Öneri: Bu hikâyeyi okuduktan sonra, karanlıkta arkanızı kollayın…
Esin kaynağı: Bir rüya :)
Mahzen
Bölüm 8:
~Okurken Dinle~
GameplayMusicscape18 & Kevin Macleod Nervous Piano & Christopher Young The Exorcism of Emily Rose & Bjorn Lynne The Freeze
Uyanalı beş dakika olmuştu
ama henüz gözlerimi açmamıştım. Bir ev taşıyıp yerleştirmenin bu kadar zor
olduğunu ancak bu sabah uyanmakta zorlandığım zaman anlamıştım. Ayaklarımı
rahat yatağımın kenarından sarkıtarak oturduğumda gördüğüm tuhaf rüyayı
düşünüyordum. Gözlerimi kısarak mermer çerçeveli geniş pencereden dışarıya
baktım. Pembe ve altın rengi gökyüzünde ince bir sis asılı duruyordu. Artık
uyandığım için kuşların şamatası sırasında nasıl olup da uyuyabildiğimi
anlayamıyordum.
Tam on beş dakika boyunca
pencereden dışarıyı izleyerek gördüğüm rüyayı düşündüm. O kadar canlı ve
gerçekçiydi ki rüya görüp görmediğimden bile emin olamıyordum. İki kişiyi öldürmek
zorunda kaldığım, kâbusa dönüşen kanlı bir rüyaydı. Bunu düşününce refleks
olarak ellerime bakmak istediğimde gördüğüm şey kısa bir şok atlatmama neden
oldu. Avuçlarımda kar tanesine benzeyen simsiyah bir işleme, bir mühür vardı…
Kısa bir süre her şeyin
gerçek olduğu konusunu hazmetmeye çalıştım. Sanki yaşanan her şey tekrar
üzerime çökmüştü. Avuçlarımdaki ve ayaklarımın üzerindeki kanıtlara tekrar ve
tekrar bakıyordum. Jean tarafından iyileştirilse de belli belirsiz izler kalmış
olan yaralarımdan hala cılız birer sızı yayılırken yaşadığım sıra dışı şeylerin
gerçekliğine bir kez daha inanıyordum.
Nihayet kendimi
toparlayabildiğimde odanın diğer ucundaki çalışma masasında bulunan telefonu
aldım ve annemin numarasını tuşladım. Jean’ın bizi kendi zamanımıza
gönderdiğinden ve her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak için onun sesini
duymaya ihtiyacım vardı.
İkinci çalışta hemen
açmıştı. Doğrusu bu ondan beklemediğim bir davranıştı zira arkeolog olan anne
ve babama ulaşmak çoğu zaman imkânsızdır. “Choon Yei! Aramanı beklemiyordum
tatlım, bir sorun mu var?” Evet, aramalarımı hep bu şekilde karşılardı. Nedense
hep bir felaket nedeniyle aradığımı düşünür ve paniklerdi; oysaki böyle
düşünmesine neden olacak hiçbir şey yapmamıştım. Anneler ve kızları! “Hayır, anne,
bir sorun yok sadece sizi merak etmiştim.” İşte bu da benim klasik cevabımdı.
“İkimiz de iyiyiz tatlım. Gerçi, babanın sivrisineklerle başı dertte ya neyse…
Şimdi Luxor’dayız. Buraya yakın bir yerde önemli bir kazı çalışmasının
yönetimindeyiz. Daha ne kadar kalırız belli değil…”
Hiçbir zaman belli değildi
ki zaten. Kendimi bildim bileli ne zaman nerede olacaklarını kestiremeden
yaşıyordum. Eskiden beni de yanlarına alırlardı fakat okula adımımı attığım
günden beri dayımlarla birlikte yaşıyordum. Anlattıklarının bir kısmını
kaçırdıktan sonra tekrar dinlemeye başladığımda “Bebeğim artık kapatmalıyım,
çalışmaların başına dönmem gerek. Woo Jin ve Yeon’a sevgilerimi ilet ve sakın
unutma tatlım, seni seviyoruz!” diyerek cevabımı beklemeden kapatmıştı telefonu.
