Dora'nın kapıya gelen herkesin kafasına tava geçirme hevesinin kaynağının bu insanlar olduğunu anladım. Beni duvarın köşesine doğru çekip pencereden uzaklaştırdı. Sonra odanın içinde eğilerek hareket edip bebeği yerden aldı ve onu getirip bana verdi. Ne yaptığını anlamıyordum. Düşürmemek için bebeğe sıkıca sarıldım. Herhalde buradan kaçıyoruz diye düşündüm. Dora tavayı rahat kullanmak için bebeği taşıma işini bana vermiş olmalıydı. Bu insanlar herhalde tavadan korkmazdı. Onun telaşına son vermek için bileğini yakaladım ve "Onlardan saklanıyordun değil mi?" diye sordum. Başıyla beni onayladı. Yerini buldukları ortadaydı ve etrafa sorarak kaldığı daireyi öğrenmeleri çok sürmezdi. "Gidelim buradan hemen!" dedim. Bileğini hala tutarken hızla kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açıp dışarı çıkmak üzereyken beni durdurdu. Kendini benden kurtarıp boşta kalan elimi tuttu ve o elimle de bebeği sarmam için beni yönlendirdi. Bu sırada diğer elini kendi kalbinin üzerine bastırmış başını hayır anlamında sallıyordu. O gelmeyecekti. Bana bebeği alıp gitmemi işaret etti. "Saçmalama!" diye bağırdım. Hepimizin kaçması için hala zaman vardı. Ama o beni dinlemiyordu. Yine beni dinlemiyordu.
Ben itiraz etmeye devam edince bir anda "Git!" diye bağırdı. Şok geçirdiğimi söylemem yaşadığım duyguyu tarif etmem için az kalır. Ağzım açık kalmıştı. Benimle bu güne kadar hiç konuşmamışken yüzüme sarf ettiği ilk sözcük koca bir ünlemle sarmalanmış bir "git" olmamalıydı. İlk konuşmamızı bu şekilde yapacağımızı hiç düşünmezdim. Bir defasında bebeğe tuhaf bir çorba pişirmesine yardım ettiğimde tadı bir şeye benzemediği için kendi kafama göre bolca limon tuzu, pul biber ve tuz eklemiştim. Tadını kontrol ettiğinde yüzünün aldığı o hali hala unutamıyorum. Yemek yapmayı bilirim ama bir bebeğin nasıl bir şey yemesi gerektiğini hala bilemem. Baharatı da bol kullanmam tamamen kişisel bir tercih tabii. Üstelik onun garip garip otlardan ve acayip turplardan yaptığı bulamaç benim yaptığım eklemeden önce daha korkunçtu. Neyse yeteneksizliğimi o anda idrak etmişti. Şok içerisinde yüzüme bakarken işte tam da o sırada bir şey söyleyecek gibi olmuştu. Fakat bunun yerine çorbayı bulaşıkların içine atıp yeni bir tane pişirmeye başlamıştı. Her neyse..
Onların bebeğin peşinde olduğunu söyledi. Yaşlı adamın oğlu bebeğin babasıydı ve önce onu yakalamışlardı. Evlilikleri yaşlı adam tarafından onaylanmamıştı. Dora bebekle kaçmıştı. Şimdi de yerlerini bulmuş ve bebeği almaya geliyorlardı. Dora'yı her zaman bulurlardı ama bebeği benimle gönderirse onu asla bulamayacaklarını söyledi. Onu her şeyden uzakta tutabileceğime inanıyordu. Ben gidersem ona ne olacağını sordum. Ama daha fazla cevap vermedi. Çok korkuyordum. Ben düşünmeye çalışırken o beni sürükleyip kapıdan dışarıya çıkarttı. O kadar hızlı hareket ediyordu ki o an ne düşüncelerimin hızına ne de ona yetişemiyordum. Balkondan aşağıya bakıp hala gelmemiş olduklarını görünce derin bir nefes aldı. Beni merdivenlerin başına kadar götürdü ve sonra eski saat kulesine gitmemi söyledi. Orada bir yere saklanıp beklememi istedi. Akşam olduğunda o meydan turist kaynardı. Kalabalıkta fark edilmezdik. Güneş tamamen battığında Dora hala gelmediyse bir an önce izimi kaybettirmem gerektiğini ama mümkün olursa onlardan kaçıp bizimle buluşacağını söyledi. Geldiğinde yalnız olmazsa bunu anlamam için saçlarındaki bağı çözmüş olacağını ekledi. Sonra da "Git artık..." diyerek arkasını dönüp koştu ve karşı merdivenlerden aşağıya indi. Onların karşısına çıkıp hedef şaşırtacağını anlamıştım. Dehşet içinde kalmıştım. Tek yapabildiğim bebeğe sıkıca sarılıp merdivenlerden inmek oldu.
