5 Mayıs 2021 Çarşamba

Kelime Oyunu 23

 


Kelime oyunumuz bu aralar deep ile aramızda paslaşma durumunda :) Tam buçuk kapanma dolayısıyla bloglar biraz sessiz sakin gibi :) Bu hafta da kelimeler benden olsun dedim ve işte seçimlerim:

  • Mağara, sakin, gece, kemik, ten

Fırtınanın sesi artık kulaklarımı tırmalıyordu. Fakat asıl sorun sesten kaynaklanan baş ağrılarım değil de soğuğun kemiklerimi bile delen hissiydi. O kadar soğuktu ki artık cihazlarımız donduğu için dereceyi ölçemiyorduk. Rüzgar tenimin açıkta kalan yerlerini buzdan bir bıçak gibi kesiyordu. Ekip yorgunluktan ne yaptığını bilemez haldeydi. Böyle giderse olduğumuz yere yığılıp kalacak ve üzerimizi kar kaplayacaktı. Fırtınadan dolayı birbirimizi işitemiyor, sadece el kol hareketleriyle iletişim kurmaya çalışıyorduk. Uyarı yapıldığında dağdan inmek için yeterince vakit bulamamıştık ve bu tehlikeli geçidi aşmak için önümüzde daha ne kadar yol olduğunu kestiremiyordum. Etrafta uçuşan kar taneleri ve ışığını kaybetmiş bir gece içerisinde hiçbir dönemeç, hiçbir kayalık, hiçbir şey tanıdık değildi. Birbirimize güvenlik ipleriyle bağlıydık. Sol tarafımızdaki kayalık duvarda önceden belirlenip sabitlenmiş güvenlik halatlarına kendimizi bağlayarak yavaşça ilerliyorduk. Fırtına uyarısı yapıldığında geri dönmeye kalkışmadan en başında sığınacak bir yer aramış olsaydık durumumuz belki de daha iyi olurdu. Tehlikeli bir karar almak zorunda kalmıştık ve seçimimiz bizi hazin bir sona götürüyor gibi görünüyordu.

Böyle ilerlemeye çalışırken ekipten birinin ayağının kaymasıyla büyük bir tehlike atlattık. Genç kız duvardaki güvenlik hattına bağlandığı yerden bir sonraki kısma atlatmak için bağlantısını çözdüğü sırada kendini bir anda uçurumda bulduğunda onu kurtaran tek şey önündeki ve ardındaki kişilere kendisini belinden bağlayan o ince hayat ipi oldu. Tabi bu beklenmedik durum karşısında herkes dehşet içinde kalmıştı. Kızı sallandığı yerden yürüdüğümüz ince patikaya çektiler. Herkes bu sırada olduğu yerde sabit durmuş kıza en yakında bulunanların müdahalesini beklemek zorunda kalmıştı. Sıralı halde ilerlemek zorundaydık. Ani hareketler yapmak herkesi tehlikeye atıyordu ve sıralı hareketlerle ilerleyebiliyorduk. Kızı tekrar güvence altına alıp sakinleştiğimiz sırada yer büyük bir sarsıntıyla ayağımızın altından kaydı. Neler olduğunu anlayamadan yürüdüğümüz yol büyük bir gürültüyle sol tarafımızda oluşan çukura doğru çöktü. Bütün ekip bir dondurmanın üzerinde yuvarlanan çikolata taneleri gibi bu çukura kaydı. Bir mağaranın tavanının çöktüğünü ve içeriye yuvarlandığımızı anlayacak kadar uyanık kalabilmiştim. Ama sonra başıma aldığım bir darbeyle kendimden geçtim. Her şey iyi olacak mıydı merak ediyordum. Tabi uyanabilirsem.

Son..