Her neyse, bu duruma
alışkındım. Bu nedenle fazla umursamadım ve kafamı kurcalayan ikinci şeyi
yapmaya koyuldum. Zihnimin bir köşesinde çekmeceye bakmam gerektiğini tekrar
eden ses daha fazla rahatsız edici bir hal almadan odamdaki çekmeceleri
karıştırmaya başladım. Birkaç çekmecenin ardından en sonunda benim için değerli
olduğunu düşündüğüm şeyleri sakladığım, pencerenin hemen önünde yer alan,
çekmeceli sandıkta daha önce görmediğim bir mektup buldum. Oldukça kalın bir
zarftı ve üzerinde altın renginde kar tanesi benzeri bir kabartma vardı. Mektup
ve zarf hem çok eski hem de çok yeni görünüyordu ve kar tanesi desenli kâğıtta
şunlar yazılıydı:
“Choon Yei…
Bu mektubu dikkatli
okumalısın. Ve okuduktan sonra da yok etmek zorundasın. Nedenini merak ediyor
olmalısın tabii daha pek çok sorun olduğunun da farkındayım. Sana ancak şöyle
açıklayabilirim: Yaşadıklarınızı yalnızca sen hatırlıyorsun. Woo Jin ve Yeon Ah
hiçbir şeyin farkında olmadan yaşamak zorundalar zira aksi olduğu takdirde
değişmemesi gereken şeylere müdahale etmek isteyeceklerdir ve bu durum,
olmaması gereken şeylerin olmasına neden olacaktır. Umarım beni anlıyorsundur
Choon Yei. Dün gece yaşadıklarınızla ilgili herhangi bir imadan bile onları
uzak tutmak zorundasın çünkü bir kez hatırlamaya başlarlarsa yaptığım büyünün
gücü bunu durdurmaya yetmez…
Ben, yani yeni doğacak
olan kuzenin, vakti geldiğinde zamanda kaybolmak zorundayım; aksi halde
anomaliyi koruyan kimse olmaz ve dünya sonsuz bir kaosa düşer. Bunun olmasına
izin vermeyeceğini biliyorum.
Anomaliye ne olduğu
konusuna gelince; onu ve kapsadığı alanı zamandan bir saniye geriye hapsetmeyi
başardım. Yani bulunduğunuz bölgeye dışardan bakan hiç kimse orada ne anomali
olduğunu fark edebilir ne de o evi yerinde bulabilir. Zira normal zamanda orada
ne anomaliden ne de evden eser yok artık. Dediğim gibi, orası artık zamandan
bir saniye geride hareket ediyor ve senin izin vermediğin hiçbir şey ve hiç
kimse içeri girip çıkamaz.
Sen ve ben, anomalinin
geçmişinde ve geleceğinde bulunan iki mühürüz. Unutma! Artık güvende olsa dahi
orayı korumak bizim kaderimiz. Bunu başkasına veremezsin, bir başkası da senden
alamaz. Ayrıca yalnız olmadığını da bilmelisin. Dünyanın başka yerlerinde
zamana ait başka çatlaklar da var ve senin gibi zamanı korumayı kabul eden
başka insanlar…
Bir şey daha var: Zarfın
içinde, Bıçakçı’yı yok ederken kullandığın altın bileklikten geriye kalan bir
parça var. Altın ejderhanın yakut gözü… Amelie, Woo Jin’i eve taşıdığı sırada
yaprakların arasında bulmuş onu. Bıçakçı’yı yok etmek için kullandığın büyü çok
güçlü ve özeldi. Sihrin bir kısmı elindeki yakuta ve diğer eşine geçerek saklı
kalmış. Bu nedenle onu iyi korumalısın. Ne gibi güçler taşıdığını kimse
bilemez, dikkatli olsan çok iyi olur! Sana bu konuyla ilgili bir de kötü
haberim var ne yazık ki. Yakut gözün diğer eşini hiçbir yerde bulamadık. Bizde
değil, sende de değilse korkarım karadelik Bıçakçı’yla birlikte onu da yutmuş
demektir.
Bu durumda ortaya şu sonuç
çıkıyor: Bıçakçı aklını çalıştırıp yakut gözü kullanmayı başardıysa eğer,
karadelik onu öldürmeye yetmemiş ve zamanda yolculuk etmesi için bir araca
dönüşmüş olabilir. Zamanda ancak senin bulunduğun döneme kadar hareket
edebiliyorum. Dolaştığım tüm o yıllar boyunca Bıçakçı’nın adına bile
rastlamadım fakat endişem onun senin yakınlarında ortaya çıkma ihtimalinin daha
yüksek olması yönünde.
Yin ve Yang’ı duyduğundan
eminim. Geçmiş ve gelecek, iyi ve kötü, gökyüzü ve yeryüzü, ateş ve su… Belki
de siyah ve beyaz! Yakutları etkileyen büyü zamanı bile yok edebilecek derecede
karışık bir büyü Choon Yei. Bıçakçı’nın, diğer eşini bulmak üzere yakutu
kullanabilecek kadar zeki olduğunu bilmende fayda var. Yaşadıklarından kimseye
bahsetmemen yerinde bir davranış olur ve hiç kimseye güvenmemelisin! Böylece
onun seni bulmaması için bir şansın olabilir.
Kâhinin söylediklerini
dikkate almanı öneririm zira kehanetlerinde asla yanılmamıştır. Doğrusunu
söylemek gerekirse en başından beri bizim tarafımızda olduğu için şanslıyız,
aksi halde onunla karşılaştığında seni hiçbir şey kurtaramazdı. Ondan ve diğer
bazı şeylerden sana daha önce söz etmediğim için üzgünüm.
