16 Haziran 2020 Salı

Çakıl


  Çakıl, benim minik çakıltaşım olmaya başlayalı dokuz yıl geçti. Belki bize gelmeden önce de bir yaşına varmış olabilir yani bu yıl dokuz veya on yaş olmalı. Her hayvanın karakterinin farklı olduğunu, hepsinin sevdiği veya nefret edebileceği şeyler olduğunu, kendilerince bir kişilikleri olduğunu hayvanlara biraz ilgi duyan onları seven herkes bilir. Bu güne kadar pek çok kez annesi tarafından terk edilip beni bulan kedi yavrularını da büyüttüm. Hepsi kendiliğinden kapımıza gelip beni buluyordu. Hepsi de bambaşka kişiliklere sahipti ve onları dışarı hayatından kopartmadığım için canları istediği zaman beni terk ediyorlardı. Mahallenin maskotu oluyorlardı onları herkes başka bir isimle çağırıyordu. Çakıl'dan önce çook minnakken aynı anda on beş tane muhabbet kuşumuz vardı. Onları babam büyütüyordu ve içlerinden sadece sarı olan ismini söylemeyi öğrenmişti "Çıtır Çıtır" diyip duruyordu. Daima benim kafama tüner benimle beraber dolaşırdı. O zaman dört veya beş yaşındaydım. Sonra onlara ne olduğunu bilmiyorum. Ortaokula giderken aralıklı zamanlarda üç tane muhabbet kuşum olmuştu. Onları uzun yaşatamamıştık ve o zamanlar henüz bir kuşa yarenlik etmenin inceliklerini bilmiyordum ve vakit geçiremediğimden dolayı çok bağlı değildim. Onlarla ailem ilgileniyordu. Fakat Çakıl benim gerçekten çok çok yalnız olduğum bir dönemde benim can yoldaşım olmaya gelmişti.

  Çok hareketli, çapkın, neşeli, yaramaz bir şey. Minnacık bedeninde gözleri mücevher gibi, parlak zeka dolu bakışları... Böyle bir şeyi kuş işte iki tane kanadı ve tüyleri var diyip nasıl geçebilir insan... İlk günler onunla uyudum onunla uyandım. Kafesine sarılarak uyuyordum beni sevsin bana alışsın diye. Hem uyanıkken de yanımdan hiç ayırmıyordum. Ders çalışırken sesli çalışıp ona okuma yapıyordum. Sesimi seviyordu. Şarkı söylememe, ninni söylememe bayılırdı.

  "Çakıl.. Çakıııl!" diye diye hiç bıkmadan aynı tonda tekrar ede ede ona adını öğrettim. İsmini söylediğimde tüneğinin üzerinde pıtı pıtı koşarak olduğum tarafa gelip tellere zıplayıp beni öpmeye çalışırdı. Israrlı tekrarlarımdan sonra kendisi de konuşmayı öğrendi. Bir defa konuşmanın yolunu anlayınca diğer kelimeleri öğrenmesi daha kolay oldu. "Çakıııl, Aşkıım, Canım, Bebeğim, Çalıkuşu, Çarşı karşı, Çarşı kuşu, Okasa, Aayy!, Gel buraya, Bak!, Cici bebeğiiim, Aç kapıyı, Hahahaa!, Oy oy oyy!, I love you, Aaaa!" gibi bir sürü kelime ve nida öğrenmişti. Bunları da canı nasıl isterse uzatarak veya melodik şekilde söylüyordu. Hatta bazen sessizliğin içinde bir anda bağırır gibi sesini yükselterek "Aşkıım!" diye beni çağırmayı öğrenmişti. Öyle çağırdığında benden hemen cevap geleceğini biliyordu. Öğrenip unuttukları da oldu ve bunların yanında bir de poşet sesini taklit ediyordu. Bu en sevdiği seslerdendi çünkü ona göre tüm poşetlerde yem vardı, lezzetli bir sesti onun için. Poşeti duyduğu anda o da başlardı. Hapşırmamızı ve öksürmemizi de taklit eder biz öksürünce tekrar ederdi. Ve bir de benim gülmemi taklit ediyordu, ben güldükçe o gülüyordu o güldükçe ben gülüyordum. "Hııı?" diye soru sorar gibi nidalar yapardı. Özellikle uykusu olduğunda kafasını geriye çevirip tüylerinin arasına gömdüğünde kendi kendine söylenirdi ama ben ninni söylersem susup dalıncaya kadar beni dinlerdi. Kuşlar uyurken güvende olma duygusundan dolayı sevdiklerini dinlemek istermiş.

