21 Nisan 2021 Çarşamba

Kelime Oyunu 21

Selamlar canım blog ailesi nasılsınız :) Razaman ayı başladı hepinize bir rehavet çöktü sanki hıı :) Tabi bunda canım Nisan ayının bahar havasının da suçu olmalı bir de sanırım sınav haftası filan olabilir. Ben de geçen gün sınavda epey yorulmuştum ancak kendime geldim ve bu haftayı bloğa ayırıp sonra yine ders çalışacağım :) Öğrencilik üzerime yapıştı çok da yakıştı bence, mutlu oluyorum ders çalışınca da keşke yorucu olmasa :) Bu hafta kelime önerisi gelmeyince görevi yine devraldım zira hikayeler uydurmak bana her zaman iyi gelen bir şey. Bu arada online birkaç sertifika dersi almıştım onlara da bakmam lazım şimdi hatırladım hootkaaa!

Hadi başlayalım :)

Not: bu hikaye bir rüyadan birkaç eklemeyle daha önce kurguladığım Odin adlı hikayenin devamı niteliğinde. İlk bölüm için (şuraya), ikinci bölüm için de (buraya) tıklayabilirsiniz. Kısa bir hatırlatma eklemem gerekirse birkaç psişik yeteneğe sahip üç kız arkadaş (Lenu, Mari, Kei) uzun bir yolculuk sırasında yoruldukları için rotalarından çıkıp bir kasabaya uğrar ve dinlenmek için bir otel araştırır. Kasabada garip ve ürkütücü bir antikacı onlara bir adres verir. Gittikleri adres son derece ürkütücü tuhaf ve sıra dışı bir binadır. Bu binanın tasvirini yaparken eğlenmiştim :) Kapıyı onlara kargalarla bakışarak iletişim kuruyormuş gibi görünen karanlık bir kadın açar. Lenu en başından beri bir tuhaflık hissetmiş olsa da yorgunlukları onları içeri girmekten alıkoyamaz. Ve olaylar böyle başlar.

.......

Gıcırtılı kapıdan içeri girer girmez dışarıda ani bir gök gürlemesi ve şimşeklerin ardından bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı. Bunu hiç beklemiyorduk çünkü az önce açık havada batan güneşin paletteki çeşitli renklere boyadığı gökyüzünde yıldızlar bize göz kırpıyordu. Kapı ardımızdan kapatıldığında duyulan o ağır sesle sanki suyun metrelerce altında bir denizaltının ağır kapıları ardına kilitlenmişiz gibi hissettim. Kapıyı tekrar açmak istesem bunu başaramayacağım kadar güçlü bir kuvvetle kenetlenmiş olduğuna dair ürkütücü fikirler aklımda kıvılcımlar gibi yanıp sönüyordu. Yağmur o kadar şiddetliydi ki zihnimde sanki bir kovaymış gibi tüm kasabaya sular doluyor ve içinde bulunduğumuz bu ucube bina yavaşça suların altında kalıyordu. Uyumam lazım diye düşündüm. Bu mantıksız düşüncelerin tek sebebi uykusuzluk olmalıydı.

Girişte biraz ilerleyip bankonun ardına geçen kadının yanına vardık. İçerisi o kadar loş hatta karanlıktı ki çevredeki biçimlerin gerçek şeklini hemen algılayamıyordum. Biraz dikkat edince içerisinin de dışarısı kadar tuhaf olduğu fark ediliyordu. Her yerde kargalar vardı. Biblo falan değil canlı kargalardı bunlar. Bulabildikleri her yere tünemiş ve yuvalanmışlardı. Ve hepsi de sadece bizi izliyor gibiydi. Ağır ahşap süslemeler, postlar, garip heykelcikler ve duvarlarda çeşit çeşit saatlerle garip bir dekorasyonu vardı. Her şey kahverengi, siyah ve bunlara yakın tonlardaydı. Bankoda arkadaşlarımla beraber gazeteci kimliklerimizi gösterip oda istedik. Aslında böyle korkunç bir yerde hepimizin aynı odada bulunmasını tercih ederdim ama kadın bunun mümkün olmadığını ve sadece tek yataklı üç odanın kaldığını söyledi. Bu çok garipti çünkü etrafta bizden başka bir insan olduğuna beni ikna edebilecek hiçbir iz yoktu. Mari ve Kei ile biraz bakışırken durumu kabullenmekten başka seçeneğimiz olmadığını düşünüyorduk. Ayrıca ikisi etraftaki kargaları yeni fark etmiş ve tuhaf davranmamaya çalışarak onları inceliyorlardı. Kadına ışıklarda sorun olup olmadığını sordum. Bu karanlık gerçekten rahatsız ediciydi. Elektrik sisteminde arıza olduğu için mumlar ve gaz lambalarıyla idare edildiği cevabını aldım. Bunu söylerken yüzüme suç işlemişim gibi bir kızgınlıkla bakıyordu.