Gittikçe yaşlanıyorum,
yakında kızım benim yerimi almak zorunda kalacak. Yeon Ah’ın bebeği doğduğunda
anomali beni serbest bırakacak ve bu dünyadan silinip gideceğim. Çünkü zamanın
kendince kuralları var. Aynı anda iki Je Myeong var olamaz, aksi taktirde bazı
şeylerin temelleri sarsılır ve evrene sonsuz karanlık çöker! Bu satırlar,
şimdiki halimle en son karşılaşman olarak kalacak. Lakin endişelenme, ihtiyacın
olduğu anda Amelie hep orada olacak. İhtiyaç duyduğunda ne yapman gerektiğini
bileceksin, zira ruhunun bir kısmı artık yıldızların arasında.
Senin için zor olduğunun
farkındayım. Lakin üstesinden gelebileceğinden hiç şüphem yok. Bu arada sana
bir sır vermeliyim: Bıçakçı’nın aradığı ‘Zamanın Bekçisi’ bendim ve artık sen
de öylesin. Ayrıca sana Bıçakçı’nın gelmesinin altında yatan asıl sebebi
söylemediğim için beni bağışlamalısın. Çünkü anlatsaydım, olaylar bu yönde
gelişmeyebilirdi.
Anomaliyi korumayı
başarmış olsak da bazı şeylerin yolunda gitmediği ortada. Bıçakçı’nın zamanda
kaybolması ve seni bulabileceği gerçeği hiç hesapta yoktu. Bu durum
öngörülemeyen bazı sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Korkarım bir
zaman sonra savaşmak zorunda kalacaksın. Kendini buna hazırlamak zorundasın!
Şimdi bu mektubu yok et ve olanları uykunda
bile anlatma! Şu anda Yeon Ah kahvaltı hazırlıyor olmalı. Kimse doğuya bakan
salona geçmeden önce şöminenin önündeki hançeri saklamak için yalnızca on
dakikan var.
Küçüklüğümde yeniden
karşılaşıncaya dek kendine iyi bak ve değişmemesi gereken şeylerin değişmesine
izin verme…
Je Myeong
Jean…
Doğu salonundaki hançerle
birlikte mektubu yok etmeden önce tekrar ve tekrar okuma ihtiyacı hissetmiştim.
Ardından ikisini de kimsenin bulamayacağı bir yere sakladım. Mektupla beraber
Kızıl Cadının kehanetinin önemi artmıştı gözümde. Birkaç gün boyunca evi satın
alırken imzaladığımız sözleşme tehlikeli bir şekilde espri konusu edilmişti.
Dayım her seferinde mezarından kalkıp bizi cezalandırabilecek bir ev sahibimiz
olduğundan söz ediyor, bir şeyler hatırlarlar korkusuyla yüreğimi hoplatıyordu.
Yengem bunu hiç komik bulmuyor hatta tuhaf olduğunu düşünüyordu. Ormanda
bulunan isimsiz mezarlar da bu yerin tuhaflığına daha çok dikkat çekiyordu ve
ayrıca her yerde Yarasa çiçekleri, Titan Arumlar, Mallorn ağaçları, Yeşim
bitkisi türleri ve burada olması mantıksız bir sürü bitki çeşidi de yalnızca
anomalinin kapsadığı alanda bulunarak oldukça şüpheli görünüyordu.
Günlerim sahip olduğum
onca yeteneği gizlemek ve dayımların hatırlamasına engel olmakla geçiyordu.
Rüyalarımda Bıçakçı’nın çeşitli kılıklara bürünerek beni bulduğunu ve çoğu kez
öldüğümü görüyordum. Zamanla insanlardan saklanmaya ve uzaklaşmaya başladım. Üç
yıl üst üste derslerimden kaldıktan sonra gizem avcısı olma hayalimden
vazgeçmiş ve kendimi eve kapatmıştım.
Birileriyle konuşmaya
ihtiyacım vardı. Yardıma ihtiyacım vardı. Ellerimdeki kan kokusundan, beni
gözetleyen Bıçakçı’nın hayaletinden ve her gece pencereme yansırken içlerinde
dolunayın ışığını taşıyan bir çift ölü gözden kurtulmam gerekiyordu. Kendi
kendimden bile kaçar olmuştum.
En sonunda
davranışlarımdan şüphelen dayım küçük kuzenime zarar vermemden korkmuş olmalı
ki beni bir psikiyatra götürme konusunda çok ciddi ısrarlarda bulundu. Başka
çarem yoktu ve buna ihtiyacım vardı. En sonunda kabul etmiştim.