  Gözlerimi kapattığımda gözlerini kapatırdı, çok kez bu şekilde onu kandırıp uyuttuğum olmuştu. Dudaklarımı öpücük atar gibi yaptığımda o da gagasını aynı şekilde oynatır ve öpücük sesi yapardı. Kafamı hafif sallayıp dans etmemi severdi. Hemen kendisi de dans ederdi kafasını sağa sola aşağı yukarı sallarken heyecana kapılıp hızla daire çizmeye başlardı. Piyano ve gitar sesine bayılırdı. Hemen neşelenirdi müzik dinlerken. Kalabalık ve yüksek seslerden hoşlanmazdı. İçine su konunca kuş sesi çıkartan toprak kuş şekilli düdükler vardır onların sesini taklit ederdi. Dans etmek en sevdiği şeydi. Bir de öpmek. Lakabı Spaydi idi çünkü tepesi aşağı örümcek adam gibi durup öyle öpüşürdü. Annemin köpeği Nazlı ile birbirlerini kıskanırlardı en çok sevilmek için yarışırlardı. Doğranan bir salatalığın kokusunu salondan bile alır, heyecanlanırdı. Heyecanlanınca göz bebekleri küçülür etrafındaki beyaz halka belirginleşir ve daha da heyecanlanırsa kanat çırpardı. İstediği bir şey olduğu zaman kafesin tavanından ters sallanır ve kanat çırpardı. Sofraya oturduğumuzda onun hakkını vermezsek salatalık için kafesteki yemliği bile yerinden söker, tepesi aşağı devirir, isyan ederdi. İstediği her şeyi anlatmasını bilirdi. Önceleri uçmayı çok severdi ama son yıllarda kafesten çıkmaktan hoşlanmıyordu. Kırmızı renkten nefret ederdi, beyazı çok severdi. Gagasını burnuma dayayarak öyle durmaktan hoşlanırdı. Ayaklarına dokunulmasından en başından beri nefret ederdi bu yüzden elimize asla alamazdık. Ama o isterse omzumuza gelir dururdu. Yanlışlıkla elimize gelse sanki biz tutmuşuz gibi bize sinirlenirdi. Ama parmağımla güreşmekten hoşlanırdı.

  Kapıyı pencereyi aynı anda hiç açmazdım rüzgarda kalmasın diye. Geceleri ışık kapalı otururdum uykusunu alsın diye. Tv veya laptop sesini çok açmazdım rahatsız olmasın diye. Zaten rahatsız olunca sinirlenirdi söylenirdi bıcır bıcır bir şeyler mırıldanır homurdanırdı. Küçük prensimdi benim. Ders çalışırken sessiz olmam gerekse bile onun için piyano sesi açardım ya da tvde bir şeyler açıp kısık sesle dinlemesini sağlardım. Radyo 45lik dinlerdik beraber. Teoman ve Şebnem Ferah'ın seslerine bayılırdı. Pop müzik de severdi. Hayatımın her alanında yeri vardı. Annemlerin evine gelirken ardımda bırakmaz yanımda getirirdim. Mutfağa yemek yapmaya giderken benimle gelirdi. Yediğim her meyveden önce ona verirdim...

  Bu yıla kadar hiç ama hiç hastalanmadı. Belki ufak üşütmesi hapşırması olmuştur. Ama öyle güçlü dinç bir kuştu ki asla hastalık kabul etmezdi. Annemler onun hapşırmasını ayırt edemezdi ötüyor sanırlardı ama ben anlardım. Onu en halsiz gördüğümde sadece sessiz kalıp tüylerini kabartmış olurdu. O zaman bilirdim ki üşümüş. Hemen sıcak tutardım. Hemen kendine gelirdi. Geçen aylarda evimi sel bastığını anlatmıştım. O zaman hayatında ilk defa çok kötü hastalandı. Veterinere götürdük. Veteriner kuşlardan anlamıyordu ama antibiyotik ve vitamin verdi. İlacı kendi içirememişti çünkü Çakıl el ile tutulmaktan nefret eder kaçardı. Panik atak geçirirdi tutulmak istemediği için. İlacı benim içirmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. En sevdiği şey ekmek, yumurta ve salatalıktı. Onlara damlatarak ilacı kandırarak yedirdim ona. Sıcak tuttum. Üç dört gün başında bekledim. Su içmesi için uğraştım. Parmağımı suya batırıp parmağımdaki damlaları içmesini sağladım. Yem yiyemediği için yumurta haşladım. Minik minik parmağımın ucuna yumurta koyup bir anne kuş gibi yedirdim ona. İlaçtan önce kusuyordu çok kötüydü. çok çok kötüydü. Ama toparlanmayı başardı. Virüs salgınından önce annemlere gelirken yanımda getirdim keyfi çok yerindeydi. Ama bir kez daha hastalandı. Daha çok vakit geçmemişti bile. Aynı süreci yine yaşadık. Yine toparlandı.

