30 Nisan 2020 Perşembe

Ağaç Ev Sohbetleri 36

Merve / Sakarya
29.04.20
  Yine bir ağaç ev toplantısına hoş geldiik hep beraber :) Bu haftanın konusunu Manxcat belirlemiş. Çok da hoş bir konu. Ben de hayalci olduğum için yazmadan duramadım bakalım neler olacak :)

"Hayal etmek mi, elde etmek mi? Elde edince hayal ettiğimiz, o hayale ulaşmak için çabaladığımız günleri unutuyor muyuz? Elde edilen şeyin değeri zamanla azalıyor mu?"

  Bu aralar ingilizce ile kafayı bozduğum için planlı gelecek plansız gelecek filan diye ikiye ayırdım konuyu kafamda gülesim geldi :) Hayal etmek güzel şey. Elde etmek de güzel tabi ki. Elde etmeyi istemediğimiz şeylerin hayalini kurmayız. Tabi bu planlı gelecek için geçerli diğerine sonra değineceğim. Hayalini kuruyorsak onu istiyoruzdur ve elde edince de mutlu olabiliriz. Ama bütün bu konuyu etkileyen, sonucunu etkileyen şey hayalin ne olduğu ve bunun için gösterdiğimiz çaba ve yaşadığımız süreç olabilir. Doyumsuz bir isteğe kapılıp hırsla elde ettiğimiz şeyler veya çok kolay şekilde ulaştığımız şeyler daha sonra önemsizleşebilir. Veya diyet yapıyorken baklava hayal edip buna kavuşunca bir dilimden sonrası midemizi bulandırabilir veya artık yiyebildiğimiz için bir önemi kalmayabilir. Ama sağlığına kavuşmayı hayal eden birisi bunu elde edebildiğinde bunun zamanla değersizleşeceğini sanmıyorum. Yani demek istediğim utkunun niteliği kişiye özeldir ve hayallerimize ne kadar zor ulaşırsak çabamız ve yaşadığımız şeylerin de üzerimizdeki etkisiyle onun değeri artar. Bir dondurma yemeyi hayal edip sonra dondurma almakla bu hayalimizin değeri, sevdiğimiz insanlarla bir filmi izlemeyi hayal etmenin ve sonra izlemenin değeri, yıllardır görmediğimiz birine kavuşmanın değeri ve yıllarca evden dışarıya çıkabilmeyi hayal edip buna sonunda kavuşmanın değeri birbirinden farklıdır ve kişinin üzerindeki etkisi de farklı olabilir. Bir şeyin değerini kaybetmesi için çok çok başka faktörler etkili olabilir. 

  Şimdi en sevdiğim kısım plansız hayal kısmına gelelim :) Yukarıda söylediklerim soruya bir cevap olabildi mi bilmiyorum gerçi :D Neyse. Kendimi bildiğimden beri hayal kurarım. Rengarenk hayaller. Hatta bunu oyun haline getirmiştik çocukken kız kardeşimle. Yazları evde canımız çok sıkıldığında ve evde yapacak bir şey bulamadığımızda karşılıklı iki kanepeye uzanır ve hayal seansı yapardık. Gözlerimizi kapatır ve düşlerdik. Bazen uyuyakalırdık böyle. Bazen Merve "Abla hayal kuramıyorum aklıma bir şey gelmiyor" derdi seans sırasında ben de ona fikirler verirdim. Hazine adalarında dolaşırdık. Macera kamplarında dolaşırdık. Özel yeteneklerimiz olurdu. Antik bir krallığı keşfeden indiana jones olurduk. Bir sürü hayal kurardık. Bazen bir kurgu oluşturur beraber hayal ederdik. Survivoru o zaman hayalimizde icat etmiştik Acun bile yoktu ortada. Ya da biz bilmiyorduk. Bir ada hayal etmiştik. Gruplar vardı biz de bir gruptaydık. Her grup rastgele bir noktaya bırakılıyordu diğerleri yerini bilmiyordu ve küçük böcek şeklindeki kameralarla gizlice izleniyorlardı. Adada gizli görevleri bulup etapları bitirip çıkışa ulaşmaya çalışıyorduk. Şifreli mesajlar oluyordu. Kız kardeşimle birbirimize konuşarak hayal ediyorduk bunu gözlerimiz kapalı. Bazen bir şelaleden düşerdik. Bir mağarada kaybolurduk. Diğer gruplar tuzak kurardı ama kurtulurduk. Neler neler. Hayal kurmak güzel şey. Uyuyamadığımda her gece bir hikaye gibi devam ettiğim hayaller olurdu. Hiç gerçekleşemeyecek ama çok istediğim şeyleri de hayal ederdim. Düşlerken sonunda uyuyakalırdım.

