Savaştan Dönen Roland |
Öyle Bir Western Ki
Alnından süzülüp, sol kaşının tam ortasından göz çukuruna değin uzanan yara izinden geçtikten sonra, sol gözüne dolan tuzlu ter damlasından geriye yakıcı bir acı kalmıştı sadece...Oysa tuzla kavrulan gözü, Silahşorun umurunda bile değildi. Yanmasına rağmen bir saniyeliğine de olsa kırpmadığı gözü, aklında dönüp duran tüm düşüncelerle birlikte karşısındaki ölüm makinesine odaklanmıştı yalnızca...
bir süre önce saniyelik bir hareketle kılıfından çıkardığı uzun, soğuk ve oldukça ağır olan metali, sol eliyle büyük bir ustalıkla hedefine yöneltmiş; kavurucu güneşin metalden yansıyan aldatıcı parıltılarına rağmen, tetikteki parmağının titremesine engel olabilmişti...
Ne kadar zamandır o şekilde beklediğini, oraya nasıl geldiğini bilmiyordu ve bilmek çokta umurunda değildi zaten. Tek düşünebildiği bu işin, bugün, burada bitmesi gerektiğiydi. Sağ elinin yüzük parmağı ile birlikte sevdiği kadını hayatından söküp alan haydudun son saatleri olmalıydı bunlar... Burada ölen belki de kendisi olurdu ama zaten uzun bir süredir ölü değil miydi. Bedeninden akacak olan kan, pek fazla bir şey değiştirmeyecekti çünkü; hayatını ellerinden alan adam, aynı zamanda kalbini de yerinden sökmüş, yerine ağır bir taş parçası bırakmıştı...
Yıllar geçtikçe, içinde taşıdığı öfke ve kin yüzünden yüzeyi bozulan ve Suzan'ı düşündüğü her seferde çatlaklarından içeri süzülen rüzgarın tekrar tekrar kavurduğu taştan kalbini iyileştirebilmesinin tek yolu, bu işe bir son vermekti...
Ne zaman iki insan birbirine silah doğrultsa, kasaba sakinleri kendi köşelerine çekilir, olayı büyük bir dikkatle seyrederlerdi. Bugünkü ikinci olayın ardından Silahşor ve karşısındaki haydut içinde değişen bir şey olmamıştı... Soloon'daki büyük piyanonun üzerinde gezinen parmaklar bile susmuştu. Barın bir köşesinde, çatlak ve tiz sesiyle insanın sinirini bozan Madam Emma bile şarkı söylemeyi bırakmıştı. Her şey ve herkes susmuştu. Uğultulu çöl rüzgarı ve peşinden sürüklediği çalı demetleri, birde atlar dışında her şey...
Bir süre önce, üzerinden yılların verdiği ustalık ve çabuklukla indiği yoldaşı; bu durumdan sıkıldığını belli edercesine derinden soluyor, toynaklarını huysuzca kuruyup kavrulmuş toprağa vuruyordu. bu durum Silahşore; babasından yadigar kalan, bir eşi kılıfında olduğu halde elinde tuttuğu uzun namlulu, işlemeli ve silahşor olmanın göstergesi olan bu silahları taşıyabilme onurunu kazandığı günü hatırlattı bir an için.
"Yolun sonuna geldik ha Roland..." Silahşor cevap vermeden, kendi içinde yanıtlamıştı; Evet ya, yolun sonuna geldik... Onun için yapmış olduğu her şeye rağmen neden Roland'ı seçmişti Suzan ? Bir türlü anlam veremiyordu buna. Suzan için Şerifin vergi memurlarını defeden Oydu ve yine Suzan için adam öldürmekten çekinmeyen de O... Ama mavi gözlü sarışın ne yapmıştı, bütün bunları hiçe sayıp, o silahşor bozuntusunu seçmişti. Haksızlıktı bu... Sam'in seçtiği hiçbir kadın, onu bir çırpıda reddedemezdi. Bu yüzden sonlandırmıştı, gökyüzünü gözlerinde barındıran Suzan'ın hayatını ve... karnında taşıdığı bebeğin kalp atışlarını. Roland'ınsa bebekten haberi bile yoktu tabii; çünkü, genç kadın müjdeyi vermek için onun savaştan dönmesini beklemişti ve Suzan son nefesini verirken, Roland atının üzerinde doludizgin evine ulaşmaya çalışıyordu ne yazık ki...