4 Mayıs 2021 Salı

Uydurma Tarifler 1

 

Selamlar canım blog komşularım. Son zamanlarda benzer tariflere bakıp sonra da kendim uydurduğum ve de mükemmel lezzetlere ulaştığım birkaç tarifim var ve bunları sizinle de neden paylaşmıyorum dedim. İşte bu gün burada toplanmamızın sebebi bu. Davacı ve davalılar ayağa kalksın lütfen. Hey tamam geçelim tarifimize :)

Fırında Uyduruk Kızartma

Kullandığım Malzemeler:

İçine:

1 Adet Kabak
2 Adet uzun yeşil tatlı biber (orijinal adını bilmiyorum idare edin.)
2 Patates
2 Kuru Soğan
1 Taze Soğan
2 Havuç
Tuz, Toz Biber, Karabiber, Küncü, Kekik, Köri
2 Kaşık Zeytinyağı
Kaşar rendesi

Üzerine:

2 diş sarımsak
Birkaç kaşık yoğurt
Mayonez
Nane

Hazırlanışı:

Bütün bitkilerimizi halka halka doğruyoruz. İnce olmasına özen gösterin. Doğradıktan sonra hoop hepsini fırın tepsisine atıyoruz. Soğan halkalarını birbirinin içinden çıkartmaya özen gösterirseniz daha iyi olur. Bunların üzerine baharatlarımızı serpiyoruz. Üzerine iki kaşık zeytinyağı döküp kaşık yardımıyla hepsini karıştırıp baharat ve zeytinyağını yediriyoruz. (Foto1) Bu arada istediğiniz malzemeleri ekleyebilir veya istemediklerinizi çıkartabilirsiniz. Harmanlamamız bittikten sonra tepside eşit şekilde bunları yayıp üzerine kaşar rendesini serpiyoruz. (Foto2 Not buradaki resim eski ama siz daha çok kaşar kullanın) Sonra hoop fırına. Fırınlara göre değişiklik olabilir fakat ben 160 derecede havuçlar yumuşayana kadar pişirdim. Dakika tutmadım ama çok da uzun sürmedi. Belki 20 dk ama siz yine de kontrollü olun. Eğer bir tarafı çok pişerse ısıyı biraz azaltıp bir süre daha tutabilirsiniz filan. 

Yemeğimiz pişerken bir tarafta yoğurt, sarımsak ve nanemizi karıştıralım. İçine mayonez de döküyorum ben iki kaşık kadar ama istemeyen koymayabilir. Bunları iyice karıştırın. Daha sonra pişen kızartmamızı tabaklara servis edip üzerine bu yoğurtlu sosu döküyoruz ve afiyetle yiyoruz :) (Foto3)

Foto1
Foto2
Foto3

3 Mayıs 2021 Pazartesi

Ağaç Ev Sohbetleri 89

Herkese Ağaç Ev Sohbetlerinin 89. bölümünden selamlaar :) Güneşli bir Antalya gününde tam-buçuk kapanma içerisinde pencerelerden tatlı hanımeli kokuları girerken ve manzarayı erguvanlar sarmışken kendimizi sahilde hayal ederek sohbete başlayabiliriz arkadaşlar. Bugünkü oturumu ben devraldım izninizle konumuzu ilan ediyorum hazırsanız sanıklar ayağa kalksın :) Niyeyse bu aralar çirkin espriler yapıyorum takılmayın siz bana :D

Hatırlarsanız geçenlerde size önerdiğim bir konu vardı. Buzulların erimesinin hiç akla gelmeyecek başka sorunlara da yol açabileceğinden bahsetmiştim. Buzullar biliyorsunuz ki korkunç bir hızla eriyor ve içlerinde saklanmış olan pek çok "şey" açığa çıkıyor. Bu şeylere artık günümüzde var olmayan bakteri ve virüsler de dahil elbette. Tarihte yok olmuş korkunç bir virüsün ki belki de dinozorlar döneminden bile olabilir yeniden ortaya çıkabileceği anlamına gelen bu durum sizce de ilginç değil mi? Bu konuyu 2016 Sibirya Yamal Yarımadası'nda buzulda bulunan bir geyik cesedinden sonra şarbon vakalarının görülmesi ile ilgili metinleri incelerseniz daha iyi anlayabilirsiniz. Üstelik Alaska'da da İspanyol gribi kalıntıları bulunmuş durumda. Ve daha pek çok ilginç örnek var. Bu tarz araştırmalar arkeolojiyle de bağlantılı olduğu için ilgimi çekiyor hep. Eğer arkeolog olmasaydım virolog veya mikrobiyolog olmak isterdim sanırım.

