Sayfalar

26 Aralık 2017 Salı

Kamp Bölüm 1



  Uzun bir tatili hak ettiğim düşüncesiyle insanların arasında ilerledim ve otobüsten iner inmez tatlı bir sıcaklıkla sarmalanmış olan gökyüzünün çivit mavisine göz gezdirdim. Güneşin atmosferin bütün katlarını aşarak bize ulaştırdığı ışığın ve enerjinin foton bazında tenimden nüfuz edişini hissetmek hırçın geçen bir kışın ardından hayatta kalmayı başardığımız için verilen bir ödül gibiydi. "Ah huzur!" diye düşündüm. Sonunda kaygısızca keyiflenebileceğim ve miskinlik edebileceğim birkaç gün beni bekliyordu. Bizi bırakan otobüs ardında kurumuş toprak yoldaki bütün tozu havalandırarak uzaklaştığında bir anlığına ulaşabileceğimiz en yakın marketin yaklaşık yirmi mil uzaklıkta olduğunu ve onun da nefes alıp verirken bile imha olacakmış gibi görünen derme çatma bir benzincide bulunduğunu hatırladım. Zihnimde paniğe benzer bir serzeniş kımıldansa da yanımızda yeterince erzak olduğunu ve  doğanın bize daha fazlasını sunmaya hazır olduğunu düşününce kaygılanmanın yersizliğini fark edebildim. Zaten elden başka bir şey de gelmezdi. Beş gün sonra aracımız bizi almak için geri dönünceye dek burada yapayalnız olacaktık. Belki de yolunu şaşırmış bir iki yolcuya rastlardık. Veya çıldırıp geri dönmeye karar verirsek sekiz saat boyunca durmaksızın yürümeyi göze alırdık.

  Kendi iç dünyamdan sıyrılıp arkadaşlarımın ellerinde kamp eşyaları ve sırtlarında dev çantalarıyla ufalmış gölgelerinin üzerinde yükselen siluetlerine gülümseyen bir bakış attım. Benimle benzer düşünceler içerisinde olduklarını tahmin ediyordum. Hepsi de bir an önce kampı kurup etrafı incelemek istiyordu. Güneş gibi kıvırcık saçlarındaki ve üzerindeki tozu temizleyen Pelluşi yine o "Lanet olsun!" diye klasikleşen tepkisiyle üzerime çılgın bakışlar attı. Doğa ve temiz hava içerisinde olmak güzeldi fakat dikkat etmezsek mikrop kapıp ölebileceğimizden endişeleniyordu. "Hayıııır! Ben ölmek için hazır değiliiim!" diye koluma yapışıp beni yine güldürdü. Titizliği ve takıntıları onun tatlı tavırlarıyla birleşince sevimli bir hal alıyordu. Ona toz yuttuk diye ölmeyeceğimizi ama ağaçlardan sarkan araknelere dikkat etmesi gerektiğini söyledim ve kocaman açtığı gözleriyle etraftaki ağaçlara bakarken saçını karıştırıp bana vuramadan kaçtım.

  Arkadaşlarımla birlikte gelen tanımadığım birkaç yabancıyla birlikte on kişiydik. Ağaçların arasında biraz ilerledikten sonra yol önce küçük bir patikaya dönüştü ve çok sürmeden onun da izini kaybettik. Güvenli şekilde ateş yakıp çadırları kurabileceğimiz bir yer bulunca hava kararmaya başlamadan yerleşmek ve akşam yemeği hazırlığına başlamak için hareket ederken kendimizi avcı toplayıcı insanların dünyasında gibi maceraperest hissediyordum. Kısa sürede çadırlar kurulmuş ve dört kişi ateş yakmak ve yiyecekleri hazırlamakla uğraşırken diğerleri yabani meyvelerden toplamak ve aslında etrafı incelemek amacıyla çevreye dağılmıştı. Yapacak bir işim kalmadığında ben de akan bir suyun sesini takip etmeye karar verdim. Pelluşi de benimle gelirken yolda rastladığımız Tutes, Yides ve Mely adında üç arkadaşımız da bize katıldı. Ormanın içlerine doğru ilerlerken zemin hafifçe yükseliyor ve sese daha çok yaklaşıyorduk. Çok geçmeden tekrar alçalan tepenin eteğinde sığ ama geniş bir akarsu yatağını bulduk. Ayakkabılarımızı hangi ara çıkartıp bileklerimizden yukarıya çıkmayan suyun ortasına hangi ara geldiğimizi hatırlamıyorum. Zira tabanlarımdan başlayarak yükselen serinliğin sarhoşluğu bütün günün yorgunluğunu eritirken ben kendimi tümüyle suya bırakmamak için irademle savaşıyordum. Çevremizde hızla görünüp kaybolan balıkları yakalamaya çalışarak bir süre eğlendik. Sonra karşı kıyıda ne olduğunu merak ederek biraz daha keşif yapmaya karar verdik.

