30 Haziran 2012 Cumartesi

~Reçineler Bulaşıyor Ellerime~


Karanlık, Dipsiz, Derin,

Bir merdivendeyim, tırmanıyorum.
Basamaklar çam ağacından.
Reçineler bulaşıyor ellerime,
Yüreğimde düşme korkusu var.

Dipsiz kuyunun derinlikleri kapkaranlık.
Yukarıda bir ışık titreşiyor.
Fakat ne kadar yakın,
Bana ne kadar uzak?

Tırmanıyorum,
Ellerime kıymıklar batıyor.
Tahtaların çoğunun çivisi çıkmış,
Düşmekten son anda kurtuluyorum.

Reçineler yapışıyor avuçlarıma.
Yorgunluk gözlerime çörekleniyor.
Sessizliğin içinden bir Pers şarkısı süzülüyor.
Çam kokusu sarıyor dört bir yanı.

Ve bir çığlık yırtıyor karanlığı.
Yarasalar dolduruyor boş havayı.
Ellerim kayıyor, düşüyorum,
Bu kabustan uyanamıyorum...

~Sessizgemi~

29 Mayıs 2012 tarihinde yazılmış bir karalamaca...



24 Haziran 2012 Pazar

Kitaplar



  Sevgili Hoi Hoi, beni şu yazısında kitaplarla ilgili mimlemiş. Teşekkürler çingu, ayrıca mimi yanlışlıkla silip yeniden yazmışsın, azmine ve sabrına ayrıca teşekkür ederim, arayıp bulamaz ve yazamasaydım üzülürdüm :) Kitaplar açısından çok sevsem de ne zor bir mim bu yahu ^^

1.Ne sıklıkla kitap okursun?

  Kitaplar olmadan yaşayamam ben. O nedenle yanımda hep bir roman bulundururum. Okuyacak yeni bir kitap bulamazsam eskilerden sevdiğim bir kitabı yeniden okurum, hem böylece o kitabı daha iyi anlarım ya da daha önceden bulmadığım anlamlar çıkartabilirim :) Günde en az bir iki sayfa okumazsam rahat edemem. Boş vaktim çoksa haftada bir kitap bitiririm. Fakat şu sıralar o kadar okuyamıyorum ne yazık ki..

2.En sevdiğin yazarlar kimlerdir?

  Stephen King, Tolkien, Tolstoy. Ayrıca Adam Fawer'ı ve Dan Brown'u da sevmeye başladım..

3.En beğendiğin kitaplar hangileridir?



Tolkien - Yüzüklerin Efendisi Serisi
Stephen King - Kara Kule Serisi
Stephen King - Cep
Stephen King - Medyum
Stephen King - Kujo
 J.K. Rowling - Harry Potter Serisi
Tolstoy - Anna Karenina
Dan Brown -  Melekler ve Şeytanlar
Adam Fawer - Olasılıksız
Adam Fawer - Empati
Stephenie Meyer - Göçebe
Victor Hugo - Sefiller
Pearl Sydenstricker Buck - Mübarek Toprak

Aslında daha var ama aklıma gelmedi şimdi :)


4.Hangi yazarları daha çok tercih edersin, yerli mi yabancı mı?

  Yabancı yazarları daha çok okurum. Yerli yazarları da okurum elbet ama yeteri kadar değil ne yazık ki. Nedenini bilmiyorum sanırım daha çok bilim kurgu okumamdan kaynaklanıyor bu durum çünkü yerli olarak iyi bir bilim kurgu romana rastlamadım henüz. Yazsınlar iyi bir tane okurum gerçekten..

5.Bugüne kadar okudukların arasında en beğendiğin kitap serisi hangisi?

  Seri kitaplar daha çok ilgimi çeker, hatta sonsuza dek devamı gelse okuyabilirim :)

Tolkien - Yüzüklerin Efendisi Serisi
Stephen King - Kara Kule Serisi
J.K. Rowling - Harry Potter Serisi
Rachel Caine - Morganville Vampirleri Serisi (Bunu sadece diğer vampir serilerinden farklı olduğu için seviyorum)


6.Daha çok hangi tür kitapları okumaktan hoşlanırsın?