İlk başlarda hiçbir şey
anlatmadım. Fakat Bayan Mei, beni arkadaş olduğumuza inandırmakta oldukça
ustaydı. Hipnoz yoluyla veya diğer yöntemlerle ağzımdan laf almakta
zorlanmıyordu. Ve artık ne yapması veya neye güvenmesi gerektiğini bilemeyen
zihnim olan biten her şeyi anlatmıştı. Anlattıklarımın sonucunda ve omzumdaki
yara izini kendi kendime yaptığıma inanarak tehlikeli olduğum kanısına
varmışlardı.
Tabii sonucunda hiç vakit
kaybetmeden tedavi edilmem gerektiğine karar verildi. Neredeyse ben de böyle
olması gerektiğine inanacaktım, neyse ki zihnimin duvarları o derece
yıkılmamıştı, henüz. Jean kimseye bahsetmemem gerektiği koşunda çok haklıydı.
Aptallık etmiştim. Her şeyin bembeyaz olduğu bir hastanede bembeyaz bir odaya
yerleştirdiler beni. Üzerime giydirdikleri pijama takımı dahil neredeyse
beyazdan başka renk yoktu çevremde; işte o zaman anladım beyazdan ne kadar
nefret ettiğimi ya da belki de o zaman nefret etmeye başladım, emin değilim.
Gündüzleri sıradan ve
tertemiz görünen bir yerdi burası. Her yerde suratları bu şekilde dursun diye
ameliyat geçirmiş gibi gülümseyen hemşireler ve hastabakıcılar vardı.
Resepsiyonda ve bekleme odasında, kısacası sıradan insanların girip
çıkabileceği yerlerde, mümkün olabilen yüzeylere vazolar dolusu çiçekler
konmuştu. Mutlu, sıcak ve konforlu bir yer gibi görünüyordu.
Geceleri ise terk edilmiş
hayaletli bir hapishane gibiydi. Personelin çoğu mesai sona erdiği için akşam
onda evlerine döner, geri kalan azınlık ise personel odasında iskambil oyunları
oynardı. Etrafta yalnızca birkaç güvenlik görevlisi dolaşır, hastalar zaten
demir kapılı odalarında hapis olduklarından rahat davranabildikleri için bütün
geceyi ayakta geçirmektense genelde iskambil oyununa katılırlardı. Duvarlardan
yankılanarak gelen ağlama seslerine kimse aldırmazdı. Bebeğini kaybettiği için
deliren bir kadın bütün geceyi ninni söyleyerek geçirirdi. Eskiden orduda
general olan bir adam hayalet arkadaşlarına yüreklendirici sözler söyler,
ardından da emirler yağdırırdı.
Karanlık ve Korkunç! |
Anlamı olmayan konuşmalar,
sahiplerine ait olmayan fısıltılar, karanlık veya yalnızlık korkusuyla
yankılanan ağlamalar… Normal bir insanı bile delirtebilecek her şeyin olduğu
bir yerdi burası. İnsanları iyileştirmek yerine durumlarını daha da
kötüleştiren bir yer…
Özgürlüğüm elimden
alınınca aklım başıma gelmişti fakat artık çok geçti, kendi isteğimle
çıkamayacağım bir yere getirilmiştim. Bu nedenle buradan çıkmamı sağlayacak
şekilde davranmaya karar verdim. Uzun bir süre onları memnun edecek şekilde
hareket ettim. Yasaklara ve kurallara dikkat ediyor izin verilenler dışında bir
şey yapmıyordum. Zihnimi devre dışı bırakmayı amaçlayan ilaçları içmeyip
başucumdaki saksının toprağına gömdüğü kimse fark etmiyordu bile. En sonunda
uyum sağlamayı başardığımı düşünen beyaz önlüklüler çevremdeki kural ve
yasakları azaltma kararı aldığında doğru yolda olduğuma inanmaya başlamıştım.
Çevremde birileri olduğu
sürece pasif ve uyumlu görünüyordum, fakat yalnız kaldığımda işler değişiyordu.
Kendimi olabildiğince Bıçakçı’nın gelişine hazırlıyordum. Hareketlerimdeki
çevikliği koruyabilmek için gizliden gizliye Ninjutsu ve Tai Chi gibi dövüş
sanatlarına çalışıyordum. Bir ustadan eğitim almadığım için mükemmel hareketler
değildi elbette fakat bunları yaparak bedenimdeki Çi enerjisini dengeliyor ve
güçlendiriyor, aynı zamanda yeteneklerimi geliştirebilmek için yeni teknikler
deniyordum.
Artık bahçede gün batıncaya
dek dolaşabiliyor ve televizyon izleyebiliyordum. İstediğim zaman telefon
etmeme de karışmıyorlardı. Yakında eve gitmeme izin verirler diye düşünüyordum.