Sorumuz şu: Buzullarda saklı hastalıkların, virüslerin, bakterilerin ve benzeri mikroorganizmaların türümüzün (Homo sapiens sapiens) karşılaştıklarından bile çok öncesinde var olan türlerinin yeniden açığa çıkma olasılığı karşısında neler düşünüyorsunuz? Bu konuda daha önce araştırma yapmış mıydınız veya bir yerlerden duymuş muydunuz? Sibirya Yamal Yarımadası örneğindeki gibi duyduğunuz bir haber varsa konuyla beraber bizimle de paylaşabilirsiniz. Örneğin New Mexico'daki bir mağarada 300 metre kadar derinlerde 4 milyon yıldır gün yüzü görmemiş bakteriler (Paenibacillus) bulunmuş.

Tarih boyunca pek çok hastalık, virüs ve bakteri ile temas halindeyiz ve bu kaçınılmaz bir şey. Hatta bazıları faydalı bile ama faydalı olanları zararlıların yanında samanlıkta iğne ucu kadar bile etmeyebilir. Türümüzden çok daha öncesinde yok olduğu düşünülen bazı virüslerin vs buzullarda saklı kalmış olabileceğine dair düşünceler zaten mevcuttu. Yapılan bazı araştırmalar ve bazı bulaş olayları sayesinde bu teorinin gerçekliği kanıtlanmış oldu. Artık buzullarda bu tür şeylerin barınabildiğini biliyoruz. Bilmediğimiz şey ise bunların neler olduğu. 

Alexander Fleming penisilini bulduğundan beri gerekli gereksiz kullanımından çıkan sonuç bakterilerin penisilini öğrendiği ve buna karşı kendilerini uyarladıkları oldu. Evet bakterilerin beyni olmasa da bir şekilde çalışan minik makineler gibi oldukları için daima hayatta kalmayı öğreniyorlar. Bu sayede yaptığımız her ilacı öğrenerek türlerine aktarıyor ve evrimleşiyorlar. Virüsler de benzer şekilde hayatta kalmayı öğrenerek yaşarlar ve her yıl yeni bir grip aşısı üretilmesinin sebebi de budur. Her yıl grip aşısının içeriği yenilenir. Çünkü virüsler değişir. İşin tuhafı ve beni meraklandıran bir diğer şey şu ki penisilinin icadından önce buzullara gömülmüş bir takım bakterinin 18 farklı antibiyotiğe direnç gösterdiği tespit edilmiş. Antibiyotikle karşılamamış olan bu bakterilerin buna dirençli olması bakterilerin direncinin milyarlarca yıl öncesine dayandığını gösterir ve bu gerçekten ilginç. 

Şunu da not düşmek gerekir belki bu bilgilerden sonra. Buzullara giden insanların veya Everest gibi dağlara tırmanan insanların belki de bir salgın hastalığı taşıyıp taşımadığı konusunda dikkatli olmak gereklidir. Düşünsenize Covid-19 Everest'e bir dağcı tarafından taşınsa ve virüs orada donup saklansa yıllar sonra eriyen bir buz tabakasıyla şehre yeniden inse.. Olabilir yani bunlar düşünülmeli bence. Ki şuan yaptığım google aramasında tedbir için geç kalındığını gördüm, virüs çoktan dağa ulaşmış, turizm sağ olsun.

