26 Aralık 2017 Salı

Kamp Bölüm 1



  Uzun bir tatili hak ettiğim düşüncesiyle insanların arasında ilerledim ve otobüsten iner inmez tatlı bir sıcaklıkla sarmalanmış olan gökyüzünün çivit mavisine göz gezdirdim. Güneşin atmosferin bütün katlarını aşarak bize ulaştırdığı ışığın ve enerjinin foton bazında tenimden nüfuz edişini hissetmek hırçın geçen bir kışın ardından hayatta kalmayı başardığımız için verilen bir ödül gibiydi. "Ah huzur!" diye düşündüm. Sonunda kaygısızca keyiflenebileceğim ve miskinlik edebileceğim birkaç gün beni bekliyordu. Bizi bırakan otobüs ardında kurumuş toprak yoldaki bütün tozu havalandırarak uzaklaştığında bir anlığına ulaşabileceğimiz en yakın marketin yaklaşık yirmi mil uzaklıkta olduğunu ve onun da nefes alıp verirken bile imha olacakmış gibi görünen derme çatma bir benzincide bulunduğunu hatırladım. Zihnimde paniğe benzer bir serzeniş kımıldansa da yanımızda yeterince erzak olduğunu ve  doğanın bize daha fazlasını sunmaya hazır olduğunu düşününce kaygılanmanın yersizliğini fark edebildim. Zaten elden başka bir şey de gelmezdi. Beş gün sonra aracımız bizi almak için geri dönünceye dek burada yapayalnız olacaktık. Belki de yolunu şaşırmış bir iki yolcuya rastlardık. Veya çıldırıp geri dönmeye karar verirsek sekiz saat boyunca durmaksızın yürümeyi göze alırdık.

  Kendi iç dünyamdan sıyrılıp arkadaşlarımın ellerinde kamp eşyaları ve sırtlarında dev çantalarıyla ufalmış gölgelerinin üzerinde yükselen siluetlerine gülümseyen bir bakış attım. Benimle benzer düşünceler içerisinde olduklarını tahmin ediyordum. Hepsi de bir an önce kampı kurup etrafı incelemek istiyordu. Güneş gibi kıvırcık saçlarındaki ve üzerindeki tozu temizleyen Pelluşi yine o "Lanet olsun!" diye klasikleşen tepkisiyle üzerime çılgın bakışlar attı. Doğa ve temiz hava içerisinde olmak güzeldi fakat dikkat etmezsek mikrop kapıp ölebileceğimizden endişeleniyordu. "Hayıııır! Ben ölmek için hazır değiliiim!" diye koluma yapışıp beni yine güldürdü. Titizliği ve takıntıları onun tatlı tavırlarıyla birleşince sevimli bir hal alıyordu. Ona toz yuttuk diye ölmeyeceğimizi ama ağaçlardan sarkan araknelere dikkat etmesi gerektiğini söyledim ve kocaman açtığı gözleriyle etraftaki ağaçlara bakarken saçını karıştırıp bana vuramadan kaçtım.

  Arkadaşlarımla birlikte gelen tanımadığım birkaç yabancıyla birlikte on kişiydik. Ağaçların arasında biraz ilerledikten sonra yol önce küçük bir patikaya dönüştü ve çok sürmeden onun da izini kaybettik. Güvenli şekilde ateş yakıp çadırları kurabileceğimiz bir yer bulunca hava kararmaya başlamadan yerleşmek ve akşam yemeği hazırlığına başlamak için hareket ederken kendimizi avcı toplayıcı insanların dünyasında gibi maceraperest hissediyordum. Kısa sürede çadırlar kurulmuş ve dört kişi ateş yakmak ve yiyecekleri hazırlamakla uğraşırken diğerleri yabani meyvelerden toplamak ve aslında etrafı incelemek amacıyla çevreye dağılmıştı. Yapacak bir işim kalmadığında ben de akan bir suyun sesini takip etmeye karar verdim. Pelluşi de benimle gelirken yolda rastladığımız Tutes, Yides ve Mely adında üç arkadaşımız da bize katıldı. Ormanın içlerine doğru ilerlerken zemin hafifçe yükseliyor ve sese daha çok yaklaşıyorduk. Çok geçmeden tekrar alçalan tepenin eteğinde sığ ama geniş bir akarsu yatağını bulduk. Ayakkabılarımızı hangi ara çıkartıp bileklerimizden yukarıya çıkmayan suyun ortasına hangi ara geldiğimizi hatırlamıyorum. Zira tabanlarımdan başlayarak yükselen serinliğin sarhoşluğu bütün günün yorgunluğunu eritirken ben kendimi tümüyle suya bırakmamak için irademle savaşıyordum. Çevremizde hızla görünüp kaybolan balıkları yakalamaya çalışarak bir süre eğlendik. Sonra karşı kıyıda ne olduğunu merak ederek biraz daha keşif yapmaya karar verdik.

  Aslında buraya kadar her şey o kadar mükemmeldi ki stres dolu yaşamımın tümü için daha fazlasını aramaya ihtiyacım olmamalıydı. Yine de merak insanın en temel içgüdülerinden biri olduğundan ve elbette ki güneş o saatte dünyamıza ışığını sunmaya devam ediyorken oraya kadar gelmişken devamını da görmeliydik. Her ağacı her taşı incelemeli, beton çevrili yaşamımıza inat yeşili hafızamızın tümüne kazımalı, huzuru ve keyif denen olguyu sindirmeliydik. Sonra yirmi gözlü dev bir örümcek bizi yuttu. Şaka şaka bunu uydurdum. Sadece uzun bacaklı minik gövdeli bir tür suratıma yapışınca Tutes tarafından kurtarılıncaya kadar korkudan kilitlenip nefes alamadım. Ya işte böyle, aman ne güzel, araknelerle dolu ormanda huzur hayal ediyoruz. Ne kadar da ponçik insanlarız! Pelluşi bir konuda haklıydı. Dikkatli olmak her zaman için hayat kurtarır.

  Eski bir maden ocağının azametli cephesine bakarken buranın en son ne zaman kullanıldığını düşünüyordum. Sonra eskimiş metal bir levha üzerinde bulduğumuz açıklayıcı bir yazıyla şaşkınlığa uğradım. Maden ocağı zengin bir aile tarafından villaya dönüştürülmüş, uzun yıllar bu şekilde kullanıldıktan sonra terk edilmişti. Dışarıdan bakınca her yerinden otlar, kayalar ve ağaçlar fışkıran ve birkaç girişinin yıkılmış kapılarla kapatılmış olduğu görülen garip şekilsiz bir tepeydi. Fakat içerisi eski, ahşap ve küf kokulu zengince döşenmiş bir evdi. Daha ilginç olansa ailenin son üyesinin bir seri katil oluşuydu. Pelluşi'nin buna tepkisi "Kırk yılın başı tatile geldik onda da seri katil bulduk!" şeklinde oldu. "Hayattaki şansım..." diye söylenen Mely ve onunla birlikte içinde bulunduğumuz durumu dalgaya vuran Tutes "En sevdiğim!" diye gergin bir ses tonuyla bağırdı. Neyse ki burası uzun zamandır terk edilmiş haldeydi ve katilin hayatta olmadığı yazıyordu. Hey durun bir dakika bu nasıl bir hikaye oldu böyle? Bunu kendime sorarken madene doğru ilerleyen Tutes'i tutup geri çekmeye çalışan Yides ve Pelluşi'ye sarılan Mely'e baktım. Koç burcu olmamın bana verdiği yetkiyle bu tatlı fanileri nacizane liderlik yeteneğimle toparlayıp kampa geri götürmeliydim. Böylece geri döndüğümüzde ya çadırların parçalanmış olduğu trajik bir sonla karşılaşacak ya da bu geceyi burada geçirip geçirmeyeceğimize karar verecek kadar aklı başında üye bulabildiğimiz bir senato toplantısı yapacaktık.

  Onlara toparlanın geri dönüyoruz demeye fırsat bulamadan maden evden dışarıya çıkan birilerini görünce kafatasımı delen kızgın bir mil varmış gibi korkunç ve anlık bir duyguya kapıldım. Arkadaşlarım da benim gibi yerlerinden sıçrarken tanımadığımız üç kişilik ekibin kameralar taşıdığını fark ederek duraksadım. İçlerinden biri bize kim olduğumuzu sorunca önce cevabı onlardan istedik. Ulusal bir tvde korku hikayeleri paylaşan bir program için çekim yaptıklarını söylediler. Bir haftadır bizim kamp alanımızın biraz uzağında bir karavanda yaşadıklarını öğrendik. Onları biraz izleyince içeriye girmek o kadar da korkunç görünmemeye başlamıştı. Bir süre sohbet etmemizin ardından içeriyi gezmemiz için bize eşlik etmeyi teklif ettiler. Bir haftadır bu yer hakkında epey şey öğrenmişlerdi ve bunları birileriyle paylaşmak için can atıyorlardı. Birkaç gizli oda ve geçit bile keşfetmiş olmalarını gururla anlatıyorlardı. Tutes ve Yides onlara hemen uyum sağlamıştı. Ben de merak etmiyor değildim. Bu nedenle diğerlerini ikna ettikten sonra yeni arkadaşlarımız yanlarındaki iki yedek feneri bize verdi ve karanlık girişe doğru ilerlerken ardıma bakmamaya özen gösterdim. Böylece olası korkunç bir görüntüyle karşılaşmayacaktım. Pelluşi "Saçmalamayın" diye fısıldadı. "Belki de katilin akrabalarıdır ve içeride bizi keseceklerdir" diye itiraz etti fakat tek başına dışarıda beklemektense peşimize takıldı. Anne gibi koruyucu duygularla bize göz kulak olmayı düşünüyordu. Helios aşkına ne kadar da mantık içerisinde eylemler!

  İçeride biraz ilerledikten sonra bir madende olduğumuzu unutmak mümkündü. Madencilik zamanından kalma bir asansör ile alt kata indikten sonra karanlık uzun bir koridordan daha geçip geniş bir hole ulaştık. Buradan ahşap bir merdiven ile başka şekilde ulaşımın olmadığı ara bir kata çıkılıyordu. Merdiven korkulukları ve duvar süslemeleri dahil bütün mobilyalar gotik sanatını en iyi şekilde yansıtıyordu. Bütün duvarlar kadife bir duvar kağıdı ile kaplıydı. Tavandaki bir açıklıktan ince bir iplik halinde akan doğal yeraltı suyu zeminde kırık heykellerle süslenmiş bir havuza dolduktan sonra taş oluklar sayesinde oda içerisinde bir süre yoluna devam edip bir duvarın düzeltilmiş çatlağında kayboluyordu. Fenerlerin ışığını görüp oraya buraya kaçarak saklanan böcekler ve başka hayvanların hızla kaybolan siluetlerini görmezden gelmeye çabalamak oldukça zordu. Neyse ki örümcek ağları tv ekibi tarafından geçeceğimiz noktalarda epey temizlenmişti. Yarasaların kızıl gözleri karanlıkların içinde bizi takip ederken ardımdaki adım seslerinin neden yankılanmadığını anlamaya çalıştım. Sonra duvarların kadifeyle kaplı olduğunu hatırladım. Fakat tuhaf bir şey vardı ve bir süre bunun ne olduğunu anlayamadım. Belki de Helios yerine Apollona bağlılık duymalıydım. Şimdi bir ön bilicilik yeteneği oldukça işe yarardı. Ah yüce eskiler adına!

