama izlemeden önce bunu bilmeden ve konusuna da bakmadan sadece psikoloji türünde olduğunu bilerek izledim. İzlerken acaba kitap uyarlaması mı diye düşünmüştüm. Bazen film veya dizi izlerken onun bir kitaptan uyarlandığını hissedebiliyor insan siz de böyle tahminler yapar mısınız izlerken merak ediyorum. Gelelim filmimize.

Kevin Hakkında Konuşmalıyız

We Need to Talk About Kevin

Lynne Ramsay

ABD-İngiltere / 2011 / 112dk.

Dram, Gerilim, Psikoloji

Başrolde Narnia ve birçok başka yapımdan tanıdığımız Tilda Swinton, Eva ismiyle yer alıyor. Eva'nın Ruhsal çöküntü içinden bir türlü çıkamadan ilk hamileliğini ve doğumunu gerçekleştirmesi ve çocuğunu büyütürken bir türlü onunla bağ kuramayışını buhranlı halüsünasyonlar ve zamanı kopuk sahneler eşliğinde takip ediyoruz. Belki genetik belki de değil ama içinde bulunduğu sağlıksız ruhsal durumun oğlu Kevin'de de bebeklikten itibaren ortaya çıktığını fark ediyoruz. Aslında Eva oğlu ile ilgili bir sorun olduğunu fark edip bunu doktorlara ve eşine anlatmaya çalışıyor fakat eşi onun her şeyi kuruntu ettiğini düşünüp üzerinde durmuyor. Yıllar içinde Eva bir kız çocuğuna sahip oluyor ve onunla iletişimde bir sorun yaşamıyor. Kevin ise büyüdükçe daha sorunlu bir hale geliyor ve kardeşine duyduğu kıskançlık dozu git gide artıyor. En sonunda okulda ve evde büyük bir katliam planı kurup gerçekleştiriyor. Film boyunca dikkat çekici şekilde kırmızı renk belli sahnelere hakim oluyor. Özellikle ilk baştaki domates sahnesi ve evden temizlemeye çalıştığı o kırmızı boya üzerinde en çok konuşulan sahnelerden. Bunların birer anı mı kabus mu yoksa halüsinasyon mu olduğu belli değil. Son sahnede Eva'nın oğluna sarılması altında birçok anlam yatabilir ama hangisi doğru olur bilemiyorum. Film psikoloji derslerinde öğrencilere yorumlaması için ödev olarak verilebilecek türden.


5 Şubat 2023 Pazar

Blogları Canlandırma Projesi - Ocak

 


Herkese yeni yılın ilk yazısından selamlar. Yine kayboldum uzun süre. Kendim bile kendimi bulamadım. Az biraz depresyon az biraz okul ve hayat işleri güçleri derken kendi karmaşamdan çıkamadım. BCP de olmasa herhalde uzun süre daha bloğun yüzüne bakamayacaktım. Bazen yazmayı unutmuşum gibi hissediyorum. Aklımda dönüp duran onca şeyi kelimelere dökmek zorlaşmış gibi. Herhalde herkese bazen olur bu. Geçer de. Hikaye yazmayı özledim. Şiir yazmayı. Bir şeyler çizmeyi. Tam bir hevessizlik içindeyim. Aralık ortasından beri bir türlü iyileşmeyen bir yanıkla uğraşıyorum o da biraz can sıkıcı. İki haftadır da gribim. Şimdi düşündüm de yeni yıla hiç iyi başlamamışım. Ama bundan sonrasının gayet hoş geçmesi için çabalayacağım. Kendime söz olsun. Bcp bölümlerini de kaçırmamayı planlıyorum. Ve elbette sizleri okumayı da özledim. Burası insana iyi geliyor. Hepinizi okumayı, sizleri özledim umarım iyisinizdir.

BCP yeni yıl takvimi için Okurix'i ziyaret edebilirsiniz Diğer blogger arkadaşlar da takvimi paylaşmış ve etkinliği bilmeyenler için duyurusunu yapmışlardı. Ocak ayı konusu "Biyografi ve Gerçeğe Dayanan Olaylar" olarak belirlenmişti. Biraz geç kaldım ancak sonunda bir film seçip izlemeyi başardım. Umarım siz de seversiniz. Ben biyografi tarzını çoğu zaman sevemiyorum o yüzden zor bir seçim oldu ve sevdiğim türlere yakın bir film seçmeyi başardım. 

The Good Nurse

Yönetmen: Tobias Lindholm

Amerika / 2022

Seri katil hemşire Charles Cullen ve onun yakalanmasını sağlayan mesai arkadaşı Amy Loughren'ın gerçek hikâyesini anlatıyor. New Jersey'de 16 yıl boyunca hemşirelik yapan Charles Cullen, kariyeri boyunca sorumlu olduğu hastaların serumlarına ilaç vererek ölümlerine neden olmuştur. Cullen, 40 cinayeti itiraf etmiş olsa da toplamda 400'den fazla ölümden sorumlu olduğu düşünülüyor. Olay ile ilgili bir de roman varmış yanlış anlamadıysam dilimize çevirisi de yapılmış. Filmde aşırı duygusallık veya abartılı aksiyon yok her şey dozunda işlenmiş. 

Filmi izlerken ABD sağlık sistemi ve hastanelerin olayların üzerini kapatan yozlaşmış sistemleri hakkında da bir fikir elde etmiş oluyoruz. Söz konusu hemşire ile ilgili yaklaşık on yıl önce bir takım haberler gördüğümü de hatırlıyorum ama aynı hemşire miydi yoksa benzeri miydi emin değilim. Belki siz de aynı haberleri görmüşsünüzdür. Gerçekten inanılmaz bir olay insan hastanelerden zaten korkarken böyle bir şeyin yaşanmış olması ürkütücü. 

Bu olayda dikkat edilmesi gereken asıl nokta adamın ruh hastası bir katil oluşu mu yoksa ilaçlara bu kadar kolay erişip sorgulanmadan hastalara bunları vermesi ve bunu anlayan hastanelerin adamı işten atması ancak yeni bir yerde çalışmasına engel olmamaları mı tartışılır. Bu olaydan bütün sağlık sistemi sorumlu tutulmalı bana kalırsa. Cullen'ın ruhsal problemleri olduğu aslında ergenlik döneminden beri bilinen bir şeymiş. Askerde de bir takım olaylar yaşamış. Bu durum biliniyor olmasına rağmen nasıl denetlenmeden hemşire olabilmiş orası da ayrı konu.

9 Ekim 2022 Pazar

Blogları Canlandırma Projesi - Eylül

 


Herkese BCP Eylül takviminden selamlar :) Bu ay blogla ilgilenmek konusunda epey başarısızım hiçbir şeye yetişemiyorum. Hatta bu yazıyı yazmak konusunda da kararsızdım başta ama 12 ay atlamadan yazmak için söz vermiştim sözümden dönmek istemedim. Okul daha yeni açıldı ama şimdiden çok yoğunum. Aklım hep tezde umarım her şey yolunda gider. Panik bir kişiliğe sahip olmak zor arkadaşlar. Her neyse bu ayın konusu Yemekler ve aşçılık olarak belirlendi. Aslında aklımda bir Kore veya başka bir uzak doğu ülkesinden filmler diziler seçmek vardı ama seçimim başka oldu umarım seversin siz de. Bu arada yemek ve aşçılık konulu filmler genel olarak sanırım birbirine çok benziyor. Odak noktasında depresyonda ve dibe vurmuş bir aşçı ve onun hayata bakış şeklinin değişmeye başlamasıyla işlerinin süper mükemmel hale gelişi. Yani en azından benim izlediklerim genel olarak böyleydi :) Gelelim yoruma.

Burnt

ABD / 2015

100 dk.

Dram, Komedi, Yemek, Mutfak, Başarı

Adam Jones (Bradley Cooper), Paris'te 2 Michelin yıldızlı bir restoran yönetmiş usta bir şef. Ancak sorumsuz tavırları ve madde bağımlılıkları restoranını kaybedip dibe vurmasına yol açmış durumda. Kariyerine yeniden başlamak ve 3 Michelin yıldızı elde etmek isteyen Jones, Londra'da etrafına yetenekli bir ekip kurarak her şeye en baştan başlamaya karar verir. Steven Knight'ın senaryosunu yazdığı John Wells'in ise yönetmenliğini üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Bradley Cooper, Sienna Miller, Jamie Dornan, Emma Thompson, Uma Thurman, Daniel Brühl ve Omar Sy gibi isimler var.

Açıkçası Bradley yakışıklılığını bir kenara bırakırsak filmde bağırıp çağırarak dolaşan ve elemanlarını ezip suyunu çıkartan, memnuniyetsiz, suratsız, psikopat bir aşçının en iyisi olma çabasını izliyoruz. Onun elemanlarından biri olsam o mutfağı dağıtıp istifa ederdim geri de dönmezdim arkadaş böyle biri şef olamaz olsa da onunla çalışılamaz. Ayrıca filmi kaliteli göstermek için dahil edilmiş yukarıda saydığım isimlerin çoğu filmde neredeyse oynamıyor gibi sadece görünmek için dahil olmuşlar kısacası. 

Bu arada Steven Knight daha önce de benzer bir film yazmış o da çok beğenilmemiş anladığım kadarıyla. Belki de çıldıran egoist şeflerle ilgili senaryoları bırakmalı demişler güldüm buna. Gerçekten de neredeyse bütün mutfaklı filmlerde çıldıran bir şef ve yüce egosu söz konusu oluyor ve bu gerçekten sıkıcı.

Klişeleri bir kenara bırakırsak iş çıkışı vakit geçirmek ve sıradan bir mutfak konulu film izlemek isterseniz tercih edilebilir bir film. Daha iyileri mutlaka vardır elbette. 