Elbette Dna'sı hasar gören virüs, bakteri ve mantarların canlanması mümkün değil ama hasar görmeden kurtulma ihtimalleri çok yüksek. Ve bilim insanları yüz bin yıllık bakterileri bile canlandırmayı başarmışlar. Bu durumda panik yaratmanın alemi yok elbette. Fakat bu ihtimalleri göz önünde bulundurarak bu tür araştırmalar desteklenmeli, çeşitli aşılar geliştirilmeli ve stoklarda bulundurulmalı diye düşünmekteyim. Ayrıca bu tür konuları araştırıp bilgi sahibi olmanın hepimizin faydasına olduğuna inanmaktayım. 

Umarım bu haftanın konusunu beğenirsiniz. Bu konularda sizin fikirlerinizi merakla bekliyorum. Sizce sonunda zombi virüsü de ortaya çıkıp gerçek olur mu ne dersiniz ^.^

2 Mayıs 2021 Pazar

Kelime Oyunu 22

Herkese selamlaar. Bu hafta hikayemi gecikmeli yayınlıyorum. Umarım seversiniz :) Kelimeler çakıltaşım deepsiden geldi:

  • Cadı, lezzet, yıldız, bulut, bal. 
Şu dünyada vampirlerin domates tutkusunu geçebilecek tek bir şey vardı o da cadıların bal tutkusuydu. Her dolunayda tıpkı diğerleri gibi Nina'yı ormana çeken şey de işte buydu. Her ay dolunay gecesi başlıklı pelerinini sırtına geçirir ve ormanın derinliklerinde kaybolurdu. Aradığı lezzete ulaşana kadar kendinden geçmiş gibi hiçbir şey düşünmez ve nereye gittiğine dikkat etmezdi. Bunların hiçbiri elinde değildi. Taze balın kokusunu kilometrelerce öteden duyar ve bir kez bunu fark ettiğinde onu durduracak hiçbir şey olmazdı. Yolculuklarının sadece başlangıcını hatırlar ve kendine geldiğinde daima bala ulaşmış ve keyfini sürüyor olurdu.

Yine bir dolunay gecesiydi. Her seferinde kendini bodrum katına zincirleyip durdurmaya çalışmış olsa da işte yine zincirleri kırmış ve kendini karanlık ormana atmıştı. Bulutlar yıldızları yavaşça örtmeye başlamış ve dolunayın büyülü mavi ışığı bir hale yaratmıştı. Yakında o da yok olacaktı. Sık yapraklı devasa ağaçların arasında tümüyle karanlıkta kalacaktı. Elbette bütün bunların farkında bile değildi. Kimi zaman kendine geldiğinde ağaç dalları, dikenler ve keskin kayalıklar yüzünden yara bere içinde olduğunu görürdü. Kimi zaman kuşların, sincapların veya en kötüsü de arıların saldırısına uğramış olurdu. Bu sefer kendine geldiğinde bal dolu bir kuyunun içine düşmüş olduğunu gördü. Karstik kayaların içinde oluşmuş kuyu şeklinde bir oyuğun içine arılar bal için yuva yapmıştı. Kuyunun duvarları tamamen bal petekleriyle kaplanmış içerisi ise beline kadar taze bal dolmuştu. Buraya nasıl düştüğünü anlamaya çalışmadı. Onun yerine arıların nerede olduğunu merak etti.

O kadar çok bal yemiş ve o kadar çok bala batmıştı ki arılar onu bulsa sağ çıkamazdı. Duvarlardan tırmanmayı deneyip başarılı olamadı ve tekrar balın içine düştü. Biraz mücadele ettikten sonra bir cadı olduğunu nihayet hatırladı. Sihirle kendini kuyudan yukarıya doğru yükseltirken üzerinden bal akıyordu. Nihayet kuyudan dışarıya çıktığında gördüğü manzara son derece şok ediciydi. Kovanın bütün arıları havada birer boncuk gibi asılı kalmıştı. Onları havada oldukları yere sabitleyen bir büyü yapmış olmalıydı. Büyülerinin süresi genelde değişken oluyordu ve bir türlü ne zaman biteceklerini tahmin edemiyordu. O yüzden buradan bir an önce ayrılmalıydı. O da öyle yaptı. İşte bu Nina'nın bal maceralarından sadece bir tanesiydi.