  Bilim Kurgu, Polisiye, Fantastik, Macera, arada bazen Psikolojik ve Felsefi.. v.b. kitapları okumaktan hoşlanırım. Siyasi kitaplardan uzak dururum bir de biyografilerden..

7.En son hangi kitabı okudun?

  İskender Pala - Şah ve Sultan'ı okudum. Anlatımını sevemedim bir türlü sadece Bihruze'ye (Taçlı Hatun) ne olacağını merak ettiğimden bitirebildim. Başkaları sevmiş olabilir ama benim için zaman kaybıydı. 

8.Şu anda hangi kitapları okuyorsun?

  Şuan Kevin Guilfoile - Klon'u okuyorum. Henüz başındayım sevip sevmediğime karar veremedim. Bu kitabı hemen bitirip teslim etmem gerektiği için Kate Mosse'un Labirent'ini bir kenara bıraktım ama en yakın zamanda devam edilecek. Labirent gerçekten ilginç bir kitap..

9.Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun.Yeterli mi?

  Birkaç tane kitap blogu takip ettiklerimin arasında var ama açıkçası doğru düzgün baktığım söylenemez. Sürekli reklam yapmalarını sevmiyorum. Yalnızca kitaplar hakkında bilgi versinler tanıtım yapsınlar. Yayınevlerini durmadan gözümüze sokmaktan vazgeçsinler ben de rahat rahat dolaşayım sayfalarında.

10.Kitap okumak sana ne ifade ediyor?

  Her kitapta farklı bir hayat yaşamış gibi oluyorum. Yeni şeyler öğreniyorum. Okuduğum bir kitabı tekrar okurken tanıdık biriyle yeniden sohbet etme fırsatı bulmuş gibi seviniyorum. Kitaplar yaşanmamış rüyalar, hayaller ve hiç söylenemeyen sözlerdir. Evrendeki düşünce kaosundan sıyrılıp ortaya çıkmayı başarabilen paralel dünyalardır. Bir kaçıştır belki. Belki yalnızlıktır. Ya da rahatlamadır....

  Son olarak bu mimi daha önce yaptılar mı bilmiyorum ama DeeptoneMydestiny, Dayatılanla Yaşayan, Nini ve Kuul'umsu Kadın'a gönderiyorum :) Kolay gelsin ^^

~Sessizgemi~

23 Haziran 2012 Cumartesi

Rooftop Prince Sonunda Bitti




  Sonunda Rooftop Prince'i bitirmeyi başardık :) Başardık diyorum çünkü ailecek herkesin vaktinin uyuşmasını bekleyerek çok badireler atlattık :P Son dört bölüm ne kadar yorucu, ne kadar stresliydi öyle. Se Na sonunda adam olmayı başardı ama yine de gıcığım ben o kıza. Affetmem diye bir şarkı vardı pek bi severim, dinlemek için Tık Tık lütfen... Bu şarkı Se Na için çalsın ;)  Reklam müziği olarak duymuştuk bunu ilk olarak ve dayımla sorup soruştursak, telefonlarda arkadaşlara dinletip bu kim biliyor musun diye sorguya çeksek de bulamamamızın ardından ürün yetkilileriyle iletişime geçip öğrenmiştik en sonunda :D 


  Diziyi tanıtacak falan değilim bu işi daha iyi yapan blogger arkadaşlar var. Zaten okuduğum, izlediğim hiçbir şeyin tanıtımını yapmayı beceremem ben ne yazık ki. Bir iki girişimde bulunduysam da bu konuda vasat olduğumun farkındayım. Yapan arkadaşları da kıskanmaktayım haliyle :)