Not: Bir kabus yazısıdır. Büyük çoğunluğu gördüğüm rüyayı barındırsa da çok az kurgu içerir.

S..

9 Aralık 2017 Cumartesi

Bütün Hayaletlere Çikolatalı Pasta


  Çocukken yani eskiden işte... insan büyüdüğüne bir türlü alışamıyor da... Masalları bir türlü sevemezdim. Rapunzel pamuk prenses veya başka varyasyonları bana saçma gelirdi. Sadece Winnie the Pooh ve  Peter Pan izlemeyi normalden biraz fazla severdim onun bir çizgi dizisi vardı. En son izlediğim bölümde wendy bir aynaya hapsolmuştu ve onu bulamıyorlardı. Neyse konumuz bu değil. Masalları pek sevmezdim. Çizgifilm de çok nadir izlerdim. En sevdiğim roadrunnerdı ama hep çakal kazansın isterdim. O devekuşunun alaycı tavırlarından hoşlanmazdım. Galiba biraz farklı düşünen bir çocuktum. Bu çizgi filmi sinir ola ola neden izlediğimi şimdi anlıyorum. Çünkü o bu çizgi filmi severdi. Ben onun sevdiģi şeyleri izleyip sevdiği kitapları okumaya yöneliyordum bir şekilde. Onun gördüğünü görür onun baktığına bakar okuduğunu okursam onu anlarım onu görürüm onu hissederim sanıyordum. Ben şiir yazmaya da ondan kalan kitapların arasında bulduğum bir şiiri okuduktan sonra başladım. Onun izini takip edip yolumu buluyordum. Bıraktığım izlerde onu buluyordum. Hala da öyle.. ben biraz o biraz kendim oldum zaman içinde. Hala bir oluş içerisindeyim. Hayata onun yerine onun gibi bakıyorum. Onun bakması gerektiği gibi. Bazen yorucu oluyor. Hiçbir zaman istediğim gibi depresyona girip kafa dağıtamıyorum. Çünkü bazen insan dağılmak da istiyor kabul etmek lazım. Yine de beni ben yapan her şey bana enerji verip mutlu ediyor. Bu gün doğum günü. Ve onu çok özledim. Yine gecenin hayaletleri etrafımda gezerken onun için çikolatalı bir pasta kesiyorum. Hiç şahit olmadım ama bence çikolatalı pasta severdi. Çünkü ben seviyorum.. Bütün hayaletlere çikolatalı pasta...

S..

17 Ekim 2017 Salı

Işık Gölge Oyunları

Olbia, çarşı, akdeniz üniversitesi, kampüs, akdeniz, stoa

  Bazen hayatımdaki bütün şansı tüketmişim gibi geliyor. Bütün iyi ve güzel sözcükler güneşin tirizli pencerelerden içeriye süzüldüğü ve minderde uyuyan kedinin kapalı gözlerinde gölgeler yarattığı bir günde kalmış gibi. Ayaklarımın altından akıp duran serin dere kurumuş, çatlamış çakıl taşları ise tabanlarımı yakıyor. Ruhumdaki iğde ağacı göğe küsmüş. Haldi'nin kızıl gözlü kuzgunları bile ağacımı terk etmiş. Onlar bile üzerimdeki gökyüzünden ürkmüş sanki.

  Bütün karanlığımı bir battaniye gibi sarınıyorum bazen. Kendi karanlığım ruhumdaki ışığın olgunlaşıp parlamasını sağlayabiliyor. Bunun nasıl olduğunu anlatmam mümkün değil. Ama sanırım karanlığı anlayıp çözümlediğimde onun dışına çıkmanın yolunu buluyorum.

  İnsanları kafama takmamam gerektiğini yeni yeni öğrendim. Benim zaten yeterince sorunum var. Kendimi geliştirmek ve bana gerçekten değer veren insanlara odaklanmak benim için daha öncelikli şeyler. O hakkımda böyle düşünmüş şu kişi bunu yapmış diye düşünüp harcayacak zamanım yok. Bunun yerine bir kitap daha okurum veya bir şeyler yazarım.

  Yazmak demişken.. Birkaç tane ödevim var. Sunum da yapacağım. Ve araştırıp rapor gibi yazmam gereken bir konu var. Ödev yapmaya alışkın değilim ama bunun gerekli bir şey olduğunu düşünüyorum. Tek sorunum birçok ders için aynı anda bir şeyler araştırmak. Neye odaklanacağımı şaşırıyorum. Sanırım sunuma öncelik vermem gerek. Yapmayı tasarladığım birkaç şey var. Başarılı olursam çok mutlu olacağım. Tanrım lütfen! Bu arada dalış dersleri almaya başladım. Şimdilik iyi bir dalış gerçekleştirememiş olsam da hocam benden umutlu. Nefes alamama korkusunu yenmem gerekiyor. İlk dersimde kriz geçirdim resmen ama devam ediyorum.

  Autocad öğrenmem lazım canım okuyucu, eğer programı nereden nasıl indirmem gerektiğini anlatan birisi olursa aranızda çok mutlu olurum bilesiniz. Programı biraz biliyorum benzer programlar denemişliğim veya videolardan öğrendiğim şeyler var ama programı kullanıp gelişmem gerekiyor. Bilgisayarı çok iyi kullanırım aslında ama nedense bu programı kurmayı başaramadım bir türlü. Kendi sitesinden öğrenci lisansıyla yüklemeyi denedim başka yollar da denedim ama olmadı.

  Şanstan bahsettim ya başta. Bazen o kadar kötü hissettiğim bir anda her şey yeniden değişebiliyor. Olaylar bizim düşündüğümüz kadar kötü değildir hiçbir zaman. Aslında bizim en büyük düşmanımız duygular. Ben çok duygusal biriyim bu da beni çok zorlayan bir şey. Her zaman mantığıma güvenirim ama duygularımı yok sayamam. Bu nedenle iyi analiz yapan biri olsam bile kafamda birçok düşünce bir arada olduğundan kararlarımı alırken çok düşünür kendimle tartışır ve sonuca varana dek uyku uyuyamam. Olumsuz bir duygu buhranı içindeyken bile acı çektiğim konuyu zihnime hapsedip diğer işlerimle ilgilenmesini de bilirim. Sonra da sakinleşirim. Sakinleştiğimde olaylarla vaktinde ve tane tane yüzleşirim. Işte o zaman şansım yendien ortaya çıkar.

  Şimdi de buna benzer bir şeyler oluyor hayatımda. Bir konu beni ruhumdan yaralamıştı. Kendimi öyle kötü hissettim ki ilk başta hiçbir şey yapamadım. Sonra öfkelendim. Sonra güvendiğim insanlarla konuşup olayı değerlendirdim. Ve olayı şimdilik geride bırakıp kendi yoluma devam etmeye karar verdim. Şimdi ise güzel haberler alıyorum. Gerçekleşme ihtimali olan güzel şeyler var. Yapmayı istediğim şeyin peşinden gitmeye devam ediyorum. Beni anlamadığını düşünüp kırıldığım birkaç kişinin aslında beni korumak istediğini anladım. Bu da kafamdaki bazı bulutları dağıttı. O kedi yine pencere önünde. Belki güneş yeniden tirizlerin gölgesini taşır bir gün.

  Yani demek istediğim şey karanlıklarım olsa da paniğe kapılmamayı öğrendim. Devam etmek önemli. Yürümek. Ilerlemek. Pes etmemek. Sorgulamak. Anlamak... Konuşmak da önemli. Kafanda kurup durmak yerine gidip konuş sorununu. Insanlar konuşmuyor ya inanabiliyor musun blog! İletişim kuramıyor insanlar...

  Ben yine yazarım. Sen buradasın nasılsa...

  S..

23 Eylül 2017 Cumartesi

Güven Kırılgandır


  Ruhumuzun hep çocuk kalması güzel şey blog. İnsan bazen çocukluğunu, dünyaya o zamanki bakışını özleyebiliyor. Ruhun genç kalması sağlık açısından da iyi hem...

  Fakat ruhun çocuk kalan bir yanı olması ayrı şey, çocukça davranıp saygısızlık sınırlarına ulaşmak ayrı şey...

  Herkesin kendine ait özel bir alanı vardır. Bu alana kimlerin dahil olacağına yalnızca alan sahibi karar verir. Kimin ne ölçüde dahil olacağına da.. Her insan kendine ait olan bu alan içinde özgürdür. Bir başkasının alanına pat diye müdahale edemeyiz veya zorla dahil olamayız. Kişiler birbirini tanıdıkça ve güvendikçe kendi alanlarında birbirine yer açmaya başlar dahil eder izin verir...

  Tanıdığımız herkes bize ait olan bu alanda veya dünyada belli ölçülerde yer alır. Bazıları sınırda kalır bazılarıysa dahil olmaya yakın bile olmaz. Bu böyle ben söylemiyorum. Birinin hayatına dahiliz diye onun hayatındaki başka kişileri de ne sorgulayabiliriz ne de müdahale edebiliriz. Herkes kendi sınırlarını bilecek blog. A kişisi benim sevdiğim bir kişi olabilir hayatımda güzel bir yeri olabilir fakat benim hayatımdaki B kişisine istediğini yapamaz veya saygısızlık edemez. Onunla bir derdi varsa gitsin kendi alanında çözsün.

  Ben A kişisiyle olan paylaşımlarımı sırlarımı saygıyla saklıyor güvende tutuyorsam, B kişisiyle olan paylaşımlarımı da güvende tutuyorum. A kişisi gidip de bunları karıştıramaz veya karıştırmıyorsa bile B kişisini rahatsız edecek bir davranışta bulunamaz. Bu saygısızlıktır. Böyle davranışlar güven sarsar. Sizden uzaklaşılmasına neden olur. Bir daha güvenilmemesine neden olur. Sonra düşünüp durursunuz kimse neden benimle sohbet etmiyor, neden benden uzak duruyor, niye kendi aralarında daha güzel sohbet ediyorlar diye. Durup bir kendinize bakın rica ederim.

