Sayfalar

22 Aralık 2020 Salı

Telif Hakkında Bi Şeyler




  Herkese selamlaar. Gündemimize bomba gibi düşen karikatür hadisesi ve akabinde kafaları karıştıran telifler hakkında sevgili ilkay'ın blogunda da yorum yaptım. Edindiğim bilgileri buraya da düzenli şekilde yazmamın iyi olacağını düşündüm çünkü orada yorumlar veya yayın silinirse toplu bilgi kalsın burada da diye düşündüm. Az önce kız kardeşimle konuştum. Kendisi ve eşi avukat oldukları için onlara danışmamın iyi olacağını düşündüm. Konuştuklarımızı toparlayıp size maddeler şeklinde aktarıyorum.
  • Karikatürler konusunda telif davalarının açılabildiğini ve kullanmamamızın daha iyi olduğunu söyledi. Şöyle bir istisna olabilir mesela arada bir, bir karikatürü çok sevdiysek reklamsız ve para kazanmadan paylaşım yapılabilir. Farklı farklı içeriklerimizin arasında bu önemli olmazmış çünkü karikatürlerden para kazanmayı amaçlayan bir site değiliz. Tabi kime ait olduğunu filan da belirtmek lazım üzerinde belli olmuyorsa sanırım. Zaten karikatürcüler de sosyal medyada sevdiğiniz karikatürlerimizi paylaşmanız bizi de mutlu ediyor ama ticari durumları istemiyoruz gibi bir şey demişti açıklamalarında. Fakat mesela sadece karikatürler üzerine paylaşım yapan siteler ve sayfalar tıklanma başına, reklam başına para kazandıkları için asıl davalar bunlara açılıyormuş. Fikri sınai haklar konusunu inceleyin bir dedi. Çünkü çizerlerin emeğinden para kazanıp onlara ödenmiyor. Karikatürhane gibi yerler örneğin. Film görüntüleri, fragmanlar filan da hep o film dizi izlenen siteler açısından aynı şekilde geçerli. Dizimag filan bu nedenle kapatılmıştı mesela.
  • Afişler hakkında sordum. Biz eleştiri ve tanıtım yaptığımız için afiş kullanmamızda bir sakınca yokmuş. Üzerindeki metinlerde ve içerikte değiştirme yapmamak gerekliymiş. Mesela yüzüklerin efendisi afişini alıp pizzaların efendisi şeklinde kullanmak gibi, böyle şeyler yapanlar da varmış galiba. Bu basit bir örnek oldu ama buna benzer bir durumda filmi aşağılamış veya kötülemiş gibi olursak veya bu şekilde fikri kendimiz için kullanmış olursak kötü sonuçları olabilir. Benzer bir durumda Atiye dizisine Buket Uzuner fikir davası açmış Toprak diye bir kitabındaki karakterleri isim değiştirerek kopyaladıklarını söylemiş ve okuyucular da bunu onaylamışlar. Yani kadının fikrini karakterlerini kopyalayıp azıcık değiştirerek kendilerine senaryo ürettikleri için fikir ihlalinden telif davası açılmış diziye.
  • Kitaplar hakkındaki yazılarımızda kitabın büyük bir bölümünü aktarmamak gerekliymiş. Yani gereğinden fazla alıntı yapmayın yoksa kopyalıyor durumuna düşersiniz dedi. Mesela on-on beş alıntıyı geçmezsek sıkıntı olmaz. Kitap fotoğraflarını kendiniz çekin başka yerden almayın yoksa bu kez asıl fotoğrafın sahibiyle başınız derde girer dedi.
  • Şiir veya kitap seslendirmelerinin sorun olabileceğini düşünüyorum dedi. Çeviri yaparken izin alındığı gibi onda da izin alınması daha doğru olur dedi. Sonuçta sen bu şiiri okuduğun zaman videon izleniyor ve bir şekilde kazancın oluyor izleyici sayın artıyor veya reklam alabiliyorsun dedi. Veya kazancın olmasa bile yazar kişisi onun ürününü kullandığın için bundan memnun olmayabilir ve dava açılabilir dedi. Orada yazıyı kopyalamadan seslendirerek kopya üretmiş oluyoruz çünkü. Eğer kitap şiir seslendirecekseniz telif hakları bitmiş ürünleri tercih edin dedi. Belli yıl geçtikten sonra telif hakkı sona eriyor ve herkese ait oluyor bunlar kamu malı oluyorlar. Büyümeye çalışan yayınevlerinin eski kitapları yeniden basması bu yüzdenmiş, telif ödemeden basıyorlar. Mesela Küçük Prens kitabı neredeyse her yayın evinde var şuan.
  • Gifler konusu sıkıntılı. Mesela Cem Yılmaz kendi filmlerinin görüntülerini ve giflerinin kullanımını yasaklatmış bu şekilde kişisel davalar olabilir dedi. Gifler konusunda bunu araştırarak kullanın dedi. Bazı sanatçıların umurunda değilmiş mesela.
  • Müzik paylaşımlarında bazı sanatçılar takıntılı oluyormuş onlara dikkat etmek lazım. Bazıları umursamıyormuş. Eski müzikler artık çok fazla izlendiği için telif derdine düşmüyorlarmış çoğunlukla. Genelde biz kendimiz yüklemiyoruz yutuptan paylaşıyoruz o yüzden bir sıkıntı olmaz gibi. Yutupta da herhangi bir hesaptan almak yerine sanatçının kendi paylaştığı videoyu kullanmak daha faydalı olur. Onu da indirip kendi yerimize yüklemeden yani bağlantıyı kullanarak paylaşmak lazım. Böylece bizim bloğumuzda izlense bile izlenme sayısı asıl yüklendiği yerde sanatçının kendi yerinde artıyor yani fayda sağlamış oluyoruz. Yutuptaki paylaş tuşu var olmazdı aksi durumda.
  • Ama mesela kimse gidip de sizin blogunuzda benim gifim, fragmanım, videom var mı diye geçmişe kadar didik didik araştırmaz, sadece sayfanız çok ünlenirse dikkati çekebilir veya size gıcık olan birileri tarafından özellikle şikayet edilirseniz ve telif sahibi kişiler bu konuda sert tutumluysa dava açılır dedi. Ticari amaçlar ve para için kullanmadığımız için sakin olabiliriz yani.
  • Fark etmeden dava konusu gündeme geldi ve davalık olduk diyelim o zaman içeriği kaldırsak ne oluyor diye sordum. İyi hal indirimi alırsınız ama dava bir kez açılmış olur dedi.
  Sonuç olarak telifli ürünlerden para kazanmıyorsak, tanıtım ve eleştri yapıyorsak sorun yok. Ama para kazanıyorsak veya ürünü kendimiz için bir şekilde kullanıyorsak mesela kitap cümlelerini bizim kendi cümlelerimiz gibi kullanıyorsak o zaman telif sorunu olur. Alıntı yaparken kaynak ve kime ait olduğunu belirtmek gerekiyor. Biraz uzun bir konu olduğu için atladığım bir şey olabilir kafanıza takılan şeyler varsa onu da bana hatırlatın da sorayım tekrar olur mu? Şimdilik bu kadaar :)

  • Dipnot: Sevgili Sadece C. arkadaşımız da bu şekilde güzel ama daha detaylı bir incelemede bulunmuş ve örnekler de göstermiş onu incelemenizi tavsiye ederim :)

S..