  Diğer Soru: Peki o değer neden zamanla azalıyor?

  İnsan bir birey, kendine münhasır bir ruhu ve zihni var. Ama kendi zihnimizde bile yalnız değiliz. Sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeylerin çoğu kendi seçimimiz olsa da, hayallerimiz kendi isteklerimizin sonucu olsa da bağ kurduğumuz her şeyin ve herkesin üzerimizde payı vardır. Belki de bu yüzden bazen çok önemsediğimiz bir şeyi önemli bulmayı bırakabiliyoruz veya daha önce önemsemediğimiz şeyler bir anda önemli hale gelebiliyor. Bir de insan çeşit çeşit ve bu durum da herkes için aynı değildir diye düşünüyorum. Bazıları için her şey çok kolay önemsizleşir. Bazıları daha zor unutur.

26 Nisan 2020 Pazar

Meydan Okuma 16 Gün 16 Yazı Mimi


  Korona günlerinde evde olsak da meşguliyetler bitmiyor öyle değil mi :) Zamanı yönetmek çoğumuz için olduğu gibi benim için de büyük sorun. Sınavlar ertelenmiş olsa da hepsi iki ay içine sığdırıldığı için yine hiç ara vermeden ders çalışmaya devam ediyorum bunun dışında da kafa dağıtmak için film dizi izliyorum ve bolca bunaldığım zamanlarda arkadaşlarla ve yeğenimle görüntülü konuşup vakit geçiriyoruz. Baran yürüteçle yürümeye başladı ve olduğu yerde zıplamayı seviyor onun şebeklikleri neşe kaynağım. Görüntülü konuşmaya da baya alıştı siber teyze olarak onunla uzaktan da olsa vakit geçirmek çok iyi geliyor. En sevdiği oyuncağı şuan bir bilgisayar kablosu bana da telefonun içinden kabloyu vermeye çalışıyordu en son kıyamam :) Bu aralar Leeminhoo'nun yeni dizisini ve the world of the married dizisini merakla izliyorum bölümleri beklemek çok zor heyecandan duramıyorum :) bunun dışında mom, good witch dizilerini ve bleach ve charlotte animelerini izliyorum. Blog gezmeye haftada bir vakit ayırmaya çalışıyorum ama bütün yazılarınıza yetişemiyorum hepsini okumak istiyorum ama yetişebildiğim kadar :)

  Bu mim de dikkatimi çekiyordu ama katılıp devam etmek şuan için zor olduğundan katılmamıştım. Ama beşinci bölüme katılayım dedim. Belki sonra bir tane daha yaparım :) Bu mimi Ezgi başlatmış konular da hep ilgi çekici oluyor ama her  gün yazmak benim için çok zor belki sonra başka zamanlarda konulardan seçer mimi tamamlamaya çalışırım :) Beşinci günün konusu:

  5. En son ne zaman kayboldun? Hikayesini anlatsana.

  Ben harita okumada iyiyimdir ama bazen şaşkınlıktan kaybolduğum oluyor. Genelde yola değil de ağaçlara bakarak ilerlediğim için başıma değişik şeyler gelir. Bir defasında kaldırımdaki ağacın olduğu boşluğa düşmek üzereyken ağaca elimi dayayıp kendimi kurtarabilmiştim. Bir defasında da kaldırımdan düşüyordum. Bir defasında nereden dönüyorduk hatırlamıyorum ama kampüsün içindeki yurda dönerken beklediğimiz otobüs bir türlü gelmeyince başka otobüse binelim dedik. Arkadaşım o otobüsün yakınlarda bir yerden geçtiğinden emindi. Telefonda otobüs seferlerini durakları gösteren uygulamamız vardı ama bir türlü düzgün çalışmamıştı. Neyse otobüse binerken şoföre de sorduk. Bizi onayladı ama ben yine de güvenememiştim. Otobüse binmeyi hiç sevmem mümkünse yaya giderim çoğu yere. Otobüs gittikçe gitti, yolcular bir bir azaldı. Allahım bir tane tanıdık bir çevre göremiyorum pencereden. O sıralar da otobüste yalnız yolculuk etmeye korktuğumuz bir dönemdi korkunç olaylar yüzünden. Arkadaşımın "Buradan dönmesi gerekiyordu acaba ileriden mi dönecek?" demesiyle kaybolduğumuzu anladım. Otobüsten inelim dememe rağmen o biraz daha inat etti hala yakınlarda bir yere gideceğimize inanıyordu. Bizden başka da kimse kalmamıştı. Sakin kalmamın tek sebebi hala gündüz vakti olması ve telefonumdan acil durum mesajı gönderebilirim düşüncesiydi. Otobüslere binerken plakasını falan mesaj atıyorduk bizi bekleyen kişilere. Sonra otobüs yavaşladı ve durdu. Şoför içeride bizi fark edince önce bir şaşırdı sonra "Burası son durak siz neden inmediniz daha önce?" diye sordu. Seferi bitmiş adamın dinlenecek mi yer mi değiştirecek ne olacak bilmiyorum ama aracın kontağını kapatacaktı yani kaldık öyle. Nereye gidecektiniz diye sordu sonra yanlış binmişsiniz dedi. Ona sorduğumuzu yanlış anlamış meğerse başka bir yere gidiyoruz sanmış en başında. Bize binebileceğimiz otobüsleri gösterdi de sonra yurda dönmeyi başardık.

  Küçükken de çok kaybolurdum. İlkokula erken yaşta başlamıştım sınıf arkadaşlarım benden bir veya iki yaş büyüktü. Büyük bir hevesle başlamıştım okula inat ederek. Çünkü o zamanlar 7 yaşında alınıyordu çocuklar ben daha 5 yaşındaydım. Alanya yeşilköy diye bir yerdeydik. O zamanlarda da ağaçlar çiçekler böcekler aklımı alırdı saf saf dolaşırdım etrafta. Okula giderken muz bahçelerinin içinden kestirmeden gitmeyi adet edinmiştim. Bir gün bahçelerin içinde kayboldum. Aslında küçük bir bahçeydi ama ben de küçüğüm ne yapayım :D Köşeden bir amca çıktı geldi bahçenin sahibi. "Gel bakayım buraya küçük kız" dedi bana. Ben bir korktum ama yavaşça yaklaştım arada mesafe bırakarak. "Seni her gün burada görüyorum, hiç bir ağaca zarar vermedin, hiç bir muza dokunmadın. Aferim sana!" dedi. Ben hala kızıyor mu iyi bir şey mi diyor diye düşünüyordum. Elinde de yeşil bir iki tane muz vardı. "Bak, al bunu sana hediyem olsun" dedi. "Yeşil olduğuna bakma. Annen dolaba koysun hemen sararır yersin" dedi. Benim de dedektif gibi bir aklım vardı o zamandan. Öğretmenimiz de yabancılardan bir şey almayın diye öğretmişti. Muzun kabuklarının içine zehir koymuş olabilir mi diye endişelendim. Teşekkür ederim ama alamam dedim amcaya. Öğretmenimiz öyle söyledi dedim bir de saf saf :) Sonra uzaklaştım hemen oradan bir daha da geçmedim oradan normal yoldan gittim okula. Ay hala hatırlarım o amcayı kıyamam şimdi nasıldır acaba. Jandarma lojmanı ile okul arasında bir yerdi belki bir gün tekrar giderim meraktan.