Onların bebeğin peşinde olduğunu söyledi. Yaşlı adamın oğlu bebeğin babasıydı ve önce onu yakalamışlardı. Evlilikleri yaşlı adam tarafından onaylanmamıştı. Dora bebekle kaçmıştı. Şimdi de yerlerini bulmuş ve bebeği almaya geliyorlardı. Dora'yı her zaman bulurlardı ama bebeği benimle gönderirse onu asla bulamayacaklarını söyledi. Onu her şeyden uzakta tutabileceğime inanıyordu. Ben gidersem ona ne olacağını sordum. Ama daha fazla cevap vermedi. Çok korkuyordum. Ben düşünmeye çalışırken o beni sürükleyip kapıdan dışarıya çıkarttı. O kadar hızlı hareket ediyordu ki o an ne düşüncelerimin hızına ne de ona yetişemiyordum. Balkondan aşağıya bakıp hala gelmemiş olduklarını görünce derin bir nefes aldı. Beni merdivenlerin başına kadar götürdü ve sonra eski saat kulesine gitmemi söyledi. Orada bir yere saklanıp beklememi istedi. Akşam olduğunda o meydan turist kaynardı. Kalabalıkta fark edilmezdik. Güneş tamamen battığında Dora hala gelmediyse bir an önce izimi kaybettirmem gerektiğini ama mümkün olursa onlardan kaçıp bizimle buluşacağını söyledi. Geldiğinde yalnız olmazsa bunu anlamam için saçlarındaki bağı çözmüş olacağını ekledi. Sonra da "Git artık..." diyerek arkasını dönüp koştu ve karşı merdivenlerden aşağıya indi. Onların karşısına çıkıp hedef şaşırtacağını anlamıştım. Dehşet içinde kalmıştım. Tek yapabildiğim bebeğe sıkıca sarılıp merdivenlerden inmek oldu.
Onların sokağın aşağısında olduğunu biliyordum. Bu nedenle yukarıya doğru ilerledim. Daha öncesinde orada bir uçurumun kenarına gelindiğinde aşağıya inen gizli bir yol olduğunu keşfetmiştim. Dar ve dik basamaklara sahip olduğundan yıllar içinde unutulmuş olmalıydı. Etrafında büyüyen otlar basamakların üzerini de neredeyse tamamen kaplamış ve onu gizlemişti. Bebeği düşüreceğim diye yüreğim ağzımda dikkatle uçurumdan aşağıya inmeye başladım. Merdiven beni kayalıkların arasından dolaştırıp artık kullanılmayan bir deniz fenerine doğru götürüyordu. Fenere ulaştıktan sonrası kolay olacak diye düşünüyordum. Adımlarım dikkatli, yavaş ve sessizdi. Bebek tıpkı bir kedi gibi arada bir mırıltılar çıkartarak uyumaya devam ediyordu. Güneş batmak üzereyken korkudan buz kesmiş bedenim onun minik varlığından yayılan sıcaklıkla hayatta kalıyor, kendini kaybetmek yerine devam etme gücü buluyor gibiydi. Bir an için bile soluklanmadan aşağıya ulaştım. Durup beklediğim anda yaşadığım korkunç durumun tesiriyle titremeye başlayacağımı biliyordum. Hatta ağlamaya bile başlardım. Aklım Dora'daydı. Yakalanmaması için sürekli dua ediyordum. Deniz fenerine vardığımda güneş son ışıklarını saçıyordu. Havanın kararması için sadece dakikalar kalmıştı. Saat kulesine ulaşmak için adımlarımı hızlandırdım.