Kızların ve benim elime birer tane gaz lambası tutuşturduktan sonra duvarda asılı duran üç anahtarı aldı. Sahiden de etrafta başka oda anahtarı görünmüyordu. Kendisi için de bir şamdan alıp yolu göstermek için önden ilerledi ve takip etmemizi işaret etti. Bekleme salonunu ve geniş bir alanı geçtikten sonra birkaç basamağın ardından ikiye ayrılıp yukarıya iki cepheden devam eden bir merdivene geldik. Buradan ikinci kata çıktığımızda aşağıdaki lobiyi ve karşıda binanın sol kanadına devam eden koridorun karanlık girişini görebiliyorduk. Merdiven tarafındaki duvarda tavana kadar uzanan vitraylı pencereler arasındaki nişlerin içinde gotik üsluplu heykeller vardı. Karanlıkla beraber olduklarından daha korkunç ve trajik görünüyorlardı. Tavanda lobiye ışık sağlaması gereken altıgen bir tavan penceresi vardı fakat yağmur ve fırtınadan dolayı işlevini yerine getiremiyordu. Ahşap trabzanların ve zeminin verniği sanki daha yeni atılmış gibi parlak ve taze görünüyordu. Koyu renk ve desenli duvar kağıtları da pek eskimemiş gibiydi. Sağ kanadın koridoruna girip ilerlemeye başladığımızda burada hiç karga olmadığını görmek içimi biraz rahatlatır gibi oldu. Anlaşılan hepsi sadece lobide takılıyordu.

Birkaç oda kapısını geçtikten sonra ikisi yan yana birisi ise karşı taraflarında olan üç odayı işaret etti ve anahtarları üzerilerine takıp öylece bıraktı. Koridor boyunca duvarlara dizilmiş garip karanlık tablolardan başka hiçbir şey yoktu. Kadın "Umarım huzurlu uyursunuz." dedikten sonra arkasını dönüp gidecekken Kei "Yemek saatini henüz geçmediğimizi umuyorum ama geçtiyse de bir şeyler bulabilmemiz mümkün mü acaba?" diye sorarak hepimizin midesine tercüman oldu. Açıkçası böyle bir yerde sağlıklı bir yemek bulabileceğimizden şüphelerim vardı. Fakat en azından bir parça ekmek bile bizi memnun edebilirdi. Kadın bir an düşündükten sonra biz yerleşene kadar birini göndereceğini söyledi ve başka sorumuz olup olmadığını pek umursamadan geldiğimiz yoldan geri döndü.

Odalar birbirinin aynısıydı. Yine karanlık ve yine gotik tarzda eşyalar mevcuttu. Merkezde tek kişilik dört direkli ve sineklikli bir yatak, duvarlarda aynı duvar kağıdı ve  korkunç tablolar, köşede altı köşeli asimetrik aynasıyla bir makyaj masası, boş bir gardırop ve kapının tam karşısında boydan boya cam kapısı olan bir balkon duruyordu. Kat kat ve zarif işlemeli Fransız perdeler ve tüller açık renkleriyle odada bir tezat yaratmıştı. Zeminde oval krem rengi ve desensiz bir halı serilmişti. Aynalı masa üzerinde ve komodinlerde danteller serilmiş, gardırobun camlı kapağına da içten dantelli perde takılmış olması binanın dekorasyonunun yıllardır aynı kalmış olduğunu tahmin etmemiz için yeterliydi.

Biz konuşurken kapıda elinde yiyecek dolu bir tepsiyle bir görevli belirdi. Adının Odin olduğunu öğrendiğimiz genç adam bir hayalet kadar solgun görünümlü ve bir o kadar da acı çekiyormuş gibi bir yüz ifadesine sahipti. Gözleri hafif uzamış saçları gibi simsiyah incilere benziyordu ve sanki içlerinde bir çeşit kıvılcım yanıyor gibiydi. Ona elektriğin ne zaman gelebileceğini ve diğer odaları tutan insanların neden hiç etrafta olmadıklarını sordum. Yağmurdan dolayı herkesin erkenden uyuduğunu söyledikten sonra bize "Buraya gelmek için yanlış zamanı seçtiniz. Belki de hiç gelmemeliydiniz." dedi. Bu tuhaf ifadeden sonra ne düşünmemiz gerektiğini tam anlayamadan yarı açık duran kapıya kuşkulu şekilde baktığını fark ettim. "Ne demek istiyorsun Odin?" diye sorduğumda birinin onu duymasından korkar şekilde fısıltıyla "Çok fazla konuşmaya yetkim yok. Lütfen saat on ikiden sonra gece boyu odanızdan hiç çıkmayın ve sabah olmasını bekleyin. Ne olursa olsun odanızdan çıkmayın." diyerek izin istercesine başını aşağı yukarı sallayıp dışarı çıktı ve kapıyı kapatarak gitti.