16 Aralık 2020 Çarşamba

Kelime Oyunu 3

Göklerde bir yer olduğu için bu sefer koordinat veremiyorum
ama sanki karlı bir vadi gibi değil mii :)

  Hiçbir şeye zamanında yetişememek gibi bir huy edinmiş olmalıyım bu konunun da ortasından daldım bakalım başka yazabilir miyim göreceğiz :D Ne zamandır şiir yazmıyordum bir denemek istedim bu gün için. Şimdi belirtmem gerekirse ben şiir kuralı filan bilmiyorum, bunlara da çok takılmıyorum yazarken içimden geldiği gibi yazarım, siz de buna takılmadan sakince okuyun lütfen :) normalde daha kafiyeli, okunuşu uyumlu olur şiirlerim ama kelimelere bağlı kalmak için bunu pek düşünmedim bu kez :)

  •   Daha önceden yazdığım şiirlere de aşağıdaki etiketlerden ulaşabilirsiniz bu arada ;)
  •   Vee unutmadan ilk yazımda bahsedeceğim demiştim sevgili Eylül Su bir kitap çekilişi düzenliyor ben de katıldım ve isterseniz sizler de ismine tıklayarak gidip katılabilirsiniz :)
  •   Kelimeler: Zambak, Hayal, Dilek, Özgürlük, Diyar: Kelimeleri sevgili Kendi Dünyasında belirledi.

   Şuraya okurken dinlemek için bir müzik bırakayım ama istemezseniz de sonrasında dinleyin yanisi :)


Ah Feia
Ne zaman bir fırtına inse
Şu çıldırmış göklerden
Duyulur Feia'nın şarkısı
Yağmurlar içinden
Yankılanır hazin sesi
Kırık dalgalar üzerinde
Çiğ taneleri gibi parlak bakışları
Vurur görenleri yüreğinden
Çağırır uyku çiçeklerini
Budala faniler üzerine
Sonra bir akıl tutulması
Bir mavi düş belirir
Sarar zihinleri aniden
Tek bir düşünce dökülür
Susamış dudaklarından
Kaybolmuş denizcilerin
'Ah Feia bırakma beni
Dön bak yüzüme bir daha!'
Hayaline kapılan çaresiz ruhlar
Sürüklenir peşinden diyar diyar
Unutur rüzgarların özgür hissini
Bitmez esaretleri bir daha
Hepsinin yüreğinde aynı dilek
Aynı arzu
Bakabilmek bir kez daha
Ay tenli Feia'nın
O ışıltılı gözlerine
İşte böyle büyüler kurbanlarını
Derin denizlerin uyku perisi
Ve kaçamaz hiçbirisi
Mavi zambaklar ülkesinden
Ne zaman bir fırtına kopsa
Gelir Feia yeniden
Ve işte böyle sonsuza dek
Bulur avlarını denizden

S..

3 Aralık 2020 Perşembe

3 Aralık Dünya Engelliler Günü



  92 yılında BM tarafından bu gün Dünya Engelliler Günü olarak ilan edildi. Bunun amacı farkındalık yaratmak ve herkesin yaşam standartlarını eşitlemek ve artırmaktı. Yani asıl amaç tek bir gün engellilerin yanında olalım onlara çiçek verelim bu gün sinemaya parka götürelim değil yılın geri kalan tüm günlerinde onlar için ne yapılması lazım oturup bir düşünelim diye bu gün belirlenmiş. Engellilik insanın psikolojik sosyolojik veya fiziksel olarak doğuştan veya sonradan birtakım sebeplerden dolayı duyularının veya hareketlerinin kısıtlanmasıdır. Çok fazla çeşidi vardır. Aynı türden engele sahip kişiler arasında bile farklar vardır. Kısıtlanmaların etkisini bin kat artıran en büyük etmenlerden biri de yine insanlardır. 

  Günlük rutininizde yatağınızdan kalkıp yüzünüzü yıkarken, mutfağa gidip su içer veya kahvaltınızı yaparken, duşunuzu alırken, evden çıkıp markete giderken, hava almak için parklara giderken sizi zorlayan şeylerden biri havanın soğuk veya aşırı sıcak olması veya çok yorgun hissetmeniz olabilir mesela. Fakat hiç düşündünüz mü kanepenin yüksekliği oturma standartlarında mı, mutfak tezgahının ve dolapların yüksekliği bir engelli için nasıl acaba diye? Hiç düşündünüz mü evden çıkarken kapıdaki eşiklerin yükseklikleri çok fazla mı, girişte basamak mı rampa mı var diye? Markete gidene kadar kaldırım bozuk mu, önünde ağaç var mı, arabalar kaldırıma çıkmış mı, marketin girişi erişilebilir mi diye? Parka giderken kaldırıma çıkmak mümkün mü, rampalar yüzde 8'den dik şekilde mi yoksa diye? Görme engelliler için olması gereken uyarılar ve sarı şeritli yollardan ne haber? Üst geçitlerin asansörü var mı, varsa çalışıyor mu? Bunların hangisine dikkat ediyoruz hepimiz sorgulamamız lazım işte bu gün.

  Çevremizde hiçbir engelli insanın bir başkasına ihtiyaç duymadan yaşadığını görmeden görevimiz bitmiyor. Hala tek bir insan bile kendini kısıtlanmış engellenmiş ve çaresiz hissediyorsa görevlerimizi eksik yapmışız demektir. Çevrenizi değiştirin böylece dünyayı değiştirin. Bir şeyler yapın, araştırın. Bu günün amacı işte bu. Eğer yolda giderken kaldırımdan inmeye uygun rampa yoksa şikayet edin bunu şikayet etmek için sorunu illa sizin yaşamanız gerekmiyor. Kaldırıma araba park etmişse ve geçecek yer yoksa rampanın önüne park etmişse şikayet edin. Görme engelliler için düzenleme yoksa talep edin. Otobüsler kaldırıma yanaşmıyorsa sessiz kalmayın tepki gösterin ki kaldırımın kenarında sandalyeyle bekleyen kişi mahcup olmasın. Ulaşımı kullanmak onun da hakkı. Çevrenize baktığınızda bunları görmeyi öğrenin. Düzenlenmesi ve yapılması gereken şeyleri fark edip belediyeye, cimere veya başka ilgililere ilettikçe her şey daha iyiye gidecektir.

  Ben çevremde yapılması gereken veya eksik olan şeyleri fark ettikçe sürekli bildiriyor ve gerekirse şikayet ediyorum. Mesela bütün dükkanların erişilebilir olması lazım. Eğer girişinde bir rampa yoksa önce mağazaya bildiriyorum ardından düzelmezse şikayet ediyorum. Kyk yurdundayken orayı bile şikayet etmiştim asansörü yok yemekhaneye diye. Hatta bu yüzden yurt müdüründen azar işittim onlara sormadan cimere yazdım diye beni yurttan atabileceklerini söyleyip korkutmuşlardı. Yine de o asansör yapıldı. Görme engelliler için sarı çizgili yolların talebini yapıyorum olmayan yerlere. Bu tür şeyleri siz de yapabilirsiniz. Çalışmayan asansörleri bildirin. Yaya geçitlerinde problem varsa bildirin. Şuan aklıma gelmeyen pek çok detay var ama baktığınız zaman hepsini görebilirsiniz. İşte o zaman engellilerin yanında olmayı ve bir şeyleri değiştirmeyi başarırsınız. Başarırız bunu inanıyorum ben. Araştırdığınızda katılabileceğiniz ve farkındalığınızı artırabileceğiniz projeler de oluyor. Akılıma şuan bir Tofd projesi olan Benimle Çıkar Mısın? geldi mesela. Şuan devam ediyor mu bilmiyorum ama bu projede gönüllüler engelli bireylerle bir araya gelip bir gün boyunca onlarla vakit geçiriyor gitmek istediği yerler hakkında program yapıp dolaşıyorlar. Böylece gönüllülerin farkındalığı artıyor ve baktıkları çevreyi aslında görmeyi öğreniyorlar ve birinin hayatında güzel anılar bırakmış oluyorlar. Böyle projeler var ve kendiniz de breysel olarak veya çevrenizle gruplar oluşturarak böyle şeyler yapabilirsiniz. Ben özellikle mimarlık ve çevre ile ilgili bölümlerde okuyanların biraz daha farkındalığa sahip olması gerektiğine inanıyorum ve tabi yöneticilerin. Tek başına kimsenin sesi duyulmaz fakat hep beraber güzel bir koro olabiliriz.