Akşam saatlerinde Limon Çiçeği meydanı acayip derecede kalabalık oluyordu. Oval meydanın tam ortasında eski bir saat kulesi vardı. Kulenin altında turistlerin muhakkak uğradığı ünlü bir limon ağacı vardı. Bu ağaca dilek için kurdeleler bağlıyorlardı. Çiçeklerini açtığı zaman bütün meydan limon çiçeği kokuyordu. Söylentilere göre de dileklerin çoğu gerçekleşiyordu. Meydanın çevresinde küçük binaların altında hediyelik eşya dükkanları, birkaç mağaza, tatlıcı ve bir kahve dükkanı ayrıca çiçekçi ve bir de restoran bulunuyordu. Meydanın güney tarafı tamamen açıktı ve bir iskeleyle çevrelenmişti. Burada insanlar gezip dolaşırken veya oturup bir şeyler yer içerken deniz eşsiz bir manzara sunuyordu. İskele sağ tarafta denize doğru genişçe bir dönüş yapıp bir süre devam ediyor, eski liman yerine artık burası adaya gelen deniz trafiği için kullanılıyordu. Zaten çok fazla gelip giden gemi olmazdı. Haftada yalnızca iki gün sabah gelen gemi akşam geri dönerdi. Eğer insanlar bir yere gitmek istiyorlarsa bu iki günden birini seçmeleri gerekiyordu. Neyse ki bugün çarşambaydı ve o iki günden biriydi. Sabah gelen gemi eğer yanılmıyorsam saat onda dönüş yoluna çıkacaktı.
Kalabalığın içinde ilerledim. Dikkat çekmemek için gezintiye çıkmış gibi davranıyordum. Fakat bebek de huzursuzlanmaya başlamıştı. Eğer ağlarsa onu nasıl susturacağımı bilmiyordum. Kaç saattir de acıkmış olmalıydı. Burada ona yedirecek bir şey bulmak mümkün değil gibiydi. Bütün bu sorunlar yetmez gibi bir de yüzüme kocaman bir damla yağmur düştü. Az sonra bir felaket yaşanacağının habercisi gibiydi. Saat kulesinin yanında limon ağacının ardında bir ucu kuleyle birleşik oldukça kalın ve alçak bir duvar vardı. Üzeri de kiremit bir çatıyla kapatılmıştı. Cephesi kapatılmış olsa buraya küçük dikdörtgen bir oda denilebilirdi. Orayı eskiden bekçilerin rüzgardan korunmak için kullandığı söylenirdi fakat şimdi içi boş bir şekilde öylece duruyordu. Gözlerden uzak kalabilmek için bu yapının karanlığına sığındım. Oraya tam zamanında vardığım söylenebilirdi çünkü ardından yağmur ilkin çiselemeye sonra da rüzgarla beraber hızla yağmaya başladı.
İnsanlar girişi kısmen kamufle eden limon ağacının etrafından ıslanmamak için kaçıştı ve meydandaki diğerleriyle birlikte çevredeki restoran ve öbür yerlere sığındı. Ürkütücü kalabalığın ardında bıraktığı boşluk ve yerde küçük göletler yaratan yağmurun sesi epey korkunçtu. Bebeğin iyi olup olmadığına baktığım bir sırada beklenmedik şekilde girişte beliren bir kadın korkuyla ufak bir çığlık atmama neden oldu. Kadın beni bebekle buraya sığınmış halde fark edince yolunu değiştirip yanıma gelmiş yardımsever birisiydi. Elleriyle başına ceketini siper etmişti ve bana yardım etmekte ısrarcıydı. Kadına birini beklediğimi ve o gelmeden gidemeyeceğimi bunun özel bir mesele olduğunu söyledim. İlk başta ısrar etmeye devam etti. Söylediklerim ona saçma gelmişti bebeği burada tutarsam hasta edeceğimi söylüyordu. En sonunda beni yanında götüremeyeceğini anladığında pes etti ve uzaklaştı. Giderken de hala deli olduğumu söylüyordu.
