31 Aralık 2019 Salı

Ağaç Ev Sohbetleri 18

Fotoğraf: Rens & Anna
36.883821, 30.705780
10.09.17
  Pek çok sohbet konusunu kaçırmış olsam da vaktim oldukça Ağaç Ev Sohbetleri'ne katılmaya yeni yılda da devam edeceğim. Birçok arkadaşımızdan farklı sohbet konuları ortaya çıktı bu güne kadar ve hepsi de çok güzel ve düşündürücü konulardı. Bundan sonra da eminim güzel konular ortaya çıkmaya devam edecektir. Bu sohbetlere herkes katılıp konu önerisinde bulunabilir. Detaylar için İrem Can ve Deepsinin bloglarına uğrayabilirsiniz.

  Bu haftanın sohbet konusu İrem Can'dan gelmiş yeni yıla girerken de oldukça uygun bir başlık olmuş:

  "2019 senin için nasıl geçti, zor veya kolay bir yıl mıydı? 2020 yılı için beklentilerin neler?"

  -Bütün dünya yeni yıla girmeye çalışıyor ama Türkiye yeni yıla hala giremedi çünkü sessizgemi adlı bir şahıs yeni yıla girmekte direniyor.. Kendini eski güneşli güzel yıllardan birine zincirlemiş olan şahıstan şu açıklamalar geldi: "Yeni yıl diye bir şey yok. Bunların hepsi birer bubi tuzağı, antik mısırlıların oyunu. Uzaylılar gerçektir bana inanın!" Anlaşılan kafası epey karışmış olan eylemci tek başına zamanı yavaşlatmaya çalışmakta. Eğer bunu başarırsa son derece ilginç günler bizi bekliyor olacak sayın seyirciler. Görüyorsunuz anlatmaya gerek yok.. Evet.. Evet merkez dinlemekteyim... Şu helikopteri biraz öteye çeker misiniz burada bir şey konuşuyoruz... Aldığımız bilgilere göre güvenlik güçleri olay yerine sevk edilmiş durumda. Olayla ilgili yeni gelişmeler oldukça tekrar bağlanacağız. Ayrıntılar konusunda da bilgiler sunmaya devam edeceğiz. Evet, Kavanozdan blog söz tekrar sende...

  Ay biraz gülelim istedim, okulda böyle espriler çok yapardık. Abi sen git ya 2020'ye ben sonra gelirim. Yaa arkadaşlar ben gelmiyorum bırakın yakamı ben geri döneyim hatta bir iki yıl öncesine.. Bu türden laflarla birbirimize takılırdık. Şimdi tanıdıklarımın birçoğunun final sınavı yılbaşı haftasında. Yılbaşını nasıl geçirirsen bütün yıl öyle geçer derler ya galiba bütün yıl sınavlarla uğraşıp ders çalışacaklar kıyamam hahah :D Diyorum da benim de farkım yok ben de ders çalışmak zorundayım. Ales Yds Kpss vs gireceğim bir çok sınav ve ilk seferde iyi puan alamazsam ikincileri de var sırada. Şimdi bu yazıyı yazdıktan sonra ders çalışmaya geri döneceğim hava kararmadan ne çalışsam kar. Kar değil şapkalı a. Keşke kar olsa. Geçenlerde meteoroloji resmen şaka yaptı. Antalyaya kar yağacak dedi geçen pazar günü için. Hem de o bildiğiniz karlı bulut işaretiyle görünce bir yalana inanmak istedim resmen :D Yine konudan konuya atlıyorum konuşasım gelmiş.