Bu tuhaf ve kısa konuşma şüphelerimizi biraz daha artırmıştı. Bir şeyler döndüğü artık kesindi ama ne olduğunu bilemiyorduk. Mari her zaman biraz daha iyimser ve aklı havada olanımız olarak "Belki de sadece konuklarla kafa bulmayı seviyordur. Epey yakışıklı bir vampire benzediği için söylediklerine pek odaklanamadım açıkçası." diyerek güldü. Aklından kahve içmek bahanesiyle mutfağa gidip çocukla sohbet etmek geçtiğinden emindim. Böyle bir yerde onu aramak zorunda kalmamak için kısa bir uyarı geçtim. Telefonlarımızın şarjı saatler önce bitmişti ve binada elektrik olmadığı için de şarj edemiyorduk. Uyumadan önce kapılarımızı içeriden kilitlemeye karar verdik. Olur da uyuyamazsak hepimiz aynı odada toplanırız diye anlaştık. Sonra da odalarımıza dağıldık. Daha önceden yaşadığımız bazı olaylar nedeniyle odaların her yerini ve banyoları kontrol etmiş ve gizli bir kapı veya kamera olup olmadığına bakmıştık. Her zaman hayaletlerin peşinde koşan avcılar olduğumuz ve garip olayları çözdüğümüz için başımıza tuhaf şeyler gelebiliyordu. Kapımı içeriden kilitleyip gaz lambasıyla beraber banyoya gitmeden önce aynanın üzerini bir örtüyle kapattım. Geceleri aynalardan hoşlanmıyordum. Onlarla kötü anılarımız vardı. Kızlarla konuşurken küveti sıcak suyla doldurmuştum. Biraz ılımaya başlamıştı. Üzerine biraz soğuk su dökerken köpüren sabunlardan birini içine attım. Uyumdan önce biraz rahatlamak iyi olacaktı. 

Soyunup küvete girdim ve çeneme kadar suyun içine gömüldüm. O uzun araba yolculuğundan sonra bu gerçekten mükemmel bir histi. Bedenimin bu kadar ağrıdığını fark etmemiştim bile. Banyo aynasının üzerine astığım havlunun düşerken çıkarttığı sesle kendime geldiğimde orada öylece uyuykakldığımı fark ettim. Ne kadar süredir uyuduğumdan emin değildim fakat su buz gibi olmuştu. Bu durum içimi ürpertmişti.

Şimdilik Son diyelim epey uzadı çünkü :)

Bu hafta için seçtiğim kelimeler: Su, Yemek, Arkadaş, Ahşap, Işık

19 Nisan 2021 Pazartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 87

 


Herkese neredeyse ve ne yazık ki sonuna geldiğimiz Nisan ayının kafası karışık ve puslu bir gününden ve dee Ağaç Ev Sohbetlerimizin 87. bölümünden selamlar arkadaşlar. Youtuber gibi bir giriş yapıp enerjimizi topladıktan sonra söyleyin bakalım nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Dünyanın ve ülkemizin gündeminden hepimizin sinirleri ve ruh sağlığı harap durumda fakat biz yine azimli, yine pozitif olmaya devam eden güçlü bir blog ailesiyiz öyle değil mi? Kendi adıma söylemek gerekirse hepinizden güzel enerjiler alıyor ve bu sayede derslerime odaklanabiliyorum. Umarım ki yakında şu orta çağda benzerleri yaşanan berbat salgından kurtuluruz ve gelecekte torunlarımıza ve yeğenlerimize eskilerin bize hep yaptığı gibi "Ah şimdiki gençler, siz bilmezsiniz şöyle şöyle olaylar yaşadık.." diye anlatabiliriz. 

Sohbetler de neredeyse 100 bölüme ulaşmak üzere fark ettiniz mi? Bence 100. bölüme ulaşabilirsek bir kutlama yapalım ve hepimiz o gün puding pişirelim ne dersiniz :D Her fırsatı puding etkinliği için değerlendiren bir insanımdır ben evet, ama başka zamanlarda yemiyorum ne yapayım :D

Bu arada gün geçmiyor ki kafama yeni bir şey takılmasın canım blog komşularım. Hatta isterseniz bunu da haftaya konuşabiliriz. Buzullar biliyorsunuz ki eriyor ve içlerinde saklanmış olan pek çok "şey" açığa çıkıyor. Bu şeylere artık günümüzde var olmayan bakteri ve virüsler de dahil elbette. Tarihte yok olmuş korkunç bir virüsün ki belki de dinozorlar döneminden bile olabilir yeniden ortaya çıkabileceği anlamına gelen bu durum sizce de ilginç değil mi? Bu konuyu 2016 Sibirya Yamal Yarımadası'nda buzulda bulunan bir geyik cesedinden sonra şarbon vakalarının görülmesi ile ilgili metinleri incelerseniz daha iyi anlayabilirsiniz. Üstelik Alaska'da da ispanyol gribi kalıntıları bulunmuş durumda. Ve daha pek çok ilginç örnek var. Bu tarz araştırmalar arkeolojiyle de bağlantılı olduğu için ilgimi çekiyor hep. Eğer arkeolog olmasaydım virolog veya mikrobiyolog olmak isterdim sanırım.