  Ama geçtiğimiz perşembe günü yani ayın 11inde bir şeyler ters gitti. Sabah çok neşeliydi. Sabahları etraf aydınlık ve perdeler açık kalmışsa gün ışığıyla neşesini bulur ve beni uyandırana kadar konuşurdu. Ben uyandıktan sonraysa o tekrar uyurdu. Dışarıdaki kuşlara laf yetiştirirdi. Yine öyleydi. Dışarıdaki kuşlarla yarışıyordu. Ben uyanınca sakinleşti ve kahvaltı hazırlığında heyecanlandı. Salatalığını verdik ona da. Kahvaltıdan sonra sessizleşti. Sonra kustuğunu duydum. Kursağındaki yemleri kusarken etrafa fırlatıyordu. Panikle hemen yanıma aldım. Birkaç gündür ruh halim zaten kötüydü. Kabuslar görüyordum alakasız şeyler hakkında. Onu öyle görünce içimdeki sıkıntı bu yüzdendi demek dedim. Bu sefer daha kötü olduğunu anlamıştım. Çünkü.. Çünkü bu kez ilk defa tüneğinden düştü. Bir kuşun tüneğinden düşmesi kötüye işarettir. Bir kuşun kafesin dibinde dolaştığını görmeniz için onun deli olması lazım bundan nefret ederler. Kafesin dibine indiğini yalnızca düşen bir meyvenin peşindeyse görebilirsiniz ya da çok korkmuşsa. Çakıl bir meyvenin peşinde olsa bile kafesin kenarına tutunur kafasını uzatabildiği kadar uzatır meyveyi öyle alırdı asla yere dokunmazdı.

  Çok korkmuştum. Elimize gelmekten nefret ederdi ama başka çarem yoktu onu elime aldım. Hiç kendinde değildi. Elimde onu ısıttım. Vitamin vermeye çalıştım, su vermeye çalıştım, kustuğu için bir şeyler yesin diye uğraştım ama bu kez hiçbir şeyi kabul etmedi. Nazlı da çok endişelenmişti gelip gidip onu izliyor kontrol ediyordu. Sonradan düşündüm de sanırım felç geçiriyordu. Önce midesi mahvoldu. Sonra ayakları tutmaz oldu. Sonra elimin içinde sanki bir kalp tutuyordum. Kalbi pıtır pıtır atıyordu. Korkmasın diye ona ninni söyledim. Sakinleştirdim. Yavru bir kuşun annesini çağırması gibi iki üç kez ses çıkartabildi. Sonra kalbi durdu. Melek oldu benim minik prensim. Nazlı onun gittiğini hemen anladı. Nasıl anladı bilmiyorum ondan bir anda korkup geriye doğru sıçradı ve panikle havlamaya başladı. Çakıl'ı bir prens gibi erik ağacının altına gömdük.

  Kaç gündür kendimi yeni toparlayabildim. Belki bir kuş için üzülmek çoğu kişiye anlamsız gelebilir ama o benim bebeğimdi. Kahvaltıda salatalık yerken onun artık olmadığını unutup yanlışlıkla onun için ayırıyorum veya pencereden rüzgar girdiğinde üşür diye tam düşünecekken artık olmadığı aklıma geliyor. Dışarıda kuşlar öterken cevap vermesini bekliyorum fark etmeden kafesinin olduğu yere dönüp bakıyorum.. Sesini özledim. Resimlerine bakamıyordum bugün bakabildim. Onu hep mutlu yaşatmaya çalıştım. Daima yanımda olup bana arkadaşlık etti. Bu yazıyı da onu hatırlamak ve unutmamak için yazıyorum..

9 Haziran 2020 Salı

Anime Mimi



  Sevgili Manxcat bir anime mimi başlatmış görünce hoşuma gitmişti. O da Mert'in dizi miminden esinlenmiş. Deepsi sen de yap demişti animelere merağım olduğunu bildiğinden ama yazmaya vakit bulur muyum bilemiyordum Aysu da beni mimleyince bu bir kader dedim :D Çok güzel oluyor bu mimler bilmediğimiz diziler filmler ve şimdi de animeler öğreniyoruz. Çoğusuna katılamıyorum seçmek zor olduğu için ve kuralları da genelde bozarım ve fazladan milyon tane şey söyleyebilirim şimdiden uyarayım :)

  Eveet 5 tane en en en sevdiğim animeyi seçmem lazımmış. Ama hepsi benim bebeklerim nasıl seçebilirim yine de deneyeyim :) Şimdi ben numara veremeyeceğim çünkü işin sonu nereye varacak gerçekten bilmiyorum. Ufak tanıtımlarla bir yere varırız her halde. Hııı bi de Miyazaki sensei ve diğerlerinin filmlerini liste dışında tutacağım onlara da başlarsam bitmez bu yazı yani sadece dizi olanlardan söylüyorum şimdi :D

Bleach: Tite Kubo tarafından yapılan müthiş seri. Tite Kubo tıpkı Stephan King gibi bu seriye devam etme konusunda hayranları çıldırtıyor. King de Kara Kule serisi için aynı performansı sergiliyordu :D İchigo Kurosaki lise öğrencisi. Annesini kaybettiği günden beri ruhları görebiliyor. Bir gün bir ölüm meleği ile yolları kesişince bu yeteneği daha anlamlı bir hale bürünüyor. Kendisinin ruh gücü çok yüksek olduğu için peşinde onu yemek isteyen çok kötü canavarlar var bunlara hollow deniyor. Kendisinin yüzünden hollow kardeşini yakalayınca ve ölüm meleğiyle karşılaşınca olaylar karmaşık bir haldeyken bir şekilde meleğin yeteneği kendisine geçer ve ölüm meleğine dönüşür. Böylece önce kardeşini kurtarır ve daha sonra canavarları avlaması için ölüm meleği olan Rukia'ya yardım eder. Fakat olaylar bu kadarla da kalmaz. Rukia'nın kendi güçlerini bir insana vermesi büyük suçtur ve ruh toplumu peşine düşer. İkisi karmakarışık olayların içine düşer.