Son.

1 Mayıs 2021 Cumartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Nisan

Herkese baharı hızlıca geçip aniden yaz günlerine girdiğimiz bir günden selamlaar :) Yasaklar gelmeden hemen önceki gün uzun süredir dinmeyen deniz özlemim nedeniyle kendimi Konyaaltı'na attım. Okuldan arkadaşlarla buluştuk. (Bakınız temaya uygun bir eylem ^.^ ) Mezuniyetten sonra iki yıldır ilk kalabalık buluşmamızdı. Kalabalık dediğime bakmayın toplamda altı kişiydik. Hepimiz evlerimize kendimizi kapatmış olduğumuz için bir tedirginlik hakim olsa da aldığımız tedbirlerle özlem giderdik. Konyaaltı geniş dinlenme alanlarına sahip olduğu için kalabalık olsa da insanlarla aramızda oldukça mesafe vardı. Yolda giderken acayip derecede güneşe maruz kaldım. Evde durmaktan kireç gibi beyazlaştığım için etkisi korkunç oldu. Dışarıya çıkmayı uzun süredir unuttuğumdan Antalya güneşinin etkisini hesaba katmamıştım. Güneş kremi sürmeyi, şapka takmayı ve gözlük kullanmayı unutmuşum. Yengeç gibi bir haldeydim eve döndüğümde. Yanıkların büyük çoğunluğu yoldayken meydana geldi sanırım çünkü oturduğumuz yer gölgelikli ve o sırada da hava bulutlanmaya başlamıştı. Belki de denizin tuzunu yüzümüze çarpan rüzgarın da suçu olabilir. Sonuç olarak yüzmeden yanmayı başardım. Tabi eve gelince ateşim çıktı ve ertesi gün akşama kadar da kendime gelemedim. Gözlerimin acısı yeni geçti. İşte bu da yazımı neden geciktirdiğimin trajik açıklaması canım blog komşularım. Bir yıl için yeterince aksiyon yaşadım bu deniz macerasıyla artık bir daha ne zaman dışarı çıkarım bilemiyorum pandemi korkusundan.

Eveet neredeydim ne yaptım yine başıma ne işler açtım girişinden sonra gelelim bu ayın temasına :) Bu ay konumuz Çocuk, Aile, Dostluk olarak seçilmişti. Ben de tema için iki kitap bir de film seçtim. Hadi bakalım nelermiş :) Bu arada Nisan ayında katılanların linklerini sevgili Esra Ercan (Fighting) verecek ben de listeden herkesi okumaya gideceğim yine elbette.

Willoughby Ailesi

Lois Lowry

Arkadaş Yayınları
Çeviri: Pınar Atik

157s.

Pek çok çocuk öyküsüne gönderme yapan etkileyici bir hikaye. Gençlik edebiyatının en prestijli ödüllerinden Newbery ödülünü iki kez kazanmış Yıldızları Saymak, Seçilmiş Kişi, Mesajcı, Maviyi Toplamak gibi kitaplarıyla ün kazanmış yazarın en etkileyici öyküsü olarak kabul edilmiş. Kapak sayfasında bulunan şu küçük notla bile kitap için heyecanlanmak mümkün: "Yazarı tarafından zalimce yazılmış ve beceriksizce resimlendirilmiştir"

Okurken büyük bir ciddiyetle güleceğiniz bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Kardeşlerin her biri ayrı bir alem. Anne ve baba aşırı umarsız, düşüncesiz ve bencilce yaşarken çocuklarından da kurtulmak için haince plan yaparlar. Ama çocuklar elbette ki bu plan karşısında boş duracak değil. Anne ve baba bir tatile çıkıp evi satışa çıkartmış ve çocukların başında durması için de bir dadı ayarlamıştır. Tatil yolculukları sırasında anne ve baba timsahlarla ve uçak kazalarıyla mücadele ederken çocuklar da evin satılmaması için uğraşır. Onların maceralarını tek nefeste okurken gülmeden duramayacaksınız. 