Her neyse belki haftaya bu konuyu konuşuruz fakat gelelim bu haftanın konusuna :) Girişi kısmının uzunluğu konusunda affınıza sığınırım fakat tutamadım kendimi :)

  • Bu hafta konumuzu üzerinde bir ödev için çalıştığım bir TEDx konuşmasından seçtim. Dünyayı geniş bir açıdan görebildiğinizi düşünüyor musunuz? "Ötekileştirme" kavramı size ne ifade ediyor? Hümanist olmanın tam anlamını biliyor muyuz? "Normal" kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunlar konuyla beraber cevaplamanız için birkaç ek soru. Ayrıca Yazımın sonunda videoyu paylaşacağım ve sizden izledikten sonra düşüncelerinizi kendi yazınızda belirtmenizi isteyeceğim. Benim yazım hakkında elbette aşağıya yorum yapabilirsiniz :) İşte bu hafta sohbetimiz bu şekilde olacak video üzerinden düşüncelerimizi paylaşacağız umarım seversiniz :)

Kendimizi özel kılan, farklı kılan yanlarımızı anlamaya başladığımızda başkalarının farklılıklarını takdir etmeye başlarız. Bazen bazı insanların özel yanlarını görmeyi başaramadığımız için fark etmeden onu ötekileştirebiliriz. Kişisel gelişimimizi sağlayabildikten sonra belki sonradan bu yaptığımız haksızlığın farkına varabiliriz. Farklılıklarımız yüzünden insanların bizi tanımlamasına izin veremeyiz ve aynı şeyi bir başkasına yapamayız. Hepimiz bu dünyada kendimizden ayrı birkaç şey dahayız (kadın, erkek, genç, yaşlı, şehirli, köylü, hayalperest, realist, siyah, beyaz, dışa dönük, içine kapanık, evli, bekar, neşeli, depresif, açık giyinen, kapalı giyinen, konuşması şöyle böyle vs..bunlar arttırılabilir) Hepimizin birden fazla farklılığı var. Toplum herkesi bir kalıba sokmaya çalışır. Sürekli sen şöylesin böylesin, böyle olmak zorundasın der. Biz de bu nedenle zaman zaman kendimizi kalıba uymamış hissedebiliriz. Ama hepimiz özünde sadece insanız. 

Az sonra izleyeceğiniz videoda konuşmacı Mariana kendi tecrübelerinden örnekler vererek her insanın bir takım farklılıklara sahip olsa da özünde herkesin ortak noktasının insan olduğu gerçeğine değiniyor. Bir kıyafetin, fiziksel bir özelliğin, konuşulan dilin veya herhangi bir ülkeden olmanın insanları birbirlerinin gözünde ötekileştirebildiğini ve bu durumun her yaş grubunda ve farklı topluluklarda gözlemlenebildiğini görebiliriz. Benzer bir şekilde insanlar fiziksel bir rahatsızlığı bulunan bir kişinin fiziksel rahatsızlığına odaklandıkları için onun ne kadar başarılı, ne kadar yetenekli bir insan olduğunu göremeyebilir. 

İnsan olarak her zaman toplum tarafından kabul edilmeyi, hayallerimizde başarılı olmayı, sevilmeyi isteriz ve hayatımızın çeşitli noktalarında çeşitli sebeplerden bazen farkında olmayarak bile ötekileştirilebiliriz. Fakat asıl görmekte zorlanacağımız bir şey varsa o da şu ki; biz de hiç farkında olmadan hayatın kısa bir anında bile birilerini ötekileştirme yanlışlığına düşebiliriz. İnsan ırkı doğası gereği içgüdüsel olarak hep kendine benzeyeni aradığı için benzemeyeni farkında olmadan ötekileştirebilir fakat bu yanlışa düşmemek için kendini geliştirerek daha hümanist olmayı başarabilir. Söylediğimiz bir sözün, bir bakışımızın bile insanların ruhsal dünyasında ne denli büyük bir etki yarattığının her zaman bilincinde olmalıyız ve buna göre hassas ve empati kurarak yaşamalıyız.

Herkes değer verilip anlaşılmayı ister fakat bunlar kendi kendine kazanılmadığından toplum tarafından kabul görmek, sosyalleşebilmek ve aidiyet kazanabilmek için hep çaba göstermemiz gerekir. Bu durum engelliler için iki kat daha zorlayıcıdır çünkü insanlar engellilerin yeteneklerini, kişilik özelliklerini görmeden önce onların engellerine odaklanır. Herhangi bir konuda başarı sağlayan engelli bir bireyin başarısını överken bile insanlar genellikle bireyin başarısından önce onun engelinden bahseder ve “bu durumuna rağmen ne kadar başarılı” gibi bir ifade kullanır. Bu tarz ifadeler de yine ötekileştirici unsurlardır ve o bireyden önce engelinin söz konusu edilmesi rahatsız edici olabilir. Çünkü birini farklı olarak nitelemek bir şekilde onu ötekileştirir.