Yağmur dışında hiçbir şey duyulmaz olmuştu. Rüzgar yön değiştirdikçe suların yere çarparken çıkardığı ses de değişiyordu. Biraz zaman geçmişti ki fırtınaya dönüşmek üzere olan bu doğa olayının getirisi olarak elektrikler kesildi ve bütün meydan tamamen karanlıkta kaldı. Deniz çıldırmıştı. Dalgaların gürültüsü karanlıkta zihnimin sağlam kalmış yanlarını da yok edercesine saldırıyordu. Böyle giderse denizin yükselmesinden ve bizi sulara katıp götürmesinden ibaret olan korkunç sanrılar aklımda dönüyordu. Dora artık gelmeliydi. Cep telefonumun şarjı bitmeden önce saatin dokuz buçuk olduğunu görmüştüm fakat bunun üzerinden kaç dakika geçtiğini bilmiyordum. Gemi bu fırtınada yola çıkamazdı belki de sabaha kadar beklemek zorunda kalabilirdi. Fakat Dora neredeydi? Yakalanmış mıydı? O olmadan ne yapacak, nereye gidecektim? Hatta onu geride bırakıp nasıl gidecektim? Yağmur yağmıyor da sanki aklıma buzdan meteorlar düşüyordu. Daha fazla ayakta duramadım. Sırtımı duvara yaslayıp yere çöktüm. Üşümemi artık kontrol edemiyor ve bebeği sıcak tutmaya çalışıyordum. Hiç enerjim kalmamıştı ve benim bile açlıktan şekerim düştüyse kucağımdaki miniğin nasıl dayanacağını bilmiyordum. Bütün bunlar delilikti, saçmalıktı. Az sonra uyanacağım bir kabusun içinde olmayı diledim. Az sonra uyanıp güneşli bir güne gözlerimi açacağımı düşledim. Dora gelmiyordu. Söylediği saat çoktan geçmişti. Yakalanmış olmalıydı. Bir daha onu göremeyecek miydim? Bebeğin adını bile bilmiyordum ona nasıl bakacaktım?
Karanlığın içinde suratıma tutulan bir fener ışığıyla sarsıldım. Panik kulaklarımın uğuldayıp nabzımın çıldırmasına neden oldu. Kalbim adeta kulak zarımda atıyor ve ne yapacağını bilememenin verdiği dengesizlikle başım dönüyordu. Bir anda ayağa fırladığımda düşüp yere kapaklanmadığım için şanslıydım. Fenerin parlak beyaz ışığını gözlerimin içine tutan kişi kimdi göremiyordum. Geriye doğru birkaç adım attım. Bulunduğum sığınak o kadar küçüktü ki fazla uzaklaşamadım. Bebek de artık avazı çıktığı kadar ağlıyordu. Fenerin ardındaki karanlık şekil bana doğru sakin ve yavaşça adımlar atmaya başladığında ben de avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Ama korkudan resmen dilim tutulmuş gibiydi.
