Sayfalar

14 Ocak 2018 Pazar

Kamp Bölüm 2


1. Bölümü okumak için bkz.

  Yides havuzu incelerken Pelluşi ve Mely artık dışarı çıkalım diye ona söyleniyor Tutes Kameraman Çocuk1 ile konuşurken Kameraman Kız ve Kameraman Çocuk2 daha önce içeride unuttukları kamerayı bulmuş şekilde ahşap merdivenlerden iniyor ben ise hepsinin gerisinde onları izliyordum. Dur bir dakika şimdi ne dedim ben? İşte bir güneş zihnimin içinde parlıyordu ve ben tersliğin ne olduğunu anlamıştım. Ardımdaki ayak sesi kime aitti? Karanlıktan yana bakmaya gücüm yoktu arkadaşlarım bana bakıyor olduğu halde sanki ben de geriye dönersem orada o ana kadar olmayan bir yaratık bir anda gölgelerin içinde cisimleşecekti. İleriye atıldım ve fenerlerin aydınlığı altındaki arkadaşlarımın güvenli çemberi arasına ulaşınca "Hemen dışarı çıkmalıyız." dedim. Yüzümdeki ciddiyet, sesimdeki soğuk titreşim veya cildimin kanımın çekilmesi suretiyle kireç gibi olmasından hangisi onları benim için endişelendirdi bilmiyorum fakat hepsi dikkatini bana vermişti. Fısıldadım. Kendim bile duyamayacağım bir sesle yalnız olmadığımızı ifade ettim. Normalde benimle o anda dalga geçmeleri gerekirdi. Onlardan beklediğim en doğal tepki buydu. Bana takılmalı hatta daha fazla korkutacak espriler yapmalıydılar. Fakat onlar beni bir kez daha ciddiyetle dinledi çünkü hiç olmadığım kadar korku duyuyor ve bunu dışa yansıtırken epey ikna edici görünüyordum. Klostrofobim kendini anımsatmak için en uygun anı bekliyormuş gibi paniğimle dostane şekilde açığa çıktığında beni sakinleştirmek için onlara odaklanmamı isterlerken "Şimdi dışarı çıkacağız..." gibi cümlelerle beni oyalıyorlar ve beraber yürüyorduk.

  Asansöre ulaştığımızda sırtımda ürpertici soğuk bir his beni takip ederken şimdi şu anda ve burada bayılmamam gerek diye düşünüyordum. Makara yöntemiyle çalışan asansörün metal örgü şeklindeki raylı kapısını kapatıp kilitlerlerken her an bir saldırıya uğrayacağız diye dehşetle asansörün etrafındaki gölgelere göz gezdiriyor ve bizi yukarıya taşıyacak olan zincirin kopmaması için dua ediyordum. İki kişi çarkı çevirirken zincir de mekanizma etrafında dönerek bizi çekmeye başladığında karanlığın içinde koşan bir varlık önümüzden geçip tekrar kayboldu. Çığlıklarımız birbirine karışıyor ve çarkı daha hızlı çevirirlerken bir yandan da o şeyin ne olduğunu ve nereye gittiğini anlamaya çalışıyorduk. Bir yaban hayvanı mıydı? Yaban hayvanı buraya nasıl gelmiş olabilirdi ki? Bir insan mıydı? Öyleyse kimdi ve burada ne yapıyordu? Peki asansörün sesini hiç duymadıysak biz inmeden önce de aşağıda mıydı yoksa... Yoksa... başından beri bizi izliyor muydu?

  Maden ocağından evrilme bir evin en büyük sorunu karanlıktır. İkinci en büyük sorunu ise katlar arasında hareket etmenin hem zor hem de zaman alıcı bir iş olmasıdır. Asansörün belkide yukarıya hiç ulaşmayacağını düşünmeden edemiyordum. Metal aksamlardan yayılan gıcırtılar kulak zarlarımızda ürkünç titreşimler yaratıyordu. Korkunun ihtimali paniklememe neden olmuştu. Korkumun gerçekliği açığa çıktığındaysa paniğim yok olmuş bunun yerine dehşet ve hayatta kalma güdüsü beni ele geçirmişti. Duygu karmaşasıyla bir yandan gözyaşı döküyor bir yandan etrafımızda alçalan siyah duvarlardaki her bir oyuğa göz gezdirip herhangi bir şey görünüyor mu diye bakarken yerde bulduğum metal bir sopayı iki elimle sıkıca kavrıyordum. Üzerime atılacak bir yaratığa vuracak fırsatım olursa tek bir şansım olacağını hesaplamış ve tüm kuvvetimi kollarıma yöneltmeye hazır bir şekilde bekliyordum. Sonunda soluk bir ışık bizi karşıladığında yukarıya ulaşmıştık. Uzun koridorun diğer ucundan gelen zayıf ışık bizi çağırıyordu.