Bir insanı konuşma biçiminden, giydiği kıyafetten, göz renginden, herhangi bir şeye yetenekli olup olmamasından vs. farkında olmadan bile olsa ötekileştirebiliriz. Biraz düşündüğümüz zaman hepimiz farkında olmadan benzer bir davranış sergilemiş olabiliriz. Farkında olmadan diyorum çünkü hiçbirimiz bunu yapmayı isteyecek insanlar değiliz zaten. Ama doğduktan sonra sahip olduğumuz her şeyi bir kenara bırakırsak, hepimiz daha emeklemeyi bile bilmeyen bir bebek kadar insanız. Sen de öyle, ben de öyle, o veya şu da öyle. Biz hepimiz insanız. Bu yüzden düşünüyorsak iki kere daha düşünmeli, konuşmadan önce de bir kere daha düşünmeliyiz. İnsanlara yaklaşımımız ve tutumumuz onları anlamaya çalışmaya yönelik ve hümanist olmalı. İşte o zaman belki de pek çok şey daha iyi olabilir. Kendimiz için bile.

İşte ben videoyu izledikten sonra konuyu bu şekilde ele aldım bakalım sizler neler düşünecek ve neler anlatacaksınız. Video, yaklaşık 17 dk. hız ayarını bir kademe artırarak izleyebilirsiniz. Ben yazımı yazarken özellikle 13. dakikadan sonra olanları dikkate aldım ve engellilerle ilgili konuya da değindim ama başka her açıdan ele alınabilecek ve pek çok konuya değinilebilecek bir tartışma konusu bu.

Not: video mobilde görünmüyormuş arkadaşlar. Eğer mobildeyseniz sayfanın en altında yer alan masaüstü görüntüle diyerek veya pcde açtığınızda görebilirsiniz.


S..

16 Nisan 2021 Cuma

Kelime Oyunu 20

Herkese selamlaar bu pazar günü sınavım var ders aralarımda sizleri ziyarete geliyorum, aranızda daha okuyamadıklarım var ama sınavdan sonra daha aktif olacağım sonunda. Bu arada bu hafta kelime oyununa katılıp biraz stres atmak istedim. Aşırı ders çalışmam gerektiği için bu etkinlikler nefes almamı sağlıyor :) Bu haftanın kelimeleri ponçik çakıltaşım deepsiden geldi işte kelimelerimiz :)

  • Gezgin Kutsal Vampir Mevsim Şifa
  

Suyun soğukluğu aç kurtlar gibi bedeninin her yanını ısırırken nefesini olabildiğince tutmak epey zor oldu. Odağını kaybetmemek ve sakinliğini korumak için sürekli annesinin sözlerini aklında tekrar ediyordu. "Serçeler için mucize yüreklerdedir..." Bugüne kadar pek çok zorlu eğitimden geçmiş pek çok görevi başarıyla yerine getirmişti. Şimdi bir kuyunun altındaki su dolu bu geçitte yitip gitmesi çok trajik olurdu. "Sesimi duy Owen, kardeşim.. bana yol göster!" diye zihninden bir kez daha seslendi. Owen onun doğmamış ikiziydi ve ruhları bağlı kalmıştı. Atalarından ona miras kalan kutsal güçleri henüz tam olarak kontrol edemese de kardeşiyle iletişim kurmak her zaman kolay olmuştu. Tabi ki Owen daima başına buyruk olduğu için onun yardımını kazanmak konusunda sabırlı olmak gerekiyordu. Owen'ın biraz inatçı bir yanı olsa da kardeşinin pek çok kez hayatını kurtarmış ve onu hiç yarı yolda bırakmamıştı. Bu kez onunla iletişim kurmanın uzun sürmesinin nedeni belki de Eoghain'in zihnen yıpranmış olmasıydı. Neyse ki Owen sonunda ona cevap vererek zifiri karanlıkta yolunu bulmasını sağlayacak kadar bir ışık oluşturabilmişti. Minik bir yıldız gibi parlayan büyülü ışık yeraltı kaynağının içinde ilerlerken doğru yönü seçmesine yardım etti. 

Sonunda sudan başını çıkartabildiğinde tapınağın arka bahçesinin sınırını oluşturan şelalenin altındaki bir kovuktaydı. Vakit kaybetmeden kayaları geçip ağaçların arasında saklandı. Suyun içinde az daha boğulacakken bir de neredeyse tüm vücut ısısını kaybetmişti. Sonbahar mevsiminin keskin rüzgarları durumu daha da kötü hale getiriyordu. Kendine gelebilmek için şifa sağlayan birkaç büyülü sözcük mırıldandı ve kalbinden başlayarak tüm bedenini bir sıcaklık kapladı. Hala sırılsıklam olmasına rağmen şimdi daha iyi hissediyordu. Kuyuya kapatıldığı sırada tüm silahları elinden alınmıştı ama bunun önemi yoktu. Büyü güçleri ve Owen'ın yardımıyla çocuğu onların elinden kurtarıp buradan kaçmayı başarabilirlerdi.