  Aslında buraya kadar her şey o kadar mükemmeldi ki stres dolu yaşamımın tümü için daha fazlasını aramaya ihtiyacım olmamalıydı. Yine de merak insanın en temel içgüdülerinden biri olduğundan ve elbette ki güneş o saatte dünyamıza ışığını sunmaya devam ediyorken oraya kadar gelmişken devamını da görmeliydik. Her ağacı her taşı incelemeli, beton çevrili yaşamımıza inat yeşili hafızamızın tümüne kazımalı, huzuru ve keyif denen olguyu sindirmeliydik. Sonra yirmi gözlü dev bir örümcek bizi yuttu. Şaka şaka bunu uydurdum. Sadece uzun bacaklı minik gövdeli bir tür suratıma yapışınca Tutes tarafından kurtarılıncaya kadar korkudan kilitlenip nefes alamadım. Ya işte böyle, aman ne güzel, araknelerle dolu ormanda huzur hayal ediyoruz. Ne kadar da ponçik insanlarız! Pelluşi bir konuda haklıydı. Dikkatli olmak her zaman için hayat kurtarır.

  Eski bir maden ocağının azametli cephesine bakarken buranın en son ne zaman kullanıldığını düşünüyordum. Sonra eskimiş metal bir levha üzerinde bulduğumuz açıklayıcı bir yazıyla şaşkınlığa uğradım. Maden ocağı zengin bir aile tarafından villaya dönüştürülmüş, uzun yıllar bu şekilde kullanıldıktan sonra terk edilmişti. Dışarıdan bakınca her yerinden otlar, kayalar ve ağaçlar fışkıran ve birkaç girişinin yıkılmış kapılarla kapatılmış olduğu görülen garip şekilsiz bir tepeydi. Fakat içerisi eski, ahşap ve küf kokulu zengince döşenmiş bir evdi. Daha ilginç olansa ailenin son üyesinin bir seri katil oluşuydu. Pelluşi'nin buna tepkisi "Kırk yılın başı tatile geldik onda da seri katil bulduk!" şeklinde oldu. "Hayattaki şansım..." diye söylenen Mely ve onunla birlikte içinde bulunduğumuz durumu dalgaya vuran Tutes "En sevdiğim!" diye gergin bir ses tonuyla bağırdı. Neyse ki burası uzun zamandır terk edilmiş haldeydi ve katilin hayatta olmadığı yazıyordu. Hey durun bir dakika bu nasıl bir hikaye oldu böyle? Bunu kendime sorarken madene doğru ilerleyen Tutes'i tutup geri çekmeye çalışan Yides ve Pelluşi'ye sarılan Mely'e baktım. Koç burcu olmamın bana verdiği yetkiyle bu tatlı fanileri nacizane liderlik yeteneğimle toparlayıp kampa geri götürmeliydim. Böylece geri döndüğümüzde ya çadırların parçalanmış olduğu trajik bir sonla karşılaşacak ya da bu geceyi burada geçirip geçirmeyeceğimize karar verecek kadar aklı başında üye bulabildiğimiz bir senato toplantısı yapacaktık.