Son
S..
heheey tahmin ediin eveet yine bir rüya canım blog, canım okuyucu bu sefer biraz uzundu ve yine biraz kurgu da var ;)
Akşam saatlerinde Limon Çiçeği meydanı acayip derecede kalabalık oluyordu. Oval meydanın tam ortasında eski bir saat kulesi vardı. Kulenin altında turistlerin muhakkak uğradığı ünlü bir limon ağacı vardı. Bu ağaca dilek için kurdeleler bağlıyorlardı. Çiçeklerini açtığı zaman bütün meydan limon çiçeği kokuyordu. Söylentilere göre de dileklerin çoğu gerçekleşiyordu. Meydanın çevresinde küçük binaların altında hediyelik eşya dükkanları, birkaç mağaza, tatlıcı ve bir kahve dükkanı ayrıca çiçekçi ve bir de restoran bulunuyordu. Meydanın güney tarafı tamamen açıktı ve bir iskeleyle çevrelenmişti. Burada insanlar gezip dolaşırken veya oturup bir şeyler yer içerken deniz eşsiz bir manzara sunuyordu. İskele sağ tarafta denize doğru genişçe bir dönüş yapıp bir süre devam ediyor, eski liman yerine artık burası adaya gelen deniz trafiği için kullanılıyordu. Zaten çok fazla gelip giden gemi olmazdı. Haftada yalnızca iki gün sabah gelen gemi akşam geri dönerdi. Eğer insanlar bir yere gitmek istiyorlarsa bu iki günden birini seçmeleri gerekiyordu. Neyse ki bugün çarşambaydı ve o iki günden biriydi. Sabah gelen gemi eğer yanılmıyorsam saat onda dönüş yoluna çıkacaktı.
Kalabalığın içinde ilerledim. Dikkat çekmemek için gezintiye çıkmış gibi davranıyordum. Fakat bebek de huzursuzlanmaya başlamıştı. Eğer ağlarsa onu nasıl susturacağımı bilmiyordum. Kaç saattir de acıkmış olmalıydı. Burada ona yedirecek bir şey bulmak mümkün değil gibiydi. Bütün bu sorunlar yetmez gibi bir de yüzüme kocaman bir damla yağmur düştü. Az sonra bir felaket yaşanacağının habercisi gibiydi. Saat kulesinin yanında limon ağacının ardında bir ucu kuleyle birleşik oldukça kalın ve alçak bir duvar vardı. Üzeri de kiremit bir çatıyla kapatılmıştı. Cephesi kapatılmış olsa buraya küçük dikdörtgen bir oda denilebilirdi. Orayı eskiden bekçilerin rüzgardan korunmak için kullandığı söylenirdi fakat şimdi içi boş bir şekilde öylece duruyordu. Gözlerden uzak kalabilmek için bu yapının karanlığına sığındım. Oraya tam zamanında vardığım söylenebilirdi çünkü ardından yağmur ilkin çiselemeye sonra da rüzgarla beraber hızla yağmaya başladı.
İnsanlar girişi kısmen kamufle eden limon ağacının etrafından ıslanmamak için kaçıştı ve meydandaki diğerleriyle birlikte çevredeki restoran ve öbür yerlere sığındı. Ürkütücü kalabalığın ardında bıraktığı boşluk ve yerde küçük göletler yaratan yağmurun sesi epey korkunçtu. Bebeğin iyi olup olmadığına baktığım bir sırada beklenmedik şekilde girişte beliren bir kadın korkuyla ufak bir çığlık atmama neden oldu. Kadın beni bebekle buraya sığınmış halde fark edince yolunu değiştirip yanıma gelmiş yardımsever birisiydi. Elleriyle başına ceketini siper etmişti ve bana yardım etmekte ısrarcıydı. Kadına birini beklediğimi ve o gelmeden gidemeyeceğimi bunun özel bir mesele olduğunu söyledim. İlk başta ısrar etmeye devam etti. Söylediklerim ona saçma gelmişti bebeği burada tutarsam hasta edeceğimi söylüyordu. En sonunda beni yanında götüremeyeceğini anladığında pes etti ve uzaklaştı. Giderken de hala deli olduğumu söylüyordu.
