30 Mayıs 2013 Perşembe
Uğur Böcekleri Sözlerini Tutmaz
Bir süredir o eski çam kokulu sedirin altında saklanıyor, teyzesinin o hırçın sarı renkli kedisinin yavruların başından ayrılacağı anı kolluyordu. Tatili geçirmek için buraya geldiklerinden beri her gün, her dakika, yavrulara bir kerecik dokunabilmek umuduyla, anne kedi tarafından bir seri tırmık saldırısına uğruyordu. Bu konuda azar işitmesine rağmen pes etmeye niyeti yoktu. N'olurdu sanki bir kerecik sevse o minikleri? Ama şimdide Minnoş iyice akıllanmıştı, biliyordu, bir saniye ayrılsa yanlarından küçük kız yine bir yerlerden çıkıp yavruları almak isteyecekti, nöbetçi gibi kurduğu yuvanın etrafını gözlüyordu.
Sedirin altında beklemekten sıkılmıştı. Çevrede kimse de yoktu, herhalde çay içmek için bahçeye çıkmışlardı. Bir bulut güneşi örtünce evin içi akşam gibi karardı, bulunduğu yerde nedensiz yere korkmaya başladı. Tahtaların arasından hafif bir gıcırtı yükselince orada daha fazla duramadı, yere sarkan sedir örtüsünü aralayıp dışarı çıkacaktı ki "Bö!" diye bağırarak yukarıdan önüne atlayan dayısı yüreğini kopardı. Aralarında çok fazla bir yaş farkı yoktu ikisi de çocuktu. Ağalayarak gidip anneannesine dayısını şikayet etti, sonra da şakacıktan fırlatılan terliklerden kaçışını izledi.
Bir süre kedilerle konuşmayıp onlara tavır almaya karar verdi, uğraşacak başka bir şeyler bulursa bu kez kediler onunla oynamak ister diye düşünüyordu. Taktik değiştirecekti. Bahçenin köşesindeki kocaman dut ağacının yanına gitti. Ağacın kabarık kabuğuna dokundu. Bu ağacı seviyordu, yanından gelip geçerken kabuğuna dokunup onu böylece selamlardı. Yukarıya baktı, dallar çok yukarıdaydı, bir yetişkin bile ilk dala ulaşmak için merdiven kullanmak zorunda kalırdı. Bir gün ben de yukarı tırmanıp kendi topladığım dutları yiyebileceğim diye heyecanla düşündü. Sonra hemen yakındaki alçak duvara tırmandı, üstünden atlayıp komşu bahçeye geçti. Kendi bahçelerinden farklıydı burası, küçük bir ormana benziyordu. Ama bakımsız bir yerdi, buradaki ağaçlardan hoşlanmazdı. Yine de buraya gelmeyi severdi, her seferinde korksa da değişik kertenkeleler arar, uğur böcekleri toplardı. Eğer bir kertenkele yakalarsa bu kez Minnoş ona yaklaşmak isteyecekti. Nedense bu bahçedeki bazı ağaçlar yaz boyu yapraklarını döker sonbahara bir şey kalmazdı, ya çok yaşlılardı ya da türleri böyleydi.Yerde çürüyen yaprak örtüsünü çıtırdatarak yürümeye başladı, biraz ileride toprak hafif bir çukur oluşturduğu için küçük bir su birikintisi oluşmuştu, aradığı şeyin orada olabileceğini düşündü.
Yerde ince bir dal buldu ve gidip su birikintisinin yanında beklemeye başladı. Dal parçasının ucuyla yerdeki yaprakları kaldırıyor ufak taşları yerinden oynatıyordu. Bir örümcek bulmamayı diledi ya da bir yılan... Önceki sene bu bahçede yılan görmüşlerdi ve dedesi onu avlamıştı. Bahçeyi hep kontrol eder olmuşlardı yine de bir tane daha olabilirdi her zaman.. Küçükken insan böyle bir düşünceden bile çok fazla korkmuyordu, bir yılan görse nasıl olsa kaçardı ya da bir böceğe dokunsa ellerini yıkardı. Ama çocukluğun farklı korkuları vardı. Mesela akşam olup hava kararınca ışıklar kapalıysa bulunduğu yerden kıpırdayamazdı, oturduğu yerden ayaklarını sarkıtamazdı. Hele yatağının altına göz ucuyla bile bakamazdı. Sanki bir an baksa ya da ayaklarını sarkıtsa kocaman bir yaratık ileri atılıp onu yakalayacaktı.
Bulutlar güneşi her örttüğünde rüzgar hızlı ve serin esiyordu, güneş ortaya çıktığında yine ılık ve sakin. Bazen çam kokuları sarıyordu ortalığı bazen menekşe ve gül. Anneannesinin özenle baktığı hanımeli kokuları da karışıyordu araya. Kuş seslerini dinlerken rüzgarla dallarında kıpırdanan yaprakların yerde oluşturdukları gölgeleri izlemeyi seviyordu. Koyu yeşil, açık yeşil, kahverengi, sarı ve turuncuydu her yer. Gökyüzü çocuklara daha farklı görünür her zaman. O gün göğün mavisi pasteldi, kadifeydi ya da okyanustu, onun için ismi önemli değildi. Önemli olan göğe nasıl sarılabileceğiydi ya da onu bir bardağa koyup nasıl içebileceğini bulmak.. Garip fikirler üretmekte üstüne yoktu.