  Neşeli, eğlenceli ve esprili olmak iyi olabilir ama saygısızlık ve patavatsızlıkla aralarında ince sınırlar vardır. Dikkat etmek gerekir. Birini seviyorum diye her türlü davranışı görmezden gelemem bu doğru olmaz. A kişisi B kişisini gereksiz de olsa kıskanmış olabilir ya da gerçekten çocukça takılmak istemiş olabilir fakat davranışlarının sonuçlarını düşünmeli. Davranışımız bir insanı incitebiliyorsa doğru değildir.

  Güven kırılgandır. Onarılması imkansız gibi bir şey. Çok fazla zedelenirse un ufak olur.

  S..

9 Eylül 2017 Cumartesi

Neler Oluyordu?



  Bir harabenin içinde dolaşıyorum. Eskimiş bir zamanın hatırasını yaşatan yıkıntı halinde duvarlar mevcudiyetlerini koruyabildikleri ölçüde iki yanımda yükseliyor. Zaman hep doğadan yana. Sarmaşıklar ve yosunlar dört bir tarafımda taşların arasındaki çatlaklardan fışkırıp yeşil bir örtüye dönüşmüş. Zeminin ve duvarların varlığını bitkilerin yer yer bıraktığı boşluklarda pürüzlü gri taşların belirmesinden anlıyorum. Sonbaharda olmadığımız halde yerde rüzgarla birlikte dönen kurumuş yapraklar bileklerime çarpıp duruyor. Adımlarım tedirgin. Adımlarım usul usul. Koridorda öylece ilerliyorum. Tavandaki bazı boşlukları fırsat bilip içeriye sızan gün ışığı bitkileri yeşilin her tonuna boyuyor. Gölgelere bakmıyorum. Birini arıyorum. Buraya getirilmiş. Çünkü burası bir harabe olsa da aslında bir hastane olarak kullanılıyor. Ama etrafta kimse yok. Böyle bir yerin neden hastane olarak kullanıldığını bilmiyorum. Buna sebep olan bir şey mi vardı? O sırada sadece arkadaşımı aramaya devam ettim ve fazla düşünmedim.

  Kapı olduğunu tahmin ettiğim bir boşluğun önünde durduğumda içeride arkadaşımın olduğunu anladım. Onu tam olarak göremiyordum. İçerisi sıcak bir buharla kaplıydı ve dışarıda olmama rağmen yüzüme çarptıkça nefes almamı engelliyordu. İçeriden bir hemşire çıktığında onun iyi olup olmadığını sordum. Saçlarını ensesinde küçük bir topuz yapmış, sarışın, minyon tipli ve genç bir kadındı. 

  "Size söylesem daha yararlı olur. Onunla ilgilenmelisiniz."

  Dedikten sonra beni karşı duvardaki bir yarığa ilerletip dışarıda bir yönü işaret etti. Yüksekteydik. Hatta bir uçurumun kıyısında duruyorduk. Karşıda boşluktan sonra bize bakan başka bir uçurum vardı. Uçurumun kenarında zemini ve korkulukları ahşaptan bir platform duruyordu. Altındaki boşluğa düşmemesi için tabanın altından çapraz tonozlarla desteklenip kıyısında durduğu kaya duvara sabitlenmişti. etrafında pek çok ağaç yükseliyor ve ardındaki yolun nereye gittiğini görmemi engelliyordu. Üzerindeki tek şey bir otomatik veri aktarım makinesiydi. Öyle bir şeyi böylesine saçma bir yere koymayı kim akıl etmiş diye düşünürken hemşire "Oraya gittiğinde makineye doğru ilerlerken görmemesi gereken bir şey görmüş. Şoka girmiş. Yanlış zamanda yanlış yerdeydi. Yaşadığı travma psikolojik olarak onu çok etkiledi. Biz onu kaynak suyu ve buharla tedavi ettik artık gitmeye hazır fakat yanında olup ona destek olmalısınız." diye açıkladı. O sırada neden kahkaha attığıma anlam veremedim. Delirmiş olmalıydım. Ama yaralanmamış olduğuna sevinmiş ve bu yüzden saçma bir tepki vermiştim anlaşılan. Kahkahadan dolayı kendime öfke duyarak toparlandım. Sonuçta yaralı olmasa bile ciddi bir olay yaşamış olan arkadaşımın bana ihtiyacı vardı.

  O sırada odadan dışarıya çıkan arkadaşımın sesimi duyduğunun bilinciyle ondan özür diledim ve iyi olduğu için mutlu olduğumu söyledim. Arkadaşım (Ç) ilk başta hiçbir tepki vermedi ve sonra da bana sarılıp bir süre öylece kaldı. Ona her şeyin geçtiğini artık yanında olduğumu söyledim. Ve o tuhaf hastaneden dışarıya çıkış yolunu aradık. Dışarıya çıkabildiğimizde hava kararıyordu. Geniş asfalt bir yol sol yanımızdan ileriye doğru uzanırken yolun iki tarafında ağaçlar yükseliyor onların gerisinde yer yer boş araziler ve ormanlar yer alıyordu. Nerede olduğumuzu bilmiyorduk. (Ç) ileride bizimle aynı yönde koşarak uzaklaşan insanlara bakıp "Neler oluyor?" diye sordu. Fakat buna verebilecek bir cevabım yoktu. Ardımızdan bize hızla yaklaşan birinin adımlarını duyduğumuzda dönüp kim olduğuna baktık. Adam yanımıza geldiğinde duracağını sanıyorduk ama o bizi geçip yoluna devam etti. Arkasından bağırıp neler olduğunu sorduk. Adam İngilizce "Kaçın!" diye bağırdı. Gökyüzünün kızılı karanlık bulutlarla parçalanmıştı. Artık uçak sesleri işitiliyordu. Tehlikede olduğumuzu anlamamız için başka bir işarete gerek yoktu. Koşmaya başladık. Yol ileride sağa doğru kıvrılıyordu. İnsanlar da o yönde epey ilerledikten sonra ağaçların arasında gözden kaybolmuştu. Onları takip etmeye çalıştık.

  İnsanları en son gördüğümüz yere kadar gelince ağaçların arasına girmekte tereddüt ettik. Bu sırada biraz daha ileride bir otomatik veri aktarım makinesi olduğunu gördük. Teknoloji enteresan şeydi.  Bu makinelerde var olmuş bütün bilgiler araştırılabilği  gibi telefon da edilebiliyordu. Koşup yardım istemek amacıyla makinenin çalışıyor olması için dua ederek ekrana baktık. Dikdörtgen uzun bir kabin içerisine yerleştirilmiş cihaz garip sesler çıkartırken mavi bir ışık saçıyordu. Bizden kimlik ve bazı bilgileri istiyordu. Ama istediği şey bizde yoktu. O sırada birinin bize seslendiğini duyduk. Bu başka bir arkadaşımız olan (D) idi. Onun burada olduğunu bilmiyorduk. Bize gri bir kart uzattı. Bu makineleri kullanmak için gerekli olan kimlik kartıydı ve herkeste bulunmuyordu. (Ç) kartı alıp makinenin üzerindeki okuyucuya tarattı ve geri verirken yere düşürdü. Ben eğilip kartı yerden alırken üzerinde Çince harflerle Türkçe bir isim yazdığını sandım. Fakat tekrar bakınca Jin Hanu yazdığını gördüm. (Ç) ile kafamız karışmıştı (D) ne zamandan beri Japon veya Koreli diye sorduk birbirimize. Bu gizli bir bilgi olmalıydı. (D) bir ajan olmalıydı. Arkadaşım (D)nin yüzüne baktığımda sorun olmadığını işaret eder şekilde omzunu silkip başını sağa sola salladı. Sonra makineden birilerine ulaşmayı başardık ve koordinatlarımızı gönderip yardım istedik. Gökyüzünden uçaklar gelip geçiyor ve şimşek gürültüsüne benzer sesler duyuluyordu. Uçakların bizi görmesini engelleyen tek şey üzerimize eğilen ağacın sık yapraklı dallarıydı. Ama artık yardım geleceğini biliyorduk ve birbirimizin yanındaydık...


Not: Bir rüya hikayesi dahaaa :D

S..

15 Ağustos 2017 Salı

Papatya Kadın



  Çocukluğunuzun en muhteşem ögeleri olan ailenin yaşlı çınarlarıyla zamanla aranıza mesafeler girdiğinde hayat eskisi kadar muhteşem olmamaya başlıyor. Onlarla iletişiminiz giderek azaldığında her şeyin eski tadında olmadığını anlıyorsunuz. Ve bir gün tamamen kaybolmalarından korku duysanız bile elinizden bir şey gelmeyeceğinin bilincinde oluyorsunuz...

  Bu gün anneannem aradı. Ev telefonundan cep telefonuna bize daha rahat ulaşabilmek için geçiş yaptığından beri belki bir yedi sekiz sene olmuştur. Ama hala kullanırken biraz ürkek davranıyor. Konuşurken çok yazmasın sana deyip durur. Bazen kendi aradığını bile unutup aynı uyarıyı yapar. Kapatacağı zaman da hadi görüşürüz kuzum der, bazen cevap beklemeden kapatıverir. Ben kendine dikkat et anneannem görüşürüz demeye çalışırken o telefonu kapatıverince laflar kaç defa ağzımda kaldı hatırlamıyorum :) Annemlerin kuzenleri ve onların çocukları falan baya kalabalık bir grup memleket hasretiyle Andırın'a varmış. Hepsi de anneannemin hastasıdır. Aslında anneannem Andırın'ın en gözde sultanı. Tirşiği en güzel o yapar. En güzel bazlamalar, içli köfteler ve kömbeler onun elinden çıkar. Müthiş bir aşçı olduğu kadar da zarif bir hanımefendidir. Benim beyaz papatyam. Adımları bile rüzgarda salınan çiçekler gibidir. Herkes hürmet eder, saygı duyar kendisine. Küçükken memlekette kaybolacak olsak kimin torunusun diye soranlara Ömer'le Fatıma'nın dememiz yeterdi. Fatma aslında ismi ama dedem öyle söyler adını.

