Yılın son demlerine yaklaşmışken ve hava ne olacağını şaşırmış durumdayken, hayat üzerine tatil hevesini alamamış buruk bir yaz kıyafeti giyinmişken ve göçmen kuşlar yine bahar gelir tesellisiyle ötüşürken bcp ağustos takviminden hepinize selam olsun güzel blog komşularım :) Kedim Leo deli divane gibi evin içinde dolaşıp beni de kendini de yorduktan sonra sonunda klavyenin başına geçebildim. Kendisi şuan dolabın tepesinde oturmuş lambaya bakıp duruyor. Lambaya aşık oldu desem yeridir. Göz göze geldiğimizde de miyavlayıp bir şeyler söylüyor, karşılıklı miyavlaşıyoruz sonra o tavana bakmaya devam ederken ben yazmaya devam ediyorum :)
Ağustos ayı "Zafer" temalıydı. İzleyecek çok fazla şey bulunabilirdi. Zafer deyince akla ilk olarak savaş konuları geliyor ama bir yandan da biyografiler de zafer konulu olabilir. Zorluklarla mücadele sonucunda ulaşılan zaferler bazen hem kişisel hem de toplumsal anlamlar taşıyabilir. Fakat çok seçenek olduğu için akla ilk gelen savaş konusundan şaşmadan bir film seçmek ve sinema geçmişimizden bir şeyler izlemek istedim. İkinci olarak da yabancı bir dizi seçtim. Hadi yorumlayalım :)
Şafak Bekçileri
Türkiye / 1963
Yönetmen Senarist: Halit Refiğ
Yapımcı: Göksel Arsoy
Tür: Melodram
120dk
Dönemin şartlarına göre oldukça kaliteli bir yapım olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca film hakkında bilgileri araştırırken Cüneyt Arkın'ın bir sahnede göründüğünü ve bunun onun ilk kez sahnede yer alışı olduğunu okudum ama ben izlerken hiç fark etmemiştim belki siz fark edersiniz. Tabi o zamanlar ismi Fahrettin Cüreklibatur, daha tanınmıyor. Film Eskişehir'de çekilmiş. Arkın o zamanlar Eskişehir'de asteğmen doktorluk yaparken film ekibinin dikkatini çekmiş ve oyunculuk kariyeri böyle başlamış. Arkın'ın filmde olmadığını söyleyenler de var ama hangisi doğru bilemedim açıkçası. Filmimiz hava kuvvetleri ve pilotlar çerçevesinde bir kahramanlık hikayesi sunuyor. Hava kuvvetleri ile halkı yakınlaştıran kaynaştıran ve havacılığı sevdiren bir film olmuş. Bu filmden sonra hava kuvvetlerine başvuruların 4-5 kat arttığı belirtilmiş. Filmde ayrıca gerçek pilotlar ve hava kuvvetleri mensupları da yan oyuncu olarak görev almışlar.
Filmde kadının toplumdaki yeri, ağalık düzeni, cehalet - aydınlık çatışması, toplumun aydınlatılması gerektiği gerçeği gibi unsurlar da işlenmiş ve toplumsal sorunlara kıyısından köşesinden değinilmiş. Ana kahramanımız pilot Göksel başta uçarı, çapkın bir tip, tabi sonra bir ağanın kızına aşık oluyor. Ağa kızını vermek istemiyor, "evlenecekseniz benim işlerimin başına geçmen gerekir ve pilotluğu bırakırsın" diye şart koşuyor. Göksel işi ve aşkı arasında kalıyor. Ağanın kızı Zeynep de "beni seviyorsan işini bırak" diyerek bencil, şımarık ve anlayışsız bir yaklaşım sergiliyor. Göksel işine de aşık biri olduğu için bocalıyor. Bu arada pilotlar arasında gördüğüm kadarıyla tek kadın pilot da hava kuvvetlerinin meleği, herkesin gözdesi ve Göksel'in de arkadaşı Aydan, kadının toplumdaki yeri ve eşitlik vurgusuyla önemli bir rol alıyor. Pilotlar arasında sevilen ve zekasıyla öne çıkan bir karakter. Bu arada o da Göksel'e aşık. Fakat arkadaşlığını korumak için bu konudan asla bahsetmemiş. Göksel onun duygularının farkında hatta o da bir şeyler hissediyor ama arkadaşlığını bozmamak için bu duygulardan uzak durmuş. Zeynep ile yaşadığı çatışma Aydan ile yakınlaşmasını sağlasa da yine hem arkadaşlığını bozmamak hem de Aydan'ın havacılık için önemine vurgu yapıp bunu senden alamam diye düşünerek tekrar Zeynep'e dönüyor. Son sahnede iki kız da Göksel'in dönüşünü beklerken orada Göksel'in tereddüt edişini görüyoruz. Ve Aydan'a sarılırken "Sen buraya aitsin. Bütün havacıların manevi desteğisin. Burada herkesin sana ihtiyacı var, benim seni onlardan ayırmaya hakkım yok, affet.." demesiyle ve gidişle kafasına terlik atma hissi uyandırmıyor değil :) Tabi yaptığı bu seçim aslında aşık olduğu Aydan'ı özgür bırakarak ve mesleğinde ilerlemesine engel olmayarak bir fedakarlık olarak düşünülebilir. Ama yazık değil mi o kızın kalbine :) Filmi yutup üzerinden izleyebilirsiniz.