  Asansörün gıcırdayan kapısını açtık ve koşmaya başladık. Bu arada tv ekibi kameralarını çalıştırmaktan geri kalmamıştı. Pelluşi ve Mely içimizde en çevik olanlarımızdı ve dışarıya ilk onlar ulaştı. Diğerleri yola devam ederken ayağı takılıp düşen Tutes'e ulaşıp onu yerden kaldırdım ve bizim için geri dönen Yides ile birlikte ona destek olup koşmaya devam ettik. Bu sırada karanlık bir köşeden ortaya çıkan bir siluet bizi şaşkınlığa uğratarak peşimizden gelmeye başlamıştı. Asansörü kullanmadan katlar arasında gezinmenin gizli bir yolu vardı anlaşılan. Ardımızdan hiç bağırmasa ve hiç seslenmese bile üzerinden yayılan öldürme arzusunu iliklerimize kadar hissediyorduk. Ve en sonunda bağırarak kendimizi çıkıştan dışarıya attığımızda ileride bizi bekleyen arkadaşlarımızın yüzlerindeki ifadelerden dışarıya çıkanın sadece biz olduğumuzu tahmin edebilmiştim. "Ah dışarıya çıkmayacak. Dışarıya çıkmayacak. Görünmekten kaçınıyor... Evet peşimizi bıraktı..." diye içimden sayıklayarak diğerlerinin yanına kadar koşup Mely'nin kollarına atıldım. Hiç gücüm kalmamıştı. Dizlerim beni daha fazla taşıyamayacaktı. Yere yığılırken ardıma ve sonra çevreye bakındım. Hava iyice kararmak üzereydi ve gün ışığı kalmadığında bu yere yakın olmak istemiyordum.

  Ayağa kalktığımda bir kişi eksik olduğumuzu fark ettik. Kameraman kız kaybolmuştu. Telefonun çekmediği bir yerdeydik ve ardımızda birini bırakıp geri dönemezdik. Etrafı aramaya başladık. Tabii ki aptal korku filmlerindeki gibi her birimiz bir yöne dağılmadık. Yani en azından tek tek değil. Pelluşi ve ben bir yöne, Tutes Yides ve Mely diğer yöne giderken Kameraman çocuklar da başka yöne ilerledi. Bu sırada Pelluşi "Saçmalamayın yaaa bir kişi için beş kişi mi öleceğiz gidip yardım çağıralım!" diye söyleniyordu. Aslında birini geride bırakmak düşüncesine en başta o karşı çıkardı fakat söylenmeden de edemiyordu. Bu şekilde bazen ses çıkartmamaya çalışarak bazen de mecburen seslenerek etrafı araştırdık. Hepimiz onun da dışarıya çıktığını görmüştük fakat bir anda nereye kaybolduğunu bilmiyorduk. Sonra ani bir çığlık bizi yerimizden sıçrattı ve refleks olarak olduğumuz yerde çalıların içine saklanıp görüntümüzü olası bakışlardan gizlemeye çalıştık. Çığlık bize oldukça yakındı. Ve diğerlerinden epey uzaktaydık. Sesin kameraman kıza ait olduğundan emindik. Fenerlerimizi henüz çalıştırmadığımız için şanslı olmalıydık. Geri dönmek seçeneklerimiz arasında değildi. Gizli kalmaya çalışarak sesin geldiği yöne ilerledik. Bu sırada ay çoktan yükselmiş güneş ise dünyayı terk etmişti. Ağaçların tepesinden gece kuşlarının sesi duyuluyor, etrafta sürüngen hayvanların ezdiği dallar ve yapraklardan kaynaklanan hışırtılar yankılanıyordu. Hava da iyice soğumaya başlamıştı. Nefesimin yarattığı buhar yüzüme çarparken iki büklüm ilerlemek zorunluluğundan bacaklarım her adımda daha çok sızlıyordu. Sonra onu bacaklarından saran bir halatla ağaca asılı halde bulduk. Yüzü bizim yüzümüz hizasında, ağzı ve elleri bağlanmış vaziyette havada çırpınıp duruyordu. az önce çığlık attığı düşünülürse bu vaziyete çok kısa bir süre önce gelmiş olmalıydı. Etrafta kimse olmadığına karar verebildiğimizde hızla ileri atıldık ve ona ulaşıp sessiz olmasını işaret ederek ağzındaki sargıyı çözdük. Pelluşi ağacın gövdesine sarılı olan halatı çözmeye uğraşırken ben de beynine akan kan nedeniyle bayılmasın diye kızın başını biraz yukarıya kaldırmak için hazırlanıyordum. Fakat o bana kaçmam için bağırıp daha çok çırpınmaya başlamıştı.