  Neyse işte bizim akrabalar anneannemin evinde coşkulu bir buluşmanın ardından annemle de konuşmak istemişler sanırım, o kısmı pek anlamadım ama, annem iş yerindedir diye beni aradı anneannem. Hal hatır sormalar selam göndermeler bittikten sonra ne yapıyorsunuz kısmına geçildi. Ondan sonra da anneannem "Tamam kızım, hadi çok yazmasın yine konuşuruz." dedi. Ama kapatmadan önce de "İnternetiniz var mı sizin?" diye sordu. "Var anneanne ne oldu ki?" dedim. "İnternete bir şey yüklediler de annenle beraber bakın." dedi. İnternetin neresine yüklediler diye sordum. Arkadan da birileri bir şeyler söylüyor sürekli bir şeyler açıklıyor ona. Bu kez de  "Sizin evde feysbukunuz var mı?" diye sordu. Ponçik kadın :) "Var anneanne." dedim. "Tamam oradan resim göndermişler size bakarsınız." diye açıkladı. Ben tabi anlamaya çalışıyorum hala. Hangimize göndermişler, mesaj mı atmışlar nedir diye sorunca "Herkese göndermişler hepiniz görüyormuşsunuz" dedi. "Aa tamam anneanne ben bulamazsam anneme söylerim o bulur." dedim. Neyse ki bu kez görüşürüz demeyi de başardım :)

  Öyle işte :)

  S..

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Sibernetik Sistem


Biyolojik veriler analiz ediliyor..
Yaşam fonksiyonları yönlendiriliyor..
5. seviye güvenlik ihlali.
Alfa protokolleri çözümleniyor..
..
Bağlantı sürdürülebilirliği zayıf.
Patojenler tespit edildi.
..
Güç aktarımı başarılı.
Nöron aktivitesi olumlu.

Rejenerasyon düzeyi %10'a yükseltildi.
Hasar onarımı devam ediyor.
Patojenler etkisizleştiriliyor.
..
..
Onarım %50..
%70..
%90..
Rejenerasyon tamamlandı.
Bağlantı güçlendirildi.
Yaşamsal veriler olumlu.
Bilinç açık. 
Konak canlı onarıldı.
Sibernetik ağ erişim yetkisi onaylandı.
...


Yine bilimli kurgulu saçma rüya kırıntıları. Diyor ki; yeter artık yazman lazım.

S..

11 Ağustos 2017 Cuma

Filler ve Karidesler


  •   Üzerine soğuk birer ışık vuran iki masaya doğru yaklaştırılıyor ve  bir sandalyede oturan sarı saçlı kızın endişeli gözlerine bakıyorum. Doktor bir şeyler anlatıyor. Söylediklerini işitsem de dikkatimi veremiyorum. Kız onu benden daha iyi dinliyor ve sürekli kafasını onaylar biçimde sallıyor. Sanırım burada kafası karışık ve algıları kapalı olan tek aptal benim. Benim anlamadığım şeyleri anlıyor diye ona biraz öfke duyuyorum ancak bu fazla uzun sürmüyor.

8 Ağustos 2017 Salı

Tahtakuruları

beksinski



  İnsan bazen konuşamaz. Kelimeleri ısırır ve susar. Dişleri yüreğini kemirir. Boğazı çöl kumu yutmuş gibi bir hal alır. "Neden bu sıralar sesin hep mutsuz, neden üzgünsün?" diye sorar birisi. "Bilmem herhalde uykusuzum." der geçiştirirsin. Söyleyemezsin hiçbir şey. Ruhundaki fırtınalar bir tek seni yutsun istersin. Taşmasın dışarıya incitmesin kimseyi. Sustukça sürekli surat asan bir insan olmakla da suçlanabilirsin pek tabii. Ama olsun dersin seni kıracağıma kafam kırılsın.

  Sustum ben yine. Zaten sessizgemiden başka ne beklenebilirdi. Bir gün kendi okyanusumda yelken çapa işe yarar ne varsa kalmamış bir şekilde sürükleneceğim. Keder, sebebi bazen belli olmayan tahtakuruları gibi kemirir bedeninizi. Gemi olmak da zor iş anlayacağın blog. İsmini okumaya cesaret edemediğim için izlemediğim filmler var benim. Şuan televizyonda bir tanesine denk geldim ve kaçtım yine. Hayat da biraz böyle benim için. Ondan kaçarak onu alt etmeye çalışıyorum. Şuana kadar iyi idare ettim hakkımı vermelisin. Ama bir yerden sonra saklanıp kaçmak yerine onunla yüzleşmenin bir yolunu bulmam gerektiğini biliyorum.

  İnsanın kaç kişisi var şu dünyada blog? Onlar da tek tek azalıyor. Eksiliyorsun. Tahtakuruları sağ olsun tanrı onları da yarattıysa bir bildiği vardır. Fakat reenkarnasyon diye bir şey varsa beni boşlukta bıraksınlar söyleyin. Siz istediğiniz kadar geri gelebilirsiniz. Ben boşlukta kendimle ve sakince kalacağım.

S...

5 Ağustos 2017 Cumartesi

Denizanası, Martı ve Kaplumbağa


  "Kendini düşüyormuş gibi hissettiğinde gözlerini kapat. Son ses müzik dinlerken bağıra bağıra eşlik et. Bırak sesini duyanlar ne düşünürse düşünsün. Hepsi geçecek. Saatlerin durduğu bir anda. Belki de biraz daha erken bir mucize gerçekleşir ve bu dramanın sonu değişir. Bağırarak şarkı söylemen bittiğinde de katıla katıla gül. Kahkaha at. Çünkü bu saçma sapan komik bir film ve senaryoyu bir deli yazıyor. Gülmen şart. Çünkü bir kez gözyaşı dökersen kabusların çocuğu kuzgunlar peşini bırakmaz. İşte o zaman gerçekten kaybedersin. Ruhunu iyice sakla ve gülümsemeye devam et kaplumbağa. İşte böyle. Her şey geçecek nasılsa bir şekilde. Sonunda iyi olacaksın."

  Kaplumbağa okyanusun kalbinde yüzerken denizanası onun yakasına yapışıp sarf etti bu sözleri. Sonra da geldiği karanlığın içinde tekrar kayboldu. Kaplumbağa hiçbir şey anlamamıştı. Yüzmeye devam etti ve gülümsedi. Akıntı da bu gün ne güçlüydü böyle. Biraz yüzeye çıkıp nefes almalı ve güneşle ısınmalıydı. Böylece martıyla beraber şarkı söylerlerdi. Yolculuk öyle daha keyifliydi.

Bu ne biçim son? Ben de bilmiyorum sorma blog.


Bonus1: My Chemical Romance - Famous Last Words: Yazar bir kaşını kaldırıp gözlerini üzerinize dikerek bunu dinleyin diyor burada.



Bonus2: Nell - The Day Before: Klibi anlamak için paylaşan kişinin yaptığı açıklamayı buraya eklemeye karar verdim Elysium Taro tarafından paylaşıldı: "Öncelikle oyuncular: Lee MinKi (Flower boy band'den tanırsınız belki) ve Song JaeRim (Flower boy ramyun shop'tan tanıyabilirsiniz)
Video intihar etmiş olan ve intihar mektubu olarak bir video bırakan Minki hakkında. Arkadaşı (JaeRim) videoyu izliyor ve kamerayı kurarak ölüm sahnesini tekrar canlandırıyor. Kendisini sahneye, Minki'nin karşısında oturuyormuş gibi yerleştiriyor. Videoyu dinliyor ve zihninden Minki ile konuşuyor yada videoda söylediği şeylere cevap veriyor. Sanırım Minki'nin neden intihar ettiğini anlamaya çalışıyor ve daha fazla şey yapabilmiş olmayı diliyor. Son sahnelerde gördüğünüz (yada göreceğiniz gibi) Minki gerçekte orada değil, o sadece bir video. Bu arada ekleyeyim, Minki'nin cam bir şişeden çayına (veya kahvesine) döktüğü sıvı da zehir oluyor."



S..

4 Ağustos 2017 Cuma

Zaman Değişiyor



  Bundan sonra ne ben senin yaşamına tam olarak şahit olacağım ne de sen benim. Ağladığın güldüğün şeylerden artık benim haberim olamayacak eksiksiz. Benim üzüntülerimden sevinçlerimden de senin haberin. Her gün günaydın deyip sarılmayacağız. Aynı sofrada oturmayacağız. Yaptıklarımızı, yaşadığımız her şeyi artık birbirimize anlatmayacağız. Başkasına attığım tribi yaşadığım öfkeyi senin kucağında dindiremeyeceğim bundan böyle. Benim omzum sana yastık olamayacak. Göreceksin günden güne birbirimizi aramalarımız azalacak. Bu bizim başımıza gelmez sanırdım. Anneler teyzeler birbirinden nasıl uzaklaşır anlamazdım. Biri başka şehirde öbürü başka şehirde olmayı nasıl başarırlar bu noktaya nasıl gelirler bilemezdim. Biz ayrılmayız sanırdım. Ama oluyormuş işte. Birisi diğerini bırakıp gidiyormuş önce. Sonra da zaman kendi oyununu oynuyormuş. Ben arada bir böyle şeyler düşünür kafama takarım sen endişelenme. Bu sadece benim kendi kendime yaptığım bir kabullenme ve veda konuşması. Hayat böyle bir şey gülümse.

3 Ağustos 2017 Perşembe

Biraz Mola ve Müzik

bigbang, kpop,
Bu şey değil mi? Benim bir konu üzerinde çalışırkenki halim :D

  Kulaklığınızı takın. Sesi sonuna dek açın. Ve dinleyin. İsterseniz alt yazıdan Türkçesini okuyabilirsiniz de. Fakat bir de gözleriniz kapalı dinleyin. İnsan kendini başka bir dünyada gibi hissediyor. Nell kendinde farklı ruhlar barındıran nadir gruplardan.

"Bir şey boğucu hissettiriyor.
Soluk alsam bile
nefes alamıyorum 
nefessiz kalıyorum...
Neden her şey çok karmaşık?
....
Hadi, her şeyi unutalım"

Bir yerden bir yere varmaya çalışırken kalbimizin atışını duymayız. Onun nasıl da çırpındığının farkına varmadan geçer günler ve geceler. Nedir bu koşuşturmaca? Nasıl olur da kendi çığlığımızı bile işitmez hale geliriz? Her gün ne olduğunu çözemediğimiz bir baskı altında olan ruhumuz onu görmeyi başaramadığımız her geçen an biraz daha yok olur. En sonunda kendi karanlığında gezinen ruhsuz varlıklar oluruz. Çöldeki kumların arasında nereye gittiğimizi bilmeden yürüyüp duruyoruz. Bazen durup bir mola vermek gerek. Çevremizde dönüp duran kaosu kendi haline öylece bırakmalı kimi zaman. Güneşin gücünden habersiz ışığı altında küçük bir gölgede oturup gözlerimizi kapatmalı ve orada ruhumuzu bulup onu görmeliyiz. Kalbimizin sesini yeniden duyup onu kurtarmalıyız. O zaman daima zihnimizi kuşatan soruların cevaplarını da sonunda bulabilmemiz mümkün olur. Hey, nerede olduğumuzun bir önemi yok. Hadi kısa bir süre her şeyi unutalım. Ve nefes alalım. İşte yaşamak bu... Var olmak karmaşık bir şey...

