İnsan neden yeşili sever? Bir orman resmi bile nasıl oluyor da huzur bulmasına yetiyor? Bazen sadece bir kayayı bile sevebiliyor insan. Şöyle gri, mağrur, iri bir kaya.. Üzerinde yalnızca yıllanmış yosunlar ve ışığa küsen gölgeler vardır belki de. Arkasında bomboş bir tepe de olabilir, bir çöl veya bir nehir de.. Fakat gözler o kayaya saplanıp kalır, başka hiçbir şeyi görmez o sırada. İnsan neden bir kayayı bile bazen her şeyden çok sevebilir?
Neden elinin altında duran onca şey varken bir ormanı, bir ağacı ve hatta sadece tek bir yaprağı özler? Masmavi gökyüzüne bir kez olsun bakmazken neden okyanusun enginliğini ister? Bazen topraktan çıkan tek bir yosunlu ağaç kökünü bile saatlerce izleyebilir insan. Peki ama neden? Ormanın, yeşilin huzur verdiğini ve yalnızca bir kayayı bile sevebilmeyi kim öğretti bize? Ağaçları, nehirleri özlemek gizli bir kural mı? Eğer öyleyse kim koydu bu kuralı? Kim öğretti gökkuşağına sevinmeyi?
Sanırım insan elde ettiklerinden çok ulaşamayacağı şeyleri arzuluyor.
Bir de, bir kez bile olsa o resimdeki gibi bir ormana gidip sessizliği, daha doğrusu ormanın sesini dinlediyse insan, çimenlerin yumuşaklığını ve rüzgarın serinliğini hissettiyse.. Ve o toprağın kokusunu duyup, yosun kaplı ağaçlara dokunduysa bir kez.. İşte o zaman daha çok özlüyor, daha çok seviyor ve istiyor tekrar görmeyi, gitmeyi.. İnsan adımlarını hatırladığı halde artık hükmedemiyorsa onlara, işte o zaman her şeyden çok adımlarını özlüyor.. Kim bilir belki de insanın ulaşamayacağı şeyleri istemesi başlı başına bir kuraldır. Ve belki de zamanında kurulan güçlü krallıklar sırf bu kurala kurban gitmişlerdir..
İnsan ulaşamayacağı şeyden vazgeçmeli mi? Yoksa ne olursa olsun ona sıkı sıkı tutunmalı mı?
Peki ama ben televizyonu kapatacakken neden NHK W.'de bir ağacın dallarından süzülen gün ışığına takılı kaldım?
Sanırım insanın bir şeyi istemesinin, özlemesinin veya bir şeyden mutlu olmasının tam bir açıklaması yok.. İnsan bilinmeyen bir evren gibi. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan koca bir karanlık. Karanlığın içinde nelerin olduğunu çoğu zaman kendisi bile bilemez ama hepsinin kendinden küçük birer iz taşıdığından emindir..
Oldum olası her şeyi sorgulayan ve öğrendiği şeyleri neden öğrendiğini, nerede işine yarayacağını anlayana kadar herkesi sorularıyla bıktıran Sessizgemi'den selam olsun..
Dışarıya çıkın ve benim için kurumuş dallar veya çakıl taşları toplayın. Sonra onları teker teker bir nehir ya da denize atın. Her birini suya atarken bir dilek tutun. Ama en önemlisi onlara dikkatlice bakın. Hepsinin birbirinden ne kadar farklı olduğunu ve aslında ne kadar güzel olduklarını fark edin..
~Sessizgemi~