Sayfalar

21 Mart 2012 Çarşamba

Sessiz Kelimelerle 'Seni Seviyorum'


Hayat Çok Tuhaf


Sessiz Kelimelerle ‘Seni Seviyorum’

Elli ikinci katta bulunan evinin sade bir zevkle döşenmiş salonunda, bir duvarı boydan boya kaplayan ve dışarıdaki bomboş gökyüzünü altınımsı bir pembelikle ısıtan güneşi pırıl pırıl yansıtırken enfes bir tabloya dönüşen pencereye bir adımlık mesafede durmuş, gökyüzünün derinliklerini seyrediyordu. Güneşin ve çeşitli kuşların fotoğrafını çekmek onun için inanılmaz bir zevk olmuştu her zaman. Fakat elleri boynuna astığı makinede hazır beklese de aklı başka yerlerdeydi bu sabah. Başı her zamankinden daha kötü sızlıyor, adeta parçalanıyordu ama düşündüğü konu bu değildi. Birkaç dakikadır düşünebildiği tek şey hayatındaki önemli birkaç andı.


On altı yaşına kadar hiçbir sorunu olmadığı halde bir gün oturduğu yerde kendinden geçmiş ve uyandığında kendini hastanede bulmuştu. Durumunun ne olduğunu, gözlerini açmaya çalıştığı sırada hala uyuyor olduğunu sanan doktorun ailesine anlattıklarından öğrenmişti. “Üzgünüm. Maalesef kızınızın beyninde tümör var ve yapabileceğimiz hiçbir şey yok,” demişti doktor. Zaman içinde ilgili bölümlere baskı yapan tümör daha yirmi yaşına gelmeden konuşma yetisini elinden aldığında yine “üzgünüm” demekle yetinmişlerdi.

Buna alışmak oldukça zor olmuştu fakat kabullenmişti en sonunda. Tam ölümün çok da uzak olmadığı fikrine alıştığı sırada onunla tanışmıştı. Konuşamadığı için konuşmasına gerek olmayan şeylerle ilgileniyordu ve bu açıdan yapmayı sevdiği en iyi iş fotoğraf çekmekti. Sonbahardı her yer… güneş dönenceye takılmanın etkisiyle daha bir kızıl, yere düşen yapraklar birbiriyle yarışırcasına rengarenkti. Kuşlar daha sıcak bir yer aramanın telaşı içindeyken sonbaharın etkisinde kalan orman tam anlamıyla sessizliğe gömülmüştü.

Her zaman fotoğrafı çekilecek kadar birbirinden değerli şeyler sunan orman, bu kez onunla karşılaşmasını sağlamıştı. Genç bir adam, minik bir derenin üzerinden geçen ahşap köprünün tırabzanına yaslanmış hüzünlü gözlerle suya düşüp sürüklenen sarı yaprakları izliyordu. Fazla yakışıklı sayılmazdı fakat çirkin de değildi. Gri-beyaz kareli gömleğinin yakaları esen rüzgârda dalgalanıyordu ama havanın soğuk olmasına aldırmayan genç, ceketini yaslandığı tırabzana astığını unutmuş gibiydi. Ağaçların arasından süzülen güneş demetleri dağınık duran kumral saçlarında aydınlık gölgelere sebep oluyordu.

Sue bu güne kadar doğa fotoğrafından başka yalnızca annesinin resmini çekmişti. İnsanların sahte gülümsemelerle poz verdiği fotoğraf karelerinden nefret ederdi ama hiçbir zaman gülümsediğini hatırlamadığı annesinin küçücük bir çerçeveden tebessüm ettiğini görmek onu mutlu ediyordu. Fakat bugün çektiği fotoğrafın o an için hiçbir anlamı yoktu. Nedenini bilmediği bir şekilde objektif genç adamın hüzünlü haline takılı kalmıştı. O an zihni bomboştu ve ne yaptığını bilmiyordu. Ne kadar süre o şekilde beklediğini de hatırlamıyordu. Derken bir süredir köprünün başında bekleyen birinin varlığını hisseden genç dönüp ona baktığında bir an göz göze gelmelerinin ardından panik ve utanma karışımı bir duygunun içine düşen genç kız refleks olarak deklanşöre basıvermişti.