12 Eylül 2022 Pazartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Ağustos

Herkese selamlar uzun bir aradan sonra nihayet biriken yorumları yanıtladım. Bir sürü yorum da spam bölümünde buldum oraya neden gittikleri hakkında bir fikrim yok gerçekten. Sonra gelemediğim bcp yazılarınızı okudum. Şimdi nerdeyse Eylül'ün yarısına gelmiş olsak da Ağustos yazımı yazıyorum :)

Bu ay için konu Latin Amerika Edebiyatı, Seçkin Yazarlar, Seçkin Yönetmenlerdi. Seçkin yönetmen teması için Tony Scott'ı seçtim. Yönetmenin Top Gun, True Romance, Crimson Tide, Man on Fire, Spy Game, The Taking of Pelham 123, Déjà Vu gibi sevilen aksiyon filmleri var. Seçkin oyunculardan Denzel Washington'ın yer aldığı iki filmini izledim ve filmlerden birinde yine seçkin oyunculardan John Travolta da yer almakta. İkisi de benzer temalara sahip aksiyon filmleri. Umarım seversiniz :)

Unstoppable

Durdurulamaz

ABD /2010 / 89dk.

Tony Scott

Deneyimli bir tren teknisyeni ile genç bir kondüktör, başında kimse olmayan, kontrolden çıkmış bir treni durdurmak ve nüfusun yoğun olduğu alanda ortaya çıkabilecek büyük bir felâketi önlemek için saatle yarışırlar. Tren raydan çıkıp büyük bir felâkete sebep olmadan önce ellerinden geleni yapmaya çalışsalar da, tren zamanla yarışırcasına, büyük bir hızla ilerlemektedir. Basit bir konu olsa da yetenekli yönetmen kurguyu öyle bir işlemiş ki heyecan hiç bitmeden film izleniyor. Öte yandan benim gibi mantık hatalarına takılan biriyseniz abi bunu niye düşünmemişler böyle şey olur mu diye diye izleyebilirsiniz. En başta treni durdurmadan trenden inen sonra da arkasından koşturup yetişeceğini sanan o sinir bozucu görevliye kafayı taktım. Yani böyle bir hata olur mu yapılır mı diye bir süre düşündükten sonra dünyada epey saftirik insan olduğunu düşününce olabileceğine karar verdim. Bir de neden treni takip eden helikopterlerden bir kişinin trene inmeye çalışmadığını anlamadım. Filme can veren asıl unsurun Washington'ın iyi oyunculuğu olduğunu söyleyebilirim sanırım. Akşam rahatlamak için klasik bir aksiyon filmi arayanlara tavsiye edilir.

The Taking of Pelham 123

Metrodan Kaçış

ABD / 2009 1s.46dk.

Tony Scott

Film bir kitap uyarlaması ayrıca 1974 ve 1998'de iki farklı film uyarlaması daha varmış. Denzel Washington sıradan günü bir metro treninin kaçırılmasıyla kaosa dönüşen New York şehri metro hareket memuru olan Garber’ı canlandırıyor. John Travolta ise baştan aşağı silahlı dört kişilik çetenin lideri Ryder rolünde. Ryder bir saat içinde yüklü bir fidye ödenmediği takdirde yolcuları öldürmekle tehdit etmektedir. Garber, Ryder’ı zekasıyla alt edip rehineleri kurtarabilmek için metro sistemi üzerine engin bilgisinden yararlanır. Ama Garber’ın çözemediği bir muamma vardır: Hırsızlar parayı alsalar bile, nasıl kaçabilirler ki? Olayın arkasında başka neler olabilir? Amerikalıların kanında kahramanlık var klişesini kenarda bırakırsak aksiyonu için izlenebilecek çerezlik filmlerden olarak not edilebilir. 


2 Temmuz 2022 Cumartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Haziran

Herkese yeni bir Bcp takviminden selamlar canım blog ailesi :) Haziran temamız Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Epik ve Fantastik olarak belirlenmişti. Bu arada hemen söylemeliyim ki HP ve Lotr hayatımın iki efsane serisi kitaplarını defalarca okudum ve filmlerini defalarca izledim. Lotr genişletilmiş versiyonunu da kaç kez izledim hatırlamıyorum. Bilgisayarımın kaldırdığı kadar oyunlarını da oynamıştım. Şuan dizisini izlemek için sabırsızlanıyorum ^^ Tolkien mümkün olsaydı tanışmak ve ders almak istediğim bi efsane olurdu anime yazarlığı ve çizim konusunda da Miyazaki benim içi efsane işte neyse konuyu dağıtmadan bu ay için seçimlerime gelelim ^^

Archive 81

ABD / 2022

İlk sezon 8 Bölüm

Dram, Korku, Gerilim, Fantastik, Bilimkurgu, Gizem

+18

Aslında birçok yönden Dark ve Stranger Things gibi dizilere özenmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğim bir dizi. İkinci sezonu iptal edilmiş bu arada sanırım bunu da baştan söylemekte fayda var. Dizi boyunca gerilim ve gizem yoğun olarak bulunmakta. Konunun nereye varacağı çok belirsiz ilerliyor. Bana kalırsa senaryo yazılırken ne yaptıklarına tam karar veremeyip ilerledikçe yoğunlaşmışlar diyebilirim :D Çünkü gerilimli polisiye bir olay gibi başlayan dizi sonradan korku filmine sonradan bilimkurguya sonradan da fantastiğe dönüşüyor. Olayın içinde bir şirket sırrı varmış gibiyken sonradan tarikatçı birtakım olaylar ortaya çıkıyor. Türü hakkında resmi olarak Bilimkurgu denilmiş olsa da bana daha çok Fantastik geldi bu dizi. 

Konusuna gelirsek bir şirket tarafından son derece katı gizlilik sözleşmesiyle işe alınan başrol adamımız bir odada saatlerce oturup bozuk video kasetleri onarmaktadır. Onardığı kasetleri de haliyle izleyerek kontrolünü yapıyor. İzlediği şeyler sırasında kasetlerde olmayan ve kendi geçmişiyle bağlantılı şeyler anımsamakta. Bu arada nasıl oluyorsa kasetler zaten kendi geçmişindeki olaylarla ilgili ama adam bütün geçmişini büyürken unuttuğu için neler olduğunu pek bilmiyor. Kaybolan insanlar, tarikat ve şirket sıraları, zaman ve mekan anomalileri, kahinler, farklı boyutlarda sıkışan insanlar ve kaos yaratan aile sırları ile dolu bir dizi. Tavsiyeme gelirsek ilginç yönleri vardı türü sevenler için izlenebilir bir dizi ama çok yüksek beklentiyle başlamamalısınız. Bu arada dizide onarılan kasetlerin kayıtlarını yapmış olan Melody 1994 yılında Visser kasetlerine kayıt yapmakta fakat kullandığı makinenin modelinin 1998'e kadar üretilmediği hakkında bir yorum gördüm muhtemelen başka hatalar da olabilir :) Bir de televizyonun içinden çıkan yaratık klişesi var neyse çok konuşmak istemiyorum bana komik geldi sadece bu :)

Vikings: Valhalla

Kanada-İrlanda-ABD 2022

İlk sezon 8 bölüm

Dram, Aksiyon, Macera, Kurgulanmış Tarih, Fantastik

+18

Vikings'in yan dizisi. Orijinal diziden 100 yıl sonrasında geçen bir zaman dilimini ele alan dizi onun kadar derinlikli olmasa da bu türü sevenler için tavsiye edilebilir. Viking soyundan gelenler ve gelmeyenler İngiltere tahtında hak iddia etmekte ve 3 taraf birbiriyle savaşmakta. Ayrıca Vikingler de kendi içinde din savaşları nedeniyle bölünmüş durumda. Hristiyanlık yaygınlaştığı için pagan inançlarını sürdürmek isteyenler ve yeni dini yaymak isteyenlerin çatışması ortalığı karıştırmakta. Tarihin birebir uyarlaması değilse de birkaç önemli karaktere ve olaya yer verilmiş. İki kraliçe ve tabi ki Viking savaşçısı olan kadınlar da işin içinde. Açıkçası orijinal dizideki kadar derinlikli işlenmiş karakterler bulamadım ben bu dizide. Taht için mücadele veren ve kralları da yöneten kadınlar da sanki laf olsun diye dizide işlenmiş gibi. Yani ben daha güçlü olmalarını bekledim sanırım. Vikinglerin dini inançları ve kültürlerine dair de pek tatmin edici bir şey bulamadım ben. Bilmiyorum belki de çok büyük beklenti ile izlediğim için böyle oldu. Dizi boyunca İskandinav müzikleri duyup duymadığımı da hatırlamıyorum pek ama sanırım yoktu. Birkaç sahneyi izlerken eee noldu şimdi bu kadar mıydı filan dedim yani pek beklentiniz olmasın. Netflix tarzı abuk subuk durumlar da var izlerseniz anlarsınız. Yaa tek bir köprü yıkılınca şehir ele geçirdiler mesela ama yani başka da bir olay görmedik o savaşta. Hiç mi yağma olmadı mesela, orada yaşayan halka noldu yani köprü yıkıldı teslim oluyoruz mu dediler anlamadım. Ay neyse ben bazen çok beklentili izleyince böyle oluyo :) Türü seviyorsanız bir deneyin derim yine de :)

7 Haziran 2022 Salı

Blogları Canlandırma Projesi - Mayıs

 


Herkese gecikmiş bir Bcp yazısından selamlar arkadaşlar. Son iki üç haftadır bloga giremediğim için her şeyi bu haftaya ertelemiş oldum. Bununla beraber yorum yanıtlarken hatalarla karşılaştım ve biraz sinirlerim bozuldu bu blogger camiası ne zaman sorunsuz olacak merak ediyorum :) Canım deepsi sağolsun Blog Beyi'nin konuyla ilgilendiğini söyledi yazıyı yazdıktan sonra ona gidip bakiciğim :) Neyse konumuza dönelim :)

Mayıs ayının konusu Rus Edebiyatı ve Spor olarak belirlenmişti. Bu ay için iki film seçtim umarım seversiniz :)

Aşk Dalgaları

Yönetmen - Senarist: Kristoffer Rus - Julian Kijowski

Into the Wind /Pod Wiatr

2022 / Polonya

1 saat 47dk.