Death Note: Ölüm meleklerinden birinin sırf canı sıkıldığı için dünyaya fırlatıp attığı ölüm defterini bulan bir lise öğrencisinin başta kahramanca davranıp sonra yoldan çıkışının dramı desem :D Lighto son derece zeki bir hukuk öğrencisi. Defteri bulunca kendini tanrı zannetmeye başlıyor ve deliriyor. Önce suçluları deftere yazıp öldürürken sonraları kimliği ortaya çıkmasın diye önüne geleni öldürmeye başlıyor. Ryuzaki müthiş zeki tatlış ponçik dedektifimiz ise onun peşinde. Satranç gibi zeka savaşlarının arasında kalıyoruz izlerken müthiş :) Ayrıca 3 uyarlama filmi ve bir yabancı dizisi var. Tabi hepsi de bir mangadan uyarlama.

D. Gray-man: Katsura Hoshino tarafında yazılmış çizilmiş manga serisinden uyarlanma. Allen Walker Kara Emir grubuna üye bir Exorcist. Millennium Earl ve Akuma ordusuna karşı verdiği mücadeleyi izliyoruz. Bütün karakterlerin birer yeteneği ve anılarla dolu dolu hikayeleri var. 103 bölüm. Devamı da dgray man hollow isminde galiba o da 13 bölüm. Çok derinlikli karakterler var tamamını izlememiştim yeniden izlemek istiyorum :)

Devil May Cry: 2007 yapımı bir seri. Aynı isimli bir video oyunundan uyarlama. Dante insan bir anne olan Eva ve Şeytan babası Sparda'nın melez çocuğu ve iblis avcısıdır. İşlerini yürüttüğü bir ofisi vardır ve kendisine gelen iblis davalarını orada inceler kabul eder filan baya resmi takılıyor :D Bir gün büyük bir mirasın varisi olan bir kızı koruma görevi verilir ve olaylar karışır. sanırım iki bölüm filan izlemiştim sonra okula başladığım dönemde devam edemedim merak ediyorum hala :)

Sailor Moon: Bunu tanımayan yoktur herhalde :D çocukken okuldan çıkıp eve koşardım saat 4 gibi başlardı tam zamanında evde olurdum. ah mazi :) ah smokinli şovalye mamoru ve chibi chibi :) Şu sıralar yeniden izliyorum :)

Full Metal Alchemist Brotherhood: Hiromu Arakawa'nın yazdığı bir seri. İki kez animeye uyarlanmış ilki mangadan biraz farklıymış izlemedim. Benim söylediğim ikincisi ve manga ile uyumlu. Simya gücüne sahip olan insanların ve değişik teknolojilerin bir arada bulunduğu kurgusal bir dünya. Küçük yaşta annelerini kaybeden Eduardo ve Alphonso Elric kardeşler simya yetenekleriyle annelerini geri getirmeye çalışırlar. Fakat Simyanın temel kuralı eşit takastır. Eşit takas sağlayamadıkları için annelerinin yerine bir canavar gelmiştir ve çok hızla kaosa dönüşen işlem sonucunda Alphonso'nun bedeni ve kendi sağ kolu yok olmuştur. Eduardo son anda kardeşinin ruhunu kurtarır ve onu bir zırha mühürler. Zırh beden görevi görür. Şimdi de hem annelerini yeniden canlandırma hayalinin yanında kardeşinin bedenini geri alma mücadelesi de vardır. Bu süreçle devlet simyacılar birliğine katılır ve ordu için çalışırlar ve garip olayların içine düşerler. Çocukların kayıp olan babaları da olayların tam ortasındadır. Oldukça duygusal heyecanlı maceralı ve müthiş bir anime. Kardeşine zarar vermenin vicdan azabı Eduardo için büyük bir acı. İki kardeşin ve arkadaşlarının macerasını izlerken olaylara kapılmadan duramıyor insan. Bunun bir de filmi çıktı ama bana kalırsa anime kadar detaylı ve açık değildi. Ve başka ovaları da bulunmakta ama izlemedim daha.