Bir iki saniye hiçbir şey söylemeden birbirlerine bakmalarının ardından çekinerek “Merhaba,” diyen genç adam bir kez daha şaşırmak zorunda kalmıştı. Çünkü Sue utançtan kıpkırmızı bir halde adeta kaçıp gitmişti. İkisi de kısa bir süre bu garip olayı düşünse de sonunda unutmaya karar vermişlerdi. Fakat kader onları sürekli farklı yerlerde karşılaştırıyor ve genç kız her seferinde bir şey söylenmeden kaçıp gidiyordu.

Günler birbiri ardından kaybolup giderken kış bitmiş doğa dirilmeye başlamıştı. Ve fotoğraf çekmenin tam zamanıydı. Nereye gittiğini umursamayan Sue, ruhunu ısıtan güneş ışığını yanına alarak kontrolü ayaklarına bırakmış, onlar nereye yürürse oraya gidiyordu. En sonunda sürekli kaçıp saklanmasına sebep olan saçmalığı yaptığı köprüye geldiğini fark edince bir an duraksamış ve şaşkınca çevresine bakınmıştı. Hemen ardından bir zamanlar genç adamın durduğu yere yaklaşıp tıpkı onun yaptığı gibi tırabzana yaslanarak akıp giden dereyi izlemeye başlamış, bir yandan da düşüncelere dalmıştı.

Rengârenk taşların üzerinden sıçrayarak akan dere pırıl pırıldı ve fotoğrafını çekmeye değerdi. Tam bunu yapacağı sırada omzuna konan bir el yerinden sıçramasına sebep olmuş, ardından onu kendine doğru çevirirken tanıdık bir ses “Bu kez kaçıp gitmene izin veremem,” demişti, “Karşılaştığımız her seferde beni görünce kaçıp gitmen çok rahatsız edici! Yanlış bir şey yapıp yapmadığımı düşündüm hep ama benden kaçmanı gerektirecek bir sebep bulamadım. Ben de bunun cevabını sen verirsin diye düşündüm?” Merak içinde bir cevap alabilmenin beklentisiyle genç kızın gözlerine bakıyor, sessizliğin verdiği rahatsızlığı görmezden gelmeye çalışıyordu.

Genç kızın ne düşündüğünü ne hissettiğini açıklamaksa imkânsızdı çünkü o bile ne düşünmesi ve ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu. Bu güne kadar insanlar ondan o da insanlardan uzak durmuştu hep. Çünkü herkes ona “Zavallı hasta kız” düşüncesini taşıyan gözlerle bakardı. “Zavallı hasta kız!” bunu düşününce yine kaçmak, uzaklaşmak istedi fakat bunu yapmaya kalkışırsa genç adamın onu durdurmakta zorlanmayacağını biliyordu. Onun sürekli gözlerine bakmasından da rahatsız olmuştu bu nedenle ayaklarının dibine, köprünün beyaz boyası aşınmış tahtalarına bakmaya başlamıştı.

Sorduğu soruya bir yanıt alamayacağını anlayan genç adam bu durumu garipsese de adının ‘Hikaru’ olduğunu söyleyip genç kızın adını sormuştu. Fakat kızın ağlamak üzere olduğunu görünce soru sormayı bırakıp Sue’nun yanına geçmiş ve tırabzana yaslanmıştı. Kızın tavırları onu endişelendiriyordu, neler olduğunu sormak istese de cevap alamayacağını bildiği için o konuşuncaya dek beklemeye karar vermişti. Hafifçe esen rüzgâr Sue’nun uzun, siyah saçlarını dalgalandırıyor, içini ısıtan güneş cesur olmasını söylüyordu. “Kaçmaktan vazgeç!” diyordu içinden bir ses. Korkuyordu çünkü konuşamayan ve ölmek üzere olan biri olmak hiç kolay değildi, insanlar daima durumunu öğrenince ondan kaçardı. Yine öyle olacağından o kadar emindi ki bu durumun verdiği yorgunluğun gözlerinden damlamasına engel olamıyordu.