  Dizinin sonunun bir kısmını en baştan tahmin etmiştim Veliaht Prenses öldüğü halde kız kardeşi Boo Yong'un etrafta olmaması garipti. Veliaht Prensese en baştan gıcık olma hazırlıkları yapıyordum bi gariplik sezmiştim. Ahaha, bu arada bizimkilerin geçmişe dönünce yaptıkları öldürdü beni gülmekten, geleceğe gelip de şaşırdıkları şeyleri böylece aslında onlar icat etmiş oldular :D  Ama aslında üzüldüm de, Boo Yong'a ve Veliaht Prens Lee Gak'a çok üzüldüm. 300 yıl sonra bile birbirlerini seveceklerine dair inançları ve gerçekten öyle olması harikaydı. Aşkın sonsuzluğu böyle bir şey miydi? İnatla ismini Pak Ha olarak söylediğim Park Ha'nın ilk başlarda geçmişe gidebilmesini istemiştim ama sonu böyle daha güzel olmuş. Dizinin kurgusuna ve mektuplarda söylenenlere bir de reankarne olayına göre en doğru son olmuş. Bilmece ve içerdiği anlam zinciri de çok güzeldi..


  Dizi Ost bakımından da şahaneydi. En çok Baek Ji Youn'dan After A Long Time'ı sevdim, başa sarıp tekrar tekrar dinliyor ve söylüyorum. 




İkinci en sevdiğim ise Ali - Hurt başa sarılanlarımdan..



Sözleri olmadan dinlemekse ayrı bir tat veriyor



Jenerik de ayrı bir güzeldi, arada bir dinlenesilerden



  Son olarak ne söylemeli... Bu dizi Omurice yapmayı öğrenmek istememe sebep oldu, nereden nasıl öğrenirim bilemiyorum :) Her şokun ardından "Çohaaaa!" diye nidalar savurmama, kötü karakterlerin ağzını burnu yırtma isteğimin artmasına, ağladıklarında ağlamama, güldüklerinde ve yeni dünyayı her incelediklerinde kahkahalara boğulmama sebep oldu. En sevdiğim diziler kategorisinde en tepeye yükseldi. Bir başka diziye yerini kaptırır mı, bilemiyorum zaman gösterir. Ama ben bu diziyi çok sevdim bir onu biliyorum.



  Çenem düştü yine (: İlk defa bir dizi hakkında böyle çok konuştum. Her neyse, bir başka postta görüşmek üzere ;)


~Sessizgemi~

22 Haziran 2012 Cuma

~Gökyüzüne Salınan Pozitif Enerji, Yıldırım Olarak Geri Döndü~



Deniz, Kum, Gökkuşağı
Deniz, kum, gökkuşağı... Şimdi orada olmak vardı :)


  Gökyüzüne bakınca hava tahmini yapmakta üstüme yoktur. Gece yıldızlara bakarak saati bilmekte de. Vaktinde bu konulara fazla kafa yormuş, belgeseller falan izlemiş ve okuduğum kitaplarda ilgili bir şey söyleniyorsa hemen notlar almıştım. Amacım neydi bilmiyorum :D Çarşamba günü sabah vaktinden öğleye kadar hava öyle bir sıcaktı ki kafamdan aşağı buzlu sular dökerek dolaşıyordum. Aslında bu çok tehlikeli bir davranış ama başka türlü rahatlamıyor insan. 


  Her neyse, işte o gün felaket sıcaktı ama gökyüzü bir şeyler söylüyordu. Söyle derdin ne ey garip mavi dedim, izledim bir süre kendisini :) Rüzgar çok hareketliydi, havada deniz kokusu vardı. Bir süre sonra rüzgar kavurucu olmayı bırakıp serinledi ve bu kez de havada yağmur kokusu oluştu. Birbirinden habersiz birkaç küçük beyaz bulutçuğu da görünce arkadaşımla iddiaya girdim. Dondurmadan vazgeçemeyen birisi olarak da kazanana dondurma ısmarlanmasını istedim :) Yağmur yağacak kesin dedim ama o aksini söylüyordu, bir daha kışa kadar yağmur görmeyiz diyordu. Süre ertesi sabaha kadardı, yağmur yağdı yağdı yoksa kaybedecektim..


  ikindi vakti gökyüzü mosmor bulutlarla doldu, tek bir mavi nokta kalmadı. Rüzgar felaket derecede hızlandı, yaz sıcağında çok iyi geldi doğrusu. Şimşekler çaktı, bulutlar gerim gerim gerildi. Batmaya hazırlanan güneş  buluttan örtüye garip ışık oyunları yapıyordu ilkin ama o da kalmadı çünkü o kadar kalınlaştı ki bulutlar...