Yume-iro Patisserie:  Ichigo Amano anneannesine olan özlemi eşliğinde pastacılık hayallerinin peşinden gider. Ona yardım eden bir perisi vardır. Periler sihir ve pastalarla dolu bir seri :)

Gumball: Mavi kediiii <3 kardeşi ve babası tavşan, annesi kedi, üvey kardeşi de bir balık daha ne diyeyim çok eğlenceliler :) çok da zekice espriler var :)

Samuray Jack: Sadece alıntı yapıyorum bu bile izlemek için heyecan verici " Uzun zaman önce, uzak bir ülkede ben Aku karanlığın şekil değiştiren efendisi, serbest bırakılmış korkunç bir şeytandım. Ama, sihirli bir kılıç kullanan, ahmak bir samuray savaşçısı önüme çıkıp bana karşı koymaya çalıştı. Son darbe vurulmadan önce, zamanda bir kapı açtım. Ve onu kötü ruhumun hakim olduğu geleceğe yolladım. Ve şimdi o ahmak geçmişe dönmenin ve geleceğin kendi olan Aku'yu mahvetmenin yollarını arıyor." İşte böyle diyor kötü karakter :) Çizimleri ve detaylarıyla harika :)

Esrarengiz Kasaba: Bir Disney serisi. Gizemli bir kasabada babalarının amcasının yanında yazı geçiren ikiz kardeşler Mabel ve Dipper'ın başından geçen tuhaf olaylar. Canavarlar. Büyüler. Bilimsel şeysiler. Kardeşlik ve dostluk da çok sevimli. Olaylar kasabanın 30 yıllık gizemli geçmişini anlatan bir günlüğü bulmalarıyla başlıyor. Amca olayların hayal olduğunu savunup çocukları bundan uzak tutmaya çalışsa da o da gizemin tam ortasındadır. Müthişli :)

Sevimli Hırsız: Diğer ismiyle Kamikaze Kaitou Jeanne. Ay savaşçısı döneminden yine bir tatlış seri :) Mangası 7 bölüm animesi 44 bölüm. Kızımız Marron başta sıradan bir hayat sürse de aslında o Jeanne d'Arc'ın reenkarnasyonudur. Bu nedenle kötülük onun peşini hiç bırakmaz ve küçükken ailesi tarafından da terk edilir. Yakın arkadaşı Miyako ile yaşarken bir koruyucu melek ile tanışır. Böylece kötülükle savaşmaya başlar. Sanat eserlerinin içine gizlenip insanların ruhunu yiyen ruhlarla savaşır. Bunu sonuna kadar izlememiştim yine çocukken tvde vardı. Belki günümüzde sıkıcı olabilir ama hatırlayınca bahsetmeden duramadım :)

Another: Gizem korku gerilim türünde en sevdiğim türlerden yani :) Tsutomu Mizushima tarafından yapılmış ve Yukito Ayatsuji'nin romanından uyarlanmış. Şimdi bunu nasıl özetlesem bilemedim. Sakakibara lanetli olduğu söylenen ve sahiden de öyle olan bir sınıfa yeni kayıt olan bir öğrencidir. Sınıfın laneti tüm okul tarafından kabul edilmiş durumda ve bu yüzden sınıfta bazı öğrenciler herkesi lanetten korumakla ve kuralları uygulamakla görevlendirilmiş. Sınıfta her yıl bir "Olmayan" belirlenir ve o kişi sınıfta yokmuş gibi davranılır. Böylece sınıfta fazla sayıda artmış bir öğrenci olmazsa lanetten o yıl kurtulacaklarına inanırlar. Hatta bunu başardıkları bir yıl da olmuş galiba geçmişte. Ama hiçbir şey bilemeden olayların içine düşen Sakakibara "Olmayan" ile konuşmaya ona sorular sormaya ve varlığını sınıfta kabul etmeye başlayınca lanet işlemeye başlar. Olmayan olarak seçilen Misaki Mei tüm hareketleriyle en sevdiğim karakterlerden oldu çünkü onun böcekleri çiçekleri balıkları inceleyişini kendime benzettim hep :) Çizimleri ve müzikleri de şahaneydi. Korku filmleriyle aranız iyiyse izleyin derim :)

Charlotte: Pastasına bayılırım ama bu pasta ile alaklı bir anime değil :D Bir grup genç özel yeteneklere sahiptir. Peşlerinde bu yetenekleri kullanmak veya yönetmek isteyen kötü bilim adamları ve onları korumak isteyen kişiler de vardır. Zamanda kayma durumları zihin oyunları. Güzel ilerlerken bir anda hızlıca bitmesini sevmedim. Konu çok güzeldi ama kısa bir anime olsun diye çok dar bir alanda sıkışıp kalmış. Daha detaylı daha derin şeylerle iki sezonluk bir şey olmasını beklerdim. Yine de güzel :)

Hime-chan No Ribbon: Megumi Mizusawa tarafından yazılmış ve sonra 92 yılında animeye dönüştürülmüş. Yönetmenin ismini bilemedim. Büyüler Dünyası'ndaki her insanın, gerçek dünyada bir kopyası vardır Prenses Erika ile tanışan Himeko ondan kırmızı bir kurdele alır bu sayede istediği bir insana bir saatliğine dönüşme yeteneği kazanır. Eğer dönüşümlerinde bir saati aşarsa sonsuza dek o formda yaşamak zorunda kalacaktır buna dikkat etmesi gerekir. Konusu özetle böyle oldukça sevimli ve eğlenceli bir seri :)