En sonunda ağlamayı bırakabildiğinde cesaretini toplamış ve cebinden çıkardığı küçük bir not defterine “Sue” yazıp genç adama hiç bakmadan defteri onun eline vermişti. Hikaru deftere baktıktan sonra neden konuşmadığını hiç sormamıştı ya da neden kaçıp durduğunu. O günden sonra ne zaman karşılaşsalar genç adam Sue’nun eline küçük bir defter tutuşturuyor ve onunla konuşmadan kaçıp gitmesine engel oluyordu.

Mevsimler geçip sonbahar yine gülümsediğinde doğaya, iki genç çoktan âşık olmuş ve bunu tanıştıkları o köprüde buluştuklarında söylemişlerdi birbirlerine. Hikaru artık Sue’nun durumunu biliyordu ve bunu ona sormadan öğrenebilmişti. Bir gün kaybetme korkusu taşısalar da sevgilerine tutunarak yaşamak onları mutlu ediyordu. En sonunda evlenmeye karar vermişlerdi; tabii Sue’nun teklifini kabul etmesi için genç adamın yapmadığı şey kalmamıştı. Genç adam bir tek Sue’yu kaybetmekten korkuyordu oysa Sue, hem sevdiği adamı kaybetmekten hem de onu üzmekten korkuyordu.

Bembeyaz bir düğünün ardından kendilerini hastanede bulmuşlardı. Kalplerle dolu kocaman bir ‘Evet!!’ yazılı kartonu havaya kaldırıp imzasını atmasından beş dakika sonra Sue kendinden geçmiş ve üç gün içinde ancak uyanabilmişti. Hikaru tüm korkularına rağmen Sue’yu üzmemek için elinden geleni yapıyor ve çoğu zaman sevdiği kadının zihnini ölümün yakın olduğu fikrinden uzak tutmayı başarıyordu. Sue’yu hayal kırıklığına uğratmamak için ondan gizli tuttuğu halde sevdiği kadını kurtarmanın yollarını arıyor ve aynı cevabı almaya devam etse de ulaşabildiği bütün doktorlarla görüşüyordu. Kendisinden gizlenmesine rağmen her şeyin farkında olan Sue ise tüm umutsuzluğuna rağmen Hikaru’yu üzmemek için bu konuyu tartışmaktan uzak duruyordu.

Herkes onları inanılmaz ve tuhaf bir çift olarak görmüştü. Öyleydiler aslında. Ayrılma korkusu onları daha da çok bağlıyordu ve soğuk ölümün yakınlığına karşılık sevgileri onları mutlu etmeye yetiyordu. Hikaru’nun tek isteği sevdiği kadının yaşamasıyken, Sue’nun tek isteği Hikaru’ya tek bir şey söyleyebilmekti. Hayat çok tuhaftı; insana sevebileceği pek çok şey sunuyordu fakat insan daima hayatın veremeyeceği şeyleri seviyor ve istiyordu.

“Hayat çok Tuhaf!” diye söylendi tekrar. Düşünmekten vazgeçmiş, boynuna astığı fotoğraf makinesinin objektifini kızıl güneşe odaklamıştı. İlk çektiğini beğenmeyince deklanşöre tekrar basmış ve bu kez memnun kalmıştı. Başının ağrısı iyice arttığı sırada salonun girişinde Hikaru’nun ayak seslerini duymuş ve işi bittiği için sol tarafındaki masaya koymak üzere makinenin askısını boynundan kurtarırken genç adama doğru dönmüştü.

Hikaru, Sue’nun sabahın bu saatinde uyanıp fotoğraf çekmek amacıyla dışarıya çıkmasına alışkındı. Fakat bugün farklı bir şeyler olduğunu anlamakta zorlanmamıştı. Sue fotoğraf çekecekse mutlaka dışarıda olurdu ama bu gün evdeydi. Ve ayrıca her yerde “Seni Seviyorum!” yazılı küçücük not kâğıtları vardı. Çalışma odasında, kitaplıklarda, aynalarda, mutfak dolaplarında, bütün duvarlarda, kapılarda… Kısacası her yerde akla gelebilecek bütün dillerde sessiz kelimelerle “Seni Seviyorum!” yazılı kâğıtlar vardı. Hikaru kâğıtlardan birisi elinde, kapıda durmuş bir yandan gülümserken diğer yandan bunun ne anlama geldiğini soran gözlerle Sue’ya bakıyordu.