Burada geçirdiğim tüm o uzun zaman boyunca beni seven herkes ziyaretime
gelmişti. Hatta annemler bile işlerini yarıda bırakabilmişti. Fakat ben kimseyi
kabul etmemiştim ve onlar da zamanla gelmekten vazgeçmişlerdi. Böyle yaparak
onları koruduğumu düşünüyordum. Beni buraya kapatırlarken yalnızca tedaviye
ihtiyacım olduğu söylenmişti onlara. O sırada şanslıydım fakat gelip gitmeye
devam ederlerse anlattıklarımı öğrenmelerinden ve dayım ve yengemin her şeyi
hatırlamasından endişe ediyordum.
Artık günlerim doktorların
bana biraz daha güvenmesiyle geçiyordu. Sıradan ve bembeyaz günler ciddi bir
şekilde rahatsız edici olmaya başlamıştı ve bir ara kaybolan kâbuslarım beni
yine bulmuştu. Derken öyle bir şey oldu ki aklımda ne tımarhanede olduğum
gerçeği ne de yeteneklerimi saklamam gerektiği konusu kalmıştı…
Benim gibi iyi halden
televizyon izleme hakkına sahip olan birkaç kişiyle birlikte sabah kahvaltısı
yapıyor, bir yandan da haberleri izliyordum. Her zamanki gibi makyajını
abartılı bulduğum spiker telaşlı görünmeye çalışarak önemli bir haberden
bahsediyordu:
“Elimizde sıcak bir
gelişme var sayın seyirciler! Yıllardır bir efsane mi, yoksa gerçek mi olduğu
tartışılan Taijitu çetesinin varlığı açığa çıkartıldı. Gelişmeler için
arkadaşımız Mike Call’a bağlanıyoruz.”
Taijitu dikkatimi çeken
bir unsur olduğu için haberi ilgiyle izlemeye koyulmuştum. “Evet, Mike, seni dinliyoruz.”
diyen spikerin ardından görüntüyü geniş bir caddede duran polis arabalarının
arkasında yayın yapan muhabirin ciddiyeti kaplamıştı. Stüdyodaki bayanın sesini
geç algılayan Mike bir elinde mikrofon diğerinde kulağına daha sıkı
yapıştırdığı kulaklıkla konuşmaya başlamıştı sonunda:
“Iıı... Evet, Sue,
bağlantıda küçük bir sorun var anlaşılan. Ben kısaca neler olduğunu
açıklayayım. Polis, bu sabah erken saatlerde kreşten kaçırılmaya çalışılan bir
kız çocuğu için harekete geçti. Çocuk hırsızını kısa sürede yakalamayı başaran
güvenlik güçleri küçük kızın sağlık taramasından geçirildikten sonra ailesine
sağ salim teslim edilmesini sağladı. Tabii olaylar burada son bulmadı…
Nasıl olduğu anlaşılamayan bir şekilde polisin
elinden kurtulmayı başaran (A.E.) “Yin ve Yang Zamanın Bekçisini yok etmeden
asla pes etmez!” dedikten sonra nereden bulduğu anlaşılamayan bir hançerle
intihar etti. A.E.’nin bileğinin iç tarafında küçük bir hançer dövmesi
bulunduğunu söyleyen yetkililer zor da olsa yaşadığı yeri ve kimliğini
saptayabildiklerinde ortaya çok ilginç şeyler çıkartıldı.
Polis, A.E.’nin evinin
bodrum katında Taijitu çetesinin gerçekten var olduğunu kanıtlayan çok ciddi
delillere ulaştı. Çetenin başka elemanlarının isimlerinin bulunduğu bir defter
ele geçiren güvenlik güçleri, şimdi bu kişilerin peşine düşmüş durumda. Şimdi
herkes bıçaklarla anılan Taijitu çetesinin gerçekten var olmasını tartışma
konusu haline getirirken; bu insanların asıl niyetinin ne olduğu konusu bir
kenara bırakılıyor! Söz sende Sue...” Mike’ın ardından hava durumuna geçen
spiker olan biteni hiç umursamamış görünüyordu.
Fakat benim için aynı şey
söylenemezdi ne yazık ki. Haberde gösterdikleri küçük kız, kuzenim Je
Myeong’du. Neyse ki durumu iyi görünüyordu. Şimdilik! Yin ve Yang, gece ve
gündüz, iyilik ve kötülük, Taijitu… Tıpkı kâhinin söylediği gibi… Bıçakçı
yaşıyordu ve yakutu kullanarak bulunduğum zamana gelmek için Jean’ın bahsettiği
kadar zeki olmalıydı. Düşmanım bir çete, bir ordu kurmasına ve ailemin izini
bulmasına yetecek kadar uzun bir süredir gizleniyor olmalıydı. Fakat artık
yeterince güç toplamış olmalı ki benim peşime düştüğünü açıkça ilan ediyordu.
Bense elim kolum bağlı, tutsak olduğum bu hastanede kendimi bulunmak üzere olan
canlı bir yem gibi hissediyordum.
