6 Şubat 2019 Çarşamba
Yüzeydekiler Bölüm 1
Tamam bu duruma neresinden bakarsanız bakın tam bir felaketti. Tek istediğim güneşin can veren sıcaklığını ve taze çiçek kokuları taşıyan rüzgarın yanaklarımda bıraktığı serinliği biraz daha tatmaktı. Bu hayalin gerçek olması beni öyle büyülemişti ki herhangi bir tehlikenin yaşanabileceğini düşünemiyordum. Ve tabii bu büyülenmişlikle sersemleyen zihnime rağmen araştırmamı yürütecek materyalleri bulmayı da umuyordum. Aslında çıldırmış gibiydim. Çevremdeki bütün bitkilerden birer örnek alsam geriye nasıl dönebilirdim bilmiyordum. Bunun yerine laboratuvarı buraya taşısam daha işe yarar olur diye düşünmeden de edemiyordum. Öte yandan bize söylenen her şeyin yalan olduğunu düşünüyor ve gerçekten aşağıda kalmaya devam etmemiz gerekip gerekmediğini anlamaya çalışıyordum. Kafam karmakarışıktı. Her şeyin bu hale geleceğini nereden bilebilirdim, tanrım! Her şeyi geriye almanın bir yolu olsaydı, bütün bunların olmasını engellemek mümkün olsaydı... Şimdi bu korkunç yaratıklar asla peşimize düşmemiş olacaktı. Bununla birlikte bize gerçekleri anlatmış olsalardı belki de kendimizi Yüzeydekiler'den koruyarak yeni bir yaşam kurmanın yollarını bulabilirdik. Ben bunları saklandığım küçük kovukta her an bulunmanın korkusunu yaşayarak tekrar ve tekrar düşünürken suyun içinde yine o tanıdık korkunç titreşimleri duymaya başlamıştım. Yerim henüz tespit edilmemiş olsa da fazla vaktim kalmamıştı. Olduğum yerden bir an önce kaçıp diğerlerine tehlikenin haberini iletmem gerekiyordu. Titreşimler sıklaşıp gittikçe şiddetlenirken onlardan birinin bulunduğum küçük sığınağın girişinden korkunç yüzünü ne zaman göstereceğini merak ediyor ve bununla birlikte iliklerime kadar titriyordum...
Size her şeyi en başından anlatmalıyım fakat hafızamdaki bulanıklık ve karmaşa olayları zihnimde birbirine katmış durumda. Yine de elimden geleni yapacağım. İnsanlık su altında koloniler kurmaya başladığından beri yeryüzünden uzakta ve izole olmuş halde yaşayıp gidiyordu. Zaman zaman meraklı kaşifler, maceraperestler ve yüzeyi bir şekilde yeniden görüp oraya dönme arzusunda olanlar kolonilerden kaçıp gidiyor ve onlardan bir daha haber alınamıyordu. Bize yetkililer tarafından söylenenler onlara ulaşılamadığı veya bir kazaya uğradıkları yönünde oluyordu. Gidenler asla geri dönmüyor, başkalarının ayrılmasını önlemek için ciddi tedbirler alınıyordu. Yüzeyde tam olarak ne olduğu hakkında sıradan halk hiçbir şey bilmiyordu. Tek bildiğimiz felaketler sonucunda orada artık yaşayacak bir dünya olmadığı, yalnızca asitle kavrulmuş ve ölümün çürümüşlüğüyle sarmalanmış topraklardan ibaret olduğuydu. Ama dedikodular vardı. Efsaneler geceleri loş lambalarla aydınlanmış masaların etrafında toplanıp bir şeyler yer içerken sohbet eden insanların arasında fısıltılar halinde dolaşıyor, meraklı zihinleri ele geçiriyor ve kendine bağlıyordu.