Last Exile: Yönetmeni Koichi Chigira. 2003 yılında ilk kez yayınlanmış. Ben tvde türkçe dublajlı izlemiştim sanırım. 26 bölümden oluşuyor. Claus Valca ve Lavie iki yakın arkadaş ve hava kuryeliği yaparak yaşıyorlar. İkisinin de babaları hava kuryeliği yaparken çok tehlikeli bir bölgeden geçereken vefat etmişler. İkili bu tehlikeli bölgeden bir gün başarı ile geçmeyi hayal ediyor. Bir gün kuryelik görevi sırasında garip bir aracın bir başka kuryeyi vurup düşürdüğünü görür ve yardıma giderler. Pilot ağır yaralıdır. Kargoyu onlara emanet edip yerine ulaştırmalarının çok önemli olduğunu söyler. Kargo ise küçük bir kız çocuğudur. Olaylar karmaşık gizemli bir hal alır. Bunu yakınlarda yine izlemek istiyorum çok etkileyiciydi bence :)

Legend of Zorro: Zannedersem 52 bölümden oluşan Katsumi Minoguchi uyarlaması. Bu da çocukluğumdan :D Keyifli ve heyecanlıydı. Bir de ben Zorro karakterini severim zaten.

Cinderella Monogatari: Bütün sindirella uyarlamaları hoş fakat benim en sevimli bulduğum Hiroshi Sasagawa'nın 1996'da yaptığı 26 bölümden oluşan bu serisi. Ay savaşçısı gibi çok minnakken izlediğimden bu denli seviyor olabilirim. Yutupta türkçe bölümleri yüklenmiş az önce buldum çok mutlu oldum :) Diğer tüm uyarlamalarda sarışın ve mükemmel saçları olsa da bu seride kızımız kahverengi düz sönük saçlara sahip çok sıradan bir görüntüsü var en çok da bunu seviyorum sanırım :) Bir de o müziği yok mu ah hala kulaklarımda çalıyor. Onu bulamadım yutuptan yabancı versiyonlarında var türkçe olanlarında kesmişler bulursanız bana da söyleyin :)

Fate Zero / Fate Stay Night / Fate Unlimited Blade Works: Şimdilik bu üç sezonu biliyorum ama devamı da gelecek sanırım. Ve ben bunların da tamamını izleyemedim yarım kalmıştı. Bu çok geniş çok aksiyonlu bir seri. Konusunu nasıl açıklasam bilemiyorum ama ilk başta şunu söyleyebilirim ki her şey kutsal kase kavramıyla alakalı. Kutsal kaseyi kazanan kim olursa olsun dileği gerçekleşecek. Fakat böyle bir gücü kazanmak kolay değil elbette. Kase on yılda bir ortaya çıkıyor ve her çağdan yedi tane kahramanın ruhunu çağırıyor. Bunlar geçmişte veya gelecekte dünyaya büyük etkisi olmuş insanlar mesela Büyük İskender gibi. Bunlar da sınıflar halindeler mesela archer okçu, saber kılıç ustası, caster büycü vs. Bu ruhların efendisi olacak yedi tane büyücü seçiliyor. Sonra da kaseyi kazanmak için bu yedi efendi birbirine karşı savaşıyor. Son bir kişi kaldığında kutsal kase ortaya çıkıp dileği yerine getirecek. Bu savaşları takip eden kuralları koruyan bir de rahip var. Bir efendi savaşta yanındaki kahraman ruhu kaybederse onun can güvenliğini sağlıyor rahip. Efendi ve kahraman arasında bir çeşit sözleşme yemin gibi bir durum var. Ona tümüyle hükmedemiyor efendiler anlaşarak konuşarak işleri yoluna koymak zorundalar çünkü üç adet hüküm verme hakları var tümünü kullanırlarsa efendilik hakları tamamen bitiyor ve yarıştan da atılıyorlar. Bu haklar oldukça güçlü ve isterlerse kahraman ruha intihar etme emri bile verebilirler. Eğer bir kişi komut hakkı bitmemişse ve kahraman ruhunu kaybettiyse efendilik haklarını kaybeden başka birinin kahraman ruhu ile anlaşma yapabiliyor. Şunu da söylemeliyim ki stay night ile unlimited birbirine benziyor ama sonları aynı değil ben daha onu izlemedim ama açıklaması böyleymiş. Karakterler aynı ama işleyişler farklıymış farklı tercihler ve farklı bir olay örgüsü sanırım. Tamamnını izlemesem de listeye sonradan almaya karar verdim çünkü ben oldukça etkilenmiştim. Aksiyon dolu ve satranç oyunu gibi adeta. Ayrıca görüntüler enfes :)