  2019 nasıl geçti bakalım. Felaketler yaşadım. Bir ara bacağımı kırdım bir ara kaburgamı kırdım. İşin kötüsü hala ağrıyorlar. Hastalıklar. Ameliyat. Kansızlık yüzünden az daha uyanamıyordum. Her şey düzeliyor derken evimi sel bastı. Falan. Ama bunları bir kenara bırakırsak iyi şeyler de yaşadım. Mezun oldum. Yeni hedefler belirledim. Bir yeğenim oldu. Ailemin evinden kendi evime çıktım. Sağlık sorunlarıma rağmen kendi kendime bir düzen kurup hedeflerime adım adım ilerlemeye çalışarak dünyaya alışmaya çalışarak bence iyisiyle de kötüsüyle de sonuçta güzel bitiyor bu yıl. Üstelik hayalini kurduğum birkaç şey daha gerçekleşti. Ve bir de beni seven güzel insanlar yıllardır olduğu gibi en üzgün anımda bile yanımda olmayı başarıp gülmem ağrıyana dek beni gülümsetmeyi neşelendirmeyi başardı. Hepsi iyi ki de varlar. İyi ki de onların yaşam çizgisi benim yaşam çizgimle buluşmuş. Yıllar hiç koparmasın. Hayatta pek çok kez pek çok zorlukla sınanıyoruz. Kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, amaçlarımızın hayalcilik mi yoksa gerçeğe yakın mı olduğunu sorguluyoruz bazen. Tamam diyoruz ben bunu yapmak istiyorum hedefim bu ve olduğum noktaya kadar gelmeyi başardım ama ne olacak? Hedefime ulaşmayı başaracak mıyım yoksa pembe bir bulutun içinde mi yaşıyorum. Bazen sorguluyorum her şeyi. En korktuğum şeylerden biri yalnız kalmak ve sevdiklerimi kaybetmek diğeri ise hayal içinde pembe bir bulutun içinde yaşadığını görememek. Her zaman gerçekçi olmaya çalışırım çünkü çok fazla hayal kırıklığına uğrarım. Bazen de ayağımız ufak bir taşa çarptı diye karşımızda devasa bir kaya var zannederiz. O zaman geri dönersek yazık olur. Karşımdakini kaya zannetmekten de korkarım. Bu yüzden hep düşünürüm ve bir şeylere karar verirken veya verdiğim karardan vazgeçerken bakarım düşünürüm derim ki aldığım bu yeni karar sonucunda ben olmaya devam edecek miyim, kendimden vazgeçiyor muyum şuan, kendi emeğime ihanet ediyor muyum, ya da bu karar çok mu hayalbaz çok mu gerçek dışı, veya gerçekse bile uzun vadede bana iyi gelecek mi.. Ay ben çok düşünürüm. Düşünüp düşünüp kararsız kaldığım da olur. Bak yine konu dağıldı. Dur yeni paragraf yapalım.

  Gelecek yıl neler bekliyorum. Huzur bekliyorum. Mutlu olmayı başaran bir insanım hep zaten Allah bozmasın. Tatil istiyorum. Tedavim yüzünden hep evdeyim herkese tatil gibi geliyor ama istediğim bu değil. Güneş olsun ama yakmasın. Deniz olsun ama boğulmayayım. Yüksek lisans kazanayım. Hedeflediğim kitap miktarını okuyabileyim. Kpss ataması üç dört kişi bizim bölümde herkesi atasalar keşke. Yüksekte ve atamalarda mulakatlar korkunç olmasın. Yıllardır yazdığım kitabı artık yayımlayayım. Bol bol müzik keşfedeyim. Yeni filmler diziler seyredeyim. Yeniden çizim yapmaya başlayayım. Bol bol şarkı söyleyeyim. Hep neşe ve sakinlik olsun hepimiz için.

  Dünya ve ülkemiz için hepimizin dilekleri aynı biliyorum. Ekonomi düzelsin insanlar mutlu sağlıklı huzurlu olsun, sakinlik olsun artık. Suçlar azalsın hatta bitsin. İşsizlik azalsın. Cehalet azalsın. Daha mantıklı ve zekice yönetimler ve projeler olsun her alanda. İnsanlar bilinçlensin...

 Bu arada yeni yılda Masalın Masalı devam edecek ve yeni ortak öykü projelerimiz de olacak takipte kalın ;) Hepinize mutlu huzurlu sakin ve bereketli iyi bir yeni yıl dilerim :)

  S..