Varşova'da iyi bir liseden mezun olan Ania Londra'da Tıp bölümüne girmiştir. Ailesiyle ve yanlış anlamadıysam ailesinin iş ortaklarıyla deniz kenarında bir otelde tatile gelmişlerdir. İş ortaklarının oğlu ile de evlenmeleri planlanmaktadır ve tatil ikisinin daha iyi kaynaşması için bir fırsat olarak görülmektedir. Ania annesini kaybedeli beş yıl olmuştur ve babası şimdi bir başkasıyla evlidir. Ayrıca yeni evlilikten bir kardeşi vardır. Babasının eşi ile arası çok iyi olmasa da Ania kardeşinin sorumluluğunu paylaşmaya çalışmaktadır. Bu arada hakkında planlanan evlilik konusunda itiraf edemese de olumsuz düşüncelere sahiptir. Bu arada otelde hem garsonluk yapan hem de surf eğitmenliği yapan bir gence aşık olur. Ondan surf yapmayı öğrenir ve onun arkadaş grubuna katılınca uzun zamandır ilk defa dünyanın neşeli bir yer olabileceğini hatırlar. Ailesine bunları itiraf etmek zor bir durumdur. 

Film olmazsa olmaz bir film değil fakat yaz sıcağında izlenecek hoş sıradan aşk filmleri arayanlar için tavsiye edilebilir. 

Bubble

Yönetmen: Tetsuro Araki Senaryo: Gen Urobuchi

2022 / Japonya

1 saat 41dk.

Tokyo'yu dış dünyadan soyutlayan bir anomali içerisinde yer çekiminden ve diğer tüm fizik yasalarından bağımsız hareket eden baloncuklar ortaya çıkar ve adeta kendi bilinçleri varmış gibi havada koloni gibi hareket ederler. Anomalinin yarattığı felaket sırasında Tokyo adeta kıyamet sonrası bir yere dönüşür, pek çok bina yıkılır, şehri sular basar ve umulmadık yerlerde ortaya çıkıp kaybolan karadelikler olayın tuzu biberi olur. Anomalinin dışına çıkmak veya dışarıdan içeri girmek mümkün değildir. İçeride hayatta kalanlar ortama uyum sağlamış ve etrafta atlayıp zıplayarak baloncuklardan ve karadeliklerden kaçmaya alışmış bir şekilde yarışmalar düzenleyerek hayatlarını sürdürmektedirler. Gençler binalardan ve harabelerden atlaya zıplaya oyun parkurunda mücadele ederlerken başrolde olan Hibiki tehlikeli bir hamle sırasında karadeliğin çekimine kapılır ve denize düşer. Hızla karadeliğe doğru sürüklenirken bir anda gizemli bir kız suların arasında onu yakalar ve kurtarır. Kız aslında baloncuklardan meydana gelmiştir tıpkı denizkızı hikayesinde olduğu gibi ve o kitabı okuyunca da kendini denizkızı zannetmeye başlar. Bu kitap sayesinde konuşmayı öğrenir ve Hibiki'yi de prens yerine koyar. Kıza Uta ismini verirler. 

Berlin Film Festivalinde yer alan film buraya kadar oldukça ilginç bir konuya sahip. Ayrıca çizimleri ve aksiyonlu sahneleri de iyi bir görsel şölen sunmakta. Filmde eksik bulduğum şey Uta'nın karakter gelişimi ve ortaya çıkışının altındaki sebebi tam olarak anlayamamış olmam. Filmin sonuna doğru daha sadece bir baloncukken ikisinin karşılaşmış olduğuna vurgu yapılmış ama hey aloo bu baloncuklar nerden gelmiş derseniz ben bir cevap bulamadım. Yani başı sonu tam belli olmayan sadece ana odaklanan bir senaryo var. Bana kalsa daha derin ve daha iyi işlenebilecek bir senaryoyu biraz göz ardı etmişler gibi.

Attack on Titan, Death Note, Psycho Pass ve Fate Zero gibi işler yapan insanlardan daha müthiş bir şey bekliyor insan haliyle :) Her şeye rağmen yine de izlemenizi tavsiye ederim çünkü Uta'nın tıpkı bir kediye benzeyen tavırları oldukça sevimliydi ve bir şansı hak ediyor :) Bu arada müzikleri de Blue Exorcist, Guilty Crown, Aldnoah.Zero gibi yapımlarda da çalışmış olan Hiroyuki Sawano'dan. Bu arada tripofobisi olanlar dikkatli izlesin her yer baloncuk ayol o sorun değil de kızın orasından burasından baloncuklar fışkırınca biraz başım döndü açıkçası :)

Mayıs ayı seçimlerim bunlardı umarım seversiniz yarın yorum olayını çözüp gelemediğim yazılarınıza geleceğim inşallah :)

8 Mayıs 2022 Pazar

Blogları Canlandırma Projesi - Nisan

 


Herkese yeni bir BCP yazısından selamlaar :) Aslında neredeyse Nisan takviminden yazamayacağımı düşünmüştüm fakat buraya uğrayabilmek benim için bir durup nefes almak gibi oluyor ve bu nedenle ne kadar geç kalmış olsam da yazmaya karar verdim. Nisan benim için hem yok oluş hem de yeniden doğuş gibi bir ay, hem de baharın filizlendiği yeni çiçeklerin parıldadığı ve çabucak geçen bir ay. Karmaşık yani sarmaşık gülleri gibi. Ay yine çene çalmaya başladım çünkü yazmayı özlüyorum burada olmadığımda :)

 Bu ayın konusu 1900'lü yıllar, nostalji, siyah beyaz olarak belirlenmişti yani bu üçünden istediğimizi seçebiliyorduk. Aslında siyah beyaz bir film izlerim diye düşünüyordum fakat gerçekten hiç vaktim olmadı tüm zamanım makale okuyarak geçti gibi. Onun yerine eskilerden izlediğim nostaljik dizilerden bahsetmeye karar verdim ve bir tanesini seçtim. Umarım seversiniz :)

Leyla ve Mecnun

Klasik öykünün modern, fantastik, bilimkurgu ve absürd komedi uyarlaması. Yapımında Onur Ünlü, Funda Alp, Burak Aksak, Murat Bör gibi isimlerin yer aldığı dizi bana göre yerli fantastik kurgularda yaptığımız en iyi işlerden birisi. İlk sezonları TRT1 bünyesindeyken günümüzde devamı olan sezonları Exxen üzerinden devam etmekte. Diziyle bağlantılı Ben De Özledim adlı 13 bölümlük bir başka yapım da olmuştu zamanında ki bu da dizinin durdurulduğu ve herkesin geri başlamasını özlemle beklediği 3. sezon sonundaki zamanlarda olmuştu. 

Dizi birçok açıdan bir çok konuda tatlı mizahi eleştirilerle ve sosyal mesajlarla dolu. Esprileri de akıllıca ve yerli yerinde. En çok da bu yönünü seviyorum. Bir de öyle ummadık yerlerden öyle ummadık şeyler çıkıyor ki yani bunu nasıl açıklasam bilmiyorum ama zekice bir senaryosu olduğunu söyleyebilirim.

Konu iki bebeğin aynı hastanede doğup yer olmadığı için aynı kuvöze konulmalarıyla başlıyor ve babalar ikisine Leyla ve Mecnun ismini veriyor. Ayrıca sözleşiyorlar da yıllar sonra nişan yapalım diye. Tabi kız tarafı olayı unutuyor ama Mecnun'un babası unutmuyor. Bir gün haber bile vermeden kız istemeye gidiyorlar. Mecnun ise serseri işsiz güçsüz ve ergen bir tip gibi o sırada. İstemeye istemeye gidiyor babasının zoruyla. Ama kıza ilk görüşte aşık oluyor. Olaylar böyle başlıyor gerisini anlatmayayım. Mecnun aşkından rüyalarında hep çöle düşüyor. Orada bir de her gelene piyango numaralarını söyleyen ak sakallı dedeyle karşılaşıyor. Dede piyango için değil aşk için geldiğini anlayınca Mecnun'un evine taşınıp ona yardım etmeye başlıyor.

Bu günlerde bu diziye yeniden başladım eski sezonlardan sonra yenisini henüz izlemedim eskiden güncele doğru izliyorum ve hala ilk kez izlemişim gibi gülüyorum :) Mecnun ve Leyla dışında bütün karakterler çok iyi ve derin işlenmiş hepsini severek izliyor insan en çok da İsmail abi ve o gelmeyen gemi meselesi sanırım izleyen herkesin derin yarası. O gemi bir gün gelecek.

İşte böylee dizinin 3. sezonu için yayından kaldırıldığında düşünülen bir final teorisi Ben de Özledim dizisinde açıklanmıştı fakat güncel sezonlarda bunun bir paralel evren olduğuna karar verilmiş oldukça da trajik ve etkileyici bir son fikriydi. Burada bahsetmeyeceğim izlememiş olanlar için :) 

Son not: yarından itibaren cevap veremediğim önceki yorumlarınızı yanıtlayıp okuyamadığım tüm bcp yazılarınızı okuyacağım :)

10 Nisan 2022 Pazar

Blogları Canlandırma Projesi - Mart



Herkese BCP Mart takviminden selamlar canım blog ailesi. Yine yazımı çok geciktirdim ve buralara uğrayamıyorum ödevler sebebiyle ama fırsat buldukça uğramaya can atıyorum :) Bu gün benim doğum günüm bunun verdiği enerjiyle hemencecik bekletip durduğum yazıyı sonunda yazayım diye geldim :)

Bu ayın konusu Tıp olarak seçilmişti. Çok fazla seçenek olduğu için seçmekte zorlandığımız bir tema oldu elbette :) Nisan teması da nostalji esintili 1900'lü yıllarda geçen eserler konumuz olacak şimdiden hazırlanmak lazım :) Bu ay için bir film bir de dizi seçtim umaırm seversiniz :)

Autopsy /Otopsi

Yönetmen: Adam Gierasch

ABD 2008 - 84dk.