  Bu yazıyı kısa tutmak istedim söylenecek çok şey var oysa ki. Siz de kendi yaşantınızda bir şeyler yapıp çevrenizi güzelleştirirken aynı zamanda konu hakkında kısaca düşüncelerinizi blogunuzda yazarsanız daha çok farkındalık yaratılabilir diye düşünüyorum.

S..

12 Ekim 2020 Pazartesi

Yaşam Düşlerdedir

   Eksik kalmış cümlelerimi, başı sonu nereye gider takip etmeye yorulduğum düşüncelerimi bir kenara bıraktım şimdi. Zamanın mevcut bulunduğum tüm anlarını sıkıştırıp mavi bir balon yaptım. Tüm o anlar boyunca çokça güldüm çokça ağladım. Dans ettim, deli gibi şarkı söyledim, çocuk gibi oyun oynadım, eğlendim. İsyan ettiğim, hayattan nefret ettiğim zamanlar da oldu. Umudu bulduğum zamanlar oldu. Gökyüzüne bakmayı öğrendim, aya güneşe yağmura sevindim. Çiçeklerle, kedilerle, kuşlarla konuştum. Şiirler, hikayeler yazdım. Renkleri rüyalarımdan alıp kağıtlara resimler çizdim. Bir kaktüsü uzun süre yaşatmayı başardım. Bir kez ağaca tırmandım. Çimenlerde yuvarlandığım zamanlar olmuştu. Balık oldum, kuş oldum, rüzgar oldum, şarkı oldum. Tüm o anlar boyunca pek çok pek çok şey biriktirdim. Büyüdüm ama hala çocuk ruhum. Bir bebek gülümsemesine bir kuş sesine çocuk gibi ağlayabiliyorum. Dünya hassas ruhlar için çok zorlu bir yer. İşte şu şarkı da dinlerken beni duygulandıran ve tüm bunları bana yazdıran şey oldu gece gece. Zaman zaman dinlemeyi sevdiklerimden biri bu parça. Yarım kalan cümleleri ve peşinden gidemediğim düşünceleri sonraya bıraktım, dinlenip müzik dinleyelim. 

Ninni gibi değil mi yaa bu grubun şarkıları. Yazarken daha güzel şeyler de dinledim ama abartmadan yayınlayıp kaçıyorum :)

 



17 Ağustos 2020 Pazartesi

Pandemik Ales


  Dünden sonra aklımı bir türlü toparlayamadım. Sınava gidiyorum yazımdan sonra bir de dönüş yazısı yazayım şimdi dedim :) Zor bir gündü. Akşama doğru yorgunluktan okuduğumu gördüğümü anlayamaz durumdaydım çünkü gündüzleri uyuyamama huyum nedeniyle sınavdan sonra dinlenemedim pek. Şey varmış beyin sislenmesi diye bir şey ismi komik ne olduğunu da pek bilmiyorum ama öyle bir şey yaşıyordum sanırım akşam :D Gece arkadaşımla konuşurken söylediği şeyleri beş dakika sonra anlıyordum epey gülmüştür bana :D

  Türkçe kısmı bana çok kolay geldi. İlk olarak oradan başladım. Dikkat isteyen sorulardı, paragraflar uzuuuun uzundu, şıkların neredeyse hepsi birbirinin aynısı gibiydi fakat soru kökünü iyi anlayıp özne yükleme dikkat edip ana fikre filan da dikkat edince ufak detaylar olduğu görülebiliyordu. Çok fazla okuma yapmayan, makale okumayan birisi için gerçekten zor olabilirdi. Benim şansım sanırım uzun zamandır ingilizce için de çok çalışıyor olmak ve kitap okumaya bu aralar çok vakit ayıramasam da okumayı seviyor olmak. Çünkü ingilizce çalışırken de iyi bir türkçe bilgisi ve okuduğunu iyi anlama becerileri gerekiyor özellikle de çeviri için. Ales için çok çalışmadım ben genelde ingilizce ve kpss için başka dersler çalışıyordum. Ales için sadece soru tipleri hakkında birer test çözdüm o kadar. Zaten çok fazla bilgi ölçen değil de zamanı iyi kullanıp ne kadar çok net yapabildiğini ölçen bir sınav bu. Şimdi ben Türkçeyi iyi yaptığımı düşünsem de herkes o kadar kötü bahsetmiş ki sözel kısımdan, kendimden de şüphe etmeye başladım ne olur ne olmaz yani. Şans konusunda kötü bir ünüm olduğunu düşünürsek de iyi puan bekliyorum oleey filan diye dolaşamıyorum. Haa bir de standart sapmalar, yaptığın netin değersizleşmesi durumları oluyor o yüzden puan konusunda yorum yapamıyorum.

  Türkçeyi bitirdiğimde matematik için bir saatim kalmıştı. Matematik bilgim hiç yok benim. Abartmıyorum gerçekten yok. Çünkü ben ilkokulda geçirdiğim kaza sonrası matematiği tam öğreneceğim sırada eğitime bir yıl ara vermiş sonra doktor tavsiyesiyle ikinci sınıftan devam etmiş olmamdan dolayı bu derse hiç alışamadım. Resmen fobim oluştu buna karşı. Çünkü ben daha toplama çıkartmayı yapmaya çalışırken diğer çocuklar her şeyi öğrenmişti içime kapandım bu konuda kimse de üzerine düşmedi. Öyle devam etti tabi hep sözele kaçtım. Fen bilimlerinde kimyada biyolojide çok iyiydim hatta fizikte de kısmen iyiydim ama matematiğim gerçekten berbat. Şu ingilizceyi en iyi şekilde öğreneyim onu da en başından öğreneceğim :) Neyse işte matematiğimin berbat olmasına rağmen sayısal kısma baktığımda soruların kolay olduğunu gördüm. Yani ben bile kolay bulduysam diğerlerinin sayısalı en fazla bir iki boşla bitirmesi gerektiğini düşünüyorum :D Sanırım pandemi yüzünden biraz kolay sorular sordular. Matematiği sondan başa doğru çözdüm. Çünkü sondaki sorular bulmaca gibi olduğu için çok kolay. İki kısımda da mantık soruları çok fazla vakit alan sorulardı. Çözülemez değillerdi ama karışıktı. İki değişkenli üç değişkenli soruları çözebiliyorum uğraşınca ama makarna sorusu felaketti. Altı yedi kişi makarna yemeye gidiyormuş daa üç çeşit makarna iki çeşit sos iki çeşit de baharat var, kim ne yedi diye sorular... Makarna zaten çok tercih ettiğim bir öğün değil soruyla uğraşırken de gerçekten gıcık oldum.