Dikkatli şekilde ilerleyip tapınağa yaklaştı ve gizlice içeri girmenin bir yolunu aradı. Böyle yerler söz konusu olduğunda kimsenin göremediği yerlerde bir kaçış yolu mutlaka bulunurdu. Üstelik bu sıradan bir tapınak değildi. Kızıl Müritlerin yetiştirildiği ve büyük toplantılarını yaptığı devasa bir yerdi burası. Kuzeydeki ayrı bina yatakhaneydi. Batıdaki avlulu yapı eğitimlerin görüldüğü yerdi. Ayinlerini ve büyük toplantılarını da tapınak binasında yürütüyorlardı. Son zamanlarda saraydan bile üstün bir konuma geldikleri için eskisinden daha tehlikeliydiler. Üstelik yaptıkları hiçbir şey için hesap vermiyor olmaları giderek kontrolden çıkmalarına sebep oluyor, halk üzerinde kurdukları baskı ve korku imparatorluğu korkunç boyutlara ulaşıyordu. Hoşlarına gitmeyen durumlarda insanları suçlayacak herhangi bir şey buluyor, onları zindanlarına kapatıyor veya avlıyorlardı. En trajik olanı ellerini kana bulamadan yaptıklarıydı. Halkı birbirine düşürüp uzaktan izliyor ve kurban seçtiklerinin katledilişi karşısında karanlıklar içinde sırıtıyorlardı.

Elbette onların oyunlarına karşı duranlar, insanları korumaya çalışanlar da vardı. İnsanların Serçeler adını verdikleri bu grubun en güçlüsü Eoghain'in atalarıydı ve onların izinden gidip gölgelerin arasında dolaşarak insanları korumaya çalışmaya devam ediyordu. Elbette bu yolda gizlilik esastı. Aksi takdirde onların eline düşer ve kafese kapatılırlardı. Eoghain'i o kuyuya kapattıklarında kimliği açığa çıkmıştı. Silahlarını görmelerinden sonra çocuğu korumaya çalışan sıradan bir insan olduğuna onları ikna edemezdi. Artık tek seçeneği çocuğu onlardan aldıktan sonra bir süreliğine kent dışına çıkarak saklanmak olacaktı. Birkaç yıl uzakta saklanmak görevlerden uzak durmasına neden olsa da ellerine geçmesi kadar tehlike yaratmayacaktı. Çünkü bir kez üzerinde işkenceye başlar ve büyü kullanırlarsa iradesi sevdiklerini korumaya yetmeyebilirdi. Bildiği tüm gizli yerleri, görevdeki tüm arkadaşlarını, ustalarını, gizli mekanlarını zihninden söküp alabilirlerdi.

Sonunda tapınağın ardındaki kayalıklarda gizli bir geçit buldu. Sıradan gezginlerin etrafta dolaşırken fark etmeyeceği kadar ufak ve göze çarpmayan bir girişi vardı. Ama eğitimli bir Serçe'den kaçabilecek bir şey değildi. Tünele girip yeniden Owen'i çağırdı ve bir ışık yakmasını istedi. Sabah olmadan bu yerden ayrılabileceklerini umuyordu. Tünel çok geçmeden daha düzgün yapılı bir koridora çıktı. Etrafta birilerinin olmadığından emin olunca koridorda ilerlemeye başladı. Tam olarak hangi yöne gitmesi gerektiğinden emin değildi fakat Owen'a güveniyordu. Kardeşi daima doğru yolu bulurdu. Etrafın tenha olması pek hayra alamet değildi fakat bu sayede pek çok koridordan hızla geçip gittiler. En sonunda toplantı salonunun gerisinde bulunan apsisin üzerindeki küçük bir balkona ulaştı. Aşağıda iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık toplanmıştı. Apsisin önünde bir altar kurulmuştu. Zavallı çocuk da onun önüne getirilmiş ve iki kolundan ipler gerilerek ardındaki heykele bağlanmıştı. Çocuğun ve heykelin etrafında da mumlar dairesel biçimde birkaç sıra halinde dizilmişti. Çocuğu tapındıkları vampir için bir çeşit adak olarak belirlemişlerdi. O kadar kalabalıktı ki tek başına nasıl müdahale edeceğini bilemiyordu. Bıçakları yanında olsa işler daha kolay olurdu. Ama içindeki inançtan aldığı kuvvet sayesinde harekete geçmekten onu alı koyacak hiçbir şey yoktu. Ve işte böylece Serçe yine gölgeler arasından süzülerek geceyi kızıla boyadı. 