Koloniler deniz ve okyanus tabanlarında inşa edilen dev galerilerdi. Bir yaprağın damarları gibi suyun içinde yayılıyorlardı. Pek çok limana sahiplerdi. Buralardan çeşitli büyüklükte denizaltılarla diğer uzak kolonilere seyahat ediyor ve koloni dışında suyun içindeki tarlaları bu şekilde işçi denizaltılar ve robotlarla ekip biçiyor, evcilleştirmeyi başardığımız bazı deniz türlerini besi alanlarına götürüp getiriyor ve bunlara benzer başka işler yapıyorduk. Koloniler o kadar büyüktü ki içlerinde pek çok orman yetiştirmeyi başarmış ve sudan oksijen üretmenin yanında artık bunlardan da faydalanmaya başlamıştık. Hiç tükenmeyecek şekilde solunabilir hava üretebiliyorduk. Elektriği suyun akışından fazlasıyla elde ediyorduk. Ve bu enerji biçimi lazım olan bütün alanlara yeterli geliyordu. Suni güneş ışığına sahiptik. Yapay sahillerimiz vardı. Bazı mağaralarla olan bağlantılar sayesinde dalış turizmi gibi değişik aktivitelere sahiptik. Bu mağaralarda yeraltı gölleri oluşturan sular sayesinde dalış yaparak dışarıya yüzebiliyor bir süre gözetmenler eşliğinde gezip geri dönebiliyorduk. Suyun basıncını her türlü yapıda veya kıyafette kontrol etmek artık çocuk oyuncağıydı. Eski dünyanın iyi olan her şeyini kopya etmeyi başarmıştık. İnsanın merak duygusu onu ele geçirmese burayı terk etmek gibi bir şeyi asla düşünmeyeceğini çünkü huzurlu, düzenli bir yaşamımız olduğunu söylerlerdi. Fakat bununla birlikte insanı rahatsız eden şeyler de vardı. Yöneticiler hayatımızın tümünde kontrol sahibiydi. Yılda yapabileceğimiz seyahat sayısı belirlenmişti. İstediğin zaman bir koloniden diğerine geçemezdin. Sana sistem tarafından yaşaman için verilen evden başka bir eve taşınmak için belli kurallar ve izinler vardı. Kimse özel araca sahip olamıyor sadece bisikletlere izin veriliyor, ulaşım sisteme bağlı toplu taşımalar ile sağlanıyordu. Herkes ona belirlenen meslek için yetiştirilir ve başka bir işe ilgi duyması beklenmezdi. Koloniler dışında yani suyun içinde yürütülmesi gereken işler ve geziler sıkı denetimlere ve kurallara tabiydi. Sadece bazı testleri geçebilen, zihnen ve genetik olarak uygun görülen ailelerin çocuk sahibi olmasına izin veriliyordu. Deri altına yerleştirilen çipler ve her gün uyumadan önce başucumuza yerleştirilen bir cihazda kolayca yapılan testler sayesinde yediğimiz içtiğimiz her şey kontrol ediliyor, günlük izin verilenden fazla karbonhidrat tüketmişsek ceza alıyor, haftalık sağlık grafiklerimize göre bize söylenenleri yapmak zorunda kalıyorduk. En son komşum fazladan bir kase puding yediği için bir hafta ağır spor yapmakla cezalandırılmıştı. Bunu yapmazsa hapse atılacaktı. Daha burada anlatamayacağım çok acayip uygulamalar mevcuttu. Onların izin verdiği şeyleri düşünebiliyor, onların izin verdiği ölçülerde yaşayabiliyorduk. Bazen kaybolanlar oluyordu. Uyumsuz olarak tespit edilenler yakalanır, sorgulanır cezalandırılırdı. Fakat bazen kaybolanlar oluyordu işte. Herkes bir çeşit baskı ve korku hissediyor, kimse izin verilmeyecek bir konu hakkında konuşamıyordu. Bir çeşit robot gibi yaşıyorduk.