  Ama yağmadı! Bana inat yağmadı yahu.. Çevre bölgelere, sahile, başka nereye olursa olsun yağdı da bir şu Manavgat'a yağmadı o gün. İddiayı kaybettim haliyle, yağacağını bildiğim halde bölge belirtmediğim için ve arkadaşım da yalnızca bulunduğumuz yer olarak algılayıp kapsama alanını daralttığı için kaybettim. Olsun, gönlümde yine de ben kazandım :) İşin gıcık tarafı o gün düşmeyen damlalar ertesi gün pencereme birkaç tane çarparak züğürt tesellisi sundular :D Bu gün bulutlar hala dağılmış değil ve beklenen yağmur yağdı en nihayetinde. Ne zamandır gökyüzüne saldığım pozitif enerjim bir ton yıldırım olarak geri döndü ve rüzgarın tadı tahmin edileceği gibi şahane :) Yine de umarım gece yıldırım falan olmaz O_o!


  Yıldırımdan korkup uyuyamazken korku filmlerinin efendisi olmayı başarmış bendenizden pek bi selam olsun. Şimdi gidip cennete dönüşen yazın keyfini çıkaracağım ;) 


  Omo, o gördüğüm çikolatalı kek mi yoksa O_o?   ;)


  Sanrım bulduğum kekle birlikte gökkuşağının bir ucundaki altın külçelerini aramaya gideceğim :P



~Sessizgemi~

19 Haziran 2012 Salı

Buyur Buradan Tanı (Ya da Takıntılar)



  Sevgili deeptone takıntılarla ilgili bir mim gönderdi bana ama sıcaktan eriyen klavyeden uzak durmak zorunda kaldığım için ancak şimdi cevaplayabiliyorum. Mim için teşekkürler deep :) Şimdi mime başlayalım, bakalım nasıl bir saçmalığım dökülecek posta :D


Mim: Buyur buradan tanı...

Takıntıların var mı yoksa kim takar takıntıları sallamışım dünyayı modunda mı yaşarsın hayatı..


  Sanırım herkes aynı fikirde. Takıntısız insan yoktur, takıntısı yok zannediyorsa bile vardır..
Bu takıntı konusunu da vaktiyle çok düşünmüştüm. Google'dan sonra her şeyi araştırdığım değerli bilgi kaynağım sevgili Vikipedi konuyla ilgili "Takıntı - Obsesyon (obsession) sözcüğü Latince’de “rahatsız etme” anlamında kullanılan “ obsideratum” ya da “obsidere” sözcüğünden türetilmiştir." der.. 

  Bilimsel olarak takıntılar aşırı derecede rahatsız edici durumdaysa bu psikolojik bir rahatsızlık olarak görülüyor. Fakat bizim bahsettiğimiz ufak tefek takıntılar -ki aslında bunların yalnızca alışkanlık olduklarını düşünüyorum- sinir bozucu olabiliteleri varsa da zararsızdırlar...

  Neyse gelelim benim takıntılarıma...

   Yiyecekler konusunda çok titizim. Sofraya konulan reçel gibi şeylerin ağzı kapalı durmalıdır, değilse bir iki seferden sonra o değiştirilinceye kadar yemem asla..

  Simetri ve eşitlik konusunda aşırı olmasa da takıntılıyım...

  Köşeler konusunda da takıntım var. Mesela çalışma masasında keskin köşeler olmalı ama yemek masasında köşe olmamalı. Bir de cep telefonları ve bilgisayar kasaları gibi elektronik eşyaların hepsinin köşeleri hafif yuvarlak gibi olmalı keskin bir 90 derece olmamalı. Anlatamadım ama işte öyle bir şey :)

  Uyuduğum odada ayna, biblo, dini kitaplar ve aklıma gelmeyen birkaç şey daha asla ama asla bulunmamalı...