Sue çoktan söyleyeceği şeyi yazmış olduğu not defterini cebinden çıkarmış, genç adama doğru yürüyordu. Zihnindeki o sızıya rağmen bugün öyle mutluydu ki başının döndüğünü ancak yere düştüğü sırada fark edebilmişti. İlk başta halı sermeyi sevmediği çıplak karolar yüzünden düştüğünü sandı. Fakat başı dönmeye devam ediyor, çevreyi görmekse gittikçe zorlaşıyordu. Hikaru yanına gelip onu kucakladığı sırada Sue’nun gözleri yere düşüp parçalanan fotoğraf makinesine takıldı bir an için.

Başını genç adamın kollarına yaslamış, gözlerini bir noktaya odaklayamadığı halde Hikaru’nun söylediklerini anlamaya çabalıyordu. “Dayan, lütfen! Beni bırakma… Her şey düzelecek!” diyen genç adamın sesi çok uzak ve yankılıydı. Sue, sözcüklerin ve içinde bulunduğu anın ne ifade ettiğini anlayabildiğinde zihninde bir tek düşünce çırpınmaya başladı. “Ölmeden önce bir kerecik söyleyebilsem…” Bunun üzerine gücünün tükendiğini fakat aynı zamanda ısındığını hissettiği zihninde defalarca tekrar etmeye başladı. “seni seviyorum! Seni seviyorum! Seni seviyorum…”

Hayat çok tuhaftı işte; insanlara istedikleri şeyi vermedikleri gibi insafa geldiğinde de zamanlaması kötüydü. Hikaru’nun gözyaşları Sue’nun yüzüne dökülürken genç kadının dudaklarından sevdiği adamın daha önce ondan duymadığı kelimeler dökülüyordu. “Sse…sen-i…se-vi…yorum! Hikaru!” bu sözleri duyunca şaşkına dönen Hikaru irileşen gözlerle genç kadının yüzüne bakakalmıştı. Sue’nun ise son nefesi olmuştu o kelimeler. Kendiliğinden kapanan gözlerinin karanlığında başka bir dünyaya gitmek üzere yola çıkarken üzerinde “Senden bir parça kalbimdeydi. Şimdi onu dünyaya getirme sırası geldi. Senin kadar tatlı bir bebeğimiz olacak!” yazan not defteri sıkı sıkı kapattığı avucunda durmaya devam ediyordu. 

~Sessizgemi~ 

4 yorum:

  1. oo burada bir yazar varmış benim haberim yokmuş :) ama bana kendinizi bildirmeniz lazım çünkü benim öyle haberim olmuyor :( malum hikaye yazan biri olarak okumayı da çok seviyorum yeni bir mekan bulduğum için çok sevindim. one shot etkili olmuş. dram ve hüzün dolu fakat betimlemeler çok hoş . anlatım ve uslup güzel . ben çok sevdim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) Yeni bir okuyucum olmuş da haberim yokmuş :) Beğenmene çok sevindim winpohu^^ Aslında bu tarz hikayeler etrafta çok döndüğü için (ölüm kanser teması falan) biraz tereddütlüydüm yayınlarken çünkü bu tür birkaç hikayeye rastlayıp arkama bakmadan kaçtığım olmuştu :) Fakat bunu yayınlamak için kendime bir türlü engel olamadım ne yalan söyliyim^^ tekrardan beğenmene sevindiğimi söylemeliyim yorumun için de ayrıca teşekkür ederim :) Elimden geldiğince haberdar ederim seni, sen yeter ki iste ;) Görüşmek üzere :)

      Sil
  2. hımmm diğer fantastik öykülerinden daa çok sevdim ki bunu.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arada bir böyle farklı şeyler de yazıyorum. Yine de fantastik bilim kurgu daha çok ilgimi çekiyor ;) Teşekkürler, beğendiğine sevindim ^^

      Sil

Öyle okuyup kaçmak olmaz sevgili okur, fikrini belirt, bir selam et, bir ses ver, çekinme :)

Not: Yorum yaparken lütfen Türkçemizi koruyalım.

^.^