  Sınav sırasında klima vantilatör gibi araçların kullanımı yasak olduğu için kapı ve pencereler açık olmasına rağmen rüzgar esmediğinden sınav boyunca boğuluyorum gibi hissettim. Hava sıcaklığı yukarıdaki fotide de gördüğünüz üzere 40 derecenin üzerindeydi. Maskeyi iki kat takacaktım virüsten korktuğum için ama kendi maskemin üzerine onların verdiği maskeyi takmak istemedim. Çünkü paketlenmemiş maskeleri bir kutunun içinden herkese dokundukları eldivenlerle dağıtıyorlardı. Giriş belgesinde dezenfektan verileceği söyleniyordu herkese minik şişelerde verirler sanmıştım ama yüce mükemmel kıskandıran ekonomimiz buna hazır değildi anlaşılan. Bunu yapmıyorlarsa sınav ücreti niye arttı o zaman, tam olarak çok bilinmeyenli denklem bu. Ateşimizi de ölçmediler. Sınıfa girdiğimde baya bir süre oturup bekledim, süre çoktu çünkü daha. Baya süre geçtikten sonra covid tanısı almış olan veya temaslı olan var mı diye sordular. Varsa başka salona alacaklarmış. Niye bu kadar beklediler bunu sormak için bilemiyorum. Oraya gelene kadar neden tespit etmediklerini sorguladık bakışlarımızla kimseden çıt çıkmadı o anda görevliyle bakışarak öyle kaldık hepimiz. Ana kapıda görevliler herkesin belgelerini kontrol ederken herkese dokunuyor her yere dokunuyordu. Tek bir kişide virüs olsa herkese bulaşır bu şekilde. Şüpheli misin diye ana kapıda niye sormadılar mesela.. O kadar tedirgin ediciydi ki. Maskemi çıkartmaya korktuğum için tek bir kez su içmeye cesaret edebildim. İki şişe su almıştım yanıma ama sıcaktan elime yüzüme de bol bol dökmek istesem de kağıtlarım ıslanır diye bunu da yapmadım tabi ki. Şimdi bir hafta tedirgin olacağım bende bir şey çıkacak mı diye.

  Sınavdan çıktıktan sonra sorulardan değil de sıcaktan başım dönüyordu. Ailemi sınava alınmayan bir kızla sohbet ederken buldum. Kimliğini kaybetmiş üzüldüm onun için. Sınava gelmeyenler de çok fazlaydı. Benim evim sınav yerime yakın olduğundan araca binmeden devam ettik ama o uzun caddeler boyunca gölgesiz ilerlemek pek sağlıklı olmadı. Eve girip yüzümü yıkarken beynime bıçaklar giriyor gibi oldu gözlerim karardı. Sınava da aç girmiştim hep öyle yaparım midem hassas olduğu için hem yol tutar hem de soru çözerken karnım ağrır yoksa. Sıcak çarpması geçene kadar da bir şey yiyemedim yine. Antalya merkezde vaka sayısı çok arttığı için kpss tarihine dek yine ailemle Manavgat'a döndüm. Antalya'da hiçbir şey yokmuş gibi gösteriliyor ama durum böyle değil. İnsanların davranışlarını anlamak mümkün değil. Sınavdan çok bunları düşünüyorum başım dönüyor valla. Öyle işte. Bir günlüğümsünün daha sonuna geldik. Ben günlük yazamıyorum bu arada ama şimdi düşündüm de yazabilirmişim aslında. Defter tutmaya çalışınca yazacak bir şey bulamıyordum hiç, burada yazınca sizle karşılıklı sohbet gibi oluyor :D

  Kendinize dikkat edin hem güneş hem de virüs açısından çok çok dikkat edin. Bizim komşu bir hemşire ve Manavgat devlet hastanesinde yer kalmadığını söylüyor. Antalya'da tanıdığım iki hemşire de durumun anlatıldığı gibi olmadığını kötüye gittiğini söylüyor. İnsanlar da çok umursamaz. Hastanede adamın birisini uyarmışlar yanınızdaki bey covidli lütfen dışarıda bekleyin siz diye, adam umursamamış dışarı çıkartıyorlarmış o geri geliyormuş hiç korkmuyor mu bu insanlar yaa. Neyse bu yazının konusu bu değildi sustum :) Sorular filan mı yayınlanmış ne gideyim de ona bakayım.

  S..

16 Ağustos 2020 Pazar

Çikolatali Vişne

Manavgat
36.736094, 31.522401 

  Hayat yazacağım yerde yahat yazdım az önce. Sanırım yorgunluk belirtisi oluyor böyle şeyler. Ne yapıyorsun derseniz bütün gün uzanıp ders çalışıyorum. Bir yıldır beklediğim sınavlardan birine bu sabah giriyorum sonunda. Sınav kaygısından ziyade virüs kapar mıyım diye endişeliyim. Arkamda, yanımda oturan kişilerden birisi hapşırsa öksürse o dakikadan sonra sınava odaklanmak için beynimin hayatta kalma içgüdülerini devre dışı bırakmam gerekecek. Sıcağa da dayanıksız biriyim maskeyle serin olmayan ortamda ne yapacağım diye düşünüyorum. Tedbir için maskeyi de iki kat takacağım. Boğulmaktan korkmasam kafama poşet takardım. Astronot kıyafetim olsaydı keşke. İki şişe su alacağım birisi içmek için birisi bunaldığımda kafama filan dökmek için. İnsan içinde hiç böyle kafamdan aşağı sular dökmedim ama yarın çaresiz kalabilirim sanki. Hava da 41 derece olacak. Neyse daha da düşünmesem iyi olur. Hayat diyordum en başında. Ne kadar da tuhaf diye zaman zaman aklıma geliyor. Çok tuhaf. Çok çok tuhaf. Aldığımız her nefesin attığımız her adımın geçip giden zaman içinde ne kadar da önemsiz olduğunun fakat kendi minik yaşam öykümüz için ne kadar da değerli ve mühim olduğunun tuhaf belki de kırıcı gerçekliği vişneli çikolata gibi tatlı ama mayhoş bir duygu yaratıyor. Bugün şu müzik listesini keşfettim çok çok hoşuma gitti sakinleştirdi bir ara hatta. Belki siz de seversiniz diye sınav öncesi paylaşmak istedim.


8 Temmuz 2020 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 46


  Bu günlerde fazla düşünür çok az kelam eder oldum. Sık sık annemin babaannesi geliyor aklıma. Derdi ki insan adı gibi yaşar. Kişinin adı onun tavrını, kişiliğini, kaderini, her bi şeysini etkiler de şekle şemale sokar. Yüz yaşını aşmıştı dişleri yeniden çıkıyordu. Tanıdığım en yaşlı insandı bundan dolayı söylediği her şeyin bir manası olduğunu düşünürdüm. Annem de inanır isim olayına hatta teyzem de ismini değiştirmişti bu sebepten. Benim kendi ismim ayın ve güneşin etrafındaki nurlu ışık manasına geliyor bunun hayatım üzerinde nasıl bir etkisi olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok fakat blogda kendime seçtiğim isimin de tümüyle beni yansıttığını düşünüyorum. Çoğunlukla sessizimdir. Beni saatlerce konuşturabilen insanlar çok azdır çevremde. Canım sıkılınca susarım. Kırılınca susarım. Öfkelenince susarım. Çok üzgünken de susarım. Çok az kişiye açarım gönlümü. Bir kişiye kırgın veya öfkeli olduğumda bile bunu ifade edemem çünkü konuşursam eğer çok sevdiğim biriyse incitirim diye korkarım. Susmak daha az can acıtıcı daha az candan vurucu. Eğer içim içime sığmıyorsa defteri açar karşımda söyleyeceklerimin sahibi varmış gibi yazarım. Sonra da yok ederim o sayfayı. Çoğunlukla bu şekilde atlatırım fırtınalarımı.