25 Aralık 2019 Çarşamba

Yağmurlu Kasaba

 Irmak, River, Manavgat, Water, Blue,

  Dün yine rüyamda geziyordum etraf çok güzeldi. Bir sahil kasabasındaydım. Çok güzel bir koy vardı. Sahilin berisinde, bir baştan bir başa doğru koy boyunca ilerleyen bir yol vardı. U şeklinde bir coğrafyaydı yani. Yolun hemen kenarında da kasaba şekillenmişti. Gerideki ormanın sık ağaçları kasabanın evlerine binalarına karışmıştı. Koyun genişliği dardı. O yüzden karşı taraftan bakınca arada deniz değil de ırmak varmış gibiydi çünkü dar ama uzun bir koydu. Hatta uç kısımlara yakın yerde üzerine metalden gri bir yaya köprüsü yapılmıştı. Sahili dolaşmak yerine oradan geçilebiliyordu diğer uca. Ama köprü çok yüksekti altından tekneler gemiler geçebilsin diye ve merdivenle çıkılıyordu başka bir yolu yoktu. Merdivenden biraz çıktıktan sonra balkon gibi bir sahanlık vardı orada dinlenmek iyi oluyordu sonra merdiven bir kat daha dönüp tırmanmaya devam ediyordu.

  Ben koyun ortasına yakın bir yerlerdeydim sahilde. İki uca da uzağım yani. Sahilde voleybol oynayan insanlar vardı. Küçük bir yerleşimdi herkes birbirini tanıyordu. Yeni gelen birisi varmış ben onu tanıyormuşum ama o beni tanımazdan gelmiş. Ben de gizlendiği bir şeyler vardır diye bozuntuya vermedim belki de peşinde FBI falan vardır dedim. Sahilde arkasından gördüm onu benim gittiğim yöne gidiyordu ama sonra kayboldu. Merak etmiyor değildim ama insanları rahatsız etmekten çok çekinirim. Bir iki teyze o kim ki yeni buralarda filan dedi ama ben bilmem dedim uzaklaştım.

  Neyse koyun sağ tarafına doğru yürürken hava bozmaya başladı. Bir de artık akşam oluyordu. Binalarda ışıklar yanmaya başladı. Kafelerde ve minik otellerde parlak ışıklarla tabelalar aydınlandı. Onlarla beraber bazı evlerin de pencerelerinden ışıklar süzülüyordu. Çok renkliydi. Mor, mavi, sarı ışıklar vardı her yerde. Yürümeye devam ederken sahil biraz daha limana benzemeye başladı. Ama benim kaldığım ev koyun diğer ucunda kalmıştı. Az daha ilerleyip köprüyle karşıya geçmeyi düşündüm. Yolda ilerlerken boş bir binanın girişinde kuş sesleri duydum. Terk edilmiş bir binaydı. Evin önündeki çit alçaktı ama çitin üzerinde aralıklarla yerleştirilmiş uzun çubuklara asılan iplerden sarkan asma sarmaşığı bir duvar gibi evi çevresinden soyutlamıştı. Asma yaprakları tazecik görünüyordu rüzgarla kıpırdanıyorlardı. Kafesler buldum hemen girişte. Üç dört tane kafes terk edilmişti içlerinde ikişer üçer veya tek duran muhabbet kuşları vardı. Neredeyse açlıktan öleceklermiş. Onları kafesten salsam sokakta veya bu asmanın üzerinde yaşayamazlardı. Yem bulamazlarsa yine açlıktan ölürlerdi. Bir avuç yemleri kalmıştı. Kafamda hemen düşünceler geçti hayal ettim. Yemleri asmanın dibinde yere serpsem belki filizlenir ve kendi bitkisini büyütür ve zamanla daha çok yem üretilirdi. Ama bunun için kuşların zamanı yok diye düşündüm. Hem zaten yem tohumları filizlenmeden onları yerlerdi. Bu hayali bıraktım rüyamda ve ne yapacağıma karar vermeye çalıştım. Onları orada bırakamazdım. Emanet edecek kimse de yoktu. Ben de hepsini şimdilik tek bir kafese koyup yanımda taşımaya karar verdim kaldığım yere götürüp bakacaktım onlara.