Film hakkında yapılan çeşitli incelemeleri de okursanız dönemin toplumsal ve siyasal yapısı ve toplumun aydınlatılması gerektiği konularına yaptığı vurgular açısından önemli bir film olarak değerlendirildiğini görebilirsiniz.
Underground Railroad
ABD / 2021
Yönetmen: Barry Jenkins
Tür: Dram, Tarih, Savaş
1 Sezon 10 bölüm. (Bölümler yaklaşık 60dk)
Colson Whitehead'in ilk Pulitzerli ve aynı isimli romanından uyarlanma tarihi dram dizisi. Kitabı okumadım fakat okuyanlar dizinin kitaba sadık kalarak ilerlediğini söylemişler ve okumadan ve uyarlama olduğunu bilmeden bile dizinin kaliteli bir romandan uyarlandığını hissetmek mümkün. Öyle ki ben de uyarlama olduğunu bilmeden izlerken bazı sahnelerde bu bir roman olsa bu sahne nasıl yazılmış olurdu, bu detayı nasıl aktarmış olurlardı diye diye izledim ki bu da ne kadar başarılı bir uyarlama olduğuna işaret edebilir.
Dizide pek çok karakterin başından geçenlere, geçmişine ve bugününe şahit oluyoruz. Dizinin bölümleri kitap bölümleri gibi düzenlendiği için hikayenin arasında karakter geçişleri ve geriye bakışlar kullanmak yerine her birini bir bölümde anlatmayı seçmişler. Bu da sanki görsel roman okuyor hissi veriyor izlerken.
Dizi temel olarak Amerikan iç savaş öncesi ve 19. yy ilk yarısında toplum gerçekleri ve baş karakterimiz Cora'nın hikayesi etrafında dönüyor. Bir köle olarak doğan Cora'nın annesi Mabel, kölelerin zorla ilişkiye sokulup köle bebekler yapmalarına zorlayan ve bu bebekleri belli bir yaştan sonra satan bir plantasyonda doğmuştur. Cora henüz bir çocukken annesi Mabel plantasyondan kaçmayı başarmış ve kaçtıktan sonra köle avcısı tarafından bulunamayan tek köle olmuştur. Onun bulunamayışı Cora'nın da şanslı olduğunu ve kaçmayı başarabileceğini düşündürdüğünden aynı yerde köle olan Caesar kendisiyle birlikte Cora'yı da kaçmaya ikna eder. Bu kaçış yeraltı demiryolu ağı sayesinde gerçekleşir. Bu ağ karanlık güneyden özgür kuzeye doğru güvenli evler ve saklanma yerleriyle bağlantılıdır. Burada demiryolu hem gerçek hem de metafordur. Kölelik karşıtı sivil ve dini örgütlerin güneyde köleliğin yasal olduğu yerlerden kuzeyde yasak olduğu yerlere kölelerin kaçması ve özgürleşmesi için verdiği mücadeleler ve kölelerin içinde bulunduğu zulüm, işkence ve karanlık bu yeraltından geçen tren ağının karanlıktan aydınlığa çıkışıyla sembolik bir anlatım kazanıyor.
Cora'nın kaçışı boyunca gittiği her yerde yaşadığı yeni sorunlar, tanıştığı insanların derinlikli yaşam mücadeleleri ve köleliğin farklı boyutlardaki korkunç gerçekleriyle yüzleşiyoruz. Tanıdığımız her karakter yüzeysel değil derin işlenmiş ve kendi mücadeleleri olan karakterler. Cora'nın her yeni saklanma yerinde bambaşka korkunç gerçeklerle karşılaşmak insanı sarsıyor. Köle bebekler üretilmesi, kölelerin ilaç deneylerinde kullanılması, köleler özgür olacaksa bebek üretmesinler kontrol altında kalsınlar diye düşünenler ve onların yorulmayan, acı çekmeyen insanüstü bir güce sahip olduğu saçmalığına inanarak bundan korkup türlü işkenceleri reva görenler vs derken dizi boyunca birçok korkunç olay insanı dehşete düşürüyor. Beni en çok dehşete düşürüp üzen ise Mabel hakkında öğrendiklerimiz oldu sanırım.
Pek zafer temasına uygun gibi görünmese de Cora'nın sonunda aydınlığa ulaşması ve ırkçılığa yönelik günümüzde bile devam eden uygarlık dışı düşüncelerin ve davranışların tarihsel derinliğine ışık tutması açısından önemli bir dizi. İnsanlık hiçbir zaman yeterince uygar olamayacak mı merak ediyorum.
İşte böylece Ağustos takviminin sonuna gelmiş bulunmaktayız. Eylül teması polisiye olarak seçilmiş en sevdiğim temalardan biri olduğu için şimdiden heyecanlıyım. Görüşmek üzere ^.^