Not: Kelime Oyunu 6 yazımda ilk kısmını yazdığım hikayeye devam ettim ve bu kez kahramana bir isim de buldum. Dikkat ederseniz Owen ve Eoghain isimleri aynı kökten geliyor ve aynı ismin yıllar içinde Eugenes, Ewen Eogan biçimlerini de aldığını görebilirsiniz. İkizlere vermek için uygun bir kelime oyunu olduğunu düşündüm bu ismi seçerken :) Umarım hikayenin gidişatını sevmişsinizdir :)

4 Nisan 2021 Pazar

Blogları Canlandırma Projesi - Mart



Herkese selamlar blog ailesi bu ay pek aktif değildim fakat bu yazıyı atlayıp geçmek istemedim ve işte geç kalmış olsam da yine buradayım :) Okuyamadığım hikaye oyunu bölümleriniz ve başka yazılarınız için geleceğim hepiniz aklımdasınız. Bu kez girişi kısa tutacağım çünküü yine sınavım var hahah :D 

Üçüncü bölümüne geldiğimiz etkinliğimiz heyecanla devam ediyor. Birbirimizden seçilen temalar kapsamında her ay farklı kitaplar, filmler vs öğreniyoruz. Mart için seçilen tema hem kadınlar günü için anlamlı hem de son zamanlarda yaşadığımız olaylar açısından da güncel ve farkındalık yaratmayı amaçlayan bir konu "Kadın"

Tema kapsamında baş rolü kadın, odak noktası kadın ve kadın hakları olan, yazarı veya yönetmeni kadın olan, kadının güçlü duruşuna ve başarılarına dikkat çeken, hayata kadın gözünden bakan kitaplar okuyabilir veya filmler izleyebiliriz. Etkinlik ve konuyla ilgili daha fazlasını öğrenmek için yine sevgili Okurix ve Fighting arkadaşlarımızı ziyaret edebilirsiniz. Gelelim benim tema kapsamında önerilerime :)

8 Dakika

İrem CAN
Platanus Publishing
97s.


Geçtiğimiz günlerde sevgili İrem arkadaşımızın kitabını almıştım ve heyecanla okurken tema için uygun olduğunu fark ettim. Bu yüzden de yorumumu temayla birleştirerek yapmak istedim :) Heyecanla bir solukta okunup biten kitap bizi çok uzaklarda, İzlanda'da bir yolculuğa çıkartıyor. Açıkçası İrem'i bu konuda takdir ettim okurken çünkü daha önce gitmediği bir yer olsa da iyi bir araştırma yapmış ve gerçek mekanları kurguya yansıtmış. Okurken sık sık durup bahsedilen mekanları nette aradım meraktan :) İrem henüz çok genç bir arkadaşımız ve yazma konusunda oldukça iyi bir potansiyeli var, gelecekte birçok kitap göreceğiz ondan hissediyorum. Bu kitabı okurken sokakların görünümünden, çevre betimlemelerinden, dokulardan, biraz daha fazla bahsetmesini isterdim betimlemeyi ve uzun uzun okumayı seven biri olarak ama bir yandan da hiç görmediği yerler olduğu için yine de oldukça başarılı bir mekan yaratmış İrem. Ayrıca kitap boyunca gündemde olan birkaç konuya değinilmiş ve doğanın, çevrenin sürdürülebilmesi ve korunması gerektiğine dair mesajlara yer vermiş.

Kitapta ufak tefek hatalar var fakat bunda İrem'den ziyade yayınevinin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum ki İrem yayınevi hakkında bir yazısında bahsederken kitabın iki haftada çıktığını söylemişti, hızlı olunması bir yandan yazarı rahatlatan bir durum fakat bazı şeyleri gözden kaçırmış olmaları yayınevi açısından profesyonelce olmamış. Yayınevi internet sitesine baktığımda profesyonel düzeyde redaktörlük ve editörlük hizmetinden bahsetmişler ama bu konuda pek başarılı olduklarını göremedim. Çünkü son okuma yapması için yazara göndermeden önce gördükleri hataları belirtip işaretleyip kontrol etmesini istemeleri gerekirdi yazardan. Elbette İrem'in ilk kitap heyecanı da olduğu için hatalar görmezden gelinerek rahatlıkla okunabilir ve ikinci baskılarda filan İrem bunları düzeltmelerini söyleyebilir. Bunları söylememin nedeni de bu tarz hataların genelde yazara yükleniyor olması fakat aslında yayınevlerinin ve onların editörleri ile redaktörlerinin sorumluluğudur bu.