Yüksek, Kedi, Cat,   Köprüye ulaştım. İlk sahanlığa kadar çıktım merdiveni ama yükseklik korkum var ya benim daha fazla çıkamadım. Köprüye çıksam üzerinde yürürken bayılabilirdim. Bir de çok dar bir köprüydü başım çok az dönse bile denize doğru uçabilirdim. Aşağı nasıl tekrar ineceğimi bile bilmiyordum. Aşağı bakınca içim çekiliyordu. Ağaçlarda tüneyip mahsur kalan kediler gibi korkuluğa yapışmıştım. Ağlayasım gelmişti biri beni buradan indirsin diye. Sonra baygınlık geçire geçire geri inmeyi başardım basamakları. Yürüyerek geri dönmekten başka çarem kalmamıştı. Ne demeye o kadar uzağa geldiysem hava kararacak vakitlerde. Kucağımda kocaman bir kafesle geri yürürken akşam altı veya yedi saatleri olmalı hava çok kararmıştı, denizin sesi çok fazlaydı, insanlar azalmıştı. Sonra yağmur yağmaya başladı. Yerler ıslanınca binaların ışıkları yerde yansıma yapıyordu. İlk başta hafif yağıyordu. Kuşlar üşümüştü, korkmuştu ve şimşekler de vardı arada sırada.

Yağmur, Rain, Night, Gece,  Sonra meğerse yabancı kişi de koyun o taraflarında yaşıyormuş. Kasabadan kimseyle konuşmak görüşmek veya onlar tarafından merak edilmek istemediğinden herkesten uzak durduğundan ilk başta yardım etmek istememiş, uzakta kalmış ama ben küt diye ağzımın üstüne düşünce insafa geldi galiba. Rüyamda bile sakarım. Şemsiye gibi bir şey getirmişti rengi siyahtı. Yağmur ona düşerken pıtır pıtır ses çıkartıyordu. Ama ben kuşların üzerine tutmasını söyledim şemsiyeyi. Yağmur çok hızlanmıştı. Şemsiyenin üzerinden kayan yağmur yüzüme yüzüme geliyordu havadan inen yetmiyor gibi. Ama tek derdim kuşlardı. Kuşlar ıslanırsa ölürlerdi ama ben en fazla hasta olurdum. Öyle yüzüme sular çarpa çarpa ilerlerken uyandım. Ay ama renkler ve çevre çok canlıydı çok güzeldi. Kuşlar sarı, mavi, beyaz renklilerdi. En çok sarı olan dikkatimi çekmişti. Çok aç kalmışlardı kıyamam. Haa bi ara da kum fırtınası çıkmıştı bunların hepsinden önce. Bir cadı büyü yapıyordu ama o kısmı silmiş zihnim bulamadım bu kadarını hatırlıyorum.

S..

20 Aralık 2019 Cuma

Heyhat Hayat Bir Vişne

Sarı, Kedi, Limon

  Üniversiteden mezun olduktan sonra temelli eve geri dönmekle dönmemenin artıları ve eksileri, özellikle de iş bulma konusunda hiç şansımızın olmadığı bir bölümde okumuşsak, bir boşluğa düşen insanın kafasını epey karıştırabiliyor. Dönsek bir türlü dönmesek başka türlü zorluklar ve kolaylıklar olabiliyor. Dönmemenin zor ve kolay yanları var. Bu, kişinin yaşam koşullarına, sağlığına ve alışkanlıklarına göre değişir. Tek başına yaşamanın veya bir ev arkadaşıyla yola devam etmenin bin bir çeşit problemi olabilir. Hayattan bezebilir, mutsuz huzursuz bir insana dönüşüp gençliği ve yetişkinliği bir an önce atlayıp emekli olduğumuz yaşlara ışınlanma isteğiyle dolabiliriz. Tam tersi olup her şey yolunda da gidebilir. Ama bazen her şey yolunda gitse bile evimize göktaşı falan düşebilir, doğa bize oyunlar oynayabilir. Bir süre sonra kararımızı gözden geçirmemiz hangi yolu seçersek seçelim karşımıza gelebilecek bir şey olabilir. Başarının ve başarısızlığın ne olduğunu düşündüğümüz bunaltıcı günler geçirebiliriz.