  Girişi niye bu kadar uzattığım hakkında da en ufak bir fikrim yok elbette. Çakıl'dan sonra blogda uzun süre yazamadım herhalde onun etkisi. Yazmayı özlemişim demek ki. Fırtınalı günlerde bir şey yazamamak da susma huyuma dahil. Bir de bu sohbet yazılarına günlük gibi giriş yapmayı seviyorum canım. Bir iki kelam etmek yazmaya yeniden başlamak için Ağaç Ev Sohbetleri iyi bir başlangıç diye düşündüm. Böyle söyleyince de asırlardır yazmıyorum gibi oldu. Zaman göreceli der geçerim bunu da :D

  Bu haftanın konusu İrem Can'dan gelmiş. Müzik üzerine konuşacağımız ve oldukça da eğlenceli bir konu seçimi olmuş :)

  İrem'in yazısı için tam "şuraya" tıklayabilirsiniz.

  Soru: K-Pop hakkında neler düşünüyorsunuz? Dinlediğiniz herhangi bir grup var mı?  Peki favori bir şarkınız da var mı? Özellikle de ülkemizdeki K-Pop ön yargısını nasıl buluyorsunuz?

  Kpop Kore pop müziğinin kısaltılmış biçimi. Ülkemizde de oldukça geniş bir dinleyici kitlesine sahip. Ben de dinliyorum elbette. Müziğin evrensel olduğunu ve önemli olanın insana verdiği his olduğunu düşünen biriyim. Yabancı müzik dinlemeyi seven bir insan eninde sonunda bir şekilde kpop müziğine de rastlayacaktır. Çünkü dünya üzerinde gerçekten ciddi bir yer edinmiş durumda. Ben Kelt müziği, Fransız müziği, Amerikan müziği, Kafkas, İran, Hint, Türk Sanat müziği hatta bazen Almanca müzik vs dinlerim. Klasik müzik, caz, rock, etnik müzikler ve dahasını da. Yani hoşuma giden şeyleri bulur dinlerim. Bir ülkenin müzik kültürüne karşı olup sevmemek için bir neden göremiyorum. Kpop'a karşı veya mesela Kelt müziğine karşı olmak bence klasik müziğe, caza, veya etnik müziğe de karşı olmakla aynı olur ve saçma. Bir insan hoşuma gitmiyor diyebilir dinlemez ama karşıt olup aman kimse dinlemesin, yasaklansın diyerek dinleyenleri de aşağılayamaz. Ülkemizde bu türden aşağılamalara ve küçümsemelere rastlanıyor ne yazık ki. Kpop sevenlerin de aşırı fanatik yaklaşımları da beni ürkütüyor. Yahu müzik bu bırakın da sakin sakin dinleyelim işte diye düşünüyorum.

  Kore'de müzik dünyası başlı başına ayrı bir kültür ve ayrı bir dünya. Müzik şirketleri çok güçlü ve bu güçleri sayesinde çok büyük prodüksiyonlar hazırlayıp dünya çapında konserler düzenleyip bambaşka bir şov dünyası yaratıyorlar. Bu dünyanın içinde sanatçılar üzerinde de çok büyük bir baskı söz konusu. Sanatçılar işlerini titizlik ve ciddiyetle yapıyorlar ve hem kendi haklarını korumaya çalışıp hem şirkete karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışıp hem de sanatlarını üretmeye çalışıyorlar. Şirketler bir sanatçı için okul niteliğinde onlarda. Sanatçıların halka karşı da sorumluluğu çok büyük ve ağır çünkü tüm yaşamları mercek altında resmen. Özel hayat diye bir şeyleri yok. Yaptıkları ufak bir hata onları gözden düşürüyor. Psikolojik olarak da fırtınalar içindeler. Şirketlerin sanatçılara ağır yaptırımları da olabiliyor. Biraz araştırınca çok çeşitli ve bambaşka bir dünya hikayeyle karşılaşırsınız. Halkın tepkisinin ne kadar önemli ve hayati olduğunu görünce verdikleri emek karşısında saygı duyuyorum onların. Konsere geç çıkma gibi bir durum bile yaşanamaz onlarda.

  Kliplerinde konserlerinde hep farklı bir tema, farklı bir hikaye bulmak mümkün olduğu için de hiç sıkılmadan her yeni albümü heyecanla beklenir. Bir ara oldukça iyi takip ediyordum ben de ama artık dersler üniversite yoğunluğu sınavlar ve yaşamın koşuşturmacası içinde sıradan bir dinleyici olarak yerimi aldım. Kpop dinlemeden önce dizilerini izliyordum. İlk izlediğim dizi Saraydaki Mücevher'di. Sonra da Muhteşem Kraliçe Deokman. Onlardan sonra Düşlerimin Prensi Gong ve daha sonra da Boys Over Flovers yani Bof izledim. Bof'un müzikleri oldukça ilgimi çekmişti ve müziklerini de SS501,SHINee, Lee Min Ho, Tmax vs yapmıştı ve dönemine göre çok güzel şarkılardı. Hatta hala dinlenebilir. Onlardan Sonra Ft Island ve Cnblue dinlemeye başladım bu ikisini hala dinlerim bence çok iyi müzikleri. Daha sonra da Bigbang, 2ne1, IU, Sistar, Miss A, BTS, Ailee, Juniel, NELL, Tablo, Epik High, Lee Hi, T-ara, Davichi, YUI, Infinite, Ikon, Beast, DAY6, Winner, Sechskies dinlediklerimden bazıları. SS501 gibi bazı gruplar dağıldı tabi.  Bu saydıklarımdan en çok dinlediklerimin isimlerini maviye boyadım ama elbette diğerlerini de çok dinliyorum :) Son yıllarda çıkan gruplar hakkında da bilgim yok bir keşfe çıkarım artık.

  Bu arada bu saydığım grupların ayrı ayrı üyelerinin solo performansları ve şarkıları da çok iyi oluyor onları burada tek tek saymayacağım artık yoksa çok uzar bu yazı. Şimdi aşağıya birkaç klip bırakayım en sevdiklerimden. Belki hoşunuza giden olur sizin de :) Üstelik bulabildiğimi Türkçe altyazılı ekliyorum sizin için <3

  Unutmadan söyleyeyim Kpop diye bir genelleme yapılsa da bu şarkılar sadece pop müzik türü kapsamında değiller. Pop, Rock, R&B, Ballad vs her tarzda müzik mevcut hatta bir grubun tarzı belli olsa da arada bir başka tarzlar da denerler ve grup üyeleri bile farklı tarzlara sahip oldukları için bir parçanın içerisinde çeşitli özellikler bulmanız mümkün. O sebepten aşağıdaki parçaların her birine birkaç saniye de olsa bir şans vererek dinlemelisiniz :)

Bigbang - Last Dance

Bigbang - Blue
 bu şarkıyı kulaklıkla yüksek ses dinlemek harika oluyor

Bigbang - If you...

Taeyang - Ringa Linga

Ft Island - Pray

Ft Island - Sunrise Yellow

Cnblue - Cinderella

Cnblue - Can't Stop

Cnblue - Starting Over

Cnblue - Blind Love (Japonca)

Ft Island - Shadows (Japonca)

Cnblue - Summer Dream

Cnblue - LADY!