  Pelluşi ne olduğunu anlayamadan başka bir tuzağa yakalanmış ve ayaklarını saran halatla biraz sürüklenip ağaca asılı kalmıştı. O sırada bir gölge benim üzerime atıldı. İçine düştüğüm dehşetin gücüyle kendimden beklemediğim şiddette bir çığlık kopartırken saldırganın karnına bir tekme indirdim. Bu arada yüzünü ilk kez görebilmiştim. Yumru bir patatesi andıran yüzünde gözleri iki derin çukur gibi saç ve sakal karmaşasının arasında parlıyordu. O toparlanamadan koşmaya başladım. Beni elinden kaçırmak istemediğinden peşimden geleceğini biliyordum. Bu şekilde çığlığımı duyanlar Pelluşi ve diğer kızı bulabilirdi. Böylece üzerinde kalın hayvan postlarından yapılma tuhaf kıyafetler içinde çamur kızılı saçı ve sakalı birbirine girmiş varlık vahşi bir kurt gibi hırlayarak peşimden atılırken uzun bir süre koştum. Ta ki bir uçurumun kıyısına gelinceye dek. Bu noktada her şey çok hızlı gerçekleşti. Kürk kıyafetli adam zaten tam ardımdaydı. Beni yakaladığında boğuşmaya başladık. Boğazımı tek eliyle kavrayıp tüm kuvvetiyle sıkarken boğulmak yerine boynumun çıt diye kırılmasından endişeleniyordum. Tek yapabildiğim yüzüne uzamış tırnaklarımı gömmek ve rastgele tekmeler savurmaktı. Bu arada uçurumun kenarına oldukça yakındık. Boşluktan yukarıya doğru esen rüzgarın şiddetini hissedebiliyordum. En sonunda gözüne baskı yapmamdan dolayı canının yanmasıyla refleks olarak boğazımı bırakınca bu kez ben ileriye atıldım ve o ellerimi sıkıca kavrayıp bileklerimden birini kırarken koluna dişlerimi geçirdim. Ardından şakağıma gelen bir darbeyle başımı sert şekilde yere vurdum ve bütün sesler bir anda yok oldu. Gözlerimin dışında dönen görüntülere sadece uzun bir çınlama eşlik ediyordu. Tekrar boğazıma sarıldığında bir elimle saçlarını yakalayıp bir elimle de yüzüne saldıracak kuvveti bulabildim. Yuvarlandık. Onun sırtı boşluğa denk geldiğinde beni de beraberinde uçuruma çekti. Neyse ki hala sağlam olan elimle kaya duvarda bir çıkıntıya sıkıca tutunabilmiştim.