  Geri dönmenin bir rahatlık sağladığı doğru ama garip şeyler de olabiliyor. Öncelikle okuldan dolayı sadece tatillerde evde oluyoruz diye odamız artık bizim olmayabilir. Onu geri elde etmek için tek başına odada krallığını ilan eden kardeşle sürtüşmeler yaşanabilir veya annemiz ardiye olarak kullanacağı yeni bir yer bulmak zorunda kalabilir. Bulamazsa yandık zaten uyurken kafamıza dolabın tepesinden falan envai çeşit ne olduğunu bilmediğimiz ev eşyası düşebilir. Uzun zaman yurtta veya öğrenci evinde bulunmuşsak evden çıkarken bir tane olan bavulumuz kendine yavrular üretmiş olabilir ve eve dört büyük bavulla dönmüş olabiliriz. Ne yapacaksın bu kadar kıyafeti, bir pantolon iki gömlek neyine yetmiyor? Bu kadar küpeyi kolyeyi ne zaman kullanıyorsun? Şu farı kullanmamışsın bile ikincisini niye aldın? Bu kadar ayakkabıyla dükkan açarsın. Bu kadar kitabı ne ara aldın da okudun okul bitti en azından ders kitaplarını ihtiyacı olanlara mı versek... tarzında yorumlara maruz kalabiliriz. Sana bir oda yetmez, bunca eşyayla yan daireyi sana mı kiralasak ne yapsak diye o eşyalar yeni yerlerini buluncaya kadar bir gerginlik sürer. Tatillerde bir bavulun içinde yaşamak neyse de şimdi geri dönecek bir alan bulamamak tam bir travma sebebi olabilir. Kendimizi uçsun diye yuvadan aşağı atılan kuş yavrusu gibi hissedebiliriz.

  Biz mi değiştik anne babamız mı değişti bazen anlayamayabiliriz. Babamızın kızar dediğimiz şeye kızmaması, kızmaz dediğimiz şeye köpürmesi epey kafamızı karıştırabilir. Mutfakta kendi düzenimizi kurarken annemizle aramızda savaş çıkabilir. Lülü "o zaman mutfak temizliğine elimi sürmem bi daha girmem mutfağa" deyince annesi barış ilan etmiş istediğini istediğin yere koyabilirsin demiş. Hasret annesinin mutfak dolaplarını plastik kutularla doldurması konusunda söylenince annesi de bu sefer "ben de senin evine gelip plastik kutu görürsem çöpe atarım" demiş ve bu kesin yaşanır çünkü ailelerimizde hoşlanmadığımız bu tür davranışların aynısı veya benzerini gelecekte kendimizde gösterme eğilimimiz olabiliyor. Mesela mutfak tezgahına su damlası birikmesin diye annelerimiz bez serer. Bizim sınıftan bi ablamızın kızı da kendi evine çıkınca beğenmediği o bezi tezgahta kullanmaya başlamış. Bir de, evden çıkarken izin almakla almamak konusunda bocalarız. İzin alsak tuhaf gelir almasak kötü hissederiz. Örneğin eve akşam dokuzdan sonra kapıdan girince nerede kaldın sen diye kıyamet kopuyorsa, şimdi "anne eve geç geleceğim" deyince annemiz "saat kaçta?" diye sorduğunda"şeyy dokuz gibi ıhıhıhı..." diye korka korka açıklama yaparken "aa erkenmiş." diye cevap alabiliriz. O zaman şaşırdığında ağzı açık kalan kediler gibi görünebiliriz. Aslında bunu geçenlerde Rens ile yaşadık. Bizde akşam yemeğine kalmak istiyordu ve annesinin akşam altıdan sonraki saatleri "geç vakit" olarak kabul etmesinden dolayı epey şaşırmıştık. Olduğumuz yerde önce donup kaldık duyduğumuzu anlamaya çalıştık. Kinaye mi yaptı yoksa dosdoğru anladığımızı mı söyledi gerçekten diye karar veremedik. Sonra etrafta zıpladık filan.