(Nell - Vain Hope)


T.O.P

T.O.P, Choi Seung Hyun

  Biz VIP'ler ve eminim pek çok başka fandom olayları az çok takip ediyoruz ve olanlar için hepimiz üzgünüz. Evet biz de öfkelendik takip ettiğimiz sevdiğimiz bir idolün bu şekilde bir skandala bulaşıp bununla gündeme gelmesine ama hey adam az daha ölüyordu. Ve hatasının farkında bir şekilde kendine gelir gelmez herkesten başını eğerek özür diledi. Suçunu kabul etti ve cezasını çekip yeni bir yürekle yeni bir başlangıç yapmak istediğini belirtti. Yüzündeki ifade nasıl kederle dolu olduğunu gösteriyordu. Bu süreç onu resmen çökertmiş. Bigbang gerçekten Kore'de en başarılı birkaç gruptan biri hatta bana kalırsa en iyisi. O kadar çok seviliyor ve o kadar kaliteli müzik yapıyorlar ki haliyle pek çok göz üzerilerine çevrilmiş durumda. Başarıyla parladıkça düşmanları da artıyor. Bu baskı ve sürekli yapılan eleştiriler insanları içinden çıkılmaz bir depresyona sürüklüyor. Onun başına gelenler de bu şekilde başlamış olmalı. T.O.P hakkında yapılan birkaç yorumu okuyunca dehşete kapılmamak elde değil. Neden yaşıyor diye sorgulayandan tutun ağza alınmaz hakaretler eden ve iyileşmeyerek ölmesini dileyenler bile vardı. Zaten ruh hali dibe vurmuş bir insan olarak hakkında yapılan bu eleştirileri umarım şimdilik okumuyordur diyorum ama Kore'de bu mümkün değil.

Dilerim bir an önce toparlanır ve bir daha böyle bir şey yaşamaz. Grubun diğer üyeleri için de aynı şeyi diliyorum. Umarım onları yine bir arada görürüz. Şu insanların onlara eşlik ederken yükselen çığlıklarını bir dinleyin. Harika bir şey bu... Biz dans etmekten utanan ve sert bakışlarının altında bir çocuk gülümsemesi saklayan seni tekrar iyi bir şekilde karşımızda görmek istiyoruz Bay Choi.. 강해 져야! 힘내!




S..

1 Ağustos 2017 Salı

Karanlık Dünya Bölüm 3

anime

  Dışarı çıktım ve koridorda adımlarımın yankısını ürpertiyle işitirken onun kapattığı kapıya ulaştım. Soğuk kapı koluna dokunduğum anda beynim ikiye bölünmüş gibiydi. Davranışımın sonucunu idrak etmeye çalışırken geri çekilmeyi düşündüm ama aynı zamanda elim kendiliğinden hareket etti ve kapıyı açmış oldum. Etrafta onu göremiyordum fakat varlığını algılayabiliyordum. İçeriye adım attığımda onu odanın diğer köşesinde yerdeki bir yığın kağıdı incelerken buldum. Ne yapıyor diye kendi kendime sorup bir cevap aradım. Beni fark ettiğinde bakışlarından orada olmamdan huzursuz olduğunu ve benden hoşlanmadığını sezebiliyordum. Önemli bir işle uğraşırken sessizliği bozup dikkat dağıtacak bir haşere gibiydim onun için.

  Bir süre sadece birbirimize bakıp sırada ne olacağını düşündük. Ben onun beni yemek isteyip istemediğini veya onunla ne yaptığı hakkında iletişim kurabilme ihtimalini düşünürken, o ona saldırmayı mı kaçmayı mı seçeceğimi ya da burada ne aradığımı merak ediyordu.

  Sonra ani ve beklenmedik bir şekilde "Size ne oldu böyle profesör?" diye soruverdim. "Herkese ne oldu? Hiçbir şey anlamıyor ve korkuyorum." Sıra sıra dişlerini göstererek derin bir nefes alıp verdi. Bunu yaparken ciğerlerinin kuvvetinden odadaki havayı vakumluyordu sanki. Beni anladığı belliydi. Cevap veremiyor galiba diye düşünürken yerdeki yığını göz ucuyla kontrol etti ve "Seni göreli uzun bir zaman oldu. Neredeydin de değişmeden kalabildin?" diye sordu. Nasıl konuştuğunu anlayamıyordum ama bunu sorgulayamayacak kadar rahatlamıştım. Beni anlayıp cevap verebiliyordu.


  Hatırladığım son şey şehirde herkesin hastalandığı ve insanların denize doğru kaçtıklarıydı. Ben de bir tekneye atlayıp kendimi kurtarmıştım. Hastalık bir patlamadan sonra ortaya çıkmıştı ve kaçabildikten sonra açlığa ve susuzluğa biraz olsun dayanacak kadar erzağım olduğu için şanslıydım. Dört haftayı deniz üstünde geçirmiştim. Artık bir şeyler yapmam gerek diye düşündüğümdeyse karaya geri dönmüştüm. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Güneş dönüşmüş yaratıkların saklanmasını sağlarken gece hepsi ava çıkıyor, hayatta olan insanları ve kendilerinden olmayan diğer yaratıkları avlıyorlardı. Şehirde en iyi bildiğim ve güvenli olacağına saçma bir şekilde inandığım tek yer fakülteydi ve buraya varmam da hayli uzun sürmüştü.

anime


  "Çok şey değişti. Çok şey kaybettik." dedi. Yerdeki darmadağın kağıtları işaret edip anlatmaya devam etti "Dünyanın ekosistemi çökmek üzereyken bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Yüksek radyasyona, ısıya ve basınca dayanıp hayatta kalan ne kadar da ilkel ve küçücük canlıların var olduğunu bilmek insana çılgınca şeyler düşündürüyordu. Bu yetenekler neden bizde yoktu? Bu yüzden sayısız deney yaptık ve en sonunda bir şeyler elde etmeyi başardık."

anime


  Neler söylüyordu böyle aklım almıyordu. Anlatmaya devam etmesi için onu dinlediğimi ifade eder şekilde mırıldandım.

  "İnsan dnası ile bu canlıların genlerini sorunsuzca kaynaştırıp sağlıklı embriyolar üretmeyi başardığımızda hissettiklerimiz inanılmazdı. Sonra bunu yaşayan halihazırda yetişkin bireyler üzerinde de denemek istedik. Ama beklenmedik bir değişken yüzünden her denek aynı sonucu vermiyordu. Bazıları başarılı olurken bazıları ya genlerle uyum sağlayamayıp hastalanıyor ya da tamamen başka bir şeye dönüşüyordu. Sonra yavaşça gelişen embriyo deneklerimizde de aslında sorunlar olduğunu fark ettik. Embriyolar gelişimlerini tamamlamak üzereyken ikinci bir aşamadan geçiyordu. Etrafları bir pupayla kaplanıyor ve metamorfoz geçiriyorlardı. Sonra insan olmak yerine yeni birer canlı oluyorlardı. Embriyoların doğumlarını tamamlamasına hiç izin vermedik ve kanıtları da yok ettik fakat yetişkin bir denek gözetim altındayken kurtulmayı başardı. Sonra da ısırdığı herkese enfeksiyonunu bulaştırdı. İlk ısırdığı bendim. İşler kontrolden çıkmadan kendime antikor enjekte ettim ve aklımı korumayı başardım. Bedenimin değişimiyse çok sancılıydı. Sonuçta bir başıma kaldım ve burada yaptıklarımızı düzeltecek bir tedavi arıyorum.."

            death note, animemanga

  Ne diyeceğimi ve ne düşüneceğimi bilemiyordum. Hepsi sanki bir korku filmi gibiydi. Bana boncuk gibi parlak simsiyah gözleriyle baktı ve birdenbire "Belki de cevaplar sendedir. Çalışmak ve doğru sonuca ulaşmak için bozulmamış insan genlerine ihtiyacım var. Bunu çözebiliriz!" diye heyecanla üzerime doğru gelirken birazdan kalbim patlayacakmış gibi korku duyuyordum. Üzerimde deney yapacaktı. Peki bana ne olacaktı? Sırtımdaki çantadan yavru kedinin profesörden hoşlanmayan sesini işitiyordum. Onun bize yaklaşıyor olması onu da ürkütüyordu. Bize ne olacaktı? Her şeyi gerçekten de düzeltebilir miydik? Bu adamın zekasına hala güvenebilir miydik?

anime

Bir kabus dizisi bölüm 3...   

 ~Son~

     S..


30 Temmuz 2017 Pazar

Karanlık Dünya Bölüm 2

anime

  Fakültenin cam kapıları kapalıydı. Biraz zorlayarak açılmasını sağladım ve geçtikten sonra tekrar kapattım. Arkamdan bir şeyin beni takip etmesini istemiyordum. Burada birilerini bulabileceğimi düşünmüştüm. Ama etrafa dağılmış eşyalar, kağıtlar ve duvara dizili heykellerin kırılmış parçalarını görür görmez umutsuzluk yeniden bedenimi sardı.

  Yine de etrafı araştırıp geceyi geçirecek güvenli bir alan ve biraz yiyecek bulmak için ilerledim ve ana merdivenden bir üst kata ulaştım. Her katta iki bölüm iki farklı koridoru paylaşıyordu. Sağa doğru ilerledim. Dört dersliğin de kapıları koridorun bir tarafında saf tutmuştu. Diğer tarafta geceye dönmeye başlayan gökyüzünü içeriye davet eden uzun, cam bir duvar vardı. Yavaşça ilerlerken açık duran kapılardan içerilere göz attım. Derslikler bir zamanlar burada bulunmuş olan öğrencilerden geride kalan birkaç eşya dışında boştu. Bir tanesinin ışıkları açık kalmış fakat bozulmak üzere olduğundan titreşen lambalar etrafı daha da ürkütücü bir hale getirmişti.