Roy Kim - Linger On

NIve - Who I Am 
(Ay bunu yeni buldum sesi çok iyii)

CHANYEOL, PUNCH - Stay With Me
Goblin OST
<3

Lee Hi - Breathe

AKMU - Give Love

Ft Islan - FREEDOM

2ne1 - Come Back Home

2ne1 - Missing You

Juniel & Cnblue - 바보 fool

IU & Jang Yi Jeong-Friday
Ailee - Evening Sky
Ailee - Is You

Ailee - I will show you

GDragon - Crooked

GD - Crayon

GD -Who You

Bigbang - Sober

Bigbang - Bang Bang Bang

Bigbang - We like 2 party

D-LITE(Daesung) - Shut Up

Jus3 - Take

Nell - Time Spent Walking Through Memories
Bu grubu yolda dinlemek harika oluyor

Nell - White Night

Epik High & Nell - Lost One

Nell - Blue
Bu şarkıda yağmur sesi çok hoş

Nell - Four Times Around The Sun

Nell - Limit

Nell (Kim Jong Wan) - Gravity
The King Eternal Monarch OST

Nell - Peter Pan Has Died
En son çıkan colors in black albümlerinin hepsini henüz dinlemedim ama o da çok iyi duruyor. Bütün şarkılarını buraya alasım geldi <3

Eric Nam - Lose You
Bigbang - Fantastic Baby
Eveet Bigbang ile başladık onunla bitirelim :D
Bu parça grubun dinlediğim ilk şarkıları :)

Her parçaya en azından 5-6 sn şans verdiğinizi düşünüyorum biraz uzun bir yazı olduğunun farkındayım ama yutuba giren çıkamıyor ne yapayım :D
S..

16 Haziran 2020 Salı

Çakıl


  Çakıl, benim minik çakıltaşım olmaya başlayalı dokuz yıl geçti. Belki bize gelmeden önce de bir yaşına varmış olabilir yani bu yıl dokuz veya on yaş olmalı. Her hayvanın karakterinin farklı olduğunu, hepsinin sevdiği veya nefret edebileceği şeyler olduğunu, kendilerince bir kişilikleri olduğunu hayvanlara biraz ilgi duyan onları seven herkes bilir. Bu güne kadar pek çok kez annesi tarafından terk edilip beni bulan kedi yavrularını da büyüttüm. Hepsi kendiliğinden kapımıza gelip beni buluyordu. Hepsi de bambaşka kişiliklere sahipti ve onları dışarı hayatından kopartmadığım için canları istediği zaman beni terk ediyorlardı. Mahallenin maskotu oluyorlardı onları herkes başka bir isimle çağırıyordu. Çakıl'dan önce çook minnakken aynı anda on beş tane muhabbet kuşumuz vardı. Onları babam büyütüyordu ve içlerinden sadece sarı olan ismini söylemeyi öğrenmişti "Çıtır Çıtır" diyip duruyordu. Daima benim kafama tüner benimle beraber dolaşırdı. O zaman dört veya beş yaşındaydım. Sonra onlara ne olduğunu bilmiyorum. Ortaokula giderken aralıklı zamanlarda üç tane muhabbet kuşum olmuştu. Onları uzun yaşatamamıştık ve o zamanlar henüz bir kuşa yarenlik etmenin inceliklerini bilmiyordum ve vakit geçiremediğimden dolayı çok bağlı değildim. Onlarla ailem ilgileniyordu. Fakat Çakıl benim gerçekten çok çok yalnız olduğum bir dönemde benim can yoldaşım olmaya gelmişti.

  Çok hareketli, çapkın, neşeli, yaramaz bir şey. Minnacık bedeninde gözleri mücevher gibi, parlak zeka dolu bakışları... Böyle bir şeyi kuş işte iki tane kanadı ve tüyleri var diyip nasıl geçebilir insan... İlk günler onunla uyudum onunla uyandım. Kafesine sarılarak uyuyordum beni sevsin bana alışsın diye. Hem uyanıkken de yanımdan hiç ayırmıyordum. Ders çalışırken sesli çalışıp ona okuma yapıyordum. Sesimi seviyordu. Şarkı söylememe, ninni söylememe bayılırdı.

  "Çakıl.. Çakıııl!" diye diye hiç bıkmadan aynı tonda tekrar ede ede ona adını öğrettim. İsmini söylediğimde tüneğinin üzerinde pıtı pıtı koşarak olduğum tarafa gelip tellere zıplayıp beni öpmeye çalışırdı. Israrlı tekrarlarımdan sonra kendisi de konuşmayı öğrendi. Bir defa konuşmanın yolunu anlayınca diğer kelimeleri öğrenmesi daha kolay oldu. "Çakıııl, Aşkıım, Canım, Bebeğim, Çalıkuşu, Çarşı karşı, Çarşı kuşu, Okasa, Aayy!, Gel buraya, Bak!, Cici bebeğiiim, Aç kapıyı, Hahahaa!, Oy oy oyy!, I love you, Aaaa!" gibi bir sürü kelime ve nida öğrenmişti. Bunları da canı nasıl isterse uzatarak veya melodik şekilde söylüyordu. Hatta bazen sessizliğin içinde bir anda bağırır gibi sesini yükselterek "Aşkıım!" diye beni çağırmayı öğrenmişti. Öyle çağırdığında benden hemen cevap geleceğini biliyordu. Öğrenip unuttukları da oldu ve bunların yanında bir de poşet sesini taklit ediyordu. Bu en sevdiği seslerdendi çünkü ona göre tüm poşetlerde yem vardı, lezzetli bir sesti onun için. Poşeti duyduğu anda o da başlardı. Hapşırmamızı ve öksürmemizi de taklit eder biz öksürünce tekrar ederdi. Ve bir de benim gülmemi taklit ediyordu, ben güldükçe o gülüyordu o güldükçe ben gülüyordum. "Hııı?" diye soru sorar gibi nidalar yapardı. Özellikle uykusu olduğunda kafasını geriye çevirip tüylerinin arasına gömdüğünde kendi kendine söylenirdi ama ben ninni söylersem susup dalıncaya kadar beni dinlerdi. Kuşlar uyurken güvende olma duygusundan dolayı sevdiklerini dinlemek istermiş.

  Gözlerimi kapattığımda gözlerini kapatırdı, çok kez bu şekilde onu kandırıp uyuttuğum olmuştu. Dudaklarımı öpücük atar gibi yaptığımda o da gagasını aynı şekilde oynatır ve öpücük sesi yapardı. Kafamı hafif sallayıp dans etmemi severdi. Hemen kendisi de dans ederdi kafasını sağa sola aşağı yukarı sallarken heyecana kapılıp hızla daire çizmeye başlardı. Piyano ve gitar sesine bayılırdı. Hemen neşelenirdi müzik dinlerken. Kalabalık ve yüksek seslerden hoşlanmazdı. İçine su konunca kuş sesi çıkartan toprak kuş şekilli düdükler vardır onların sesini taklit ederdi. Dans etmek en sevdiği şeydi. Bir de öpmek. Lakabı Spaydi idi çünkü tepesi aşağı örümcek adam gibi durup öyle öpüşürdü. Annemin köpeği Nazlı ile birbirlerini kıskanırlardı en çok sevilmek için yarışırlardı. Doğranan bir salatalığın kokusunu salondan bile alır, heyecanlanırdı. Heyecanlanınca göz bebekleri küçülür etrafındaki beyaz halka belirginleşir ve daha da heyecanlanırsa kanat çırpardı. İstediği bir şey olduğu zaman kafesin tavanından ters sallanır ve kanat çırpardı. Sofraya oturduğumuzda onun hakkını vermezsek salatalık için kafesteki yemliği bile yerinden söker, tepesi aşağı devirir, isyan ederdi. İstediği her şeyi anlatmasını bilirdi. Önceleri uçmayı çok severdi ama son yıllarda kafesten çıkmaktan hoşlanmıyordu. Kırmızı renkten nefret ederdi, beyazı çok severdi. Gagasını burnuma dayayarak öyle durmaktan hoşlanırdı. Ayaklarına dokunulmasından en başından beri nefret ederdi bu yüzden elimize asla alamazdık. Ama o isterse omzumuza gelir dururdu. Yanlışlıkla elimize gelse sanki biz tutmuşuz gibi bize sinirlenirdi. Ama parmağımla güreşmekten hoşlanırdı.

