Selamlar canım blog ailesi nasılsınız :) Razaman ayı başladı hepinize bir rehavet çöktü sanki hıı :) Tabi bunda canım Nisan ayının bahar havasının da suçu olmalı bir de sanırım sınav haftası filan olabilir. Ben de geçen gün sınavda epey yorulmuştum ancak kendime geldim ve bu haftayı bloğa ayırıp sonra yine ders çalışacağım :) Öğrencilik üzerime yapıştı çok da yakıştı bence, mutlu oluyorum ders çalışınca da keşke yorucu olmasa :) Bu hafta kelime önerisi gelmeyince görevi yine devraldım zira hikayeler uydurmak bana her zaman iyi gelen bir şey. Bu arada online birkaç sertifika dersi almıştım onlara da bakmam lazım şimdi hatırladım hootkaaa!
Hadi başlayalım :)
Not: bu hikaye bir rüyadan birkaç eklemeyle daha önce kurguladığım Odin adlı hikayenin devamı niteliğinde. İlk bölüm için (şuraya), ikinci bölüm için de (buraya) tıklayabilirsiniz. Kısa bir hatırlatma eklemem gerekirse birkaç psişik yeteneğe sahip üç kız arkadaş (Lenu, Mari, Kei) uzun bir yolculuk sırasında yoruldukları için rotalarından çıkıp bir kasabaya uğrar ve dinlenmek için bir otel araştırır. Kasabada garip ve ürkütücü bir antikacı onlara bir adres verir. Gittikleri adres son derece ürkütücü tuhaf ve sıra dışı bir binadır. Bu binanın tasvirini yaparken eğlenmiştim :) Kapıyı onlara kargalarla bakışarak iletişim kuruyormuş gibi görünen karanlık bir kadın açar. Lenu en başından beri bir tuhaflık hissetmiş olsa da yorgunlukları onları içeri girmekten alıkoyamaz. Ve olaylar böyle başlar.
.......
Gıcırtılı kapıdan içeri girer girmez dışarıda ani bir gök gürlemesi ve şimşeklerin ardından bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı. Bunu hiç beklemiyorduk çünkü az önce açık havada batan güneşin paletteki çeşitli renklere boyadığı gökyüzünde yıldızlar bize göz kırpıyordu. Kapı ardımızdan kapatıldığında duyulan o ağır sesle sanki suyun metrelerce altında bir denizaltının ağır kapıları ardına kilitlenmişiz gibi hissettim. Kapıyı tekrar açmak istesem bunu başaramayacağım kadar güçlü bir kuvvetle kenetlenmiş olduğuna dair ürkütücü fikirler aklımda kıvılcımlar gibi yanıp sönüyordu. Yağmur o kadar şiddetliydi ki zihnimde sanki bir kovaymış gibi tüm kasabaya sular doluyor ve içinde bulunduğumuz bu ucube bina yavaşça suların altında kalıyordu. Uyumam lazım diye düşündüm. Bu mantıksız düşüncelerin tek sebebi uykusuzluk olmalıydı.
Girişte biraz ilerleyip bankonun ardına geçen kadının yanına vardık. İçerisi o kadar loş hatta karanlıktı ki çevredeki biçimlerin gerçek şeklini hemen algılayamıyordum. Biraz dikkat edince içerisinin de dışarısı kadar tuhaf olduğu fark ediliyordu. Her yerde kargalar vardı. Biblo falan değil canlı kargalardı bunlar. Bulabildikleri her yere tünemiş ve yuvalanmışlardı. Ve hepsi de sadece bizi izliyor gibiydi. Ağır ahşap süslemeler, postlar, garip heykelcikler ve duvarlarda çeşit çeşit saatlerle garip bir dekorasyonu vardı. Her şey kahverengi, siyah ve bunlara yakın tonlardaydı. Bankoda arkadaşlarımla beraber gazeteci kimliklerimizi gösterip oda istedik. Aslında böyle korkunç bir yerde hepimizin aynı odada bulunmasını tercih ederdim ama kadın bunun mümkün olmadığını ve sadece tek yataklı üç odanın kaldığını söyledi. Bu çok garipti çünkü etrafta bizden başka bir insan olduğuna beni ikna edebilecek hiçbir iz yoktu. Mari ve Kei ile biraz bakışırken durumu kabullenmekten başka seçeneğimiz olmadığını düşünüyorduk. Ayrıca ikisi etraftaki kargaları yeni fark etmiş ve tuhaf davranmamaya çalışarak onları inceliyorlardı. Kadına ışıklarda sorun olup olmadığını sordum. Bu karanlık gerçekten rahatsız ediciydi. Elektrik sisteminde arıza olduğu için mumlar ve gaz lambalarıyla idare edildiği cevabını aldım. Bunu söylerken yüzüme suç işlemişim gibi bir kızgınlıkla bakıyordu.