Yapraklardan birinin üzerinde bulduğu uğur böceğini yakalayıp yanında getirdiği küçük plastik kutuya koydu. Eve döndüğünde önce üst kata büyükannesinin yanına çıkacak, sonra onun balkonundan dilek tutarak uğur böceklerini serbest bırakacaktı. Kutunun kapağını kapatıp elbisesinin cebine koyduğu sırada sağ yanında bir şeyin kıpırdadığını fark etti. Önce bütün kanı buz kesti sonra ensesinin kaynadığını sandı. Fazla hareket etmeden dönüp baktığında yarım saattir kocaman bir kaya zannettiği şeyin irice gözlerle kendisine baktığını gördü. Bu kocaman, yeşil, benekli bir gece kurbağasıydı.
Bir süre birbirlerine garip garip bakıp durdular. Sonra yeniden cesaretini bulan küçük kız ayağa kalkmadan geri geri çekildi, çünkü o kadar yakınlardı ki yeşil yaratık bir sıçrasa yüzüne yapışırdı. Kurbağa ya çok yaşlıydı ya da çok miskin, tehlikeli bir durum olmadıkça gözünü bile kırpmaya niyeti yoktu. Daha önce karşılaşıp sohbet ettiği dev kurbağa bile bundan daha hareketli sayılırdı. Elindeki dal parçasıyla uzanıp ona dokunmak isterken komşu teyzenin seslendiğini işitti. Balkondan eğilmiş neyle uğraştığını anlamaya çalışıyordu. Bir kurbağayla oynadığını görünce telaşlı bir sesle ondan uzak durmasını söyledi, kurbağalarla oynanmazmış. Seni annene söylerim bak hemen uzaklaş ondan, diye tehdit edince küçük kız da cidden kötü bir şey yaptığını sandı. Yeşil yaratığa bir kez daha bakıp mecburen uzaklaştı.
Eve döndüğünde komşu teyzeye inat annesine bir kurbağa bulduğunu ve olanları anlattı. Korkacak bir şey olmadığını zaten biliyordu ama komşu teyzenin insanı suçlu olduğuna ikna etme yeteneği vardı. Daha sonra üst kata büyükannesinin evine gidip balkonda dilek tutarak uğur böceğini serbest bıraktı, ne yazık ki bu gün yalnızca bir tane bulabilmişti. Uçmasını beklerken dileğini tekrar edip durdu. "Büyüdüğümde dut ağacı yine burada olsun ve ben ona herkesten daha iyi tırmanabileyim..."
Beş altı yıl sonra o dut ağacını kestiler, çünkü bakımı zordu. Ve küçük kız büyümenin hiç de hayal ettiği gibi bir şey olmadığı öğrendi. Büyükler küçükler kadar derin düşüncelere sahip değillerdi. Bakıyor ama göremiyorlardı. O dut ağacında kuşlar ve karıncalar yaşıyordu, onların eviydi orası. Ve küçük bir kızın minik hayallerini her bir dalında tek tek taşıyordu..
Not: ilk defa böyle bir şey yazıyorum, yayınlasam mı yayınlamasam mı tereddüt ettim. Sonunu da kötü bağladım sanırım ama olsun. Kavanozdan blogda saklanması gereken minik bir yazı işte bu da :)
S..
Etiketler:
Ağaç,
Anı,
Dilek,
Hikaye,
Sessizgemi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
amaaa ne güzel ki bu. doğa, çocukluk ve o dünya işte. çok da duyarlııı. hep bilimkurgu olmaz kiii.
YanıtlaSilevet büyüyünce de çocukluğumuzdaki herşey aynı kalsın noluuur.
:)
İlk defa böyle bir şey yazdım deep, üç günde bitirdim yazıyı zordu benim için :) evet hep bilimkurgu olmaz haklısın kii :)
Silbunu başaranlar var çingum, umarım daha fazla kişi başarabilir :)
(:
Yazık olmuş ağaca da, küçük kızada.
YanıtlaSilKeyifle okudum. Arada yapın böyle kaçamaklar o halde. :)
Şimdi İstanbul'da sökülmek istenen ağaçlar var bir de :/
SilSevindim :) Elbette, ben de öyle istiyorum, bakalım :)
ne güzel anlatmışsın
YanıtlaSilsanki o bahçede bende yürüdüm, yaprakların hışırtısını duydum yazını okurken
Teşekkür ederim,
Silböyle hissetmene sevindim :)
ah canım çingum, içinde senin olan bir şey kötü olamaz ki..
YanıtlaSilne güzel anlatmışsın, çok etkilendim..
çakıltaşımm :)
Silbeğendiğine sevindim canım benim
ilk defa böyle bir şey yazdım :)
fuytfıyuu(ıslık ) oy neden daha önce bulmamışım ki blogunu ne de güzel yazmışsın . ne denir ki? sensei böyle yazmayı bana da öğret . :) (yetenek olmayınca olmaz ben bu işlerden anlamam ama var sende yetenek sanırsam galiba (sanırımı mı var ? var işte sende yetenek :D )
YanıtlaSilSıla, kavanozdan bloga hoş geldin :)
Silteşekkür ederim beğendiğine çok sevindim (: ahh sensei mi yok canım daha neler çaylağım ben daha :) ahh şimdi ne desem ki şımardım biraz, teşekkür ederim böyle düşünmene sevindim ve çok mutlu oldum ^^