Gerilim, Gizem, Korku

Bir arkadaş grubu eğlendikten sonra arkadaşlarını bırakmak için gecenin karanlığında yola çıkar. Kafaları pek yerinde olmadığı için yolda bir anda karşılarına çıkan bir adama çarparak kaza geçirirler. Ne olduğuna bakmak için araçtan inebildiklerinde adamın yardımına koşarlar. Bir ambulans gelir ve tuhaf bir şekilde hasta ve yaralıların güvenliğini almadan ve prosedürlere uyulmadan apar topar hepsini hastaneye götürürler. Burası küçük bir lobisi olan yerel bir hastanedir. Hepsinin kaydını alırlar ve sırayla gece tek nöbetçi olan doktorun çağırması için beklemeye başlarlar. Doktorun çağırdığı hastaların geri dönmemesi ve pek fazla açıklama yapılmaması karşısında ne yapacaklarını şaşırırlar fakat bir hastaneden daha güvenli bir yer olamayacağını düşündükleri için son anlara kadar bu gariplikleri çok umursamazlar. Peki kaybolanların başlarına neler gelmektedir? İzlemeyenler için daha fazla detay vermeyeceğim. Filmin epey eski olduğunu ve bir ABD filmi olduğunu unutmadan izlemek iyi olabilir zira başrol kız başta olmak üzere arkadaş grubundakilerin salaklığına epey sinirlendiğim yerler oldu. Ama konu olarak ilginç bir film olduğu için paylaşmak istedim.


The Cleaning Lady

Yönetmen: Marisol Adler, Milan Chevlv, Stevvenn Depaul

ABD 2022 / 10 Bölüm ortalama 45 dk.

Suç, Dram, Gerilim

Hasta oğlunun hayatını kurtarmak için ABD'ye gelen bir doktor burada lisansı olmadığı için temizlik görevlerinde çalışmaktadır. Bir gün temizlik görevi sırasında bir olaya karışıyor ve doktorluk yeteneklerini sergilemesi sonucunda mafya için temizlikçi oluyor. Sistemin kurallarıyla ve kuralsızlıklarıyla bir türlü baş edemezken artık tüm kuralları kendi yazmaya başlıyor ve sonunda oğlunun tedavisini yaptırmayı başarıyor. Son bölüm dizinin devam etmesi gerekecek şekilde bitiyor. Dizinin bir de 2019 yapımı bir filmi varmış ama izlemedim. Film de bir kitap uyarlamasıymış ayrıca. Dizide kafama taktığım bir iki şey oldu bunlardan birisi bağışıklık yetmezliği nedeniyle karantinada yaşayan çocuğun hiçbir mikropla temas etmemesi gerekirken kadının eldivensiz maskesiz bir içeri bir dışarı gidip gelip bir de çoğu öpüp sevmesi oldu. Yani bu nasıl bir mantık? Neyse dizinin geri kalanı ilginç neyse ki :)

Bu ayki yazımı oldukça kısa tuttum çünkü yine ödev yapmam lazım arkadaşlar sizlerin yazılarınızı da atlamadan dolaşacağım elbette, kendinize dikkat edin çokçaa ^^

27 Şubat 2022 Pazar

Blogları Canlandırma Projesi - Şubat

Herkese yeni bir BCP yazısından selamlar arkadaşlar bu sefer yazımı gecikmeden yetiştirdiğim için kendimle iftihar edebilirim sanırım :D Herkesin bildiği gibi her ay belirlediğimiz konu ve temalarda bir şeyler okuyor veya izliyoruz ve bunları etkinlik kapsamında her ayın son haftası yorumlayıp yazıyor ve etkinliğe katılan diğer arkadaşlarımızın yazılarını okuyup yorum bırakıyoruz. Detaylı bilgi için şuraya ışınlanabilirsiniz :) Geçen yıldan beri devam eden etkinlik için bu yıl da her ay için konu ve temaları uzun uzun düşünerek seçmiş ve farklı olmasına özen göstermiştik. İşte ikinci ayın teması ve benim seçimlerim umarım seversiniz :)

Şubat teması kısa film-dizi-kitap olarak belirlenmişti elbette birini veya hepsini seçip istediğiniz kadar yorumlama yapabilirsiniz. Unutmadan gelecek ayın teması "Tıp Haftası" olarak belirlendi buna göre hazırlık yapabilirsiniz. Gelelim benim sizler için seçimlerime :)

İnventing Anna

ABD - 2022
Shonda Rhimes yapımı
Biiyografi, Suç, Dram, Skandal +18
1 Sezon 9 Bölüm

Anna Sorokin'in gerçek hikayesinden uyarlanma mini dizi. Rusya doğumlu Alman vatandaşı Anna iflah olmaz bir dolandırıcıdır. Herkesi büyük bir mirasın varisi olduğuna ama varlıklarına çeşitli sebeplerden dolayı henüz ulaşamadığına inandıran Anna hızla sosyeteye ve ünlülerin arasına karışır. Moda için tam olarak ne yaptığı belli olmayan bir vakıf kurmaya çalıştığı izlenimini vererek bu konuda herkesi kandırır. Edindiği zengin arkadaşlarıyla lüks otellerde konaklar, zengin partilere gider, inanılmaz pahalı yolculuklar yapar ve iş kuruyorum diye deli para harcar ama her şeyi bir şekilde diğerlerine ödetir. Daima yakında param gelecek ve bu jestini misliyle ödeyeceğim diyerek insanları kandırır ve bazen de birinden aldığı parayla öbürüne borcunu ödeyerek gönül alır. Bu sırada öyle bir drama çevirir ki herkesi yalanlarına inandırıp her seferinde kandırmayı, kendine acındırmayı başarır. Dizi boyunca Anna'nın oyunlarını ve çevresinde yaşananları görürken bir yandan da davasında neler olduğunu görürken sonucunu merakla bekleriz. Elbette olaylar gerçek hayattan olduğu için insan hayret ediyor kurgu olsa bu kadarı da abartı deriz. Gazeteci ve avukatın başından geçenler filan yine de abartı gelmedi değil ama asıl olay Anna ve insanların ona hala nasıl inanmaya devam etmiş oluşu. Yaptığı şeyler ortada olmasına rağmen kimseden zorla para almamış olduğu da bir gerçek bu nedenle hak ettiği cezayı gerçekten alıp almadığı konusunda yoruma açık. Beni asıl düşündüren şey bunca şeyi yapmışken psikolojik testten geçirilmemiş ve bir tedavi alması gerektiği düşünülmemiş olması. Anna'nın gerçek insa hesabını bulup bakmıştım izlerken oyuncu ile çok benziyormuş. İzlerseniz siz de şaşıp kalırsınız diye tahmin ediyorum :) Bu arada Anna'nın aldığı çeşitli cezaların bedelleri bu diziden kazandığı parayla ödenmiş bu da tuhaf bir detay. Normalde suçluların suçlarından dolayı kitap film fotoğraf gibi şeyler paylaşıp para kazanması yasakmış ama Anna'nın madurlarının borçlarının ödenebilmesi için buna mahkeme kararıyla izin verilmiş. Bununla birlikte Anna'nın bir suçlu olmasına rağmen ilham veren başarılı biri gibi yansıtıldığı söylenerek eleştiriler de yapılmış ki diziyi izlerseniz siz de suçu konusunda dizinin nötr durmaya çalıştığını fark edebilirsiniz. 

A Christmas Carol

İngiltere - 2019
Dram, Fantastik
Steven Knight yapımı
3 Bölüm

Charles Dickens'ın klasik hikayesinden yeni bir uyarlama. Ama bu sefer daha karanlık ve daha ciddi. Bu eserin daha önceki uyarlamalarından oldukça farklı olduğunu söylenebilir. Birer saatlik üç bölüm halinde mini bir dizi. Konusunu neredeyse herkes bildiği için buraya fragman bırakmaya karar verdim böylece dizi kendini daha iyi anlatabilir :)



Gece Uçuşu

Antoine de Saint-Exupéry

Küçük Prens kitabıyla büyülendikten sonra bu kitaba çok bağlandığımı söyleyemem ama yine de kendine has bir atmosferi olduğunu söylemeliyim. Özellikle yazarın kendisinin geçmişine bakınca bu kitabı okurken garip düşüncelere daldım. Yazar askerliğini hava teknisyeni olarak yapmış. Ardından pilotluk eğitimi almış. Askerlikten sonra ticaretle geçimini sağlarken yazarlığa başlamış ama aklı göklerde kalmış belli ki. Bir süre sonra hava postacılığında pilot olarak çalışmaya ve bu alanda bazı cihazların gelişimine katkılar sağlamaya başlamış. Gece Uçuşu'nu bu sıralarda yazmış. Tunus'ta çöle zorunlu iniş yaptığı bir yolculuğunda bedeviler tarafından bulunmuş ki bu Küçük Prens kitabına da konu olmuş. İkinci Dünya Savaşı'nda ülkesi Almanlar tarafından işgale uğrayınca sağlık durumu uygun bulunmamasına rağmen askere yazılmış. Fransa'nın yenilgisiyle ABD'ye gitmiş ve Küçük Prens'i orada yazmış. Ülkesi için olan üzüntüsünden dolayı bu sefer de ABD'de orduya yazılıp Afrika'ya gitmiş görevi de Alman ordularının hareketini havadan takip etmekmiş. 1944'te vurulan uçağı Marsilya açıklarında denize düşmüş ve enkazı 2000'de balıkçılar tarafından bulunmuş.