  Kapıyı pencereyi aynı anda hiç açmazdım rüzgarda kalmasın diye. Geceleri ışık kapalı otururdum uykusunu alsın diye. Tv veya laptop sesini çok açmazdım rahatsız olmasın diye. Zaten rahatsız olunca sinirlenirdi söylenirdi bıcır bıcır bir şeyler mırıldanır homurdanırdı. Küçük prensimdi benim. Ders çalışırken sessiz olmam gerekse bile onun için piyano sesi açardım ya da tvde bir şeyler açıp kısık sesle dinlemesini sağlardım. Radyo 45lik dinlerdik beraber. Teoman ve Şebnem Ferah'ın seslerine bayılırdı. Pop müzik de severdi. Hayatımın her alanında yeri vardı. Annemlerin evine gelirken ardımda bırakmaz yanımda getirirdim. Mutfağa yemek yapmaya giderken benimle gelirdi. Yediğim her meyveden önce ona verirdim...

  Bu yıla kadar hiç ama hiç hastalanmadı. Belki ufak üşütmesi hapşırması olmuştur. Ama öyle güçlü dinç bir kuştu ki asla hastalık kabul etmezdi. Annemler onun hapşırmasını ayırt edemezdi ötüyor sanırlardı ama ben anlardım. Onu en halsiz gördüğümde sadece sessiz kalıp tüylerini kabartmış olurdu. O zaman bilirdim ki üşümüş. Hemen sıcak tutardım. Hemen kendine gelirdi. Geçen aylarda evimi sel bastığını anlatmıştım. O zaman hayatında ilk defa çok kötü hastalandı. Veterinere götürdük. Veteriner kuşlardan anlamıyordu ama antibiyotik ve vitamin verdi. İlacı kendi içirememişti çünkü Çakıl el ile tutulmaktan nefret eder kaçardı. Panik atak geçirirdi tutulmak istemediği için. İlacı benim içirmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. En sevdiği şey ekmek, yumurta ve salatalıktı. Onlara damlatarak ilacı kandırarak yedirdim ona. Sıcak tuttum. Üç dört gün başında bekledim. Su içmesi için uğraştım. Parmağımı suya batırıp parmağımdaki damlaları içmesini sağladım. Yem yiyemediği için yumurta haşladım. Minik minik parmağımın ucuna yumurta koyup bir anne kuş gibi yedirdim ona. İlaçtan önce kusuyordu çok kötüydü. çok çok kötüydü. Ama toparlanmayı başardı. Virüs salgınından önce annemlere gelirken yanımda getirdim keyfi çok yerindeydi. Ama bir kez daha hastalandı. Daha çok vakit geçmemişti bile. Aynı süreci yine yaşadık. Yine toparlandı.

  Ama geçtiğimiz perşembe günü yani ayın 11inde bir şeyler ters gitti. Sabah çok neşeliydi. Sabahları etraf aydınlık ve perdeler açık kalmışsa gün ışığıyla neşesini bulur ve beni uyandırana kadar konuşurdu. Ben uyandıktan sonraysa o tekrar uyurdu. Dışarıdaki kuşlara laf yetiştirirdi. Yine öyleydi. Dışarıdaki kuşlarla yarışıyordu. Ben uyanınca sakinleşti ve kahvaltı hazırlığında heyecanlandı. Salatalığını verdik ona da. Kahvaltıdan sonra sessizleşti. Sonra kustuğunu duydum. Kursağındaki yemleri kusarken etrafa fırlatıyordu. Panikle hemen yanıma aldım. Birkaç gündür ruh halim zaten kötüydü. Kabuslar görüyordum alakasız şeyler hakkında. Onu öyle görünce içimdeki sıkıntı bu yüzdendi demek dedim. Bu sefer daha kötü olduğunu anlamıştım. Çünkü.. Çünkü bu kez ilk defa tüneğinden düştü. Bir kuşun tüneğinden düşmesi kötüye işarettir. Bir kuşun kafesin dibinde dolaştığını görmeniz için onun deli olması lazım bundan nefret ederler. Kafesin dibine indiğini yalnızca düşen bir meyvenin peşindeyse görebilirsiniz ya da çok korkmuşsa. Çakıl bir meyvenin peşinde olsa bile kafesin kenarına tutunur kafasını uzatabildiği kadar uzatır meyveyi öyle alırdı asla yere dokunmazdı.

  Çok korkmuştum. Elimize gelmekten nefret ederdi ama başka çarem yoktu onu elime aldım. Hiç kendinde değildi. Elimde onu ısıttım. Vitamin vermeye çalıştım, su vermeye çalıştım, kustuğu için bir şeyler yesin diye uğraştım ama bu kez hiçbir şeyi kabul etmedi. Nazlı da çok endişelenmişti gelip gidip onu izliyor kontrol ediyordu. Sonradan düşündüm de sanırım felç geçiriyordu. Önce midesi mahvoldu. Sonra ayakları tutmaz oldu. Sonra elimin içinde sanki bir kalp tutuyordum. Kalbi pıtır pıtır atıyordu. Korkmasın diye ona ninni söyledim. Sakinleştirdim. Yavru bir kuşun annesini çağırması gibi iki üç kez ses çıkartabildi. Sonra kalbi durdu. Melek oldu benim minik prensim. Nazlı onun gittiğini hemen anladı. Nasıl anladı bilmiyorum ondan bir anda korkup geriye doğru sıçradı ve panikle havlamaya başladı. Çakıl'ı bir prens gibi erik ağacının altına gömdük.

  Kaç gündür kendimi yeni toparlayabildim. Belki bir kuş için üzülmek çoğu kişiye anlamsız gelebilir ama o benim bebeğimdi. Kahvaltıda salatalık yerken onun artık olmadığını unutup yanlışlıkla onun için ayırıyorum veya pencereden rüzgar girdiğinde üşür diye tam düşünecekken artık olmadığı aklıma geliyor. Dışarıda kuşlar öterken cevap vermesini bekliyorum fark etmeden kafesinin olduğu yere dönüp bakıyorum.. Sesini özledim. Resimlerine bakamıyordum bugün bakabildim. Onu hep mutlu yaşatmaya çalıştım. Daima yanımda olup bana arkadaşlık etti. Bu yazıyı da onu hatırlamak ve unutmamak için yazıyorum..