  Ailemizin bizi çok sevdiğini biliriz ama bunu gösterdikleri çok nadirdir. Bazı ailelerde sarılmak bile unutulmuş olabilir. Lülü'nün annesi geçenlerde eşi Ahmet amcayı kapıda yakalamış. Adamcağız kapının önünde yere eğilmiş bir çift botu seviyor. "Aman da aman benim kızımın minicik ayakları mı varmış, aman da bunlar onun botları mıymış..." diye topukları dışa dönük halde bir açıyla çıkartılmış olan botlarla konuşuyor. Lülü'nün annesi bir süre izlemiş sonra da "Onlar benim botum!" demiş hahah :D "Benim olduğunu bilsen sevmezdin değil mi?" diye takılmış, adamcağız da o halde görülüp yakalanınca utanmış herhalde dudak büküp "evet" diye cevap vermiş. Lülü annesinden duyup anlatınca çok hoşuma gitmişti bu olay :) Gidip botları sevip konuşan baba kızına içinden taşan bu sevgiyi ulu orta gösteremiyor çok ilginç :) Bir defasında da bir kilo kestane almış getirmiş eşine vermiş akşama pişir de Lülüm yesin demiş. Nazmiye teyze bakakalmış sonra demiş ki "Kız ezelden beri kestane sevmiyor ki..." yani bunu nasıl bilmiyorsun ki hahah. Adamcağız da sinirlenmiş "Ne yerse yesin o zaman" gibi bir şey demiş.

  Bunun dışında, ailelerimiz eve dönmemizi başta dört gözle beklerken bir süre sonra ne zaman iş bulacağız, ne zaman evleneceğiz, ne zaman atanacağız, okuduk da ne oldu şimdi boş boş ne yapıyoruz, planımız ne, sevgilimiz yok mu, varsa ne zaman istemeye gelecekler, kimlerdenmiş işi neymiş... gibi bir ton soruyla üzerimize gelmeye başlarlar. Kpss, ales, yds vs. hazırlanıyoruzdur ama daha ne kadar okuyacaksın ki diye söylenebilirler. Atanabilecek misin, nolacak, acaba şimdi bir işe mi giriversen diye konuşmalar başlar. Niye sevgilin yok diye üzerine gelen anne aynı zamanda evden çıkıp eve girmeni takip eder, beş dakika geç kalsan neredeydin der, telefonla konuşamazsın. Anne sevgilim olsun istiyorsan beni bir sal üzerime gelme ya demiş arkadaşım geçenlerde, annesi de haa öyle olacak birisi diyorsan tamam bul artık birini bence de demiş, arkadaşım da olabilir de olmayabilir de allah allah yaa demiş... annesi bu tarz konularda ona çok takılır. Ama en bunaltıcı şey sanırım okul biter bitmez bir işe girip çalışmanın beklenmesi. Sen yüksek lisans kpss veya kendi alanında iş bulma umuduyla bir şeyler için çabalıyorsundur ama bunu bir türlü anlatamazsın. Böyle olunca geri dönmekle hata mı ettik diye düşünebiliriz ama geçimini sağlamaya çalışırken yüksek lisans veya kamu sınavı için çalışmak da epey zor ve çoğunlukla hayal olur. Bir de sanki yetişkinler çocuk biz yetişkin gibi olmuşuzdur. Evde ufak kardeş de varsa onun ergenlik sıkıntıları da ayrı derttir. Anne ve babamız kavga eder birbirlerini sana şikayet eder. Küserler sen barıştırırsın. Kardeşle aralarında paratoner olursun. Bir durun daa, bir sakin olun diye hepsiyle defalarca konuşmak gerekir bazen tam bir komedi de olabilirler.

  Aman öyle işte hayat bir vişne. Bunu niye dedim bilmiyorum kafiyeli geldi hahah :D

12 Aralık 2019 Perşembe

Anlat Bakalım-Mim

öykü, kitap, book, story

  Selam canım blog. Son zamanlarda 90'lar, çocukluk, eskiler, ah mazi konulu çokça yazı okuduktan sonra benim de aklıma küçükken dayımla oynadığımız bir oyun geldi.