Konu hakkında biraz detay vermek gerekirse arka kapak yazsında bahsedildiği gibi başarılı bir gazeteci olan Melisa, Korunaklı Şehir efsanesini araştırmak için gizemli bir yolculuğa çıkıyor. Kitap boyunca gizemin ne olduğunu ve her şeyin neden bu kadar gizlendiğini, tehlikenin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Melisa güçlü, başarılı, kendini geliştirmiş ve araştırmacı bir kadın olarak temamız için de uygun bir başrol karakter. Kitabın sonu da yakında bir devam kitabının gelebileceğini işaret ediyor ve heyecan doruktayken bizi merakta bırakıyor :)

Kısacası gizem ve macera seviyorsanız siz de Melisa ile beraber İzlanda Reykjavik'deki gizemin peşine düşmelisiniz :)

Benim Adım Malala

He Named Me Malala

2015 /ABD

Davis Guggenheim


Kız çocuklarının okutulması için dünyada bir ikon haline gelen, 17 yaşında Nobel Barış Ödülü alan Malala Yousafzai’nin hikayesini konu alan gerçek yaşam belgeseli. Kız çocuklarının eğitim hakkını savunan Malala bir suikastten sağ kurtulur ve korkmadan konuşmaya ve özgürlük için savaşmaya devam eder. Gösterdiği cesaret tüm dünyada ses getirir ve BM'de konuşma yapar. Şiddetle ve zulümle fikirlerin susturulamayacağını tüm dünyaya kanıtlar. Bu süreçte kız çocuklarının hor görüldüğü bir kültüre rağmen babasının onun hep yanında olması ve kızını desteklemesi de çok önemliydi bence. Malala ismini bir efsanedeki kahramandan almış ve o da özgürlük için savaşan ve suikaste uğrayan bir kahramanmış bu da çok etkileyici. Ben, Malala adında 392 sayfalık bir de kitabı var belgesel yerine okumak isteyebilirsiniz. 

Kör Nokta

The Blind Side
2009 / ABD
John Lee Hancock


Yine bir gerçek yaşam öyküsü olan filmimizde yaşıtlarına göre oldukça iri olduğu için hor görülen ve dışlanan Michael Oher'in başından geçenleri izliyoruz. Baş rolümüz Michael gibi görünse de asıl kahraman ona kol kanat geren ve kendi çocuğu yerine koyup yol gösteren ve sonunda Ulusal Futbol Liginin en çok aranan oyuncularından biri haline gelmesini sağlayan Leigh Anne Tuohy'dur. Babasının kim olduğunu bilmeyen, annesi uyuşturucu bağımlısı, 13 kardeşin arasında kimsenin umursamadığı bu çocuğun hayatı sokaklarda geçmektedir. Okuma yazma bilmeyen, okulda son derece başarısız olan bu çocuk onu evlat edinen kadın sayesinde hem okulda başarı kazanır hem de harika bir kariyer yapar. Hatta küçükken herkesin görmezden gelip dışladığı biri olmasına rağmen futbol takımları onunla anlaşmak için sıraya dizilir. 

Sahtekar

Changeling
2009 / ABD
Clint Eastwood


Yine bir biyografi filmi. 1928 yılında Los Angeles'da telefon operatörü olarak çalışan Christine Collins bir gün işten eve geldiğinde oğlunu evde bulamaz. Oğlu Walter'ın kaybolmuş olmasıyla bir kabusun içine düşer. Halkın ve medyanın baskısı altında kalan polis kayıp çocuğu bulamayınca başarısızlığını örtmek için ona çok benzeyen başka bir çocuğu medyanın önünde kadına Walter'ı bulduk diye teslim eder. Sahte çocuk ise bir anne ve bir yuva bulmuş olmanın hevesiyle oyunu bozmaz ve evde kalabilmek için Walter olduğunu iddia eder. Ayrıca bu sayede şehre gidince en sevdiği kahraman Tom Mix ile tanışacağını hayal etmiş. Kadın bu benim çocuğum değil dediyse de polis birkaç ay geçtiği için biraz değişik görünmesi normal onu evinize götürün ve bir deneyin diye anneyi ikna eder. Kadın eve gittikten sonra bile ikna olmayınca bu sefer onun deli olduğunu iddia ederek kadını hastaneye kapatır ve işkence ederler. Yozlaşmış polisler ve doktorlar karşısında çaresiz bir annenin mücadelesi. Geri planda bir seri katil ve kayıp başka bir sürü çocuk. Peki gerçek Walter nerede? Wineville Tavuk Kümesi Cinayetleri olarak araştırırsanız dava ile ilgili diğer ayrıntıları nette okuyabilirsiniz. Yanlış öğrenmediysem bu olay sonrasında kasaba da adını değiştirmiş bu da ilginç bir detay.

Etkinlik kapsamında izlediğim ve önerdiğim diğer filmlerin sadece ismini söyleyeceğim çünkü azcık yoruldum ve yazım fazla uzun oldu kiki :)

Suffragette 2015/ ABD Sarah Gavron / İngiltere'de kadınların oy hakkı hakkında.

Düşlerin Terzisi 2015 / Avustralya / Jocelyn Moorhouse / Rosalie Ham'ın 2000 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan komedi, intikam, dram filmi.

Still Alice 2014 / ABD / Richard Glatzer, Wash Westmoreland / Lisa Genova'nın aynı adlı 2007 tarihli en çok satan romanına dayanan 2014 Amerikan bağımsız drama filmi.

Vee bittii :D