Ben ilk kurulan kolonilerden birinde yaşıyordum. Burası gibi birkaç büyük pilot bölge kendisine bağlı diğer küçük kolonileri kontrol altında tutuyor, yönetiyor, düzeni sağlıyordu. Ben mesleğim gereği yüzeye ait eski bitki türlerinin su altında suni ışık ile yetişebilmeleri için yeniden üretilip ıslah edilmelerine yönelik araştırmalar yapıyordum. Hatta suyun içindeki bitkilerle onları birleştirip simbiyotik bir şekilde yeni biçimleriyle üretilmelerini sağlıyordum. Son projem fissidens mossları üzerinde yetişecek böğürtlenlerdi. Bu koloni, kara parçalarından birine çok yakındı. Ve bir gün merak ettim. Bana verilen çok eski tohumlar, çok eski ve iyi korunmamış genetik materyallerle uğraşmak yerine hala taze hala yetişen bir şey bulamaz mıyım diye düşündüm. Bitki gen silolarımızda aradığım şeyi bir türlü bulamıyordum. Ya aradığım şey yukarıda bir yerlerde beni bekliyorduysa.. Bu karşı konulamaz bir düşünceydi. Bu düşünce zihnime yerleştikten sonra artık yaptığım işlerle uğraşamaz oldum. Tüm dikkatim yüzeydeki gizemdeydi. Kaçan insanlar hakkında araştırmalar yaptım. Hangi yollarla gitmeye çalışmışlardı, başarı şansı neydi gibi başka bir sürü sorunun cevabını arıyordum. Tek yol denizaltılar gibi görünüyordu. Fakat bu araçların hiçbirinin belli bir irtifadan yükseğe çıkma yetkisi yoktu. Buna kalkışan biri olduğu anda yetkililerin haberi olurdu ve sinyali takip edip onu yakalarlardı. Üstelik öyle herkesin denizaltısı olmuyordu bunlar şirketler halinde özel izinlerle çalışıyorlardı. Bireyler kendi başlarına onlardan birine sahip olamazdı, yasaktı. Özel eğitimli kaptanlar bu şirketlere bağlı çalışıyordu ve her birinin etkinliği raporlanıyordu.
Sonra bir gün loş ışıkla aydınlatılan bir masada birileriyle sohbet ederken bir isme ulaştım. Bunun sonucunda ciddi bir karar alıp sistemi terk etmem gerekiyordu. Ve öyle yaptım. Artık hep anlatılan o asilerden, maceraperestlerden biri de bendim. Bileğime yakın deri altına yerleştirilen çipi dikkatle çıkarttım ve onu özel bir solüsyonla dolu bir kavanoza koydum. Böylece çalışmaya devam edecek ve yaptığım şey bir süreliğine anlaşılmayacaktı. Seyahat izinlerimi çoktan doldurmuştum bu nedenle gizlice hareket etmek oldukça zorlu bir yolculuk olmasına neden oldu. Sonra bana yardım edecek kişiye ulaşmayı başardım. Onu ikna etmem çok zor oldu çünkü gizlice sahip olduğu ufak denizaltı yüzünden onu yakalamaya gelen biri olup olmadığımdan şüpheleniyordu. Üstelik onu denizaltıyı kullanması konusunda da ikna edebilmiştim. Nihayetinde beraber yola koyulmuş ve yakalanmadan yüzeye ulaşmıştık.