  Otobüs yolculuklarında uyuyamam, tanımadığım onca insanın içinde uyumak rahatsız eder beni bir de yolu izlemeyi severim bunun da etkisi var sanırım. Fakat arabayla yolculuk ediyorsam uyumak çok zevkli olur. Ben daha bir veya iki yaşındayken uyumam için bizimkiler arabayla gezdirirlermiş beni, arka planda da Orhan Gencebay kaseti çalarmış hemen uyurmuşum, komedi :D 

  Eskiden yürüdüğümde adımlarımın sayısının eşit olması da takıntımdı. Ayaklarım eşit derecede adım atmalıydı. Ve yerde kareler varsa asla çizgilere basmazdım ya da tam tersi sadece çizgilere basardım, nasıl başladıysa öyle devam etmeliydi. Sanki çizgiden yürürken karenin ortasına bassam yer gök yıkılacak :P

  Gündüzleri hayatta uyuyamam. Tabii aşırı derecede gripsem durum belki değişebilir. Gündüz ben uyurken çevremde bir şeylerin değişme ihtimali ve olan biten önemli de olsa önemsiz de olsa ne varsa habersiz kalmak düşüncesi gündüz uykularını benden uzak tutuyor..

  Beni oyalayan bir işim yoksa ve boş boş oturuyorsam, özellikle evden dışarıdayken gördüğüm bütün yazıları okurum. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum, üstelik gereksiz reklam yazıları, ilanlar, vs. çok sıkıcıdır ve bir süreden sonra baş ağrısı da yapar, ardından gördüğüm yazıları okumamaya çalışırım..

  İlaç içmeyi sevmem. Beynim patlayacak derecede ağrımadığı sürece asla ağrı kesici almam. Grip olsam bile kendi kendime atlatmaya çalışırım. Aşılar ve çok gerekli durumlar dışında ilaçların insan bedenini yok yere mahvettiğini düşünüyorum. Fakat şu ninelerimizin alternatif tıp olayını destekliyorum :)

  Eşyalarımın benim koyduğum şekilde benim bıraktığım yerde olması şarttır. Kimse yerlerini değiştiremez ve özellikle kitaplarıma ve defterlerime benden habersiz dokunamaz, bir de kalemlerime tabii..

  Yazdığım her şeyi en az bir defa kontrol etmezsem içim rahat etmez..

Bu liste böyle uzar gider ama aklıma gelenler sadece bunlar. Tabii sıcaktan kaçıp geceyi bekleyince yazmak için, beyin uyku diye ısrar ediyor, düşünmüyor adam gibi..

Dayatılanla Yaşayan, Winpohu, Uyuşuk Hayalperest, ve Nini Bu mim sizlere gelsin öyleyse :) 

~Sessizgemi~

14 Haziran 2012 Perşembe

~Kuş, Tavşan, Ayı ve Balık~



Karlar düşüyor avuçlarıma,
Gözyaşlarımla karışık yağmurlu.
Biraz mavi, biraz siyah
Bazıları da kan kırmızısı...

Bir maral, yaralı
Gözlerinde ateş parıltıları.
Kaçıp gitse ne çare,
Artık sözler nafile...

Güneşe batırılmış gülüşlerin,
Diadem olup çıkmış.
İncilerle bezenip,
Bir güzelin saçlarını
Taç olup süslemiş...

Bir sır, iki kelime.
Mühürlenmiş labirentte.
Yıllar geçmiş, yitip gitmiş,
Artık hatırlamaz kimse...

Kuş, tavşan,
Ayı ve balık...
Zamanı durduramadık.
Kim bulmuş hakikati,
Biz bulamadık...

Kim bulmuş huzuru,
Biz bulamadık...