  İçeri girmek istemedim ve ilerlemeye devam ettim. Öğretim görevlilerinin odalarının bulunduğu kısma geldiğimde bir yazıcıdan çıktığına emin olduğum bir ses işittim. Ses orta sıralardaki bir odadan geliyordu. Oraya ulaşmama bir oda kalmışken ses kesildi. Ve bu kez de bir sürünme sesi duyduğuma inandıktan sonra kapı aniden açıldı. Korkuyla birlikte donakalmıştım. Şaşkınlığımı üzerimden atıp hareket edemiyordum. O anda içeriden çıkan her neyse beni yakalayabilir hatta daha kötüsünü yapabilirdi.

anime


  İki buçuk metreden belki biraz daha uzun bir yaratık dışarıya süzüldü. Çin filmlerindeki yaşlı bilgelerin ince uzun bıyıklarına benzeyen fakat dokunacı andıran iki uzantı burunun altından yere doğru sarkıyordu. Baştan aşağı tuhaf bir boz renge sahipti. Kürkü yoktu. Dev bir mürekkep balığı gibiydi. Bir an için bana bakıp umursamadan esnediğinde, ağzını çepeçevre sarmış olan birkaç sıra sivri diş gördüm. Küçücük ve simsiyah gözlerini koruyan bir göz kapağı yoktu ve kare biçimli bir gözlük takıyor olması dört parmaklı ellerinin arasında tuttuğu bir kağıt tomarı kadar tuhaftı.

  Nefes bile alamıyordum. Hareket etmezsem beni görmeyebilirmiş gibi çaresiz düşünceler beynimi kemiriyordu. Bana bir kez daha baktı. Ve sonra öylece yanımdan geçip biraz geride bıraktığım bir kapıdan içeri girdi ve çarparak kapattı. Bunu yaparken gövdesinden geride yerde sürünüp kıvrılarak ilerlemesini sağlayan kuyruğunu kullanmıştı.

  Bir an önce kendime gelip orada öyle durmamam gerektiğini fark ettim ve az önce yaratığın terk ettiği odaya ilerledim. İçeriden başka ses gelmiyordu fakat dikkatlice göz atmadan odaya giremedim. Onun ne olduğunu gözlerime baktığı sırada anlamıştım. O bu odalardan birinin bir zamanlarki sahibiydi. Bir bilim insanıydı. Artık bir bilim yaratığı olmuştu. Nasıl bu hale geldiğini anlayamıyordum. Geceleri vahşice etrafta dolaşan canlılar gibi kana susamışa benzemiyordu fakat onlarla aynı sebepten değişmiş olmalıydı.

  Odada işime yarar bir şey bulamadım. Etraf darmadağındı. Her yerde kağıtlar ve yığınla kitap vardı. Açık duran bilgisayar ekranında kimyasal bir formülün test sonuçları duruyordu fakat bu benim felaketle birlikte yarım kalan eğitimimle anlamadığım bir seviyedeydi. İçgüdüsel olarak az önceki canlıyı bulmam gerektiğine karar verdim. Burada insan dahi bulamazken o, karşılaştığım insan gibi davranan tek yaratıktı ve bir şeyler planlıyor gibi görünüyordu. İletişim kurabilir miydim, bildiği bir şeyler mi vardı ya da çaresizliğim sonucunda aklımı mı oynatıyordum? O sırada hiçbirini düşünmedim. Tek istediğim içine düştüğüm bu kabusa son vermenin bir yolunu bulmaktı...

anime


  Bir kabus dizisi bölüm 2...
  S..

28 Temmuz 2017 Cuma

Karanlık Dünya Bölüm 1

anime

  Fakülteye ulaşmama çok az kalmıştı. İki tarafı kavak ağaçlarıyla çevrelenmiş geniş caddede park etmiş eski model birkaç araba, devrilmiş bir geri dönüşüm kutusu ve yola saçılmış gazetelerin hareketsiz görüntüsü ürpertici bir tablo gibiydi. Küçük ve mütevazi bahçelerle çevrelenmiş sıra sıra evler ölü iskeletler gibi sol taraftan ileriye doğru uzanıyordu. Evlerin donuk gökyüzünü yansıtan pencerelerine ve mavi gri kiremitten örülmüş çatılarına hızlıca göz attım. Birilerinin beni izliyor olduğu fikrine kapılmıştım ve bu düşünce ensemden mideme dek buz gibi bir mızrakla vurulmuşum gibi hissettiriyordu.

  Parmaklıklı ağır metal kapıyla kapatılmış ana geçit caddenin biraz daha ilerisindeydi. Görülmemek için hızla ve eğilip kendimi olabildiğince görünmez yaparak koşmaya başladım. Neredeyse hedefime vardığımda dün geceki yağmur sularıyla dolan küçük bir çukurun başında uzun zamandır ilk defa bir canlıyı zararsız bir şekilde su içerken gördüm. Hareket etmese az daha onun minicik bedeninin orada olduğunu fark edemeyecektim bile. İlk başta içinde olduğum vahametin getirisiyle tetikte olmamdan dolayı irkilsem de onun bir kedi yavrusu olduğunu anladığım anda içimde karmaşık bir fırtına koptu. Canlı ve normal bir şeyle karşılaşıyor olmam inanılmazdı. Fakat böylesine savunmasız bir yavrunun böyle bir kaosun ortasında hayatta kalmış olması hem mucizevi hem de yaşamış olabileceği şeylerin düşüncesiyle dehşet vericiydi.

anime


Kedi yavrusuna doğru onu korkutmamaya çalışarak ilerledim. O anda hızla ilerleyen bir şeyin tehlikesini yalnızca bir anlık göz hareketiyle fark ettim. Yokuştan aşağıya doğru bir araç son sürat yaklaşıyor, hem beni hem de yavruyu tehdit içinde bırakıyordu. Düşünecek bir anım bile yoktu. İleri atıldım ve zavallının cılız bedenini yakalayıp onunla beraber kenara yuvarlandım. Araba son hızla yanımızdan geçip aşağılarda bir duvara çarparak durduğunda ben de harekete geçen sinirlerimle ağlıyordum. O sırada ağlamak beklediğim en son duygu kırıntısıydı oysa.

  Kedi yavrusu iyiydi. Onu sakinleştirip sırt çantama koydum ve nefes alabileceği bir açıklık bıraktım. Sonra demir kapıya ulaştım. Elektronik olduğu için açamıyordum bu yüzden tırmanıp üzerinden atladım. Geçitte ilerledikten sonra nihayet fakülte alanındaydım.

  Bahçeden dikkatlice ilerledim. Şehrin geri kalanı gibi burası da sessiz ve yalnızdı. Ama hava kararmak üzereydi ve gece çöktüğünde dışarıda olmamam gerektiğini biliyordum.

anime

Bir kabus dizisi bölüm 1...
  S..

27 Temmuz 2017 Perşembe

Öykümsü Saçmalıklar


  Boğazımda düğümlenen bir şey var. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Yutkunamıyorum. Ağlasam geçer belki ama neye ağlayacağıma daha karar veremedim. Uzun zamandır canımı sıkan her şeyi kafamın içindeki bir dolaba saklıyordum. Yüzümü pencereden giren gün ışığına dönüp dışarıyı izlerken dolabın varlığını bile kendimden gizledim. Biriktikçe birikti raflarındakiler. Görmezden geldim. Ruhumdaki tavus kuşlarını beslemek, nehirdeki çakıl taşlarını boyamak ve her gün pencerede beliren güneşle konuşmak gibi önemli işlerim vardı. Güneşi küstürmemek lazımdı. Giderse bir daha gelmeyebilicek hassas bir ruhu vardı. Dolabın kapakları kapanmaz oldu zamanla. İçindekiler dışarı taşıp dökülmek için fırsat kolluyor ve bilinçaltımdaki gerilim artıyor. Şimdi onları nasıl saklayacağımı bilmiyorum. Hiçbirini görmeye henüz hazır değilim. Belki de dolapla birlikte hepsini nehre atmalıydım. Ama hiç kimse nehir ruhlarını öfkelendirmek istemez değil mi... En iyisi bir gece vakti bir vampir bulup yardımını istemeli. Dev bir yarasaya dönüşüp dolabı en uzak dağların ötesine taşıyabilir. Karşılığında dereotlu domates suyu tarifini öğretirim ve solgun cildinden kurtulduğunda o da mutlu olabilir. Bunu bir düşünmeli...


Öykümsü amaçsız saçmalıklar part:?

S..

24 Temmuz 2017 Pazartesi

İsmi Lazım Değillere


  Ay sırf inadına sen şunu yapamazsın diye düşündükleri her şeyi yapmaya çalışıyorum. Sırf inat olsun diye trafik ve araç fobim olmasına rağmen toplu taşıma kullanmaktan geri kalmıyorum. Sen kim oluyorsun da benim neyi yapıp neyi yapamayacağım hakkında fikir yürütüyorsun kim olduğu umurumda olmayan şahıs. Erişilebilirlik sağlamak çok da zor, çok da aman tanrım bir şey değil. Biraz okuyun araştırın ve kafa yorun. Dünyada neler neler oluyor biraz kafanızı kumdan çıkartın da bakın. İnsanlar atomu bırakmış atom altı maddelerle dans ediyor siz hala düşünme eylemini bile gerçekleştirmekte güçlük çekiyorsunuz. Herkes birbirini suçlayıp ötekinden bir şey beklemeye meraklı. Sonra da ah keşkeler, günümüz şartlarılar, bir gün inşallahlar uçuşuyor havada. Kusura bakmayın kimsenin keyfini bekleyecek zamanım yok. Ya değişirsiniz insan olmanın gerçek manasını taşıyan varlıklar olursunuz ya biz sizi zorla değiştiririz veyahut laftan sözden ibaret kalmaya o kadar niyetliyseniz az öteye gider gölge etmezsiniz.

23 Temmuz 2017 Pazar

Günlerden Bir Gün


  Günlerden Pazar ama sanki final arefesi ve dolapta puding yok. Puding önemli şey blog. Bir kere bitterli olacak ve sadece sınav döneminde veya kutlama gerektiren zamanlarda yenecek. İnsanlarla olan sınavlar kafamızdaki diyetisyenin onayıyla buna dahil edilebilir pek tabii. Ama mesele bu değil şimdi.

  Buraya sürekli upuzun veya anlamlı şeyler yazacak değilim kendine gel blog. Zaten sinirliyim. Bak bu halimi pek göremezsin. En iyisi birisi bana yavru bir kedi bulsun sinirlerimi topraklamak lazım. Kötü enerji birikince kimi çarpacağı belli olmuyor. Buna ben de dahil. Fakat bu gün iyi dayandım kabul etmelisin. Kimse tutmayacağı sözler vermesin kimse de sözünde durmayan birine bir daha güvenmesin. Bu da bu günün mesajı olsun.

  Susmak da bir eylem ve tepkidir.
  Anlayana.
  O kadar.

  S..