Kızların ve benim elime birer tane gaz lambası tutuşturduktan sonra duvarda asılı duran üç anahtarı aldı. Sahiden de etrafta başka oda anahtarı görünmüyordu. Kendisi için de bir şamdan alıp yolu göstermek için önden ilerledi ve takip etmemizi işaret etti. Bekleme salonunu ve geniş bir alanı geçtikten sonra birkaç basamağın ardından ikiye ayrılıp yukarıya iki cepheden devam eden bir merdivene geldik. Buradan ikinci kata çıktığımızda aşağıdaki lobiyi ve karşıda binanın sol kanadına devam eden koridorun karanlık girişini görebiliyorduk. Merdiven tarafındaki duvarda tavana kadar uzanan vitraylı pencereler arasındaki nişlerin içinde gotik üsluplu heykeller vardı. Karanlıkla beraber olduklarından daha korkunç ve trajik görünüyorlardı. Tavanda lobiye ışık sağlaması gereken altıgen bir tavan penceresi vardı fakat yağmur ve fırtınadan dolayı işlevini yerine getiremiyordu. Ahşap trabzanların ve zeminin verniği sanki daha yeni atılmış gibi parlak ve taze görünüyordu. Koyu renk ve desenli duvar kağıtları da pek eskimemiş gibiydi. Sağ kanadın koridoruna girip ilerlemeye başladığımızda burada hiç karga olmadığını görmek içimi biraz rahatlatır gibi oldu. Anlaşılan hepsi sadece lobide takılıyordu.
Birkaç oda kapısını geçtikten sonra ikisi yan yana birisi ise karşı taraflarında olan üç odayı işaret etti ve anahtarları üzerilerine takıp öylece bıraktı. Koridor boyunca duvarlara dizilmiş garip karanlık tablolardan başka hiçbir şey yoktu. Kadın "Umarım huzurlu uyursunuz." dedikten sonra arkasını dönüp gidecekken Kei "Yemek saatini henüz geçmediğimizi umuyorum ama geçtiyse de bir şeyler bulabilmemiz mümkün mü acaba?" diye sorarak hepimizin midesine tercüman oldu. Açıkçası böyle bir yerde sağlıklı bir yemek bulabileceğimizden şüphelerim vardı. Fakat en azından bir parça ekmek bile bizi memnun edebilirdi. Kadın bir an düşündükten sonra biz yerleşene kadar birini göndereceğini söyledi ve başka sorumuz olup olmadığını pek umursamadan geldiğimiz yoldan geri döndü.
Odalar birbirinin aynısıydı. Yine karanlık ve yine gotik tarzda eşyalar mevcuttu. Merkezde tek kişilik dört direkli ve sineklikli bir yatak, duvarlarda aynı duvar kağıdı ve korkunç tablolar, köşede altı köşeli asimetrik aynasıyla bir makyaj masası, boş bir gardırop ve kapının tam karşısında boydan boya cam kapısı olan bir balkon duruyordu. Kat kat ve zarif işlemeli Fransız perdeler ve tüller açık renkleriyle odada bir tezat yaratmıştı. Zeminde oval krem rengi ve desensiz bir halı serilmişti. Aynalı masa üzerinde ve komodinlerde danteller serilmiş, gardırobun camlı kapağına da içten dantelli perde takılmış olması binanın dekorasyonunun yıllardır aynı kalmış olduğunu tahmin etmemiz için yeterliydi.