6 Aralık 2019 Cuma

Sular Seller


  Geçen hafta salı sabahından beri acayip keyifsizim. Pazartesi akşam çok keyifli ve huzurluydum tatlış tatlış battaniyeme sarınmış dizi izliyordum. Gece yarısını çoktan geçmişti. Saati hiç hatırlamıyorum ama akşamdan beri devam eden fırtına ve yağmur artık çıldırmış durumdaydı. Kardeşim musluğu açık mı unutmuşuz diye Mely ve bana seslendi. Sonrası çok karışık. Musluk açık değildi. Her şey birkaç dakika içinde felakete dönüştü. Giriş kapısının altından şelale gibi sular akıyordu. Sular hızla koridoru aşmıştı ve artık odalara giriyordu. Kitapları alt raflardan kaldırmaya uğraşırken su kardeşimin bilgisayarına kadar ulaşmış. Halılar, birkaç kitap, 4 yılımı verdiğim tüm okul notlarım ve önemli kaynak kitaplarım. Alt raflarda duran kıyafetler, örtüler, gitarım sayamadığım birçok şey.. Bazı elektronik eşyalar.. Her şey su içinde kaldı. Güzel güzel yetiştirmeye çalıştığım çiçek saksılarım suyun içinde minik kayıklar gibi yüzüyordu. Su aniden ve çok hızlı yükseldi dizlerimize dek. Hiçbir şekilde engel olamadık. İşin daha fenası balkon kapısı da şelale olmuştu her yanından su akıyordu. Ayrı eve çıkmamın ilk kışında Antalya doğal afet yaşadı. Bir ameliyat geçirmiş olduğum için yattığım yerden kıpırdayamıyordum bu yüzden olay daha da travmatikti benim için. Şartelleri kapattırmayı akıl ettikten sonra itfaiyeyi arayıp durdum. Hareket edemediğim için durum acildi ve su daha ne kadar yükselirdi bilmiyordum. Ama itfaiye bize ulaşmakta zorlanıyordu çünkü bölge su altında kalmıştı. Zemin katta oturan insanların bağırış içinde seslerini duyuyorduk. İtfaiye geldiğinde üst komşuya sığınmamız için beni dikkatli şekilde taşıdı. Sanki tüm dünya su içinde kalmış gibiyken evden suyu tahliye etmek o sırada imkansızdı. Yağmurdan kurtarılan kedi yavruları gibiydik. Muhabbet kuşum da korku çığlıkları atıp duruyordu yanımdan uzağa koyamıyordum sadece yanımda susuyordu. Komşu da bizim gibi öğrencilerden oluşuyor. Halimizi görünce onlar da korkmuştu konuşamadılar bile. İçeri girer girmez rahat etmemiz için bize bir oda verdiler. Hiç uyuyup dinlenemedik tabi ki. O gün itfaiye mahallede bir aşağı bir yukarı dolaştı durdu. Komşulardan birinin evi bodrum katındaydı tavana kadar su dolmuş, sabah çöp arabası gelip tüm eşyalarını götürdü. Bizim daireden su güneş doğarken itfaiyenin tekrar uğramasıyla çekilmeye başladı. Sabah evin içini dışını hortumla yıkadık. O günden beri eşyaları yıkatıp kurutup tamir etmeye uğraşıyoruz. Daha yeni yeni tekrar eve benzemeye başladı. Notlarımın çoğunu kurtarmayı başardım. Kaynak kitaplarım hala kuruyor. Ben de olayı atlatmaya çalışıyorum. Bu da günlük gibi bir yazı oldu. Blogla ilgilenemedim. Ağaç ev yazamadım. Blog okuyamadım. Ama döneceğim yeniden.

Bari şu şarkıyı dinleyelim keyiflenelim. Göbek adım felaket oldu benim de başıma gelenleri sayamıyorum bile artık.
😇



S..

5 Aralık 2019 Perşembe

Kadın Kanunu 6284


  Son zamanlarda ülkemizde şiddet içeren korkunç olaylar öne çıktı. Kadına şiddet, çocuğa şiddet, hayvanlara şiddet, yaşlılara, hastalara, engellilere şiddet, öğretmene doktora vs şiddet... Haklarını bilemeyenler var, onları görüp susanlar var, haklarını bilse de kendini savunamayanlar var. Adalet ve güvenlik sistemi yeterince iyi değil, iyi olması için sorgulamalıyız susmamalıyız ve üzerimize düşen vatandaşlık görevlerimizi bilip toplumumuz için, ülkemiz ve ailemiz için elimizden geleni yapmalıyız.