İşte o anda aklımda ne
gözetim altında olduğum, ne de yeteneklerimi saklamam gerektiği konusu
kalmıştı. Koşar adımlarla bahçeye çıkarken bedenim yine kendi kendine hareket
ediyor fakat bu kez ruhumun sesini dinlediğini biliyordum. Bahçenin tam
ortasında durmuş, bir gece önceki yağmurdan izler taşıyan çimlere aldırmadan
plastik hastane terliklerini savurup attığım çıplak ayaklarımı toprağa güçlü
bir şekilde sabitlemiştim. Ellerimi yanlara doğru iyice açmış, avuçlarımı
masmavi gökyüzüne çevirmiştim. Derin mavinin içinden kocaman, tertemiz bir
nefes aldıktan sonra zihnimden akıp gelen büyülü sözcükleri tekrar etmeye
başlamıştım.
Çevremde yine o tanıdık
esinti, gözlerimde ve zihnimde garip bir parıltı oluşmaya başladığında
avuçlarımdaki siyah kar taneleri de gümüşi bir renkle ışıldıyordu. Bununla
birlikte üstümdeki hastane giysilerinin yerini toprağın bana hediyesi olan o
saten elbise almıştı. Birilerinin beni görmesi umurumda bile değildi. Burası
bir akıl hastanesiydi ve hemşirelerin bile deli olduğundan emindim.
En sonunda büyülü
sözcüklerimi sonlandırırken “…Fion-Esta!” çevremde milyonlarca kelebek uçuşmuş
ve sona eren büyümle birlikte birden kaybolmuşlardı. “Başının dertte olduğunu
söylediler.” Kristal berraklığındaki tanıdık ses tam arkamdan geliyordu. Ani
bir hareketle dönüp baktığımda karşımda Amelie’yi buldum. Biraz büyümüştü,
neredeyse benimle aynı yaştaydı. Kızıl kanatlarını sakladığı ve günümüze göre
giyindiği için normal bir kız kadar normal görünüyordu. Kısa bir süre
birbirimize gülümserken sadece bir gecelik bir tanışıklığımızın olmasına rağmen
nasıl olup da onu özlediğime hayret ediyordum.
~ Amelie ~ |
Bakışmamız sona erdiğinde
“Değişmişsin.” demiştim. Amelie ise buna cevaben “Evet, biraz. Fakat sen hiç
değişmemişsin. Hala çok düşünüyor ve zihnini savunmasız bırakıyorsun!” demişti.
Doğru söze ne denir. Ona herkesten gizlemek için kolyemin içine sakladığım
ejderha gözünü gösterdikten sonra Bıçakçı’dan ve herkesin konuştuğu Taijitu
çetesinden bahsettim. “Beni bulup öldürmek istiyor!” ben olan biteni ve
Bıçakçı’nın amacını anlatırken Amelie avuçlarında tuttuğu küçücük ve masmavi
kelebeğe bir şeyler fısıldamış, ardından onu gökyüzüne salmıştı.
“Öyleyse aramakla vakit
kaybetmesin. Bizi hazırlıksız yakalamasındansa küçük dostumun onu bulması ve
savaş ilanımızı iletmesi daha yerinde olur diye düşünüyorum.” diyen Amelie
yanımda olduğu için şanslı olduğumu düşünüyor, gökyüzünün derinliklerinde
kaybolan kelebeğe bakarken kendimi onun kadar özgür hissediyordum. Artık kâbusların
biteceğini düşündükçe huzur bulan ruhum yeteneklerimi kullanmak için
sabırsızlanırken, zihnimin en karanlık köşesindeki cam kavanozda saklı tutmaya
çalıştığım bir düşüncenin beni ele geçirmesinden korkuyordum: Bıçakçı’yı
öldürmek…
“Bir kez yoldan çıktıysan,
bir daha geri dönemezsin!” diyordu küf kokulu yapışkan karanlığın pençesindeki
zihin. Tarih farklı bir zamanda tekerrürlere gebeyken Bıçakçı ve Taijitu adı
altında topladığı ordusuyla son bir savaşa doğru yürüyorduk, korkusuzca.
Üstelik bu kez tüm dünyanın dikkatini üzerimize çekmemek için yapabileceğimiz
hiçbir şey yokken…
****
Bir zaman sonra, karanlık
günlerde:
Büyük bir savaş için her iki taraf da kendi
yöntemleriyle müttefik kazanıyordu. Yoldan sapanlar, korkaklar, ihanet edenler,
merhametsizce dünyayı yönetmek isteyenler, daha iyi bir gelecek fırsatı
görenler, her şeye rağmen direnenler, onurunu koruyanlar, ihanete uğrayanlar, gururunu
satanlar, sevdikleri için canlarını feda edenler, açgözlüler, dönekler… Dünya
yeni bir şekle bürünüyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz, hiçbir gün
karanlığın etkisinden sıyrılamazdı.