19 Temmuz 2017 Çarşamba

Bu Gün

Stel

Ah bu gün ne kadar da geceydi kadın.
Saçlarında solmuş güneşten tacı.
Gülüşü buruk bir hüzün.
Adımları yorgun bakışları süzgün.
Ne de telaşlıydı bu sabah kalbi.
Mavi bir pencerede gül.
Gülden düşen bir yaprak.
Seher vakti bir yıldızın gölgesi.
Gözleri gökyüzünde elmas tanesi.
Ah bu gün ne kadar da sessiz.
Ne kadar suskun rüzgar.
Zaman ne kadar da durgun bu gün.
Yol hiç bitmiyor.
Bitmiyordu gün.



17 Temmuz 2017 Pazartesi

Eski Kasetler


  Eskiden insanlar sevgilerini göstermek, hediye vermek, özür dilemek veya anı biriktirmek için kaset doldururlardı. Ben de o geleneğin son evrelerine şahit olmuştum. Küçüktüm o zamanlar. Ama bilenler bilir ben üç yaşıma kadar olan şeyleri kopuk sahneler eşliğinde çok iyi hatırlarım. Hafızamın tek mükemmel olduğu şey de anılardır zaten hiçbir zaman derslerimde tarihler veya formüller konusunda bu kadar yetenekli olmadım ne yazık ki :) Dayımın ortaokul zamanlarında bir çok kaset doldurduğuna şahit olmuştum. Nasıl yapılacağını bana da öğretmişti. Teyzem bir çok arabesk kaset doldurup kendi kendine dinlerdi. Ben de bir sürü kayıt tutmuştum benim için çok eğlenceli ve bilimsel bir şeydi. Kahverengi şeridin üzerinde şarkıların nasıl da yer aldığını anlamaya çalışmak zaman geçirmek için iyi bir yöntemdi.

  Az sonra bu sayfanın altında paylaşacağım şarkı dün hastaneye giderken radyoda çalıyordu. Aracı kullanan dayımın anneme "Bu sana özür dilemek için verdiği kasetteki şarkı değil mi?" dediğini duydum. Heyecanlanmış, nostalji merakıyla gözleri ışıldamıştı. Annem mutluluğunu pek belli edemeyen insanlardandır. Sevindiği zaman gözleri dolar, sesi titrer, yüreği çarpar onun. Ne diyeceğini de bilemez. Bir an şaşırdı "O mu sahi?" dedi. Onlar hatırlamaya çalışıp konuşurken "Ne kaseti o?" diye atıldım hemen aracın arka tarafından. Dayım net cevap vermek istemedi. Hemen rahatlattım çekinecek bir şey yoktu ki ortada "Biliyorum ben babamın neden özür dilediğini. Aman canım geçmiş işte." dedim. Kasetin nerede olduğunu bilmek istiyordum tek derdim buydu o sırada. Bana ait olmayan bir anıyı bir anda sahiplenmiştim. O anıyı korumak benim vazifem gibiydi. Bana miras kalmış, koruduğum sürece yaşayacak bir şeydi. Muhtemelen ne olduğunu bilmeden eskiden bir çok kez o kaseti dinlemiştim. Şimdi bulup bir kez daha dinlemek istiyordum.

  İşte bu o şarkı...

Hazal-Sevdalım

 

13 Temmuz 2017 Perşembe

Güneşin Hatırı Kalmasın


  Belki de bir gün yeniden görürüm seni. Karabuğday tarlasının ortasında çiçekler henüz açmışken. Hafif bir meltem eserken şarkı söylersin. Belki de naif bir şiir okursun. Sesini yeniden hatırlarım. Hatırlamakla kalmaz duyarım ta yüreğimde, yüreğimle. Belki bir akşam vakti denize inen sokaklarda koşarken bulurum seni bir çakıl taşının mavisinde. Mavi deniz sağ olsun. Martılarla sohbet eder balık tutarız nihayetinde. Çay içer simit yeriz. Gün dökülür avuçlarımızdan. Güneşin hatırı kalmasın bir şiir de ona yazarız. Belki gülüşünü bulurum gün batımında bir köşebaşında. Çocuklar koşar yokuş aşağı ellerinde uçurtmalar. Elimde uçurtma koşarım peşinden rüzgar arkamda. Bir yaz akşamı bulurum seni düş kapanında. Düşlerimiz düş ağacında, ipek böceği kozasında. Kayan yıldızların düştüğü bir göl aynasında gözlerini görürüm. Gözlerin gözlerim olur uyanırım en sonunda. Eski bir saat durduğu anda. Yeniden görürüm seni.

  S..

9 Temmuz 2017 Pazar

Bir Deli Mavi Çakır

kumsal

Gün nasıl da ağırlaşır.
Nasıl bir ağıt tutturur rüzgar.
Issız deniz köpürür çalkalanır.
Ne bir gezgin ne bir balıkçı teknesi,
Ne de hırçın bir kuşun kanat çırpan sesi.
Yalnızca bulutların parçalanışı doldurur geceyi.
Tanrıçanın usul usul adımları.
Dolaşır fırtınada tüm kıyıyı.
Güneş yeniden doğana dek.
Çağırır ışığın adını arar durur hep.
Gökler öfkeli, kırgın, üzgün.
Gökler bir deli mavi çakır.
Bir akıl tutulması bir düş kapanı.
Anlık bir kalp durmasıydı ömür.
Yorgun bakışları eskimiş zamanın.
Düşer toprağa gözlerinden,
Bir katran bir keder.
Bir yakarış çınlatır yedi katı.
Kopar usul bir kıyamet.

S..

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Günlüğümsü Kafa Karışıklığı



  Zaman zaman burayı günlük gibi kullandığım doğru sevgili blog. Aslında tam olarak günlük de sayılmaz. Daha çok kafamdan geçen düşünce trenlerini durdurmak için kullanıyorum diyelim. Neden blog yazdığımı, daha doğrusu neden yazdığımı hala bulamadım. Üstelik üniversiteye başladıktan sonra eskisi gibi buralara uğrayamaz oldum. Sevdiğim çoğu blog kapandı, yazarları kayboldu. Geri dönenler olduysa bile yeni isimler ve yeni adreslerle onları bulmam zor. Zaman zaman eski dostlar yorumlarla bana ulaşıyor, arka planda eski günleri yad edip sohbet ediyoruz tabi. Neyse ki çok sevdiğim ve hala hatırladığım gibi var olmaya devam eden bloglar da var. Bir gün onlar da kaybolursa diye korkuyorum.

  Hepimizin buradan başka hayatları da var elbette. Kendi koşuşturmacalarımız arasında bunaldığımız, kaçmak istediğimiz anlar oluyor. Bazen ne film izlemek ne de kitap okumak yetmiyor. Çünkü zihnimiz zaten yorgun, zaten yaşamımızın etrafımızı saran pençeleri tarafından çekiştirilip duruyor. Bu nedenle blog en azından benim için büyük bir rahatlama kaynağı oluyor. Sık sık yazamıyorum, son zamanlarda düzenli gelip okuyamıyorum. Fakat kimi zaman kısacık bir süre de olsa buraya uğrayıp sevdiğim bir blogun hala yerinde olduğunu görünce gülümsüyorum. Yorum yapmadan da olsa en son yazılan birkaç yazıyı okuyup kaçıyorum. Yazar arkadaşlarımla aynı filmleri mi izlemişiz, hangi kitabı önermişler bu hafta, acaba bu akşam ne yemek yapacaklar bana da fikir olsa, demek yine müzik zevklerimiz birbirini tutmuş diye kendi kendime konuşarak okuyorum yazıları. Burayı bu kadar çok sevmemin nedeni herkesin rahat ve kaygısız bir şekilde yazıp yorumlara cevap verirken samimi ve saygılı bir ortamın korunması sanırım. Bazen bir blogda bir yazı altında yapılan sohbetleri de okuyorum. Sonra dayanamayıp ben de katılıyorum. O kadar eğleniyorum ki yorum yaparken. Çünkü birbirine alışmış, birbirinin dilinden anlayan insanlar olunca sanki kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi, kimse konuşmayı bırakıp gitmek istemiyor.

  Önümüzdeki dönem 3.sınıfa başlıyorum. Bilenler bilir arkeoloji benim astronomiden sonra istediğim en mantıklı bölümdü :) NASA'ya davet edilen bir uzay bilimleri araştırma uzmanı olamıyorum belki, belki uzaylı inceleme fırsatını kaçırdım ama ben de zamana dokunur, bir zaman gezgini olurum dedim. Yine de bir uzaylı fosili bulma imkanım var gibi ne dersiniz? hahah :) Ailem hala hobi için bu bölümü okuduğumu sanıyor olmalı. Ama ben gerçekten de zamana dokunan bir insan olmayı hedefliyorum. Gerçi bölümü seçerken arkeolojinin de kendi içinde bölümlere ayrıldığının bilincinde değildim. Her şeyin bir arada olmasını beklemem hakikaten komikmiş. Protohistorya, klasik vb. şeklinde ayrılıyormuş meğerse. Ben klasik arkeoloji okuyacağımı sonradan fark ettim. Aramızda kalsın. Neyse ki kendisini sevmek için oldukça hazırdım. Konumuza dönersek, okula başladığım zamanlarda her şeye alışmam biraz zor oldu ama çabuk uyum sağlayan biriyim blog. Bu konuda yetenekliyim. En zoru insanlara alışmak oldu. Çünkü ben geç başladığım için son dönem öğrencileri bile benimle yaşıt değildi. Neyse ki ruhum hep benden dört beş yaş küçük olduğu için ve zaten yüzüm gözüm kız kardeşimden ufak olduğumu düşündürüp beni sinir ettiği için uyum sağlayabildim. Diş tellerimin katkısını da es geçemem, beni gençleştiriyorlar ^.^

  Elbette ikinci bölümünü okuyanlar, emekli olup yeniden okuyanlar veya dönemi uzadığı için hala okumanın tadını çıkaranlar var. Fakat bunlar benim gibi istisna. Yaşıtım olan çoğu insan artık iş güç sahibi olmuş. Öğretmenliğinin ikinci yılında olanı mı dersin araştırma görevlisi olanı mı dersin, avukat olup savcılık sınavına hazırlananı mı dersin... Ki kız kardeşim de bu yıl mezun oldu ve avukatlığına başlayacak falan... Neyse işte konu anlaşıldı bence. Benim kardeşlerim sınıf arkadaşlarımın yaşındayken bu kadar sorunlu günler yaşamadılar ve yaşamadım blog. Bazen durup şöyle bir uzaktan izliyorum neler yapıyorlar diye. Aklım almıyor bazı şeyleri. Ya ben yaşlanıyorum ya da dünya çok değişmiş. Bir sınıf gezisinde sit alanında az daha yangına sebep olanı mı dersin, kaç yaşında (neredeyse dede) olup ören yerine bilinçli bir şekilde zarar vereni mi dersin... İlk yıl hocaların hepsi bizden bu yüzden nefret etmiştir eminim. Sanırım bu sebeple de bizimle geziler düzenlemek istemiyorlar. Oysa uygulamalı ve yerinde görerek eğitim yaparız diye çok heveslenmiştim. Gerçi gidilecek yerlere ulaşma konusunda da sorun yaşıyorum ya neyse. Yine de birkaç tane anlaşabildiğim, ne yaptığının bilincine varmış, olgun arkadaşım var da sınıfın durumunu kurtaramasak bile bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