  Bir defasında okulda teneffüsteydik hala birinci sınıftaydım. Arkadaşlarımla saklambaç oynuyorduk. En iyi saklanma yeri de okulun bahçesini dolaşan alçak taş örme duvarın arkasıydı. Taşların gediklerine basarak duvarın üzerine tırmanır sonra arkaya inerdik. Arka taraf çalı çırpı ot doluydu. Orada saklanırken yerde çakıl taşları bulmuştum. Onlardan toplamayı severdim. Her gün bir torba taş ve dal parçası toplardım. Ama annem bana çaktırmadan her gün atardı onları. Neyse taşları görünce güzel olanlarını seçmeye daldım. Oyun oynadığımı unuttum. Taşlardan birkaç tane seçip cebime attım. Sonra okulda olduğumu hatırladım. Oyun oynadığımı hatırladım. Niye kimse beni bulmaya gelmedi diye de üzüldüm. Benimle oynamayı bıraktılar mı beni istemiyorlar mı diye üzüldüm. Zaman kavramım da iyi değildi ne kadar süredir orada durdum bilmiyordum. Duvarın diğer tarafına tekrar geçip bir baktım bahçede kimse yok. Herkes gitmiş. O kadar korktum ve paniğe kapıldım ki. Okuldan içeriye girdim. Koridorlarda dolaştım. Sınıfımı bulamadım. Orta sınıflardan birine girdim yanlışlıkla. Öğretmen ve herkes bana baktı kaldı. Fen dersiydi. Fenin ne olduğunu bile bilmiyordum ama sonra öğrendim. Bitkilerle ilgili bir ders görüyorlardı. Öğretmen kayıp mı oldun diye sordu. Herhalde yüz ifademden çok rahat anlaşılıyordu. Kafamı sallayınca tamam içeri gel abilerinin yanı boş bak oraya otur ders bitince onlar sınıfını bulurlar dedi. Gittim fen dersi dinledim onlarla :D

  Dur bunu da anlatayım bunu çok net hatırlamıyorum çünkü daha küçüktüm. 4 yaşında olmalıyım çünkü babamın bir önceki görev yerindeydik silopide. Orada terör olayları çok fazlaydı ve babam askerdi o nedenle tehlikenin içindeydik. Lojmanda kalıyorduk. Oyun oynamak için bir park bile yoktu. Evde olmaktan sıkılırdım. Bir gün dışarı gitmek için ağlamıştım kırmızı bağcıklı ayakkabılarımı giyip süslenip dantelli çorabımı da ayakkabımın üzerine kıvırmıştım. Çok istemiştim dışarıda gezmeyi ama annem çok kötü kızmıştı bana. Ben ağlamaya devam edince de beni kapının dışına koyup hadi git gidebiliyorsan demişti. Beni korkutmak için. Kapıdan beni gözetliyormuş gidecek miyim diye. Zemin kattaydık ama birkaç basamak vardı dışarıya çıkana kadar. Karşı dairenin kapısıyla bakıştım bir süre. Orada oturanlar arkadaşımızdı bazen onlara gider benden bir yaş küçük kızlarıyla oyun oynardım ama oraya da gitmek istemedim. Sonra dış kapıya kadar gittim. Basamakların tepesinde durdum. Basamaklardan inersem evden çok uzaklaşmış sayılırdım kilometrelerce gibi o yüzden inemedim. Sarı bir toprak alabildiğine ıssızlık hiçbir şey yok. Dağlar ileride ağaçsız taş parçası gibi yükseliyor. Sağa baktım kimse yok sola baktım kimse yok. Rüzgar da olmadığından hiç ses yoktu. Tehlike hissedince ensenizde sıcak bir duygu hissedersiniz ya onu yoğun şekilde yaşayıp eve geri koştum arkamdan bir şey beni takip ediyor gibi hissettim. Gittim kapıya vuruyorum annem açmıyor ay nasıl işkence etmiş bana resmen orada. Git almıyorum seni eve diyor bana. Ben nolur içeri al anne diye ağlıyorum. Bunun kaybolma anısıyla alakası yok ama aklıma gelince araya sıkıştırdım Sonra beni içeriye aldı bir daha üzme beni inat etme tamam mı dedi bir de ağlıyorum diye kızdıkça daha çok ağlayasım geliyordu "susamıyoorum annee" diye ağlıyordum bu sefer "özür dileeriiim bir daha gitmeyeceeğiim" diyordum sürekli :) Neyse yine orada bir gün pazara gittik annemle babam pazar alışverişi yaparlarken yanlarında bir o yana bir bu yana dolaşıyorum. Sadece bir an için kaybolduğumu hatırlıyorum. Yorulunca da yere çömelmiş yerdeki taşlara bakıyordum bir ara. Parça parça hatırlıyorum. Çoğunu da anlatılandan biliyorum. Annemler kaybolduğumu anlayınca panikle her yeri aramışlar beni bulamamışlar. Her yere bakmışlar ortalığı ayağa kaldırmışlar. Bulamayınca jandarmayı harekete geçirmişler. O zamanlarda çocuk kaçırma olayları vardı. Babam da mesleğinden dolayı her türlü tehdidi alıyordu. Nasıl korkmuşlar. Sonra beni bir meyve tezgahının altında uyurken bulmuşlar. Oraya nasıl girdim de uyudum hiçbirimiz bilmiyoruz. Annem beni birisinin kaçırıp sonra jandarmadan korkup oraya bıraktığına inanıyor hala.