~Sessizgemi~

11 Haziran 2012 Pazartesi

~Artakalan Ne Varsa~


Mor, Uzay, Artakalan Ne Varsa,


Lavanta kokulu çöp poşeti vardı elinde.
Rüzgarla dalgalanırken çiçek kokusu yayıyordu.
Ne zamandan beri halının üzerine dağılmış olan kalp kırıntılarını toplayıp elindeki poşete attı,
Umarsızca.
Geçen günden artakalan gözyaşlarını ekledi üzerine.
Sonra gardırobundaki tüm yıldızlarla birlikte güneşi ve ayı da toparlayıp,birer paçavra gibi buruşturarak onları da doldurdu lavanta kokulu çöp poşetine.
Güneşte kurusun diye tuza bulayıp pencereye bıraktığı iradesini de aldı hepsinin üzerine bastırdı,
Gereğinden fazla kurumuştu çünkü.
Lavanta kokulu çöp poşeti vardı elinde,
Kendinden artakalan ne varsa doldurdu içine...

~Sessizgemi~

8 Haziran 2012 Cuma

İçimizdeki Ses



  Sevgili deeptone yine çok güzel bir mim paslamış bana. Teşekkürler deep ^^ 

  Efenim mimin konusu ya da şöyle söyleyeyim mimde bize yöneltilen soru, içinizdeki sesi dinler misiniz?

  Hmm.. İlginç bir soru gerçekten. Bu mime verilen cevaplar hep çok faklı olmuş, birkaç tanesini okumuştum hepsi enteresan cevaplar.

  İşte başlıyoruz...

  Bu konuda sıkça düşünmüşümdür aslında. Daha önce düşünce trenlerinden bahsetmiştim ya, bununla çok ilgisi var o durumun. Bazen çok uykusuz kaldığında ya da kafası karışık olduğunda insan, düşüncelerin ucunu kaçırır da bir sıraya sokamaz ve tüm o düşünceler zihnin süzgecinde birikerek trafik yapar ya.. Sonra süzgeçten geçerken birbirlerinin hemen arkasından gelirler de tıpkı bir tren gibi hızlı hızlı geçerler ya.. Ve insan geçen düşüncelerin arkasından bakakalır hani. "Yahu az önce ne düşündüm ben?" gibi sorular da araya sıkışır bazen... Hah, tam da o sıralarda durumu idrak etmeye çalışırken araya bir de iç ses karışır ki o da tek bir iç ses olmaktan çok uzaktır. Yani o karmaşada bir de bakarsınız ki birden fazla iç sesiniz var! Gelip geçen düşünce trenini takip etmeye çalışırken, durumu anlamak üzere kendi kendinize sorduğunuz sorulara yanıt ararken, bir de iç ses sorunsalıyla uğraşırsınız...

  Ahahaha, nasıl anlattım ama :D


  Efenim oluyor bazen, kaç tane iç sesim olduğunu karıştırıyorum. Belki de iç sesim çok hızlı konuşuyor da ben birkaç tane olduğunu sanıyorum :P İç ses bazen öfkeli olduğumda ya da kitap okurken muhalefet olur bana. Ha, bir de hikaye falan yazarken.. Neyse ki manyaklık derecesinde değil durum :) Aslında düşündüm de iç ses sandığım şey düşünce trenlerinin minyatürü de olabilir, bilemiyorum. Hayal gücü fazla olan insanların iç sesi güçlü bir şekilde fazla mesai yapıyormuş, öyle diyorlar. Bir de deeptone'un dediğine göre iç sesimiz ruhumuzun sesi olabilirmiş. Neden olmasın? Fakat bence ruhumuzun sesi bizim kendi sesimiz olmalı, iç ses de bilinçaltının ürünü olabilir, olamaz mı?

  Dur bir dakika, başka bir teori geliştirirsek; belki de üç tane sesimiz vardır, olamaz mı yani? İç ses ruhumuzun sesiyse, düşünceler zihnimizin sesiyse( ki, zihin kelimesini düşünce olarak açıklıyorlar), kendi konuşmalarımız da ruh ve zihnin birlikte çalışıp tüm beyin mekanizmasını kullanarak, ortaya attığı ortak bir çalışmanın sonucu olamaz mı yani? Belki öyle, belki de değil...