Anomaliden ve diğer bazı
şeylerden bahsetmemeye dikkat ederek konuşuyordum. İnsanların bilmemesi gereken
şeyleri öğrenmemeleri için hikâyenin çoğu kısmını değiştiriyordum. Mesela,
zamanda yolculuk konusu saklanmalıydı; bu nedenle Bıçakçı geçmişten gelen bir
hayalet değil, günümüz dünyasının bir canavarı olarak gösterilmeliydi. Telsiz
hışırtıları arasından belli belirsiz duyuluyordu anlattıklarım:
“…İşte, açıklayabildiğim
kadarıyla bütün hikâyeyi öğrendiniz… En azından içinde bulunduğumuz savaşın nedenleri
hakkında bir fikriniz oldu. Çok uzun zamandır savaşıyoruz ve hepimiz çok şey
kaybettik, sevdiğimiz insanlar öldü… Ama yalnız değilsiniz, tüm gezegende
Taijitu’ya karşı koyan direniş noktaları var. Tükenme noktasındayız…”
konuşmanın ortasında ikide bir araya giren hışırtı, bir kısmının duyulmasını imkânsızlaştırıyordu
“… Taijitu’ya katılan insanlar sizi endişelendirmesin, onlar hiçbir şey değil. Endişelenmeniz
gereken asıl konu Siyah Giyenler! Pek azınız yaptıkları şeylere tanık
olmuşsunuzdur, çünkü onlarla karşılaşan birinin kurtulması neredeyse imkânsızdır.
Aralarından bazıları öyle güçlü büyücülerdir ki saklandığınız yerden sizi göz
açıp kapayıncaya dek ortaya çıkarırlar ve yaşamanız için tek bir şans sunarlar...
Güç bakımından bizden
üstünler fakat yenilmez olduklarına o kadar inançlılar ve saplantılı kibirleri
o kadar yoğun ki kendi kendilerini zayıf düşürüyorlar. Eğer saklanarak veya
koşarak onlardan kaçamıyorsanız tek çareniz saldırı… Güçlü büyücüler olmalarına
rağmen onlar da insan ve bu en büyük zayıf noktaları. Birlikte hareket eder ve
bir Siyah Giyene ölmeden ulaşabilirseniz insan bedenini kilitleyen noktalara
darbeler indirebilir ve onu bayıltabilirsiniz. Fakat kısa sürede kendilerine
gelirler…
Her şeyden önce hayatta
kalmalısınız. Ne kadar önemli olduğunuzun ve gelecekte her birinizin ne kadar
önemli olacağının farkında değilsiniz. Siyah Giyenler tahmin edebileceğinizden
daha hızlı güçleniyor ve yeni büyücüler yetiştirmeye, güçlerini genişletmeye
çalışıyorlar. Bıçakçı büyük bir şey planlıyor fakat Zamanın Bekçisi ve
direnişçiler daha da büyük bir şey planlıyor. Ben Choon Yei, Bunu dinliyor ve
bana inanıyorsanız direniştesiniz demektir…
Şimdi bu mesajı duyan herkese sesleniyorum:
Eğer karanlıkla olan savaşımızda bize yardım etmek istiyorsanız bir sonraki dolunayı
bekleyin ve ipuçlarını takip edin… Fakat unutmayın bu yol asla güvenli değil!
Taijitu ipuçlarını ve bağlantılarını sizden önce bulursa bir şansınız
olmayabilir…
Birbirinizi koruyun ve
asla pes etmeyin, eğer yeterince hızlı ve zekiyseniz güvenli noktalara ulaşmak için
bir şansınız olabilir. O güne kadar yabancıların arasında konuştuklarınıza
dikkat edin ve uzun süre aynı yerde saklanmayın. Taijitu’nun koruması altına
giren ve onların köleliğini yapan insanlar ailenizden biri bile olsalar onlara
güvenmeyin. Unutmayın, ben Zamanın Bekçisi Choon Yei, yoldaşlarımla birlikte
size söz veriyorum ki bu kaosu durdurmak için elimden geleni yapacağım, bu
uğurda ölmem gerekse bile… Mümkün olduğunca tüm radyo frekanslarından yayın
yaparak sizi son durumdan haberdar edeceğim. Fakat bu hafta başka yayın yapılmayacak,
nedenini açıklayamam… Telsizlerinizi sürekli kontrol edin söyleyeceklerim
önemli şeyler olacak…”
Taijitu’ya karşı savaşmak
isteyen fakat bunu ulu orta konuşamayan insanlar, evlerinde kendilerinin bile
zor duyacakları kadar açabildikleri sesiyle telsiz ve radyolardan çıkan
hışırtıları bile büyük bir ilgiyle dinliyorlardı. Yayın yapabilmek için tayflarla
olan bağlarımı kullanarak zihnimdeki düşünceleri radyo frekansına çeviriyor ve
yayılmasını sağlıyordum. Böylece yakalanma riskim en aza indirgenmiş oluyordu
ve ayrıca yayın yaptığım zaman radyo ve telsizlerden bir tek benim sözlerimin
duyulmasını sağlıyordum.