Roland'a bebekten bahsedebilirdi, düşmanının canını daha fazla acıtmak için iyi bir sohbet konusu olurdu bu. Lakin, kendi elleriyle hayatına son verdiği aşkına olan saygısından dolayı bunu yapmamayı seçmişti.
"Seni öldürdükten sonra ne yapacağım biliyor musun...Bedenini akbabalara verdikten sonra, şuradaki bara gidip saatlerce içerek bunu kutlamayı düşünüyorum." diye yarım kalan cümlesini tamamlamıştı Haydut Sam. Roland'sa söylenenleri umursamadan yanıtladı "Ben zaten bir ölüyüm...Ama ikinci kez ölürsem, bu defa yanlız gitmeyeceğim konusunda emin olabilirsin. Aslında şuan ateş edebileceğinden de pek emin değilim. Hadi itiraf et Sam, senin gücün sadece savunmasız kadınlara yetiyor öyle değil mi. Seni reddetti diye bir kadını öldürebilecek kadar aciz ve aşağılık bir pisliksin sen." Silahşorun amacı içindeki bütün öfkeyi kusmak ve karşısındakini kızdırıp ilk ateş edenin o olmasını sağlamaktı...Çünkü, Sam'i vurduğunda hayata dair elinde hiçbir amacı kalmayacaktı ve bu yüzden ikisinin de öleceklerinden emin olmak istiyordu.
Amacına ulaşmak için nelerden bahsetmesi gerektiğini de çok iyi biliyordu. Sam'in işe yaramaz bir evlat olarak, babasını hayal kırıklığına uğrattığından; evlatlarından başka hiçbir şeyi olmayan ailelerden çaldığı çocukları başka ailelere satmaya çalışmasına kadar bütün iğrenç yaşamını yüzüne vurmuştu Haydudun...
Sam, Roland'ı susturmanın bir yolu olmadığını biliyordu ve silahşorun iğrenç bir şekilde haklı olduğunu da düşünüyordu. Onun bunları söylemekteki niyetini de anlamıştı çoktan...Fakat sinirlerine hakim olamamıştı işte, deli gibi bağırarak küfür ediyordu ve buda yetmezmiş gibi eski silahını tutan eli de titremeye başlamıştı. Zaten hayatı boyunca sakin kalmayı hiç başaramamıştı ki...
Güneş; çatlayan ve susuzluktan kavrulan toprağa inat, yağmur yağdırabilecek tek bir bulutun bile toplanmasına izin vermeden parlıyordu gökyüzünde asılı durduğu yerden... Zamanın yoğun bir sıvının içinden aktığı düşünülen saatlerde; iki adam silahlarını birbirlerine doğrultmuş bakışlarıyla çatışıyordu. Derken Saloon'daki piyanonun telleri yanlış bir hareket yüzünden titreştiğinde, aynı anda havada bir çift silah sesi yankılanmıştı... Bütün kasabanın işittiği soğuk bir acıyı, pişmanlıkla karışık öfkeyi taşıyan ve her şeye son veren bir çift silah sesi...
Bu Minicik Hikayenin Yazımında Bana Esin Kaynağı Olan Roland Deschain'e ve Tabii Stephen King'e Teşekkürler :) |
Sessizgemi
ne kadar değişik bir one shot ellerine sağlık. western beklemiyordum hiç şaşırdım ama güzel ollmuş hoşuma gitti :) betimlemelerde çok ince detaylarla süslenmiş. sevdim :)
YanıtlaSilBeğendiğine sevindim winpohu :) Yorumun için teşekkür ederim mutlu oldum (:
Sil