Bu gün bir şeylerin ters gideceğini anlamam gerekirdi. Her zamanki gibi gökyüzünden derin bir nefes alarak dışarıya adımımı atmıştım. Daha sabahın o saatinde diğerlerinden farklı bir güne başladığım çok barizdi oysa. Bir bahar sabahına göre etrafın çiçek, çimen ve güneş kokmasını beklersiniz. Fakat bunun yerine yangınla kavrulmuş bir çöl kokusu bütün çevreyi sarmıştı. Bir çöle kokusunu alacak kadar yakın olmadığımdan emindim. Kısa sürede bu kokuya alışılıyor ve artık fark edilmiyordu. Okula gitmek için otobüs durağında beklerken güneşin yeşil yapraklardan süzülüp yerde oluşturduğu desenleri izledim. Çevrede cıvıl cıvıl dolaşan çocuklar bir korku filminden fırlamış gibi duran kırmızı balonlar taşıyorlardı. Neşeleri bu korkunç imgeye rağmen kuşlarla yarışır cinstendi. Kuşlar çevredeki küçük havuzlara ve su birikintilerine arkalarında minik dalgalar bırakan dalışlar yapıyor bense tüm bu manzaraya yabancılaşan bir hisle bakıyordum. Üzerimdeki duygu daha önce tanımlamadığım bir şeydi. Kendimi kafamın içindeki bir pencereden tüm dünyadan uzakta izliyormuşum da gördüğüm ve duyduğum her şey aslında yapay bir çilekli jöleymiş gibiydi. Tamam daha iyi nasıl tarif edilir bilemiyorum.
Otobüs geldiğinde durakta sadece ben vardım. Beklemekten sıkılmıştım. Kaç saattir oradaydım tanrı bilir. Gölgeler yer değiştirmiş, kuşlar sessizleşmiş ve etrafta kimse kalmamıştı. Otobüse binip kendime bir yer buldum ve düşmemek için zamanında tutunabildim. İçerisi fazla kalabalık değildi. Ağlayan bir bebek ve otobüsün tıslayan sesi dışarıda akıp giden manzaraya eşlik ediyordu. Bir an için düşüncelere daldım. Kendime geldiğimde ne düşündüğümü hatırlamayacak kadar afallamıştım. İnmem gereken durağı kaçırmış olduğum gerçeği kafatasımın en kalın kısmına közlerin arasından yeni alınmış bir kumpas darbesi gibi indi. İnmek için düğmeye bastım fakat bir işe yaramadı. Bir durağın önünden hiç durmadan geçtik. "Neden durmuyorsunuz ineceğim." diye seslendiğimde "Buradaki duraklarda başka otobüsler duruyor bize ait değil oyalama beni." diye seslendi yaşlı sürücü. Fakat daha fazla gidersem geri dönmek için de otobüs kullanmak zorunda kalacaktım ve bu durum hiç hoş değildi. İnmek için sesimi yükselttim. İçeriden bir iki kişi de beni anlayışla karşılayıp adama kızdılar ve durması için onlar da söylendi.
En sonunda baskılara dayanamayan adam otobüsü durdurdu ve kendimi dışarıya attım. Klostrofobim yine yakamdaydı. İyi olduğumdan emin olmak isteyen bir başka yolcu benimle birlikte inmişti. Otobüs şoförü o kadar agresifti ki onun inmesini beklemeden hareket edip kapılar bile kapanmadan yoluna devam ettiğinden yere düşmesine ve toprak yolda yuvarlanmasına neden olmuştu. Benim yüzümden böyle bir şey yaşandığı için hem utanmış hem de üzülmüştüm. Yardım etmek için yanına vardığımda ayağa kalkmış ve üzerindeki tozları pat pat vurarak çırpıyordu. Yerde duran kırık gitara üzüntüyle baktım. Bu da benim yüzümdendi. Tamir edilir gibi durmuyordu. Gitarı yerden almak için atıldığım sırada beni durdururken "Zaten eskimişti yenisini alacaktım önemli değil." dedi. Ondan tekrar tekrar özür diledim. Yolun ortasında öyle durmamamız gerektiğini söyledi. Toprak yol iki yönde de kıvrılıp kayboluyordu. Çam ağaçları sağ yanımızda gökyüzünü taşırcasına yükselirken sol yanımızda ucu bucağı görünmeyen yüksek bir duvar duruyordu. Gri duvarın sanki sabahki ruh halimin yansıması gibi çevreye yabancı, soğuk ve alışılmadık görüntüsü beni ürkütmüştü. Bulunduğumuz yere çok da uzak olmayan bir noktada duvarın ardında yükselen kulede siyah giyimli bir gözcü tehditkarca bizden yana bakıyordu. Yürümeye başladık. Beton yığınından olabildiğince uzakta ve ses çıkartmadan ilerliyorduk.