  Son yıllarda korkunç bir ülke haline geldik. Biz eskiden sokakta tanımadığımız insanlara bile günaydın diyen, gördüğü her esnafa ve bir işle uğraşan insana kolaylıklar dileyen, tanımasak da karşımızdaki yüze gülümseyen bir toplumduk. Şimdi yolda birinin gözlerinin içine bakmaya korkuyoruz. Birine gülümsemeye korkuyoruz. Tanımadığımız birine gülümsesek günaydın desek kolay gelsin desek ya da en basitinden iki saniye baka kalsak önce yanlış anlaşılır mıyız korkutur muyuz diye korkuyoruz sonra da kendimiz için korkuyoruz. Birisi bize iki saniye fazla baksa ya da gülümsese bu insandan zarar gelir mi diye kafamızda tartıyoruz her şeyi. Çünkü birçok kötü olaya şahit olduk. Duyduk. Okuduk... Dayak yiyen, öldürülen, ciddi travmalar atlatan, uzun yıllar hem fiziksel hem de psikolojik şiddet gören bir çok insanın yaşadıklarını içimiz yanarak öğreniyoruz. Çoğunlukla da biz öğrendikten sonra iş işten geçmiş oluyor. Bütün bu olaylar olurken insanlık neredeydi duymadı mı görmedi mi neden sustu diyoruz. Nerede bu insanlık kim aldı götürdü onu bizden.. Bu olaylar bir daha yaşanmasın, iyi, güvenli ve gülümseyen bir toplum olalım istiyoruz.

  Bu konuda ciddi bir şeyler yapmanın zamanı geldi geçiyor bile. Yapılacak ilk şeyin çocukları büyütürken sevgi ile büyütmek, ahlaki değerleri iyi bir şekilde öğretmek ve kendi haklarıyla beraber başkalarının haklarını da öğreterek bilinçli ve duyarlı şekilde yetiştirmek olduğunu düşünüyorum. Kendimiz de bilinçlenmeliyiz, "kendimi ve çevremi daha sonra da toplumu daha iyi hale nasıl getirebilirim?" diye kendimize sormalı ve bu yönde gelişebilmek için elimizden geleni yapmalıyız.

  Başlangıç olarak 6284 sayılı kanun hakkında bilgilenmeli ve çevremizi de bilinçlendirmeliyiz. Yukarıdaki poster neler yapılabileceği hakkında çok güzel özet sunmuş ve nerelere başvurulabileceği hakkında bilgi vermiş. Bu poster daha çok paylaşılıp yayılmalı bu konularda daha çok yazılar yazılmalı, konuşmalar yapılmalı diye düşünüyorum.

Şiddet gören kadınlar kendileri başvuru yapmaya veya bu konu hakkında konuşmaya korkabilirler. Onların böyle bir durum yaşadığını biliyor veya şüpheleniyorsak bu konuda bir şeyler yapmalı ve sessiz kalmamalıyız.

İnsan hakları konusunda, hayvan hakları konusunda, engelli hakları konusunda da daha çok farkındalık yaratmaya çalışmalıyız. Bize verilen ve doğuştan sahip olduğumuz hakların farkında olup bu konuda bilgisi olmayanları da aydınlatmalıyız. İnsanca yaşama hakkı hepimizin doğuştan sahip olduğu bir hak ve bunu kimse elimizden alamaz.

Çok hatırlamıyorum ama eskiden evlerde nüfus sayımı olurdu hanelerde kişileri sayarlardı, sonra seçimlerde de kapı kapı dolaşıp bir şeyler anlatıyorlar ya, bence bu tür konular için de haneler dolaşılmalı, insanlara bu konular anlatılmalı. Ücretsiz seminerler eğitimler olmalı belki de vardır da ben duymadım yani. Varsa da daha çok olsun demek ki yetmiyor.

  Bir de bu poster sokaklara her yerlere asılsa ne iyi olur diye düşündüm. Kadın hakları çocuk hakları, engelli hakları, hayvan hakları, yani bütün bunlar daha çok anlatılmalı okullarda da sadece belli haftalarda veya olaylarda değil de sürekli bu konular konuşulmalı.

  Bir de insanlar başkasının yaşadığı olaya kafasını çevirip bakmıyor, aile içindeki işe karışılmaz bilmem ne diye düşünüyorlar, kimse müdahale etmiyor veya korkuyorlar bir şey demeye yapmaya. Böyle olmaması lazım, kimse susmasın, insan olarak zorda olan bir insanı müdafaa etmenin en baştaki görevimiz olduğunu düşünüyorum.

  S..