  Onlara toparlanın geri dönüyoruz demeye fırsat bulamadan maden evden dışarıya çıkan birilerini görünce kafatasımı delen kızgın bir mil varmış gibi korkunç ve anlık bir duyguya kapıldım. Arkadaşlarım da benim gibi yerlerinden sıçrarken tanımadığımız üç kişilik ekibin kameralar taşıdığını fark ederek duraksadım. İçlerinden biri bize kim olduğumuzu sorunca önce cevabı onlardan istedik. Ulusal bir tvde korku hikayeleri paylaşan bir program için çekim yaptıklarını söylediler. Bir haftadır bizim kamp alanımızın biraz uzağında bir karavanda yaşadıklarını öğrendik. Onları biraz izleyince içeriye girmek o kadar da korkunç görünmemeye başlamıştı. Bir süre sohbet etmemizin ardından içeriyi gezmemiz için bize eşlik etmeyi teklif ettiler. Bir haftadır bu yer hakkında epey şey öğrenmişlerdi ve bunları birileriyle paylaşmak için can atıyorlardı. Birkaç gizli oda ve geçit bile keşfetmiş olmalarını gururla anlatıyorlardı. Tutes ve Yides onlara hemen uyum sağlamıştı. Ben de merak etmiyor değildim. Bu nedenle diğerlerini ikna ettikten sonra yeni arkadaşlarımız yanlarındaki iki yedek feneri bize verdi ve karanlık girişe doğru ilerlerken ardıma bakmamaya özen gösterdim. Böylece olası korkunç bir görüntüyle karşılaşmayacaktım. Pelluşi "Saçmalamayın" diye fısıldadı. "Belki de katilin akrabalarıdır ve içeride bizi keseceklerdir" diye itiraz etti fakat tek başına dışarıda beklemektense peşimize takıldı. Anne gibi koruyucu duygularla bize göz kulak olmayı düşünüyordu. Helios aşkına ne kadar da mantık içerisinde eylemler!

  İçeride biraz ilerledikten sonra bir madende olduğumuzu unutmak mümkündü. Madencilik zamanından kalma bir asansör ile alt kata indikten sonra karanlık uzun bir koridordan daha geçip geniş bir hole ulaştık. Buradan ahşap bir merdiven ile başka şekilde ulaşımın olmadığı ara bir kata çıkılıyordu. Merdiven korkulukları ve duvar süslemeleri dahil bütün mobilyalar gotik sanatını en iyi şekilde yansıtıyordu. Bütün duvarlar kadife bir duvar kağıdı ile kaplıydı. Tavandaki bir açıklıktan ince bir iplik halinde akan doğal yeraltı suyu zeminde kırık heykellerle süslenmiş bir havuza dolduktan sonra taş oluklar sayesinde oda içerisinde bir süre yoluna devam edip bir duvarın düzeltilmiş çatlağında kayboluyordu. Fenerlerin ışığını görüp oraya buraya kaçarak saklanan böcekler ve başka hayvanların hızla kaybolan siluetlerini görmezden gelmeye çabalamak oldukça zordu. Neyse ki örümcek ağları tv ekibi tarafından geçeceğimiz noktalarda epey temizlenmişti. Yarasaların kızıl gözleri karanlıkların içinde bizi takip ederken ardımdaki adım seslerinin neden yankılanmadığını anlamaya çalıştım. Sonra duvarların kadifeyle kaplı olduğunu hatırladım. Fakat tuhaf bir şey vardı ve bir süre bunun ne olduğunu anlayamadım. Belki de Helios yerine Apollona bağlılık duymalıydım. Şimdi bir ön bilicilik yeteneği oldukça işe yarardı. Ah yüce eskiler adına!

Not: Bir kabus yazısıdır. Büyük çoğunluğu gördüğüm rüyayı barındırsa da çok az kurgu içerir.

S..

2 yorum:

  1. anaaaaa çok güzel valla, nolcak acabaaaa, senin kabuslar işte debiyat valla. bir deee, o isimler hep arkadaşların di miii. ne güzel olmuş isimler yaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. deepsi :)

      ay senin şaşırmaların beni gülmekten öldürüyor :D acaba ne olacaaak oku bakalım :D Evet arkadaşlarıma isim uyduruyorum onlar varsa. İsimlerinden kelime uyduruyorum ya da sadece baş harflerini kullanıyorum :)

      Sil

Öyle okuyup kaçmak olmaz sevgili okur, fikrini belirt, bir selam et, bir ses ver, çekinme :)

Not: Yorum yaparken lütfen Türkçemizi koruyalım.

^.^