Tek şeritli yolda geçen başka bir araca rastlamadık. Etrafta yükselen kulelerden bizi seyreden gözcülerden başka biri de yoktu. Saatlerce toprak yolu takip ettik. Adımlarım zamanla zoraki ve acı verici hale geldi. Yol arkadaşım için başta üzüntü duymuş olsam da beni bu anlamsız ve korkunç yerde tek başıma bırakmadığı için minnettardım. Güneş tepemizde bütün gücüyle parlarken hafifçe kımıldanan bir rüzgar kavrulmuş toz ve kül kokuları taşıyordu. Bir süre daha dalgınca ilerledim. Buna daha ne kadar devam edeceğimizi sormak için başımı çevirdiğimde yanımda kimse olmadığını gördüm. Olduğum yerde şaşkınca ve hatta şok içerisinde durup etrafıma bakındım ama görünürde kimse yoktu ve gözcüler de kaybolmuştu. Kuleler şimdi boş ve daha karanlık görünüyordu. Birden artan rüzgar ile birlikte korkuyla hızlanan nabzım ve panikten titreyen bedenimle koşmaya başladım. Peşimden birilerinin geldiğini düşünüyordum. Birileri hızla bana yaklaşıyordu.
Karnıma saplanan bir ağrıyla tökezleyip yere yuvarlandım. Toparlanmak için çabaladıkça acı artıyor ve bir kez daha yere düşüyordum. En sonunda olduğum yerde kıvranırken bir kadının bana yaklaştığını gördüm. Kızıl saçları yüzünün etrafından yüzüme doğru iniyordu. Yüzünde acımasız bir ifadeyle bana kıpırdamamamı söyledi. Onun bir doktor olduğunu anlamam uzun sürmedi. Yanında gelen bir hemşire nasıl olduğunu anlamadığım bir kuvvetle beni olduğum yerde sabit tutuyor doktor ise delirmiş gibi bana bağırıyordu. Karnımın içinde beton olduğunu ve onu ameliyatla almazsa öleceğimi söylüyordu. Ben de ona beni bırakması için bağırıyordum. Yaptıkları her şeyin beni olduğumdan daha kötü hale getirdiğini ve asıl şimdi beni bırakmazlarsa öleceğimi söylüyordum. İkimiz de çıldırmış gibiydik. En sonunda o kazandı. Acıdan zaten kımıldayamıyordum. Şimdi sonum geldi diye düşünmekten başka bir şey yapamadım. Ve neşter tenimde yakıcı bir sızıyla kayarken kadının kızıl saçları gözlerimin etrafında dans eden hayaletlere dönüştü. Sonra bütün görüntüler karardı.
Not: Bir kabus yazısı daha :)
S..
Otobüs geldiğinde durakta sadece ben vardım. Beklemekten sıkılmıştım. Kaç saattir oradaydım tanrı bilir. Gölgeler yer değiştirmiş, kuşlar sessizleşmiş ve etrafta kimse kalmamıştı. Otobüse binip kendime bir yer buldum ve düşmemek için zamanında tutunabildim. İçerisi fazla kalabalık değildi. Ağlayan bir bebek ve otobüsün tıslayan sesi dışarıda akıp giden manzaraya eşlik ediyordu. Bir an için düşüncelere daldım. Kendime geldiğimde ne düşündüğümü hatırlamayacak kadar afallamıştım. İnmem gereken durağı kaçırmış olduğum gerçeği kafatasımın en kalın kısmına közlerin arasından yeni alınmış bir kumpas darbesi gibi indi. İnmek için düğmeye bastım fakat bir işe yaramadı. Bir durağın önünden hiç durmadan geçtik. "Neden durmuyorsunuz ineceğim." diye seslendiğimde "Buradaki duraklarda başka otobüsler duruyor bize ait değil oyalama beni." diye seslendi yaşlı sürücü. Fakat daha fazla gidersem geri dönmek için de otobüs kullanmak zorunda kalacaktım ve bu durum hiç hoş değildi. İnmek için sesimi yükselttim. İçeriden bir iki kişi de beni anlayışla karşılayıp adama kızdılar ve durması için onlar da söylendi.