Yağmur dışında hiçbir şey duyulmaz olmuştu. Rüzgar yön değiştirdikçe suların yere çarparken çıkardığı ses de değişiyordu. Biraz zaman geçmişti ki fırtınaya dönüşmek üzere olan bu doğa olayının getirisi olarak elektrikler kesildi ve bütün meydan tamamen karanlıkta kaldı. Deniz çıldırmıştı. Dalgaların gürültüsü karanlıkta zihnimin sağlam kalmış yanlarını da yok edercesine saldırıyordu. Böyle giderse denizin yükselmesinden ve bizi sulara katıp götürmesinden ibaret olan korkunç sanrılar aklımda dönüyordu. Dora artık gelmeliydi. Cep telefonumun şarjı bitmeden önce saatin dokuz buçuk olduğunu görmüştüm fakat bunun üzerinden kaç dakika geçtiğini bilmiyordum. Gemi bu fırtınada yola çıkamazdı belki de sabaha kadar beklemek zorunda kalabilirdi. Fakat Dora neredeydi? Yakalanmış mıydı? O olmadan ne yapacak, nereye gidecektim? Hatta onu geride bırakıp nasıl gidecektim? Yağmur yağmıyor da sanki aklıma buzdan meteorlar düşüyordu. Daha fazla ayakta duramadım. Sırtımı duvara yaslayıp yere çöktüm. Üşümemi artık kontrol edemiyor ve bebeği sıcak tutmaya çalışıyordum. Hiç enerjim kalmamıştı ve benim bile açlıktan şekerim düştüyse kucağımdaki miniğin nasıl dayanacağını bilmiyordum. Bütün bunlar delilikti, saçmalıktı. Az sonra uyanacağım bir kabusun içinde olmayı diledim. Az sonra uyanıp güneşli bir güne gözlerimi açacağımı düşledim. Dora gelmiyordu. Söylediği saat çoktan geçmişti. Yakalanmış olmalıydı. Bir daha onu göremeyecek miydim? Bebeğin adını bile bilmiyordum ona nasıl bakacaktım?
Karanlığın içinde suratıma tutulan bir fener ışığıyla sarsıldım. Panik kulaklarımın uğuldayıp nabzımın çıldırmasına neden oldu. Kalbim adeta kulak zarımda atıyor ve ne yapacağını bilememenin verdiği dengesizlikle başım dönüyordu. Bir anda ayağa fırladığımda düşüp yere kapaklanmadığım için şanslıydım. Fenerin parlak beyaz ışığını gözlerimin içine tutan kişi kimdi göremiyordum. Geriye doğru birkaç adım attım. Bulunduğum sığınak o kadar küçüktü ki fazla uzaklaşamadım. Bebek de artık avazı çıktığı kadar ağlıyordu. Fenerin ardındaki karanlık şekil bana doğru sakin ve yavaşça adımlar atmaya başladığında ben de avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Ama korkudan resmen dilim tutulmuş gibiydi.
Son
S..
heheey tahmin ediin eveet yine bir rüya canım blog, canım okuyucu bu sefer biraz uzundu ve yine biraz kurgu da var ;)
Rüya mı... nayır nolamaz...
YanıtlaSil:D
Güzel ve etkileyiciydi.
Uyuşuk Hayalperest
YanıtlaSilhahah :D bunu yapmayı seviyorum :D
ama buna hikaye olarak devam edebilirim belki diye düşündüm bugün belli olmaz yanii :)
teşekkür ederim kii :)
Merhabalar,sizi yeni keşif ettim.Faydalı içerik ile dolu blogunuzu sevdim.Takip ve izlemeye aldım.Bana da beklerim(tariflimutfak/sibelinyemekleri/incilay).Başarılar dilerim.
YanıtlaSilSibel Özer merhaba hoş geldiniz gelirim tabii ki :)
Silay çok heycanlıııııı ama noldu yaniiii dora nolduuu, nasıl kaçıldı yanii, gemiye mi bindileeer anneee :) sonu açık olmuş. ama kaçtılar işteeğğğğğ :) oh :)
YanıtlaSilDeepsuii aayy bilmiyorum kii ne oldu ki doraya acabaa :D kaçmışlar mıı valla bilmiyom sen söylee :D
Sil