Guilty Crown: 22 bölüm su gibi bitiveriyor. İki mangası bir de romanı var ve sanırım bir de bilgisayar oyunu var. Bir de görsel roman ve ayrıca 15 dakikalık bir ovası var. Anime boyunca etkileyici müzikler çalıyor. Müziklkeri Ao no Exorcist ve Shingeki no Kyojin animelerinin müziklerini hazırlayan Sawano Hiroyuki hazırlamış. Konusu şöyle: 2029'da büyük bir virüs salgını patlak veriyor. Büyük bir kaos yaşanıyor ve buna daha sonra Kayıp Noel adını veriyorlar. Japonya salgın dolayısıyla BMden ve güçlü yerlerden yardım istiyor ve Japonyaya bunların askeri birlikleri giriyor. Bu birlikler salgını kontrol altına alır fakat ülke de bir çeşit işgal durumunda kalır. Her şey bu birliklerin kontrolündedir. Ve on yıl sonra bu birliklere karşı ayaklanıp tekrar bağımsızlık isteyen kişiler mücadele vermeye başlar. Kahramanımız Ouma Shu bu mücadelenin içinde yanlışlıkla "Kralların Gücü" denilen bir gücü ele geçirir ve kendisini özgürlük için savaşanların içinde bulur. Konusu özetle böyle ama daha derin ve müthişli :) Yine görüntüler harika tabi :) Bu arada başka bir anime olan Code Geass ile konu benzerliği var ve o da çok iyi animelerden ama ben bunu daha çok seviyorum hatta keşke daha uzun olsaydı :) İnsanlar arasındaki bağ ve evrim teması üzerine düşündürücü yanları da var :)

Avatar ve ardından tabi ki Avatar Korra: Son hava bükücü ve devamındaki hikayeyi hepimiz biliyoruzdur o yüzden anlatmayayım biraz da yoruldum açıkçası :D

Ayy işte böyle daha yazarım tutamam kendimi ama yeter değil mi durayım burada nefes alalım :) kendi kafamda türlerine göre renklendirdim isimlerini yazıya bi renk gelsin diye :) İzleyin hepsiniiii :)

Bu mimi yapmak isteyenler yapsınlaar bir sürü yeni anime öğreneliiim :D

Hıı bir de şunları dinleyin hadi <3

Ufuk Beydemir - Gerçek Nerede                   Ece Barak - Castle in the Snow (Kadebostany Cover)


S..

1 Haziran 2020 Pazartesi

Ağaç Ev Sohbetleri 41


  Selamlaar! Umarım herkes iyidir. Zor süreçlerden geçiyoruz, bazen bunalıp depresyona girsek ve her türlü negatif duygu ve düşünceye açık hale gelsek, hayata karşı alıngan olsak ve saçmalasak da bence bu süreci iyi atlatıyoruz. Unutmayın sadece siz değil herkes deli, herkes deliriyor. Durumu abartmayalım. Bazen delirmek de iyidir. Sevdiklerinizle ilgilenin ve onlara sevginizi belli edin. İhmal etmeyin. Kırmayın. Bir iki çift güzel söz ve ilgi hem sizin kalbinize hem onların kalbine iyi gelecektir. Yakında her şey düzelecek buna inanıyorum. Bu süreçte okumak yazmak ve farklı şeylerle ilgilenmek, evlerimizi ve insanlarla olan ilişkilerimizi düzene koymak, temizlemek, derleyip toparlamak ruhsal açıdan iyi geliyor. Her gün bir öncekinin aynısı gibi yaşamamalıyız. Her gün düşünmek için yeni bir fikir bulmalı, uğraşması için zihnimize yeni bir şeyler sunmalıyız... Yazıya ne için başladım neler diyorum durun olay bu değildi. Dırırırııım! Ağaç evin kırk birinci konusu bu hafta bendee, kırk bir kere maaşallah derlerdi değil mi :) Sorum da aynen şöyle: 1. Kendi çektiğin ilk fotoğrafı hatırlıyor musun? 2. Neyi fotoğraflamıştın? 3. Bunun için bir fotoğraf makinası mı kullandın bir telefon mu? 4. Çektiğin fotoğrafı ve o anı anlatır mısın?