En sonunda baskılara dayanamayan adam otobüsü durdurdu ve kendimi dışarıya attım. Klostrofobim yine yakamdaydı. İyi olduğumdan emin olmak isteyen bir başka yolcu benimle birlikte inmişti. Otobüs şoförü o kadar agresifti ki onun inmesini beklemeden hareket edip kapılar bile kapanmadan yoluna devam ettiğinden yere düşmesine ve toprak yolda yuvarlanmasına neden olmuştu. Benim yüzümden böyle bir şey yaşandığı için hem utanmış hem de üzülmüştüm. Yardım etmek için yanına vardığımda ayağa kalkmış ve üzerindeki tozları pat pat vurarak çırpıyordu. Yerde duran kırık gitara üzüntüyle baktım. Bu da benim yüzümdendi. Tamir edilir gibi durmuyordu. Gitarı yerden almak için atıldığım sırada beni durdururken "Zaten eskimişti yenisini alacaktım önemli değil." dedi. Ondan tekrar tekrar özür diledim. Yolun ortasında öyle durmamamız gerektiğini söyledi. Toprak yol iki yönde de kıvrılıp kayboluyordu. Çam ağaçları sağ yanımızda gökyüzünü taşırcasına yükselirken sol yanımızda ucu bucağı görünmeyen yüksek bir duvar duruyordu. Gri duvarın sanki sabahki ruh halimin yansıması gibi çevreye yabancı, soğuk ve alışılmadık görüntüsü beni ürkütmüştü. Bulunduğumuz yere çok da uzak olmayan bir noktada duvarın ardında yükselen kulede siyah giyimli bir gözcü tehditkarca bizden yana bakıyordu. Yürümeye başladık. Beton yığınından olabildiğince uzakta ve ses çıkartmadan ilerliyorduk.
Tek şeritli yolda geçen başka bir araca rastlamadık. Etrafta yükselen kulelerden bizi seyreden gözcülerden başka biri de yoktu. Saatlerce toprak yolu takip ettik. Adımlarım zamanla zoraki ve acı verici hale geldi. Yol arkadaşım için başta üzüntü duymuş olsam da beni bu anlamsız ve korkunç yerde tek başıma bırakmadığı için minnettardım. Güneş tepemizde bütün gücüyle parlarken hafifçe kımıldanan bir rüzgar kavrulmuş toz ve kül kokuları taşıyordu. Bir süre daha dalgınca ilerledim. Buna daha ne kadar devam edeceğimizi sormak için başımı çevirdiğimde yanımda kimse olmadığını gördüm. Olduğum yerde şaşkınca ve hatta şok içerisinde durup etrafıma bakındım ama görünürde kimse yoktu ve gözcüler de kaybolmuştu. Kuleler şimdi boş ve daha karanlık görünüyordu. Birden artan rüzgar ile birlikte korkuyla hızlanan nabzım ve panikten titreyen bedenimle koşmaya başladım. Peşimden birilerinin geldiğini düşünüyordum. Birileri hızla bana yaklaşıyordu.
Karnıma saplanan bir ağrıyla tökezleyip yere yuvarlandım. Toparlanmak için çabaladıkça acı artıyor ve bir kez daha yere düşüyordum. En sonunda olduğum yerde kıvranırken bir kadının bana yaklaştığını gördüm. Kızıl saçları yüzünün etrafından yüzüme doğru iniyordu. Yüzünde acımasız bir ifadeyle bana kıpırdamamamı söyledi. Onun bir doktor olduğunu anlamam uzun sürmedi. Yanında gelen bir hemşire nasıl olduğunu anlamadığım bir kuvvetle beni olduğum yerde sabit tutuyor doktor ise delirmiş gibi bana bağırıyordu. Karnımın içinde beton olduğunu ve onu ameliyatla almazsa öleceğimi söylüyordu. Ben de ona beni bırakması için bağırıyordum. Yaptıkları her şeyin beni olduğumdan daha kötü hale getirdiğini ve asıl şimdi beni bırakmazlarsa öleceğimi söylüyordum. İkimiz de çıldırmış gibiydik. En sonunda o kazandı. Acıdan zaten kımıldayamıyordum. Şimdi sonum geldi diye düşünmekten başka bir şey yapamadım. Ve neşter tenimde yakıcı bir sızıyla kayarken kadının kızıl saçları gözlerimin etrafında dans eden hayaletlere dönüştü. Sonra bütün görüntüler karardı.
Not: Bir kabus yazısı daha :)
S..