Gece Uçuşu'nda hikaye hava postacılığında Güney Afrika'dan Avrupa'ya yapılan ilk kargo uçuşları ve bu uçuşlardan birinde uçaklardan üçünün büyük bir fırtınaya yakalanışı anlatılıyor. Aslında bu kitabı okumak zor geldi başta. Başta sadece birkaç kişinin arasında dönen konuşmalardan ibaretti ve ne olduğunu hemen anlayamadım ortalara doğru alışınca daha iyi oldu. Okuması zor yani ama hem yazarın hayatı ve sonu hem de kitaptaki olay beraber düşünülünce bana çok ilginç geldi. Tüm posta teşkilatından sorumlu bir adam var ve fırtınaya rağmen ve uçaklardan birinin düşmesine rağmen uçuşları iptal etmemekte inat ediyor. Ne olacak şimdi diye diye son sayfaya kadar merakla okunuyor. Düşen uçak, havacılığın zor yanları, hele yıldızsız bir gökyüzünde karanlığın ortasında minik bir fenerle yapılan yolculuğun sıkıntısı ve bunların aktarımı insanı hayrete düşürüyor. Yine çok sade bir dille çok şey anlatılmış ve her detayda aklıma yazarın düşen uçağının gelmesine engel olamadım.

Aslında bir iki kitap daha seçmiştim ama yetişemedim onları da okursam başka bir yazıda yorumlarım :)

4 Şubat 2022 Cuma

Blogları Canlandırma Projesi - Ocak

 

Herkese BCP'nin ikinci sezonundan selamlar ^.^ Geçen yıl bir iki ay eksik katıldım ama bu yıl mümkün olursa hiçbirini atlamadan katılım sağlamayı düşünüyorum. Bilenler bilir bilmeyenler için kısaca açıklamam gerekirse her ay önceden belirlediğimiz konularda ve temalarda film, dizi, kısa film, anime, kitap, manga ve bu türden şeyler izleyip okuyup istediğimizi seçip yorumluyoruz. Bu şekilde bcp diye başlık atıp bulunduğumuz ayın konusunu belirtiyor ve seçtiğimiz eseri yorumlayarak daha sonra diğer yazan arkadaşlarımızın neler paylaştığına bakıyor ve yorumla katılım sağlıyoruz. Böylece birbirimizden aynı tema veya konu üzerinden farklı eserler öğrenmiş oluyoruz :) Konu ile ilgili bilgi için Fighting ve Okurix'in detaylı açıklamasına bakabilirsiniz ve geçmiş yazıların listesini de arkadaşlarımızdan bulabilirsiniz :)

Yazıya devam etmeden önce minik bir heyecanımı paylaşmak isterim :) Aylardır hatta sanırım iki yıldır sürekli ve sürekli ve süreeklii sınava çalıştığımı belirtiyordum ales yds yökdil vs.. resmen ösymye kamp kurmuş gibiydim hatta şöyle düşünmeye başladım bu kadar sınava girdiğim için artık bana özel indirim yapmaları gerekirdi :D her neyse bunun dışında birkaç aydır bilim sınavına da hazırlanıyordum. Ve sonunda başardım. Dün açıklandığında başta algılayamadım ama yüksek lisansı kazandım sonunda. Aslında bilim sınavına ilk kez girebildim öncesinde hazırlık aşaması çok yıpratıcıydı bu yüzden beklentim çok düşüktü. Listede birinci sırada adımı görünce yanlış okuyorum sandım. İsmimi başkasıyla karıştırıyorum sandım. Sonra çarpıntım oldu tabi heyecandan. Bu enerjiyle hayata yeniden dönmüş gibi hissediyorum ve toparlanabildikten sonra kendimi bloga attım işte buradayım ^.^

Gelelim bu ayın konusuna :) Bu ayın konusu Uzak Doğu veya Çizgi roman olarak belirlenmişti. Bir şeyler okumak için şuan sadece iki haftam var sonra ne olacak bilmiyorum o yüzden sizin için bir dizi izlemeyi seçtim :) Eğer manga veya webtoon tavsiye edecek olsaydım hala bitirememiş olsam da Dal-Sez önerirdim. Aslında Attack on Titan da çok güzel. Ama ona da daha devam edemedim. O nedenle gelelim dizi yorumuna.

My Girlfriend is An Alien

Çin / 2019

28 bölüm
Komedi, Fantastik, Romantik

Cape Town gezegeninden dünyamıza örnek bitki ve hayvan toplamak ve kendi dünyasına götürmek için aldığı bir görevle gelen başrol kızımız -ki adını telaffuz etmek mümkün değil çünkü bir cümle kadar uzun bir uzaylı ismi var- dünyaya iniş yaptığı sırada bulunduğu yerde bir kazaya uğrayan genç bir adamın hayatını kurtarır. Bu tesadüfi karşılaşma her şeyin karman çorman olmasına neden olur. Çünkü adamı kurtarırken yanlışlıkla güçlerini barındıran ruh boncuğu kendisinden adama geçer. Bu boncuk olmadan geri dönmesi ve yaşam enerjisini stabil tutması mümkün değildir. Boncuğu nerde kaybettiğini de başta anlayamaz. Bir süre sonra kurtardığı adamı unutmuş bir şekilde etrafta dolaşırken ve dünyayı keşfetmeye çalışırken başka bir genç ile karşılaşır ki bu da en baştaki esas oğlanın kardeşidir. İşte aşk üçgeni oluştu. Gerçi kardeşin aşkı da tam aşk değildi ne olduğunu pek çözemedim sanki bir tür hayranlık ve yalnızlıktan kaçmaya çalışma gibiydi. Zaten çok sonraları abisi ve kız tekrar tanıştıktan sonra aralarında gelişen aşka saygı duymaya başladı. Her neyse baya karışık mı anlatıyorum ne :D

Uzaylı kızımız dünyada Xiao Qi ismini alır. Kısaca Qi desek de olur bence :) Qi uzaylı olduğu için aile ne demek bilemez. Aşkın ne olduğunu da bilemez. Bu nedenle başrolü paylaştığı ve hayatını kurtardığı Fang Leng'in yanındayken sürekli onun hormonlarının kokusunu alıp kendinden geçer. Bunu kontrol etmekte zorlanır sürekli Fang Leng'e dokunmaya çalışması gerçekten komikti :) Fang Leng ise her yağmur yağdığında hafızasını kaybeden ve büyük bir şirketin yönetiminde olan zengin bir adam. Hafıza bankası kurmuş adam kendine. Her unuttuğunda gidip yaşamını izleyip yeniden öğreniyor ve bu arada silmek istediği şeyleri yağmur yağmadan önce bankadan silip tekrar hatırlamıyor aslında iyi bir yanı var gibi ha :D Qi ise aşık olduğunda hasta olduğunu sanır. Ağladığında gözlerindeki suların hiç geçmemesinden korkar. Ve aklında sadece geri dönmesi gerektiği olduğu için aşık olduğunu fark etmez. Uzaylı olmak zor olmalı :) Uzun süre garip garip davransa da kimse uzaylı olduğundan şüphelenmez ki bunu hiç anlamadım. En sonunda kanının mavi olduğunu gördüklerinde aaa sen uzaylı mıydın derler ve hiiç şaşırmazlar. Kaç kez uzaylı görmüş olabilirler ki? Her neyse mantıksız şeylere takılmam dışında aşırı komik ve eğlenceli bir diziydi. Kızın yanında gelen kaplumbağa yardımcısı da aşırı tatlıydı :) Kız çok şirindi. Daha önce izlediğimiz When We were Young dizisinde de oynayan kız oymuş. Bana kalırsa o dizi çok daha güzeldi onu da izleyin derim. Konu zayıf olsa da komedisi için izlenir. Dizinin müziği de çok hoşuma gitti bu arada ^^ Umarım seversiniz ^^



2 Ocak 2022 Pazar

Blogları Canlandırma Projesi - Aralık

 

Herkese 2021'in son BCP yazısından selamlaar derken aslında 2022'de olduğumuzun farkındayım, yine geç kaldım ^^

Bir süredir blogla ilgilenemiyordum. Dedem ve anneannem covid atlattı, dedemin durumu ağırdı neyse ki şimdi iyi fakat beyninde ses merkezi etkilenmiş bu nedenle konuşamıyor ve bunu ona açıklayamıyoruz henüz. Tedavi edilebilir olup olmadığını araştırıyorlar hala. Virüsün öldürücülüğü yanında böyle korkunç etkileri de var. O yüzden dikkat etmeye devam edin. Bu olayların etkisiyle içimden bloğa bakmak gelmiyordu. Şimdi biraz kendime gelmiş durumdayım fakat Ocak ayı sonuna kadar yine aktif olamayacağım zira bilim sınavına hazırlanıyorum. Bana şans dileyin bu kez başarmak istiyorum. Gerçekten bunalmaya başladım çünkü. Ay uzun zaman bir şeyler yazmayınca insanın çenesi de düşüyor. Neyse dediğim gibi Aralık teması ile karşınızdayım umarım seçtiğim diziyi seversiniz :)

Aralık ayı teması zaman yolcuğuğu ve paralel evrenler olarak planlanmıştı. Bu türden elbette bir şeyler okumuştum eskiden ama şimdi kitap incelemesi yapmak istemedim onun yerine eskiden izlediğim ve şimdilerde tekrar izlediğim çok sevdiğim dizilerden birini paylaşmak istedim.