Unutmadan.. kitabın sonundaki sözlüğe göz atmadan sakın rafa kaldırmayın. Acayip eğlenceli bir sözlük var. Hatta ben daha da uzun bir sözlük olmasını isterdim bunun. Örneğin:

  • Dalmak: bir şey üzerinde çok ciddi ve sakin bir şekilde düşünmek demektir. İngilizcede "kendi göbeğine dalmak," diye bir deyiş vardır, tabii anlamı birinin göbeğini çok ciddi bir şekilde düşünmesidir ve hiçbir anlamı yoktur, çünkü hangi salak yapar bunu? Mesela, rahibeler böyledir, dalıp giderler. Bütün saatlerini çok sakin ve ciddi bir şekilde düşünerek geçirirler ama göbeklerini değil. Belki rahibelerin göbekleri yoktur bile. Nasıl bilebiliriz ki?
  • İtiraz: onaylama veya kabul etmeme anlamına gelir. "Off" bir itirazdır. " I ıh" da öyle.
  • Şirin: sevimli ve masum demektir. Hainlerin kurbanları genellikle şirindir ve çoğu zaman lüle lüle saçları ve uzun kirpikleri vardır.
  • Titiz: aşırı derecede özenli ve düzenli demektir. Cerrahlar titiz olmak zorundadırlar. Bazı insanlar iyi aşçıların da titiz olmaları gerektiğini düşünür, ama yanılırlar. İyi aşçılar bir yemek tarifini okurlar, o da belki, ama sonra canları ne isterse tarife hiç aldırış etmez ve yemeğe fazladan sarımsak koyarlar. Cerrahlar bunu yapmaz. 
İşte böylee. Alıntıları sözlük kısmından yapmak istedim oldukça farklı geldiği için. Hatta kendime böyle bir sözlük yapasım geldi tüm kelimeler için :)

Ben'in Gemisi

Pieter Koolwijk

Resimler: Linde Faas

Çeviri: Erhan Gürer

Can Çocuk
64s.

  • Ödüllü yazar Pieter Koolwijk'ten insana ve insanın kayıplarla mücadelesine dair büyülü ve mizah dolu bir öykü…Giel, evlerinin arka bahçesinde bir mezar olmasının pek "normal" görülmediğini biliyor bilmesine, ama böyle mutlu işte... Karşıdan karşıya geçerken yola bakmayı unutan ağabeyi Ben'in mezarı bu. Giel ve ailesi, Ben hâlâ onların yakınında olduğu için memnun. Hiç değilse Giel, şehrin öteki ucundaki o soğuk ve karanlık yere gitmek zorunda kalmıyor. Ben'i özlediğinde bahçeye bakması yetiyor. Fakat komşuları, Sirke ailesi ve Kulakkurdu ailesi öyle düşünmüyor. Giel ve ailesinin duyguları da zerre kadar umurlarında değil. Ancak Giel'in babası tepkiler karşısında pes etmiyor ve evlerini baştan inşa ediyor. Belli ki, Giel'in babasının bir planı var!.. Ben'in Gemisi, toplumun "katı" kurallarını sorgularken, birbirlerine sımsıkı sarılan bir ailenin acı-tatlı iyileşme hikâyesi. (Tanıtım Bülteninden)
Çocuk kitabı dense de yetişkinler için de yazılmış bana kalırsa hatta çok küçük çocukların anlayabileceği konular değilse de görsellerle eğlenebilecekleri bir kitap bu. Ailesini bir arada tutmaya çalışan biraz çatlak bir baba ve hayal alemine sımsıkı tutunmuş bir çocuğun öyküsü. Yaşadıkları trajik olaya rağmen bir arada kalmanın ve toplumun baskısına rağmen hayallerinden vazgeçmemenin savaşını veriyorlar. Elbette bu dramatik olaya rağmen kitap oldukça eğlenceli ve rengarenk büyüleyici bir atmosfere sahip. Böyle bir şeyi sadece usta yazarlar başarır ve kitap da zaten Hollanda'nın en önemli ödüllerinden "Flagamp and Pennant" ödülünü almış. Kitapta kullanılan illüstrasyonlara bayıldığımı söylemeliyim. Kullanılan renkler ve imgeler çok güzel ve iç açıcı. 3. ve 4. sınıfa giden çocuklar için uygun tabi yetişkinler için de.