  Yapmayı istediğim şeyleri kafamda sıraya koyup duruyorum blog. Hepsi de zamanın elinde olan şeyler. Sabırsız bir kişiliğim olduğu kadar inatçı ve istediğim şeye odaklanıp onu başarana kadar ilerlemeye devam eden biriyim. Bu da haliyle yorucu olabiliyor. Gelecekte ne kadar başarılı olabileceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Sadece devam ediyorum. Bir şeyler yapıyorum. Planlarımı kafamda sıralıyorum bir kez daha. Hayatımın tüm kontrolü benim elimde olsaydı sanırım hiç korkum olmazdı. İnsanların ruhlarına bağlı iplikler olduğu söylenir. Kader iplikleri. Tıpkı bir kuklanın bedenine bağlı olanlar gibi. İnsanların çoğu iplikleri kendi elinde tutar. Ama ben bir kısmını düşürmüş olmalıyım. Ben bir tarafa çekiyorum ipleri tanrı öbür tarafa sürüklüyor sanki. Bu yaz tatilini önceki gibi hastanede geçirmiş olmam da depresif bir ruh halinin eşiğine sürükledi beni. Umarım gelecek yaz her şey daha iyi olur. Kazıya gitmek istiyorum ben. Bu konuda bir an için gerçekten heveslenip sonra tekrar üzülüyorum. Kazı alanı bana uygun şartlar taşımıyor. Kazı evinden hiç çıkmadan yapabileceğim işler var mı bunu da bilmiyorum. Hocalarla bu konuyu konuşmayı denedim ama pek faydası olmadı. Ne var yani bulunan şeylerin raporunu tutsam çizimini veya yıkamasını yapsam? Bunları alana inmeden yapabilirim öyle değil mi? Ama Kazı evlerini bile basamaklı yapmışlar blog, insaf. Toprak üstünde bana yer olmadığına karar verdim işte bu yüzden su altına ineceğim. O alanda ilerleyeceğim. Son zamanlarda aklımı meşgul edip beni çıldırtan konu bu işte. Sensei tarafından eğitilen bir grup ninjanın en zayıfı, halkanın en dış tarafında kalanı gibiyim. Ama hep o gözden kaçan ninja herkesi kurtarır. Hedefime bir ninja gibi ilerleyeceğim blog. Sabırlı olmayı da öğreneceğim.

  Bu arada ne diyordum? Neden yazdığımı bilmiyorum. Evet. Geçtiğimiz dönem sanat felsefesi dersi de bu konuda kafamı iyice karıştırdı zaten. Evlerimize astığımız bir tablo, telefon kılıflarımızın rengi, paylaştığımız fotoğraflar, müzikler, takılarımız, gezdiğimiz yerlerde yaptığımız mekan bildirimleri... Bunları neden yapıyoruz diye sorgulamama neden olan ders sayesinde epey düşündüm. Elbette bir cevap bulmama yetecek bilgi donanımım yok. Bir insan neden kitap, şiir veya hikaye yazar? İşlediğimiz bir konu bunu epey kafama takmama neden olmuştu. Bu sorunun kesin net bir cevabı olamaz. Olmamalı. Neden şiir yazdığımı neden kitap yazdığımı  gerçekten bilmiyorum. Bildiğim tek şey yazarken çok eğlendiğim. Bir sahneyi yazıyorum ve mükemmel olana kadar o sahne üzerinde oyunlar oynuyorum. Sahne tamamlanınca büyük bir heyecanla baştan okuyorum. Karakterler gerçekten yaşıyormuş hissi veriyorsa, sahneyi izliyormuşum gibi hissediyorsam bu bana keyif veriyor. Kafamda çok fazla kurgu dolaşırken bunları bir yere kaydetmemek kayıp gibi geliyor bana. Yani eğer bir sebebim varsa muhtemelen sadece eğlenmek için olmalı. Galiba sadece oyun oynayan bir çocuk gibi davranıyorum.

  Bu yaz benim için oldukça bunaltıcı geçerken penceremden görünen denizi uzaktan izliyorum. Ruhum denize koşmak için çıldırıyor. Fakat en azından bilgisayar başında vakit geçirmek için bahane yaratmış oldum. Her yaz hastanenin kapısından girmeyi başardığım için kendimi tebrik ediyorum. Bu sayede yarım kalan bir çalışmayı tamamlayabilirim. İstediğim resimleri çizebilirim. Gelecek dönem için bilgi toplayıp ders çalışabilirim. Zamanın boşa gitmemesi için yazabilirim.

  Dediğim gibi bu yazının da bir amacı yok. Hiç silmeden aklımdan ne geçiyorsa yazmak üzerine başlattığım bir post oldu. Burada durmazsam da sonu gelmeyecek. Yine yazarım ben blog. Sen buradasın nasıl olsa.

S..

12 Haziran 2017 Pazartesi

Kaplumbağa



Uykuların kaçıyor kaplumbağa.
Uykuların kaçıyor.
Tek tek kaçıyor gecenin büyüleri.
Gülen o maskeler nereye gitti?
Nereye gitti çirkin yüzlü hayaletler?
Fısıltıları inletirdi taş duvarları.
Zincirleri ay ışığında dans ederdi.
Çürümüş etleri her hareketlerinde,
Biraz daha dökülürdü oldukları yere.
Nerede şimdi kaybolan maskelerin hayaletleri?
Yapış yapış adımları duruyor hala,
Kumların üzerinde birer gölge gibi.
Dalgalar birazdan silip götürmez mi hepsini?
Uykuların kaçıyor kaplumbağa.
Günden güne soluyor bakışların.
Hıçkırıkların leylak kokusu.
Neden sustu çello sesi?
Parmakuçlarında geriye dön.
Geriye dön ve yürü kaplumbağa.
Sular saçlarını aşsın bırak.
Gözlerin eskimiş tuzla yansın.
Genzinden içeri arın şimdi.
Bunlar dalmadan önce son can çekişmelerin.
İzle günün doğuşunu mavinin üzerine.
Bırak çakıltaşları örtsün bedenini
Bundan böyle düşünme.
S..

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Ve Ben Düşüyorum


Zaman geçiyor.
İğde ağacının ağıdı toprağı sarıyor.
Nerede olduğumu unutuyorum,
Nereye gittiğimi...
Az önce ne yapıyordum?
Ne yapmak istiyordum?
Unutuyorum...
Puslu bir koridorda yürüyorum.
Duvarlardan yansıyan donuk sesim içimi ürpertiyor.
Kendi fısıltım çığ olup ruhumu titretiyor.
Kollarımı bedenime sarıyorum.
Bir yere dokunmaya,
Bir yere seslenmeye cesaretim yok.
Peşimden gelen ayak sesleri duyuyorum.
Korku, şakağımda kızıl bir alev gibi atıyor.
Göğsümde nefesler boğulurken
Boğazım bir yaprak gibi titriyor.
Yüreğimde kuzgunların pençesi...
Adımlarım gittikçe hızlanıyor.
Saklanmak istiyorum.
Karanlıkta varacak bir yer yok.
Peşimden koşan sesler duyuyorum.
Hemen ardımda,
Bana yaklaşan gölgeler görüyorum.
Fısıldayan köpüren şekiller...
Duvarlarda çıplak ayak seslerim...
Ve ben.
Düşüyorum...
Sesler susuyor...

5 Mayıs 2017 Cuma

Ruhlarımızda Yetişen Bir Boşluk


  "Her şey iyi olacak..." dedim. Aslında bunu ondan çok kendime söylemek istemiştim. Birinin bana söylemesini bekleyemezdim. Bazen içimde gizlice büyüyen bir boşluk olduğunu seziyorum. Benden gizli. Sinsice kıvranan bir boşluk.

  Hayattan pek çok beklentim olduğu gibi hiçbir beklentime tutulmadan yaşamam gerektiğinin de farkındayım. Hayat huysuz bir kedi gibi. Kafasına nasıl eserse öyle davranır size. Yapmak istediklerim, yapamadıklarım, yapabildiklerim, yapabildiğim halde o kadar da istekli olmadığım şeyler kafamda dönüp duruyor bazen. Dünyada bu zamanda kadar var olmuş, bir şekilde bu gezegen üzerinde bir müddet bulunup kaybolmuş onca insanı düşünüyorum. Varlığım ruhların ağırlığı altında eziliyor. Zamanın içinde ne kadar da önemsiz bir anı kaplıyorum.

  Aynadaki yüzüm gülüyor. Dostlarla güzel anlar paylaşıyoruz. Yüzlerimiz gülüyor. Yüzümdeki etlerin ardında ruhum acı çekiyor. Kendime yalan söylemek konusunda hiçbir şeyde başaralı olamadığım kadar iyi olmalıyım ki sesini ben bile duyamıyorum. Hiçbir fısıltısı çalmıyor kulağıma. Yüreğimde bir boşluk büyümeye devam ediyor. Günlük yazamıyorum. Çünkü yazarken kendime söylediğim yalanları yakalıyorum. Yalanlar olanlardan daha vahim.

  Kendime amaçlar bulmak varlığımı değerli kılıyor. Bir şeylerin peşinde sürükleyip durduğum ruhum kendi dışında bir şeylere kafa yorduğunda daha mutlu. Düşünceleri kendine kaymayagörsün. Bir şeylerde anlam bulmaya çalışmak sebep aramak en tuhaf mirası insanlığın. Bakışlarımı yaptıklarıma, işgal ettiğim zamana ve zaman içindeki mevcudiyetime çevirdiğimde işler karışıyor. Karanlık bir boşluk varlığını hissettiriyor ansızın.

Her şeye rağmen iyi yüreklerin yüreğimi görüyor olması kendimi toparlamam için tek tesellim oluyor. Dünyada iyi şeyler de var iyi insanlar da. Karanlık ve boşluk ne kadar derin olursa olsun. Kendime yine söylemek istiyorum, sözlerimin doğruluğunu düşünmüyorum, her şey iyi olacak...

Bana bu şarkıyı gönderen minik çakıltaşı iyi ki varsın..
Kazım Koyuncu - Yalnızlığı Anla