  Bu soru geçenlerde en eski filmler ve fotoğraflar hakkında bir belgesel izlerken aklıma geldi. Soruyu arkadaşlarıma sormuştum ve sonra düşündüm ki ağaç ev sohbetleri için de iyi bir soru bu. Belgeselin adını hatırlamıyorum tvde görmüştüm ve sonuna yetişmiştim. Hayatımızın görsel belgeleri ve şahitleri olan fotoğraf ve videoların ortaya çıkışını ve insanların buna gösterdikleri tepkileri izlemek hoştu. İlk defa bu nesneleri gören insanlar utangaç, meraklı ve heyecanlı görünüyorlardı. Tıpkı hep mahrum kaldıktan sonra ilk defa lulaparka giden bir çocuk gibi. Bazen heyecanla merak ettiğimiz bir şeye dokunsak bulut olup dağılıverecek gibi korkarız dokunmaya. Bazen de heyecanımızın geçmesini bekleriz. Hediye alınca paketini hemen açmamak gibi. İçindekini merak edip düşlemek ona hemen kavuşmaktan daha heyecanlı gelebilir. Çocukken aldığınız ilk bisiklet gibi. İlk başta boyasının baloncuk olmuş bozuk kısımlarına kadar inceler, seyredersiniz. Zincirinin nasıl hareket ettiğine bakarsınız. Heyecanlı ve utangaç bir dokunuş sonrası sürme denemeleri başlar. Herhalde video ve fotoğraflar ve onları kaydeden bu cihazlar da bunlara benzer birer his veriyordu başlarda. İnsanlar ilk kez yaşadıkları bu deneyim karşısında heyecanlı, utangaç, minik birer çocuğa dönüşüyordu.

  İşte bunları düşünmek bana ilk kez fotoğraf çektiğim anı anımsattı. Çocuktum yaşımı hatırlamıyorum ama 5'ten büyük ve 10'dan küçük olmalıyım. Babamın eski fotoğraf makinesini bulmuştum. İçine film konanlardan. Çok fazla kullanılmaya fırsat olmadan sandığa kapatıldığı için kullanılmamış bir film rulosu da duruyordu. Babama ait olduğu için de çok heyecanlanmıştım. Hala çalıştığından emin değildim bu yüzden dayıma kontrol ettirmiştim ve çalıştığını söylemişti. Çok sevinmiştim çünkü anıları biriktirmeye o zamanlar bile meraklıydım. İnsanların zamanla değiştiğini fotoğraflarda görmek çok kolaydı. Ve bunu zaman içinde kendimiz asla fark edemiyorduk. Sesimiz değişiyordu ama fark etmiyorduk. Cildimizin ışıltısı, saçlarımız, boyumuz değişiyordu. Bir insanın çocukluğu ve 80 yaşındaki hali bu kadar farklıyken aynı kişi olması bana o yaşta acayip geliyordu. Anneannem sanki hiç çocuk olmamış hep aynı yaştaymış gibiydi ve tanıdığım en yaşlı insanlardan biriydi. Halbuki o zamanlar altmış yaşına yeni girmiş olmalıydı. Şimdi ona bakınca o zamanlar ne kadar gençmiş diyorum. Kardeşlerime düşkünlüğüm bir annenin çocuğuna düşkünlüğü gibidir. O yaşta da öyleydi. Onlara sarılır başlarını okşarken bir çiçeği sever gibi severdim. Hala öyle gerçi. Annem ve kardeşleri arasındaki bağa bakınca onları izledikçe bizim gelecekteki halimizi merak ederdim. Büyüdüklerinde nasıl olacaklarını merak ederdim. Nasıl değişimler yaşayacaklardı. Nasıl insanlar olacaklardı. Neler yaşayacaklardı. Hep çocuk yanlarını korusunlar diye dua ederdim. Hala bu duayı ediyorum hepimiz için. İşte onların o yaştaki hallerini saklamak istedim. Kaç yıllar sonra o fotoğrafa bakacak ve değişimi görecektim. Ve hala aynı kalan yönlerini. Ve o anı hatırlayacak mıyız diye merak ediyordum. Makineyi kullanmak için gün ışığına çıkacağımız bir vakti bekledim.

  Sokaktaydık o sırada. Sanırım oyun oynuyorlardı. Kız kardeşim benden iki, erkek kardeşim de dört yaş küçük. Hava bahar havasıydı ama gece yağmur yağmıştı. Yerde su birikintisi vardı. Suyun içinde gökyüzünün aksi vardı ve çok hafif esen rüzgar yüzeyi minik minik titretiyordu. Doğadaki böyle detayları seyretmeye pek meraklıyım o yüzden bunları çok iyi hatırlıyorum. Beyaz bir ördek yanlarından geçiyordu. Biz küçük olduğumuzdan ördek pek büyük gelmişti gözüme. İkisine seslendim ve birbirlerine sarılmalarını istedim. Yan yana durdular. Güneş yaz öncesi tatlı sıcak ve parlaktı. Poz vermeyi bilememenin şaşkınlığı üzerlerinden akıyordu. Kız kardeşim ona sarılırken erkek kardeşim sopa yutmuş gibi dimdik duruyordu. Gülmesini de pek beceremiyordu ağzını büzüyordu gülmekten utanır gibi. Kız kardeşim bu işten memnundu çünkü bebeklik fotoğrafı az olduğu ama benim çok olduğu için hep üzülürdü. Bu yüzden kocaman gülümsemişti. Ve ben bu hallerini o fotoğraf karesine sığdırmıştım.

  İşte böylee :) Belki biraz uzun yazmış olabilirim ama başlayınca tutamadım kendimi umarım sıkılmadınız. Sizler neler anlatacaksınız merak ediyorum hadi başlayın :)

  S..