Biz konuşurken kapıda elinde yiyecek dolu bir tepsiyle bir görevli belirdi. Adının Odin olduğunu öğrendiğimiz genç adam bir hayalet kadar solgun görünümlü ve bir o kadar da acı çekiyormuş gibi bir yüz ifadesine sahipti. Gözleri hafif uzamış saçları gibi simsiyah incilere benziyordu ve sanki içlerinde bir çeşit kıvılcım yanıyor gibiydi. Ona elektriğin ne zaman gelebileceğini ve diğer odaları tutan insanların neden hiç etrafta olmadıklarını sordum. Yağmurdan dolayı herkesin erkenden uyuduğunu söyledikten sonra bize "Buraya gelmek için yanlış zamanı seçtiniz. Belki de hiç gelmemeliydiniz." dedi. Bu tuhaf ifadeden sonra ne düşünmemiz gerektiğini tam anlayamadan yarı açık duran kapıya kuşkulu şekilde baktığını fark ettim. "Ne demek istiyorsun Odin?" diye sorduğumda birinin onu duymasından korkar şekilde fısıltıyla "Çok fazla konuşmaya yetkim yok. Lütfen saat on ikiden sonra gece boyu odanızdan hiç çıkmayın ve sabah olmasını bekleyin. Ne olursa olsun odanızdan çıkmayın." diyerek izin istercesine başını aşağı yukarı sallayıp dışarı çıktı ve kapıyı kapatarak gitti.
Bu tuhaf ve kısa konuşma şüphelerimizi biraz daha artırmıştı. Bir şeyler döndüğü artık kesindi ama ne olduğunu bilemiyorduk. Mari her zaman biraz daha iyimser ve aklı havada olanımız olarak "Belki de sadece konuklarla kafa bulmayı seviyordur. Epey yakışıklı bir vampire benzediği için söylediklerine pek odaklanamadım açıkçası." diyerek güldü. Aklından kahve içmek bahanesiyle mutfağa gidip çocukla sohbet etmek geçtiğinden emindim. Böyle bir yerde onu aramak zorunda kalmamak için kısa bir uyarı geçtim. Telefonlarımızın şarjı saatler önce bitmişti ve binada elektrik olmadığı için de şarj edemiyorduk. Uyumadan önce kapılarımızı içeriden kilitlemeye karar verdik. Olur da uyuyamazsak hepimiz aynı odada toplanırız diye anlaştık. Sonra da odalarımıza dağıldık. Daha önceden yaşadığımız bazı olaylar nedeniyle odaların her yerini ve banyoları kontrol etmiş ve gizli bir kapı veya kamera olup olmadığına bakmıştık. Her zaman hayaletlerin peşinde koşan avcılar olduğumuz ve garip olayları çözdüğümüz için başımıza tuhaf şeyler gelebiliyordu. Kapımı içeriden kilitleyip gaz lambasıyla beraber banyoya gitmeden önce aynanın üzerini bir örtüyle kapattım. Geceleri aynalardan hoşlanmıyordum. Onlarla kötü anılarımız vardı. Kızlarla konuşurken küveti sıcak suyla doldurmuştum. Biraz ılımaya başlamıştı. Üzerine biraz soğuk su dökerken köpüren sabunlardan birini içine attım. Uyumdan önce biraz rahatlamak iyi olacaktı.
Soyunup küvete girdim ve çeneme kadar suyun içine gömüldüm. O uzun araba yolculuğundan sonra bu gerçekten mükemmel bir histi. Bedenimin bu kadar ağrıdığını fark etmemiştim bile. Banyo aynasının üzerine astığım havlunun düşerken çıkarttığı sesle kendime geldiğimde orada öylece uyuykakldığımı fark ettim. Ne kadar süredir uyuduğumdan emin değildim fakat su buz gibi olmuştu. Bu durum içimi ürpertmişti.
Şimdilik Son diyelim epey uzadı çünkü :)
Bu hafta için seçtiğim kelimeler: Su, Yemek, Arkadaş, Ahşap, Işık