Rooftop Prince

Yönetmen: Shin Yoon Sub

Senarist: Lee Hee Myung

2012 / Güney Kore

Fantastik, Romantik, Dram, Komedi

300 yıl önce veliaht prenses ölü olarak bulunur ve ölümü örtbas edilmeye çalışılır. Eşi Veliaht Prens olayı araştırmak için kendi güvendiği 3 adamı toplayarak bir ekip kurar. Fakat durum ciddileşir ve peşlerine onları engellemek isteyen katiller takılır. Prens Lee Gak ve adamları karanlık bir gecede dolunay gökyüzünde parlarken peşlerindeki ölümden kurtulmaya çalışarak ormanın içinde at sürerlerken bir uçurumla karşı karşıya gelir. Tek çare karşıya atlamaktır. Tam o sırada dolunayın sihri devreye girer ve kendilerini 300 yıl sonra günümüzde bir çatı katı dairede bulurlar. 

Bu noktadan sonra dram geri planda kalırken komedi ağırlıklı bir romantizm ön plana çıkar. Kendini bir anda gelecekte bulan dört şaşkın şok içinde kalınca ve her şey onlara yabancı gelince yaşadıkları korku ve sebep oldukları karmaşa ile ortaya çıkan komik durumlar karşısında bir dakika susmadan gülerek izlediğim bir dizi :) Adamlar at arabasından otomobile, meşaleden neon lambalara ve saraydan sıradan halk seviyesine düşmenin şokuna alışmaya çalışırken bir yandan insan üzülüp kıyamıyor bir yandan da gülmeden duramıyor :) İçine düştükleri evin sahibi geçmişte prensin baldızı olan kızın reankarne versiyonu bu arada. Ama kimse bunu başta anlamıyor ve üstelik prensle evlenmesi gereken esas kız oyken bir kazaya kurban gidiyor ve yüzü yandığı için yerine üvey ablası seçiliyor. Geçmişte ve günümüzde birbirine yumak yumak düğümlenen kaderler nasıl çözülecek ve her şey nasıl yoluna girecek merakla izleniyor.

Prensin yanında gelen adamlarının her şeye abartılı tepkiler vermeleri ve hala saraydaymış gibi davranmaya çalışmaları çok komikti ^^ Spoiler vermemek için çok fazla detay söylemek istemiyorum ama ilk gün saraya dönmeye çalışıp kültür malına zarar vermekten nezarete atılmaları, otobüse binerken ayakkabı çıkartmaları, prensle aynı sofraya oturamayız diye ağlamaları, çok kıymetli sırma saçlarının kesilmesi anı, yeni gördükleri her şeye verdikleri tepkiler, televizyonda gördükleri savaşçıyla kavga etmeye çalışıp evi yakmaları, ve hepsinin olaylar karşısında yüzlerinin aldığı haller... neyi anlatayım bilmiyorum o kadar komik ki nolur izleyin yani ^^

Ayrıca bu diziyi izleyen herkesin Omurice yapmayı öğrenesi geliyor pirinçli omlet acayip lezzetli görünüyor :D

Dizi müzikleri de birbirinden güzel ayrıca en sevdiğim de Ali'nin seslendiriği Hurt adlı şarkıdır :)

Aşağıya kısa bir sahne, bir de müzik bırakayım. Umarım izler ve seversiniz diziyi ^^


29 Kasım 2021 Pazartesi

Ağaç Ev Sohbetleri 119

 


Herkese yeni bir Ağaç Ev güncesinden selamlaar :) Uzun zamandır sohbetlerden yazmamıştım geçenlerde konu önerisinde bulununca ve deep de bu hafta yoğun olunca sen yaz dedi. Umarım konuyu sever ve heyecanlı şekilde tartışma ve incelemelerde bulunuruz hepberaber :) Bu arada yaklaşık bir buçuk haftadır grip olduğum için yorumları bekletmekteyim ve film dizi yazımı da yetiştiremedim ve ziyaretlerimi de aksattım bunun için üzgünüm ama iyileşip geri döneceğim. Çarşamba günü Kelime Oyunu da bende bu nedenle yorumlarınızı yayınlayacağım ama yanıtlamam biraz zaman alacak şimdiden afedersiniz.

Geçen haftalarda sanat konusu üzerine düşünmüştük. Sanat ne için diye tartışmıştık. Ben yazı yazamadım yoğunluktan fakat yorumda düşüncemi belirtmiştim. Bence sanat insanın kendisi içindir diye. Bir eser üretirken mühim olan içindeki duyguyu açığa çıkartmaktır. Fakat sanat sanat için mi toplum için mi düşüncesinden önce ben sanatçının kendisi için ürettiğini düşünüyorum demiştim. Dışarıdan gelecek bakışlar da psikolojik olarak bilinçaltına etki edecektir az ya da çok şekilde ki bu bakışlar belki sadece kendisinin de olabilir. Bir kere insan neden sanat eseri üretme ihtiyacı duyar bu soruyu önemli buluyorum. İnsan yaşantısını ve ruhsal durumunu aktarma ihtiyacındadır her zaman. İster dağa taşa anlatsın, kendine saklasın isterse bir yerlerde topluma sunsun fakat hepsinin temelinde içindekini dışarıya aktarma ihtiyacı olmalı. Bir resim bir heykel üretip bunu sadece evimizin içinde kimseye göstermeden tutuyorsak bile yine de bir duyguyu elimizdeki malzemeye aktarmış oluyoruz ve kendimiz için yine onu eleştiririz yargılarız ve beğeniriz bu durumda başkası görmese ve eleştirmese bile o görevi kendimiz yerine getiririz. Kimse görsün veya görmesin sanatçının kaygısı anlaşılmaktır duygularını ifade etmektir ve bunun için icra ettiği sanatın mevcut üsluplarını en iyi şekilde bilip bunu kendi stilini yaratmak için kullanır. Sonuç olarak da doğurduğu eserin önce kendinin beğenmesi ve sonra diğerleri üzerinde bir etki bırakması yine sanatçıyı tatmin edecektir diye düşünüyorum. Yani sanatçı eserlerini önce kendisi için üretir diye düşünüyorum daha sonra başka kaygılar devreye girer belki para kazanmak da artı bir getirisi olur demiştim.

Yani sanatı ne için icra ederiz diye düşününce fikrim bu yönde fakat işin bir de diğer tarafı var ki bu da bugünkü konumuzu oluşturuyor. Başka birinin ürettiği bir sanat eserini veya onun kopyasını neden alırız? Ona sahip olmaktaki amacımız nedir? Bu hafta bunu tartışalım ve düşünelim. Ünlü bir ressamın tablosunu neden alırız? Hatta orijinaline paramız yetmediğinde kopyasını bile neden alırız? Hatta teknoloji o kadar gelişti ki kopyaya bile ihtiyaç duymadan eserlerin görüntülerine sahip olabiliriz.

Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız gördüklerimizi yani nesneleri görme biçimimizi etkiler. Böylece görülen şey herkes için aynı olmaktan çıkar. Konuyla bağımsız gibi dursa da John Berger'in reklamlar hakkında söyledikleri bence çok yerinde tespitler. Modern toplumun tarihte hiç olmadığı kadar reklama maruz kaldığını göz önünde bulundurmamız gerekli. Reklamlarda hep gelecekten bahsedilir ve iyi bir hayat vaat edilir. Her zaman bir şeyler almamız veya yapmamız gerektiği ve aldıkça da rahat edeceğimiz mesajı verilir. Aldıkça fakirleşiriz ama yine de almaya devam ederiz çünkü verilen mesajda o şeyi alan veya yapan kişiler kıskanılacak durumdadır ve nesne herkesin sahip olmak isteyeceği bir cazibeye sahiptir. Yani reklamlar bize bunu söyler. O nesnenin vereceği konfora veya başka bir şeye aslında ihtiyacımız olmasa bile öyleymiş gibi hissettiriliriz. Alıcının o nesneye erişince ulaşacağı durumunu yani gelecekteki kendisini kıskanması beklenir. Ve alıcı o nesneye sahip olunca da kendini beğenme duygusu ve yapay bir mutluluk geliştirir.

Reklamlar böylece araçlarla amaçları bir araya getirip alıcının ilgisini çeker. Doğanın romantik bir biçimde kullanılışı, Akdeniz'in sıcak özlem uyandıran çekiciliği, modellerle mitolojik karakterlerin hareketlerinde benzerlik yaratılması, bir nesneye sahip olmanın başarı ile eşit gösterilmesi gibi sıralanabilir örnekler.

Reklam konusu da ayrı bir başlık altında daha sonra konuşulabilir elbette. Bundan bahsetmemin sebebi yaratılan algıların nesneleri görme biçimimizi nasıl etkilediğine bir örnek vermekti. Çocukluğumuzun ilk yıllarından itibaren her zaman çevreye karşı duyarlıyızdır ve algı süzgecimizden geçen şeylerin sadece çok küçük bir kısmından haberimiz vardır. İnsan doğasında sosyal olmak, iletişim kurmak, sevilme, istenme, değer görme ve başarılı olma gibi temel duygular çok güçlüdür. Bu nedenle büyürken içimizde kendimize karşı bir ayna yaratırız. Herkes hemen hemen her zaman içinde kendi imgesini taşır. Bir yerde yemek yerken, bir yerde ağlarken, sokakta yürürken, dans ederken yani her anımızda bu imgemiz bize eşlik eder ve ona bakarız. Bunu hiç fark etmeyebiliriz. Ama gülümserken bile kendimizi dışarıdan görürüz o imgeye bakarız ve bu çok çok kısa sürer. O kadar kısa bir işlemdir ki anlamayız bile böyle olduğunu. Böylece içimizde dışarıyı gözleyen ve gözlenen iki ayrı öğe halinde yaşarız. Bir şeyleri görme veya algılama süreci anlık ve doğaldır.