Masmavi gökyüzü parlak sarı bir güneşle taçlanmış, ufuktaki kara manzaraların en güzelini gözler önüne sermişti. Dalgalar yükselip alçalıyor, çalkalanıyor, birbirine karışıyorken köpükler havaya sıçrıyor hikayelerden tanıdığım beyaz kuşlar havada dönüp dururken bir anda düşer gibi suya dalıp çıkıyordu. Dalgalar denizaltının yüzeyine çarpıp dururken sanki dans ediyorlardı. Etrafta gördüğüm şeylerin çoğunu ilk defa tanıyor, çok azını hikayelerden ve kurtarılan eski kitaplardan biliyordum.Yaşamım boyunca böyle bir şey görmemiştim. Denizaltından bir an önce kurtulup tüm bu manzarayı etrafımda metal bir kabuk olmadan tenimde hissetmek, tadına bakmak, koklamak istiyordum. Bana eşlik eden kaptan da büyülenmiş gibi bir süre hareketsiz kalıp sanki kayboluverecekmişçesine manzarayı zihnine kazıyordu. Bu dünya çürümüş asit dolu topraklardan ibaret değildi. Hayır, hayır.. Burada yaşam adeta fışkırıyor etrafa saçılıyordu.
Karaya ulaştığımızda heyecandan başım dönüyordu. Soluduğumuz hava bizim ürettiğimize çok benziyordu fakat farklı bir şeyler olduğu da kesindi. Sonra rüzgar.. Rüzgar tenimde hareket ettikçe bizim fanlarla yapay olarak yarattığımız düzenli hava akımlarından çok daha farklı bir his yaratıyordu. Sadece bal üretmek için düzenleyebildiğimiz bazı tesisler dışında asla duyumsayamadığımız çiçek kokuları ise burada buram buram her yerden duyuluyordu. Güneş ve çevremdeki bütün renkler gözlerimi alıyordu. Bir süre nereye koşacağımı neye bakacağımı şaşırmış halde dolaşıp durdum. Benimle gelen kaptanın da benden farkı yoktu. Onun aklında şimdi buraya turist getirip götürmek veya tamamen buraya yerleşmek gibi değişik fikirler uçuşuyordu. Kataloglardan bildiğim kadarıyla bazı bitkileri tanıdıkça heyecanım katlanıyordu. Kolonilerde yaşamaya başlarken kurtarılanlar bu dünyadakinin çeyreği bile değildi. Kurtarılanların da çok azı yeniden üretilebilmişti. Burası bir hazineydi. Böyle çıldırmış halde dolaşırken havanın karardığını fark etmedim. Kaptan da bir süre önce kaybolmuştu. Geri dönmek için ne taraftan gitmem gerektiğini bilemiyor ve kaybolmaya devam ediyordum.
Not: Birkaç rüyayı birleştirip kurguladığım bir hikayenin ilk bölümüydü bu. Rüyalar birbirine benzeyince tek bir hikaye gibi yazıyorum :D Devam edecek :)
Etiketler:
Hikaye,
Karalamaca,
Öykümsü,
Rüya
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Buna benzer bir dizi var. Biliyor musun:)
YanıtlaSilUyuşuk Hayalperest,
Silaaa dizi mii adı ne kii izleyeyim :D
Wayward pines.
Silaa duydum sanki ama izlemedim izlerim kii :)
SilTanıtım için çok teşekkürler.Kendi kendime meydan okuma, yazı dizimi okumak üzere sizi blogumda ağırlamaktan şeref duyacağım,
YanıtlaSilooooooo bilimkurgu distopya bu yaa, yeraltına kıyamet sonrası geçtiler herheldeee, yüzeyde insan olmalı, hayat var herhalde, bakalım nelerle karşılaşacaklar, dönebilecekler miiii, yüzeyde ne bilimsel çalışmalar yapacaklar, uuuuuu ne rüya ya amaa :) yüzeyde yaratıklar mı var kiii :) gerilim olcak herhaldeeee, amaniin korkunçlu şeyler olabileer :) her şey olabilir bu rüyalardan her şey bekleniiir :)
YanıtlaSiloooo sürprizci yorumcuuu deepsii :) valla ben de bilmiyorum nasıl bir yerlerse artık suyun içindee :D ay ben de merak ettim şimdi devamını göreyim barii uuuu :D yüzeyde insansı bi şeyler var gibi gibii :)
Sil