Korkuyorlardı yakalanmaktan
ve işkence görmekten. Tanıdıkları ve tanımadıkları insanların çoğu Taijitu’nun
kölesi olmayı kabul etmiş ve denetim altına girmişlerdi. Taijitu onlara rahat
bir yaşam sunarak sadakatlerini kazanıyor, gözetim altında tutarak istediği
şekilde kullanıyordu. Yaptıkları işlerle kendini kanıtlayan insanları da yeni
büyücüler olarak yetiştirmeye çalışıyorlardı. Henüz bunun bir yolunu bulup
bulmadıkları bilinmiyordu fakat Bıçakçı yeni Yıldızlar yetiştirmek konusunu
saplantı haline getirmişti. Deneklerin çoğunun hiçbir güç kazanamadığı ve hatta
ölenlerin olduğu konusunda söylentiler vardı.
Ülkeler Bıçakçı’nın
kuklaları tarafından yönetilir olmuştu. Dışarıdan bakıldığında dünya her
zamanki gibi normal görünüyordu. Gezegen dışından gelen hiç kimse büyücüler
ve insanlar arasında bir savaş olduğunu tahmin edemezdi. Bıçakçı ve çetesi, onların
söylemiyle, temiz bir iş çıkarıyorlardı. Büyücü karşıtı eylemlerde yer alan
insanlar gecenin karanlığında sessizce ortadan kaldırılıyor ve bu konuda
konuşmak isteyenler susturuluyordu. Bundan böyle dünyada egemenliği ele geçiren
büyücülerin ve dahası Bıçakçı’nın çağı başlamıştı. İnsanların devrinin sonuydu
bu. Sıradan insanlar artık ya köle olarak yaşamlarını sürdürüyor ya da direnişe
katılarak ölüm fermanlarını imzalıyorlardı.
Ben Zamanın Bekçisi,
Mührün Koruyucusu ve Bıçakçı’nın yegâne düşmanı Choon Yei, kendimi insanların
ve dünyanın kurtuluşuna adıyorum. Düşmanım durduruluncaya veya ben ölünceye dek
savaşmaya devam edeceğim...
Ruhum yeteneklerimi kullanmak için sabırsızlanıyor... |
- Birinci Serinin Sonu -
Jenerik müziği
Once Upon a Time
En başından beri sabırla Mahzeni takip ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu benim ilk uzun soluklu hikayemdi. Bittiği için hem bir rahatlama hem de bir hüzün hissediyorum.. Dile kolay, kısacık olmasına rağmen tam bir yıldır yazıyorum bu hikayeyi^^ Fakat bu bir son değil, ikinci seri hakkında şimdiden düşünmeye başladım. Aklımda bir senaryo var fakat daha pek çok araştırma yapmalı, birikim edinmeliyim. İkinci seri daha büyük ve kapsamlı olacak üstelik bütün hikaye tek bir günde geçmeyecek. Fakat şimdi bu fikri ertelemeli ve başka şeylere yoğunlaşmalıyım. Filmin ikincisi çekilene kadar ben de heyecanla bekliyor olacağım :)
ahaha havalara da girdim sanki film olmuş gibi :D
~ Sessizgemi ~
kalemine sağlık, büyük bir keyifle okudum.. ikincisini de merakla bekliyorum..
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) ikincisi için daha tek bir harf bile yazmadım bakalım ne olacak.. Hikayeler kendileri isterse yazılıyorlar ne yazık ki, defterin başında kendimi paralasam da bir şey yazamadığım oluyor bazen..
Silbüyük bir heyecanla okudum ama bittiğine üzüldüm valla...ama ikincisini heyecan ve merakla bekliyorum.tek kelimeyle süpersin...yazmaya devam...kalemine sağlık...
YanıtlaSilTeşekkür ederim hem iltifat hem de yorumun için :) İkincisi birincisinden daha güzel olur umarım ve kimseye hayal kırıklığı yaşatmam.. Elbette, asla durmadan yazacağım bu benim kendime çizdiğim dünya^^
Silfilm olabilecek bi konu zaten.
YanıtlaSilchoon yei dönmeli yine bi şekilde.
dünyada çok kötülük var ki.
:)
çabuk iyileşsin.
:)
2. sezonu yazmaya başladım bile umarım bunu 1 yıldan daha kısa sürede bitirebilirim :) fakat bundan daha kapsamlı ve daha uzun olacak^^
Silileride bir gün Mahzenin senaryosunu yazmayı düşünüyorum kim bilir belki filmi bile çekilir, hayal işte fakat ben hayallerimle varım :D
ohoo iyileşti de savaşı komuta bile ediyor :)