  Bir defasında da yine 4 veya 5 yaşında olmalıyım anneannemlere tatile gitmiştik Andırın'a. Orada kimse kapı kilitlemez herkes birbirini tanır ve herkesin bahçesi vardır herkes birbirine çaya filan gider. Akşam yemeğinden önce komşuların bahçelerinde dolaşmaya giderdim. Kaplumbağa arkadaşım vardı. Bir de kurbağa arkadaşım vardı. Kurbağayla konuşur ona bir şeyler anlatırdım. Bir gün ona demiştim ki "Yakında tatil bitecek ama ben yine geleceğim seni tanımam için beni gördüğünde 4 kez filan vırakla sen olduğunu anlayayım." Beni anladığına inanıyordum. Ona evden ekmek parçaları götürürdüm. Hava yağmurlu olduğunda üşümesin diye üzerine yaprak bırakırdım. Hiç kıpırdamazdı ben varken ve hep aynı bölgede bulurdum onu. Bir gün kurbağamla konuştuktan sonra hava kararmak üzere olmasına rağmen komşunun bahçesinde dolaşmaya devam ettim. O bahçeyle anneannemin bahçesini alçak pirketten bir duvar ayırıyor. Onlar aynı zamanda akrabamız o yüzden hiç çekinmiyordum. Duvardan uzağa gitmemiştim hiç ama daha ilerisini merak ettim. Aslında çok küçük bir bahçeydi ama ben de küçük olunca orman gibi gelmişti bana. Uzun uzun incir ağaçları vardı başka ağaçlar da vardı. Yerlerde hep çıtır yapraklar olurdu onlara basmayı severdim. Su birikintilerinin havuz gibi oluşu hoşuma giderdi suyu izlerdim içlerinde balık yetiştirmeyi hayal ederdim. Onlara baka baka dolaşırken bahçenin ne tarafından geldiğimi karıştırdım. Sağa gidecekken sola gidip bahçenin diğer tarafından yola çıktım. Halbuki evlere göre baksam yolumu bulurdum ama çocukluk işte. Allahım daha önce orada yol olduğunu bile bilmiyordum. Geri dönmeye çalışırken mahallenin aşağısına kadar gitmişim. Oradan üst tarafa dönünce her gün taze süt aldığımız bir evi tanıyınca hala aynı şehirdeyim allahım diye sevindim. Yukarıya doğru yürümeye devam edince de sonunda evi buldum.

  Düşünsem daha bir sürü anı bulurum böyle :) Ama yormadan uzatmadan burada son vereyim. Yazarken çok eğlendim güzel vakit geçirdim okurken sıkılmazsınız inşallah. Şimdi ders çalışmaya döneceğim sonra bir ara sizi okumaya geleceğim. Dikkat edin kendinize. Ve sevdiklerinize vakit ayırın ihmal etmeyin. Kırmayın. Gücendirmeyin. Sevginizi belli edin her fırsatta.

  S..