Bir sanat eseri düşünün. Örneğin Leonardo'ya ait olsun. Geçmişte üretilen bu eserler genellikle ait olması istenen yere yönelik yapılırdı. Örneğin bir mihrap için, veya saray için olsun. Bu eserlere o dönemde olduğu yerde baktığınızda onu olduğu yerden bağımsız şekilde göremezdiniz. O bulunduğu yapıyla beraber onunla yaşardı. Duvarlara ve esere baktığınızda bir yaşanmışlık ve belki de etrafında bulunan diğer eserlerle beraber birbirine ait ve karmaşık bir hikayesi olduğunu, bir ruha sahip olduklarını görürdünüz. Şimdi bu eserler bulundukları yerden alınıp müzelere konulduğunda taşıdığı mesaj veya anlamın sadece bir kısmını görebildiğimizi söylemek yanlış olmaz çünkü artık ait olduğu yapı içerisinde değil bir müzenin loş ışığı altında dümdüz bir duvara asılmış şekilde görebiliyoruz. Hatta kopyacılık sayesinde ve fotoğraf ve videolar sayesinde artık bunları bambaşka yerlerde ve zamanlarda istediğimiz kadar görmek mümkün. Leonardo'ya ait bir eserin kendisi veya kopyası salonunuzda yemek masanızın olduğu yerde etrafında sizin başka biblo veya süslerinizle beraber duruyor olsa orijinal taşıdığı anlam veya mesajın tümünü aktardığını veya hissettirdiğini iddia etmek yanlış olabilir. Peki ama biz onu neden alırız veya müzeler onlarca para harcayıp bu eserlere veya kopyalarına neden başka müzelerden önce sahip olmak ister bu resmi muhafaza etmek ve göstermek neden bu kadar önemlidir? Elbette taşıdığı anlam veya verdiği mesaj nedeniyle değil diyemeyiz ama tüm sebep bu değil. Sanatçının o eseri yapmaya başladığında taşıdığı anlam ve orijinal fikir ile bizim o eseri veya kopyasını evimize koyduğumuzda taşıdığı anlam ve fikir arasındaki fark nedir?

Berger'e göre kopyalar kendimize ait sanat tecrübesini diğer tecrübelerimiz ile bağdaştırmamıza yardımcı olurlar. Onun hazırladığı belgeseli izlemenizi tavsiye edebilirim bu arada. Yazıyı fazla da uzatmadan artık bitirmek istiyorum o nedenle açıp durduğum soru öbeğine kısaca kendi yanıtımı ekleyip bitireyim. Bir esere sahip olurken o esere ait bilgiye ve sanatsal görüşe sahip olduğumuzu hissetmek isteriz. Böylece o eserin orijinaline, kopyasına veya görüntüsüne sahip olmak bir çeşit gurur hissi yaratır. Duvarlarımıza astığımız veya vitrinimize koyduğumuz, belki de telefonumuza duvar kağıdı yaptığımız sergilediğimiz sanat eserinin kendisi veya görüntüsü bilinçaltımızda eserin kendine ait güçlü anlamına, taşıdığı bilgiye sahip olma duygusu verirken öte yandan da başkalarına ben bu fikre bu beğeniye ve kültüre sahibim demesi için bir araç olur. Örneğin ünlü bir ressamın bir yemek masasını resmettiği tabloda yemek ve zengin sofra ana karakterdir. Yemek bir zevktir. Fakat bu tablo yenilemez. Bu başka bir şeyin göstergesidir ilk olarak sanatçının becerisi ve verdiği mesaj ikincisi ise onu satın alanın maddi gücü ile sahip olduğu beğeni, kültür seviyesi ve sanat zevkine sahip olduğu düşüncesidir. İster bir doğa resmi ister bir nü veya coşkulu bir savaşı temsil eden bir eser olsun ona sahip olmayı istememiz işte bu tür duygularla beraber karmaşık ve farkında olmadığımız sebeplerdendir. Herkes tarafından değer gören bir nesneye sahip olmuş oluruz ve o kültüre o bilgiye ait hissederiz. Çocukken odamızın duvarlarına astığımız posterler bile sahip olduğumuz zevki yansıtmak, belki de o kültüre veya bilgiye sahip olduğunu hissetmek ve aynı beğenilere sahip olan başkalarıyla bağ kurmak o topluluğa ait olmak, o zevke sahip olduğun için bir çeşit gururlanma ile açıklanabilir.

Gribin ve ilaçların etkisiyle biraz karmaşık anlatmış olabilirim düşüncelerimi ama açtığım sorulara vereceğiniz yanıtları ve fikirlerinizi merakla bekliyorum. Umarım haftanın konusunu seversiniz :)

8 Kasım 2021 Pazartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Ekim


Herkese yeni bir BCP günlüğünden selamlaar :) Bu aralar hiçbir şeye vakit bulamadığım için arada bir bloğun yolunu unutmamak adına bu etkinlik kurtarıcı gibi oldu :) Kelime oyunu yazmayı da özledim ama şimdilik biraz daha çok ders çalışmalıyım. Boş durmaktan bunaldığım için yüksek lisansa hazırlanırken bir yandan da ikinci üniversite şeyinden faydalandım ve çocuk gelişimi lisans programına yazıldım. Latince isimlerle başım belada olabilir neyse ki bazı şeyleri Antik Toplum Tarihi ve Helence derslerinden çıkarabiliyorum. Mesela "Vestibulum oris: Diş dizisi (dental ark) ile dudaklar ya da yanaklar arasındaki bölüm" olarak anatomide tanımlanırken biz bu terimi arkeolojide "eve giriş bölümü, ön oda, bekleme salonu veya antre" yani mimari bir terim olarak öğrenmiştik. Bir diğer örnek olarak Atrium anatomide kalbin sağ ve solda kulakçık olarak tanımlanan giriş odaları iken arkeolojide mimari olarak genelde yağmur sularının içerideki bir havuza dökülmesini sağlayan içe eğimli ve tavan penceresine sahip bir çatısıyla giriş kapısından hemen sonra gelen bir lobi olarak tanımlanır. Amacı ışık ve boşluk hissini vermesi ve yağmur sularını toplamaktır. Yani Avmlerin girişi de aslında modern atriumlardır.

Konu dağıtmakta üstüme yok çünkü bir şeyi düşünürken başka şeyleri araştırmak veya düşünmek gibi garip bi huyum var. Resimleri büyüterek detaylara bakabilirsiniz böyle şeyler hoşuma gittiği için sizinle de paylaşmak istedim :) Konumuza dönersek bu ayki bcp teması distopya, ütopya ve bilimkurgu idi. Umarım seçimlerimi seversiniz :)

Last Exile

Yönetmen: Koichi Chigira

Yapımcı: Gonzo, Victor Entertainment

Japonya / 2003

26 bölüm her biri 24dk

Bilimkurgu, Aksiyon

Claus Valca ve Lavie Head çok yakın dostlar olan ailelerinin vefatından sonra beraber yaşayan ve babalarından onlara kalan Furgon ile hava postacılığı yapan iki yakın arkadaştır. Arkadaştan öte artık aile olmuşlardır. Tek hayalleri babalarının da hava kuryeciliği yaparlarken ölümlerine sebep olan Büyük Akıntı'nın üzerine kadar uçmaktır. Böylece ikisi de babalarını onurlandıracaklarını düşünmektedir. Hava kuryeciliği bir yandan da askeri bir önem taşımaktadır. Tabi ki ikili posta teşkilatının askeri yönünden başta çok da haberdar değildir. Hava postacılığında adını duyurmak ve nam salmak için düzenli olarak büyük yarışlar da düzenlenmektedir. Yarışlarda başarı sağlayanlara önemli görevler verilmektedir.

Yine böyle bir yarışa hazırlanıp görev aldıkları sırada yolda garip olaylarla karşılaşırlar. Görev dönüşündeyken tuhaf yıldız biçimli bir geminin bir başka furgonu vurup düşürdüğünü görürler. Yardım etmek üzere olay yerine ulaştıklarında pilotu ölmek üzereyken bulurlar. Pilot onlardan son dilek olarak taşıdığı kargoyu yanlarına almalarını ve görevi onun yerine yapmalarını ister. Çaresiz kabul ederler. Kargo küçük bir kız çocuğudur ve gitmesi gereken yer Sylvana adında bir gemidir. İşte hikayeleri böyle başlar.

Claus çok iyi bir pilottur. Lavie onun hem rotacısı hem de makanik ustasıdır her türlü tamirattan anlar ve çok zekidir. Minik kız Alvis ise Exile için önemli bir anahtardır ve Hamilton ailesinin kızıdır. Bu animede en sevdiğim karakterden biri sanırım Alex olabilir kendisi Sylvana gemisinin kaptanı ve cesur bir adamdır. Diğeri ise Dio.Hakkında açıklama yapmasam daha iyi ama beni hem güldüren hem üzen bir karakter oldu. Ayrıca Tatiana da müthiş bir karakter.

Olayların geçtiği gezegen endüstriyel devrimden sonra her şeyin ters gittiği ve kaynakların nerdeyse tükendiği, bu nedenle de insanların kafayı yediği kurgusal Prestel adlı gezegendir. Claus ve Lavie'nin içine düştüğü olay da aslında birbirine düşen toplumların arasındaki savaşın en önemli meselesi halindedir. Kaynak yetersizliği o kadar kötü boyuttadır ki insanlar suyu bile sınıflara ayırmıştır ve Lavie bir görev sırasında zengin ailelerden birinin bahçesindeki havuzda akan 1. sınıf suyu görünce altın bulmuş gibi sevinmiştir. Ailelerin birbirine üstünlükleri ve sınıflar arasındaki çatışmalar kısacık bölümler arasında çok iyi aktarılmış ve derin bir roman hissiyatı vermekte.