  Hiçbir şey görmüyor hiçbir şey duymuyordum. Bütün bedenimi tek elimle taşırken ne kadar süre boşlukta asılı beklediğimi bilmiyorum. En sonunda çınlama kaybolmaya başladığında adımı seslenen birilerini duyunca ben de bağırdım ve yerimi vaktinde bulmaları için dua ettim. Kırık bileğim ve kayaya asılmaktan kopacak gibi acıyan kolumun yangısından kendimi kaybetmek üzereydim. Yides tam zamanında uçurumdan aşağı sarkıp bana ulaştı. Birkaç saniye daha gecikmiş olsalardı elim kaymasa bile çektiğim acıdan dolayı kendimi bırakabilirdim. Beni yukarıya nasıl çektiklerini hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde kırılan kolum korkunç şekilde şişmiş görünüyordu. Kamp alanına dönmüştük ve tv ekibi de karavanını çadırlarımızın yanına çekmişti. Herkes eşyaları toparlamakla meşguldü. Tv ekibiyle birlikte şehre dönecektik. Bu sırada Kameraman Çocuk1 kamerasındaki görüntüleri kontrol ederken "Aman tanırım!" diye söylendi. Sonra onu tek dinleyenin ben olduğumu görünce görüntüyü bana da izletti. Evin içinden bir sahneydi. Duvar kağıdının desenlerini görüyorduk. Mavi zemin üzerine tıpkı tavus kuşu tüylerindeki desenler gibi rastgele serpiştirilmiş desenler vardı. Bunda ne gariplik olduğunu sordum. Sonra bana çok eski bir fotoğrafı çıkartıp gösterdi. Aynı evin eski bir fotoğrafıydı. Duvar kağıtları farklıydı. Gri bir zemin üzerinde yerden yukarıya doğru yükselen siyah duman motifleri vardı. Bana "Birinci dünya savaşı zamanında insanların iç dünyalarının karmaşıklığı ve karanlık ruhsal yapıları yaşamlarının tümüne yansıyordu." dedi. Anlattığına göre neşeli bir şey o dönemde hoş karşılanmazdı. Herkes monoton ve siyah beyaz bir dünya içerisindeyken renkli ve neşeli hiçbir şey yoktu. Bu evdeki ilk cinayet vakası da o dönemde gerçekleşmişti ve katilin uçurumdan düşmesiyle sonlanan bir hikaye vardı. Sonra ev bir süre terk edilip tekrar kullanılmaya başladığında tavus kuşu duvar kağıtları eskisinin yerini almıştı. Hala bunun ne anlamı olduğunu bilemiyordum. Bunun üzerine bana bir kamera kaydı daha gösterdi. Görüntüde duvar kağıdının üzerinde elini sağa doğru hareket ettiren kendisi vardı. İlk başta ne yaptığını anlamamıştım. Ardından elini sola doğru hareket ettirdiğinde kadife duvar kağıdı desenleri değişmişti. Siyah beyaz duman motifi tavus kuşunun yerini almıştı.

  "Bunun anlamı ne?" diye kuşkuyla sordum. Bana ilk katilin aslında ölmediğini ve evin ikinci kullanımında geçmişine dair bir izi duvarda bu şekilde gizlediğini söyledi. "Bu onun imzası gibi bir şey." dedi. O zaman yaklaşık otuz yaşlarında olan bir adamın şimdi de otuz yaşlarında olduğunu ve hayatına kaldığı yerden devam ettiğini mi söylüyorsun diye tepki gösterdiğimde "Aynı kişi olduğunu hiç söyledim mi?" diye sordu. Kafam karışmıştı o da bunun doğal olduğunun farkındalığıyla açıkladı. Ev sahibi uçurumdan düştüğünde tek varisi olan oğlu daha on yaşındaydı ve ona daha sonra ne olduğu bilinmiyordu. Belki de bu ev hiçbir zaman terk edilmemişti. Varisleri o korkunç olaydan sonra sadece geceleri dışarıya çıkan ve ışığı sevmeyen kişiler olmuş olmalıydılar. Ve buradan bir an önce gitmemiz gerektiği çok açıktı.

Son.

Not: Bir kabus yazısıdır. Büyük çoğunluğu gördüğüm rüyayı barındırsa da çok az kurgu içerir.

S..

4 yorum:

  1. amanin yaa demek ki o on yaşındaki çocukmuş ha ve babası da uçurumdan düşüp ölmüş, çocuğun da demek ki bir kurdu var. ne hikayeydi ama yaaa bravo valla. hepsi kabus olamaz tabii. bir de senin tasvirlerin ne güzel yaaa. olaylar kadar heyecanlıııı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ay deep katil on yaşında değil ay gülüyorum şuan :D kurt yok ortada o katil :D şimdi şöyle olmuş geçmişteki katil düşüyo ölmüyo öldü sanılıyo ama gizleniyo ve o evde yaşayıp çocuklarını katil olarak yetiştiriyo torunu da katil olmuş işte bu bizimkilerin kamp olayındaki de torun :) bu kısmı iyi anlatmadım sanırsam ama rüya çok karışıktı zaten. sadece olaylar ve ufak tasvirler vardı diğer detayları yazarken oluşturdum. Ama şu duvar kağıdı olayı kabusumda da vardı mesela ne kadar mantıksız ben de şaşkınım :D

      Sil
    2. hayır ya doğru anladım da yani şöyle di miii. o on yaşındaki çocuk büyüyo ve şimdi uçurumun kenarındaki o de mi işte, şimdiki zamanda da babasının yaptığını yapmaya çalışıyoooo :)

      Sil
    3. evet eveeet işte ya o ya da onun oğlu olmalııı ne kadar zaman geçmiş aradan onu bilmiyorum çünkü :)

      Sil

Öyle okuyup kaçmak olmaz sevgili okur, fikrini belirt, bir selam et, bir ses ver, çekinme :)

Not: Yorum yaparken lütfen Türkçemizi koruyalım.

^.^