18 Nisan 2020 Cumartesi

18 Nisan


.
iyi değilim ben
.
bazen
çığlık atmak isteriz
bunun için hiç değilse şarkı söyleriz
.
.
.
.
.
.
hadi başa saralım
.
.
🌸

2 Nisan 2020 Perşembe

Bahar

Bu günlerde hepimiz virüs salgını nedeniyle stres altındayız. Herkesin düşündüğü, bildiği, üzüldüğü ve hatta isyan bile edebildiği durumları ve gerçekleri burada tekrar etmeyeceğim. Olması gereken ama olmayanlarla şuan yaşadığımız bu acayip günleri sakin kalmaya çalışarak geçiriyorum. Olayın ilk günlerinde uzun bir süre panik atak yaşadım. Filmlerde heyecanla izlediğimiz felaketler ve dünyanın sonu temasını yaşayan şanssız nesil biz mi olacağız diye delirdim. Aklımdan geçen milyon tane şeyden bahsedip burayı daha fazla negatif enerjiye boğmak istemiyorum. Her gün sevdiğim herkesin iyi olup olmadığını kontrol etmeye başladım ilk günden itibaren. Çünkü en ufak ihmal düşüncesi beni korkutuyor. Neyse ki başta çevrem olmak üzere tanıdığım herkes ve ülkenin büyük bir kısmı sonunda olayın ciddi olduğunu anladı ve dikkat ediyor.

Biraz daha sabırlı olursak bu kötü günleri atlatacağımıza inanıyorum. İnanmak istiyorum. Hala saçma sapan partilerde toplanan bir grup insan var. Sırf öyleleri yüzünden bu süreç uzayabilir ama sabırlı olmalıyız. Sakin kalmalıyız. Ve bir cerrah kadar titiz olmalıyız. Başka insanlarla mecbur kalmadıkça bir araya gelmemeliyiz. Hem onları korumak hem kendimizi ve sevdiklerimizi korumak için. Çünkü bu virüs bazen sizi hasta değil ama taşıyıcı yapıyor ve bilmeden siz başkasını hasta edebilirsiniz. Bu kadar yayılmasının en büyük nedenlerinden biri de bu zaten. Birisi enfekte olduğunu bilmeden dolaşıp yaklaştığı herkesi hasta edebilir. Ayrıca başka sebeplerle hastalanmamaya da dikkat etmelisiniz çünkü şuan hastaneler başka hastalıklarla ilgilenecek durumda değil anladığım kadarıyla ve şuan hastaneye yaklaşmak bile istemem ben.

Sağlık sebebiyle tedavi sürecimde eylülden beri hiç dışarıya çıkamamıştım. Geçenlerde ilk kez dışarıya çıkabildiğimdeyse bu salgın olayı patlak verdi ve yine eve kapandım haliyle epey fazla süredir güneşin hissini, rüzgarı, çiçekleri özlemiş durumdayım. Denizin kokusunu, dalgaları ve martıları özledim. Çakıl taşı toplamayı özledim. Arkadaşlarla toplanıp kahve içmeyi özledim. Şimdilerde görüntülü konuşarak durumu idare ediyoruz. Ben evden çıkmamak konusunda tecrübeli olduğum için genelde onları sakinleştirici konuşmalar yapıyoruz. Bir bulutun peşine takılmayı bile özledim. Bunu saymakla bitiremem. Okuldan mezun olmuştum geçen yıl. Ama evim okula yakın olduğu için yine de sevdiğimiz mekanlara gidebiliyorduk bunu da özledim. Kampüsü özledim. Blog yazmak ve okumak bir süre içimden gelmemişti bunu da özledim. Öyle işte günlüğümsü bir şey oldu bu böyle. Dikkat edin kendinize. Alışveriş yaptığınızda alışveriş poşetini bile mikroplu olarak değerlendirin ve her şeyi hemen yıkayın. Yüzünüzü koruyun. Kimin hasta olabileceğini bilmediğimiz için yüzümüzü korumak önemli, maske takmayın diyenleri boşverin. Alışverişlerinizi planlı yapın ve haftada bir kereden fazla dışarı çıkmamaya çalışın ve buna yetecek kadar abartmadan alışveriş yapın. Eve akrabanız bile misafirliğe gelse geri çevirin, herkes evinde dursun ki bu bilinci artık kazandığımıza inanıyorum hepimizin.

Bakın bu videoyu benim kurstan İngilizce öğretmenim hazırlamış. Bizim kampüsü insansız haliyle görüntülemiş. Bahar gelmiş şimdiden her yer yeşil ve çiçek dolu nasıl nasıl güzel. Bahar gelmiş çoktan...