Ailelerden en üstün olanı Delphine adında deli bir kadının yönetiminde ve onun da amacı diğerleri gibi Exile'ı ele geçirmek. Delphine Eraclea ayrıca kraliçedir. Diğer soylular hem birbirlerine düşmüş hem de kraliçeye isyan halindedir. Exile'ı ele geçiren gezegenin tüm kaynaklarını ve potansiyelini elinde tutabilecektir. Ayrıca bu güç öylesine büyüktür ki yaşanılabilir başka gezegenlere ulaşılmasını sağlayabilir. İnsanlar arasındaki ilişkiler, çevre, makineler, savaş ve diğer her şey çok iyi aktarılmış özellikle 2003 yapımı olduğu düşünülürse inanılmaz kaliteli bir yapımdır. 



Elfen Lied

Yazar: Lynn Okamoto (Manga: Haziran 2002 – Kasım 2005)

Yönetmen: Mamoru Kanbe (Anime: Temmuz 2004 - Ekim 2004)

Anime 13 bölüm, Manga 12 cilt(107 bölüm)

Tür: Bilimkurgu, Dram, Aksiyon, Ecchi, Korku, Psikolojik, Romantik, Seinen

İnsan türünün bir üst sınıfı olduğu düşünülen bir tür keşfedildikten sonra bilim dünyasının elinde oyuncak olmuştur. Bilim adamları kurdukları gizli tesiste bu tür üzerinde deneyler yapmakta ve onları kontrol etmeye çalışmaktadır. Bu tür insanlara Dicloniuslar denilmektedir ve psişik yetenekleri bir nevi görünmez bin tane elleri vardır. normal insanlardan fiziksel olarak tek farkları bir çift boynuzlarının olmasıdır ve bu görünüş nedeniyle kolayca fark edilip avlanmaktadırlar. Psişik yetenekleriyle kullandıkları hayalet ellere vektör denilmektedir. Sıradan bir tanesinin vektörleri 2m mesafeye kadar etki etmektedir bu nedenle üzerlerinde deney yaparken bu mesafeye dikkat edilmektedir. Öldürmeye eğilimli bir tür olduklarından dolayı üzerlerinde deney yapılması ve kötü davranılması onları iyice tehlikeli bir hale getirmiştir. Özellikle çocukken kontrolden çıkmaları büyük olasılıktır ve bilimadamlarının onları tehlikeli virüsler gibi algılayıp ya yok et ya hapset mantığıyla yaklaşmasına yol açmıştır. Bir gün deneylerden kaçmayı başaran Lucy adındaki diclonius kaçarken başına aldığı darbe nedeniyle kişilik bölünmesi yaşar ve Nyuu adında saf bir karaktere dönüşür. Onu kurtaran çocuğun evine yerleşir ve başına ne zaman darbe alsa kişilikleri arasında geçiş yapmaya başlar. Peşinde onu arayan bilim insanları ve onu avlamak için gönderilen başka dicloniuslar ve her şeyden habersiz onu evlerine alan çocuklar arasında ölüm kalım savaşı patlak verir.

Uyarı: Biraz fazla kanlı ve bolca kıyafetsiz sahneler barındıran bi anime +18 denilebilir.


11 Ekim 2021 Pazartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Eylül


Herkese yeni ve epey gecikmiş bir bcp yazısından selamlar :) Bu ay hiç kendimde değildim o yüzden bloğu takip edemedim, yorumları cevaplayamadım ve yazılarınıza gelemedim. Kişisel olarak zor durumlar yaşıyorum ve bir yandan da sınavlara hazırlanıyorum ve hepsi de çok yorucu geçiyor. Pozitif kişiliğimin depresif ve kaygı bozukluğu yaşayan bir yana arada sırada kaydığını hisseder oldum ve bu yabancı hisler hiç bana göre değil. Kendimi Saouron'un gözünün karanlık şerrinden uzak tutmaya çalışıyorum. Elbette geçici şeyler. Geçecek. Bu arada fırsat bulmuşken geciken yazımı yazıp sizlere uğrayabildiğim kadar uğramak istedim. Kış yaklaşıyor, kendinize mümkün olduğu kadar güneş depolayın. Bol sevgi ve enerji.. Bakalım Eylül için neler izlemişim. Konumuz en sevdiğim temalardan "Polisiye" idi. Ekim ayı da yakında yazılacak, bu sefer sonraki aya atmamayı planlıyorum :)

The Beast Must Die

Yönetmen / Senarist: Dome Karukoski, Gaby Chiappe

Yazar: Cecil Day-Lewis

İngiltere / 2021

Tür: Dram, Gerilim, Polisiye

1 Sezon 5 Bölüm


Gri ve soğuk bir havada yüksek bir falezin yakınında kurulu bir evde gerilim dolu atmosfere bir de dalgalar ve rüzgar eşlik ederken her an bir şey olacakmış hissi hakim. Aynı isimli bir romandan uyarlanan dizide bir annenin intikamı konu ediliyor. Dedektif romanları yazan Frances Cairnes oğlunun şüpheli ölümünün yeterince iyi araştırılmadığı ve katilin gizlendiği düşüncesiyle kendi araştırmasını yapmaya ve intikam almaya karar verir. Kazanın detaylarını takip ederek sonunda birkaç ipucuyla şüphelilerine yaklaşmaya başlar. En sonunda onlarla arkadaş olup evlerine kadar ulaşır ve kendini bir süreliğine eve davet ettirmeyi başarır. Bir süre katilin kim olduğundan tam emin olamasa da Rattery ailesinden birisi olduğu kesindir. Bakalım asıl katil kim ve intikamını nasıl alacaktır.

Bu arada cinayetten şüphelenen ve rolünü pek zayıf bulduğum yakışıklı polis bey de olayı başka bir koldan araştırmaktadır. Klasikleşen şekilde polis beyin psikolojik kişisel sorunlar yumağı vardır ve sürekli kabuslar görür kendine bile hayrı yoktur yani. Yine de en sonunda kadının neyin peşinde olduğunu anlayıp ona yardım etmeyi kafasına koyar ve dizi boyunca umarız bunu başarır. Kısacık bir diziydi. Bazen yavaş ilerliyor gibi ama kadının olayı nasıl çözüp kendini de nasıl kurtaracağı merakla izleniyor. Yakışıklı polis karakterlerin psikolojik sorunlar yaşarken mesleğini yapmaya çalışması konusu artık dizilerde sıkıcı olmaya başladı ama neyse ki ana konu o değildi.

Bu arada kitabın daha önce çekilmiş iki de film uyarlaması varmış ama onları izlemedim.

The Pact

Yönetmen, Senarist: Rebecca Johnson & Eric Styles, Pete McTighe

İngiltere / 2021

Tür: Gerilim, Suç, Polisiye, Dram

1 Sezon 6 Bölüm


Köklü bir bira firmasının fabrikasında çalışan dört arkadaş Anna, Nancy, Cat ve Louie patronları yüzünden zor zamanlar yaşamaktadır. Çalışanlarına sürekli eziyet eden ve bağımlı patron Jack için başta küçük ama sonu felaketle biten bir şaka düşünürler. Onu yüzüncü yıl partisinde sarhoş haldeyken yakalyıp arabanın bagajına atarlar ve muazzam bir ormanın ortasında yarı çıplak halde devrilmiş bir ağaç kütüğüne bağlayıp öylece terk ederler. Bu arada durumu fotoğraflayıp belki de sonradan şantaj yapmayı düşünürler. Bunun sonucunda biraz korkup hayat dersi almasını beklemektedirler. Fakat içlerinden ikisi vicdan yapıp onu kontrol etmek için geri döndüğünde şok edici bir durumla karşı karşıya kalır. Jack oradan ayrıldıkları kısacık zaman aralığında ölmüştür. Derhal diğerlerini arayıp geri çağırırlar ve ne yapacaklarına karar vermeye çalışırlar. Suçlu içlerinden biri mi değil mi belli değildir. Oraya giderken onları gören biri olup olmadığı belli değildir. Ailelerine bile durumu anlatamaz ve ne yapacaklarını şaşırırlar. Gerçekler yavaşça gün yüzüne çıkarken şaşırtıcı şeyler öğreniriz.

The Chestnut Man

Yönetmen:  Kasper Barfoed & Mikkel Serup

Yazar: Soren Sveistrup

Danimarka / 2021

Tür: Suç, Gerilim, Polisiye

1 Sezon 6 Bölüm

Nordik Noir olarak bilinen türün son örneği. Soğuk, yağışlı, tekinsiz ve buz gibi karanlık bir atmosferde gerilimli bir kurgu. Søren Sveistrup'un romanından uyarlanan dizide Danica Curcic "The Mist" ve Mikkel Boe Følsgaard "The Rain" başrollerde. Yazar aynı zamanda The Killing'in yazarı.

Şehirdeki suç oranının arttığı günlerde buz gibi bir sabahta ormanlık bir alanda tek eli kesilmiş ve üzerine bir kestane adam figürü bırakılmış bir kadın cesedi bulunur. Polis olayı araştırırken yıllar öncesinde işlenmiş bir cinayetle bağlantısını keşfeder ve bu sırada peş peşe başka olaylar yaşanır. Kışa yaklaşan mevsimde karanlık ve soğuk atmosferin yanında yavaşça ortaya çıkan sırlar katili usulca açığa çıkaracak. Hazır yavaş yavaş kestane mevsimi de geliyorken sıcacık kestaneler yiyerek izlenebilecek bir kuzey polisiyesi. Bu arada dizi güzel başlayıp güzel gidiyor ama finali zayıf bulduğumu söylemeliyim.

İşte bir incelemenin daha sonuna geldik sayın seyirciler. Yarın blog okumaya adayacağım kendimi bugünlük yoruldum. Umarım seçimlerimi seversiniz iyi seyirler :)