  Ahh, neyse... Bu iç ses sorunsalını uzman birileri doğru düzgün açıklayamıyor ki ben açıklayayım. Daha zihnin ne olduğunu bile tam olarak algılayamadı insanoğlu. Ama tabii bu konuda da bir fikrim var. Zihin, manyetik bir olgu olamalı. Tüm beyin mekanizması ve beden, nöronlar olsun başka hücreler olsun hepsi elektrikle çalışırlar. Bedenimizde sürekli hareket eden bir elektrik akımı vardır ve ancak insan ölünce bu akım son bulur. Bundan yola çıkarak tüm bu elektriklenmenin beynin ile kafatası arasında manyetik bir alan oluşturduğunu ve bu manyetik alanın aslında zihin olarak beyinle bağlantılı bir şekilde çalıştığını söyleyebiliriz.. Ki zaten araştırmacılar beyin ile kafatası arasındaki o küçücük boşlukta ne işe yaradığı tam olarak bilinmeyen bir tür manyetik alanın varlığını açıklamışlar...



  Neyse konuyu daha fazla dağıtmadan burada bitirsek iyi olur sanırım. Fazla daldan dala atladım ama idare ediverin artık^^ Bu mim daha önceki Silmeden mimine benzemiyor mu? Bu türden mimler sanki bir hikaye başlatılmış da faklı kişiler devamını getiriyormuş gibi oluyor :) 

  Madam PatapuffCheesecake, Pabuç, Dayatılanla Yaşayan, Kuulumsu Kadın, Mydestiny, Narsistprenses, RosaAsiruh bu mim sizlere gelsin.. Aslında daha fazla isim ekleyecektim de onlara da başka mimler paslarım dedim :)

  Başka bir düşünce treninde görüşmek üzere ;)

  ~Sessizgemi~

7 Haziran 2012 Perşembe

~ YooRin'imin Küçücük Minicik Bebekleri Oldu ^^ ~


  Uykusuzum, yorgunum, ölüyorum... Tanrım, sana geliyorum! Çok dramatik bir giriş oldu, amacım bu değildi halbuki... Pazartesi günü saat sabahın beş buçuğu ile sekiz kırk beşi arasında haylaz prenses YooRin'imin dördüz bebekleri olduğunu bildirmekten pek bi mutluluk duyuyorum :)

  Ah, konuyu nasıl toparlasam ne söylesem bilemiyorum. Sabahın beş buçuğunda ilk doğan Yuri'nin sesiyle panik içerisinde uyandık ki telaşımızı anlatamam. YooRin'im pek bir korkmuştu sesi bile çıkmıyordu kuzumun. İçlerinden birine bir şey olmasından çok korkuyordum neyse ki hepsi sağlıklı. Bebekler dünyaya geldikten sonra bir baktım benim şaşkın bırakmış yavrularını kaçacak yer arıyor. Bebekleri kabul edemediğini falan sandım bazen kediler reddediyormuş ya ondan çok endişelendim. Etrafta dolaştıktan sonra geldi üçüncü doğan Gomi'nin ensesinden tutup sürüklemeye çalıştı. Bizde bir telaş bir panik görmeniz lazım, aklımızda bebeği yemeye çalıştığı gibi uçuk kaçık düşüncelerle çığlığı bastık hemen. Meğersem yeni doğanlar üşümesinler diye perdeleri açıp üstlerine güneş gelmesini sağlamıştım, bizim prenses de bundan rahatsız olmuş, gölgeye sürüklüyor. Kıyamam ben onlaraa ^^

  Neyse perdeleri kapatıp rahat ettirdik, matmazel de sakinleşti. Doğar doğmaz yaşayabilmeleri için de ilk sütlerini hemen içmeleri gerekiyordu. Pek bi beceriksiz çıktı keratalar. Neyse ki benim gibi bir kahramanları var :P Hepsine en başından beri süt içmelerinde yardım ediyorum, gerçi şimdi tek başlarına hareket edebiliyorlar artık, sürünerek de olsa.. Bir de öyle bir huysuz ve yaygaracılar ki sormayın, hepsi annelerine çekmiş bunların, YooRin'in kuyruğuna değilmesi yetiyor bağırmasına sanki bir şey yapıyoruz, bunlar da süt içerken canavar kesiliyorlar birbirlerini parçalıyorlar. Asayişi sağlamak da bana düşüyor, YooRin daha rahat içsinler diye karnını öne çıkarmaya çalışmaktan başka bir şey yapamıyor.