"

Kulağa biraz tuhaf, garip ve hatta biraz korkutucu gelse de
hiç öyle değildi. En azından Giel böyle düşünüyordu.
Örneğin, mezarlıklarda olduğu gibi mezar taşı, gri, sıkıcı
ve çok hüzün veren bir mezar taşı dikmemişlerdi. Ben için
özel olarak yapılmış bir şeydi. Tamamen ahşaptan bir gemi
yapmışlardı. Giel onu babasıyla beraber boyamıştı. Ben’in
çok sevdiği mavi ve beyaz renklere. Annesi gerçek yelkenler
yapmıştı ve pruvasında şöyle yazılıydı:
Ben’e
Bu gemiyle her zaman
düşüncelerimizde olsun diye.

"

Gizli Bahçe

The Secret Garden

ABD / İngiltere / 2020
Marc Munden
1s.40dk


İngiltereli bir ailenin Hindistan'da dünyaya gelen kızları Mary Lennox bir salgında anne ve babasını kaybeder. Bir süre evde tek başına hayatta kalmaya çalışmasının ardından birileri onun tek başına kaldığını fark eder ve İngiltere'deki amcası Archibald Craven'in yanına gönderilir. Oldukça kasvetli ve büyük bir yer olan Misselthwaite Malikanesinde işler oldukça karışıktır. Evin arkasında gizli bir bahçe bulunur ve bu bahçenin kendine has bir sihri vardır. Yaralıları ve hastaları iyileştirme özelliği bu sihrin yalnızca küçük bir kısmıdır. Mary bahçede zaman geçirmeyi evde durmaya tercih eder. Yasak olmasına rağmen. Ve öleceği düşünülen hasta kuzenini de evden kaçırıp bu bahçeye ulaştırmanın yollarını arar. Kuzeninin odasından çıkması bile yasaktır ve çocuk yatağından çıkmaktan bile korkmaktadır. Zaman içinde iki çocuğun annelerinin kaderinin de ortak olduğu ortaya çıkar ve başka sırlar da vardır.

Bu kasvetli malikane bir hapishaneden farksız gibi olsa da amca içinse korunaklı bir kale hissi vermektedir. Çocuğun bu kadar hasta olmasının sebebi de adamın kaybetme korkusundan kaynaklanmaktadır. Konuyu biraz karışık anlattım ama izlerken su gibi akıp giden bir film. Sırları çözdükçe bahçenin büyüsünün ardındaki gerçeği de anlayacaksınız. Keyifli ve büyülü bir film izlemek isterseniz kaçırmayın derim. Evde görevli bulunan diğer gençler ve bu iki kuzenin arasındaki dostluk ve aile kavramıyla da temamız için oldukça uygun. Bir de o sevimli yaramaz köpek aynı bizim Nazlı'ya benziyor türü de aynı zaten :D

İşte Nisan seçimlerim böyleydi. Umarım izler veya okursanız siz de seversiniz :)
Bunlar da Konyaaltı'ndan sizin için paylaşmak istediğim iki fotoğraf. Buraları normalde böyle tenha bulamazsınız :) Ve şu rüzgar paraşütü mü neyse adı ondan bir gün ben de yapmak istiyorum :)