  Zavallı YooRin'im de hala şaşkın, ne yapacağını pek bilemiyor. Sanırsam bebekler doğana kadar hamile olduğundan habersizdi :D Bazen bebeklere uzaylı görmüş gibi bakıyor. Dinlenmek için sepetten çıkıp yemek yemeye falan gidince bebeklerin varlığını unutuyor, eski yaramaz kedi oluveriyor. Fakat sonra kuzular uyanıp cıyak cıyak bağırınca telaşla geri geliyor, görmeniz lazım çok komikler ^^ Bir ara videolarını çekip bir post yapmak istiyorum :)

  Geceleri de sepeti yanıma alıyorum ne olur ne olmaz diye. Saat başı uyanıp kavga ettikleri için de uykusuz kaldım kaç gündür. On beş günlük olduklarında rahat bir nefes alabileceğim sanırım. O zaman bir hayli büyümüş olacaklar. Daha gözleri de açılmadı bir hafta geçmesi gerekiyor bunun için. Görmedikleri halde annelerinin ne yönde olduğunu bulabilmeleri hayret verici. Sepetten alıp biraz uzaklaştırdığımı da hemen fark edebiliyor ve ağlıyorlar ;) Süt içmedikleri zaman hep uyuyorlar. Biraz büyüseler de oyunlar oynatsam diye sabırsızlanıyorum. YooRin'le en başından beri şakalaşıyorum, o da sanki beni anlıyormuş gibi bakıyor :D Doğumdan önce her gün en az bir kere "hadi git de doğur artık, yerinden kalmaz oldun" demeden rahat edemiyordum ^^

  İkinci doğan yavrunun rengi hepsinden farklı olarak çok güzel bir gri olduğu için onun adını Grii koymuştum. Diğerlerine isim bulamamıştım. Bu konuda bana yardım eden Glikoza'ya teşekkürlerimi sunarım. Glikoza'nın diğer üç yavruya verdiği isimler Gomi, Yuri ve Heri. İsimleri çok güzel ve kafiyeli oldu bence :)

  Şimdi hepsi uyuyor, YooRin yine ortada yok, bebekleri benim başıma atıp keyif çatmaya bayılıyor. Doğumlarına yardım ettiğim yetmiyormuş gibi bir de dadıları oldum iyi mi ^^ Neyse bu post burada bitsin. Yazacak çok şey var fakat onları da başka bir vakit yazarım artık.

  Bir kaç resim eklemeden olmaz ama değil mi?


Yuri Grii, Gomi, Heri
Yuri, Grii, Gomi, Heri

Gomi ve Grii erkek diğerleri kız. Erkekler çok yaramaz bütün sütü kendilerine istiyorlar :) Hepsi birden YooRin'ime süt şişesi muamelesi yapıyor ^^

Gomi

Gomi

Gomi

Heri

Heri

Soldan sağa; Grii, Gomi, Heri, Yuri

Yuri ismi çok özel oldu çünkü tıpkı YooRin'in küçüklüğüne benziyor. İsim kafiyesi bu kadar olur ;)

Gomi, Grii, Yuri

Uyurken de hep böyleler birbirlerine sarılıyorlar sürekli. Yemek vakti dışında kardeşlik bağları çok kuvvetli ;)

Aile saadeti :)

Benim haylaz matmazel ilk şoku atlatınca çok bağlandı kuzularına (: Bir sevgi gösterisi yapıyorlar ki görmeniz lazım. Bir de çocuklar ağlayınca koştur koştur yanlarına gidip yanlışlıkla üstlerine oturmasa daha iyi olacak ya neyse :D

İlk gün..

Süt Kuzuları :D


İşte böylee... Bu postun da sonuna geldik şimdi gidip uyanan küçücük minicik şekerparelerimi  sevmeliyim ^^ Tekrar görüşmek üzere, kendinize iyi davranın a dostlar ^_^

~Sessizgemi~