9 Haziran 2020 Salı

Anime Mimi



  Sevgili Manxcat bir anime mimi başlatmış görünce hoşuma gitmişti. O da Mert'in dizi miminden esinlenmiş. Deepsi sen de yap demişti animelere merağım olduğunu bildiğinden ama yazmaya vakit bulur muyum bilemiyordum Aysu da beni mimleyince bu bir kader dedim :D Çok güzel oluyor bu mimler bilmediğimiz diziler filmler ve şimdi de animeler öğreniyoruz. Çoğusuna katılamıyorum seçmek zor olduğu için ve kuralları da genelde bozarım ve fazladan milyon tane şey söyleyebilirim şimdiden uyarayım :)

  Eveet 5 tane en en en sevdiğim animeyi seçmem lazımmış. Ama hepsi benim bebeklerim nasıl seçebilirim yine de deneyeyim :) Şimdi ben numara veremeyeceğim çünkü işin sonu nereye varacak gerçekten bilmiyorum. Ufak tanıtımlarla bir yere varırız her halde. Hııı bi de Miyazaki sensei ve diğerlerinin filmlerini liste dışında tutacağım onlara da başlarsam bitmez bu yazı yani sadece dizi olanlardan söylüyorum şimdi :D

Bleach: Tite Kubo tarafından yapılan müthiş seri. Tite Kubo tıpkı Stephan King gibi bu seriye devam etme konusunda hayranları çıldırtıyor. King de Kara Kule serisi için aynı performansı sergiliyordu :D İchigo Kurosaki lise öğrencisi. Annesini kaybettiği günden beri ruhları görebiliyor. Bir gün bir ölüm meleği ile yolları kesişince bu yeteneği daha anlamlı bir hale bürünüyor. Kendisinin ruh gücü çok yüksek olduğu için peşinde onu yemek isteyen çok kötü canavarlar var bunlara hollow deniyor. Kendisinin yüzünden hollow kardeşini yakalayınca ve ölüm meleğiyle karşılaşınca olaylar karmaşık bir haldeyken bir şekilde meleğin yeteneği kendisine geçer ve ölüm meleğine dönüşür. Böylece önce kardeşini kurtarır ve daha sonra canavarları avlaması için ölüm meleği olan Rukia'ya yardım eder. Fakat olaylar bu kadarla da kalmaz. Rukia'nın kendi güçlerini bir insana vermesi büyük suçtur ve ruh toplumu peşine düşer. İkisi karmakarışık olayların içine düşer.

Death Note: Ölüm meleklerinden birinin sırf canı sıkıldığı için dünyaya fırlatıp attığı ölüm defterini bulan bir lise öğrencisinin başta kahramanca davranıp sonra yoldan çıkışının dramı desem :D Lighto son derece zeki bir hukuk öğrencisi. Defteri bulunca kendini tanrı zannetmeye başlıyor ve deliriyor. Önce suçluları deftere yazıp öldürürken sonraları kimliği ortaya çıkmasın diye önüne geleni öldürmeye başlıyor. Ryuzaki müthiş zeki tatlış ponçik dedektifimiz ise onun peşinde. Satranç gibi zeka savaşlarının arasında kalıyoruz izlerken müthiş :) Ayrıca 3 uyarlama filmi ve bir yabancı dizisi var. Tabi hepsi de bir mangadan uyarlama.

D. Gray-man: Katsura Hoshino tarafında yazılmış çizilmiş manga serisinden uyarlanma. Allen Walker Kara Emir grubuna üye bir Exorcist. Millennium Earl ve Akuma ordusuna karşı verdiği mücadeleyi izliyoruz. Bütün karakterlerin birer yeteneği ve anılarla dolu dolu hikayeleri var. 103 bölüm. Devamı da dgray man hollow isminde galiba o da 13 bölüm. Çok derinlikli karakterler var tamamını izlememiştim yeniden izlemek istiyorum :)

Devil May Cry: 2007 yapımı bir seri. Aynı isimli bir video oyunundan uyarlama. Dante insan bir anne olan Eva ve Şeytan babası Sparda'nın melez çocuğu ve iblis avcısıdır. İşlerini yürüttüğü bir ofisi vardır ve kendisine gelen iblis davalarını orada inceler kabul eder filan baya resmi takılıyor :D Bir gün büyük bir mirasın varisi olan bir kızı koruma görevi verilir ve olaylar karışır. sanırım iki bölüm filan izlemiştim sonra okula başladığım dönemde devam edemedim merak ediyorum hala :)

Sailor Moon: Bunu tanımayan yoktur herhalde :D çocukken okuldan çıkıp eve koşardım saat 4 gibi başlardı tam zamanında evde olurdum. ah mazi :) ah smokinli şovalye mamoru ve chibi chibi :) Şu sıralar yeniden izliyorum :)

Full Metal Alchemist Brotherhood: Hiromu Arakawa'nın yazdığı bir seri. İki kez animeye uyarlanmış ilki mangadan biraz farklıymış izlemedim. Benim söylediğim ikincisi ve manga ile uyumlu. Simya gücüne sahip olan insanların ve değişik teknolojilerin bir arada bulunduğu kurgusal bir dünya. Küçük yaşta annelerini kaybeden Eduardo ve Alphonso Elric kardeşler simya yetenekleriyle annelerini geri getirmeye çalışırlar. Fakat Simyanın temel kuralı eşit takastır. Eşit takas sağlayamadıkları için annelerinin yerine bir canavar gelmiştir ve çok hızla kaosa dönüşen işlem sonucunda Alphonso'nun bedeni ve kendi sağ kolu yok olmuştur. Eduardo son anda kardeşinin ruhunu kurtarır ve onu bir zırha mühürler. Zırh beden görevi görür. Şimdi de hem annelerini yeniden canlandırma hayalinin yanında kardeşinin bedenini geri alma mücadelesi de vardır. Bu süreçle devlet simyacılar birliğine katılır ve ordu için çalışırlar ve garip olayların içine düşerler. Çocukların kayıp olan babaları da olayların tam ortasındadır. Oldukça duygusal heyecanlı maceralı ve müthiş bir anime. Kardeşine zarar vermenin vicdan azabı Eduardo için büyük bir acı. İki kardeşin ve arkadaşlarının macerasını izlerken olaylara kapılmadan duramıyor insan. Bunun bir de filmi çıktı ama bana kalırsa anime kadar detaylı ve açık değildi. Ve başka ovaları da bulunmakta ama izlemedim daha.

Yume-iro Patisserie:  Ichigo Amano anneannesine olan özlemi eşliğinde pastacılık hayallerinin peşinden gider. Ona yardım eden bir perisi vardır. Periler sihir ve pastalarla dolu bir seri :)

Gumball: Mavi kediiii <3 kardeşi ve babası tavşan, annesi kedi, üvey kardeşi de bir balık daha ne diyeyim çok eğlenceliler :) çok da zekice espriler var :)

Samuray Jack: Sadece alıntı yapıyorum bu bile izlemek için heyecan verici " Uzun zaman önce, uzak bir ülkede ben Aku karanlığın şekil değiştiren efendisi, serbest bırakılmış korkunç bir şeytandım. Ama, sihirli bir kılıç kullanan, ahmak bir samuray savaşçısı önüme çıkıp bana karşı koymaya çalıştı. Son darbe vurulmadan önce, zamanda bir kapı açtım. Ve onu kötü ruhumun hakim olduğu geleceğe yolladım. Ve şimdi o ahmak geçmişe dönmenin ve geleceğin kendi olan Aku'yu mahvetmenin yollarını arıyor." İşte böyle diyor kötü karakter :) Çizimleri ve detaylarıyla harika :)

Esrarengiz Kasaba: Bir Disney serisi. Gizemli bir kasabada babalarının amcasının yanında yazı geçiren ikiz kardeşler Mabel ve Dipper'ın başından geçen tuhaf olaylar. Canavarlar. Büyüler. Bilimsel şeysiler. Kardeşlik ve dostluk da çok sevimli. Olaylar kasabanın 30 yıllık gizemli geçmişini anlatan bir günlüğü bulmalarıyla başlıyor. Amca olayların hayal olduğunu savunup çocukları bundan uzak tutmaya çalışsa da o da gizemin tam ortasındadır. Müthişli :)

Sevimli Hırsız: Diğer ismiyle Kamikaze Kaitou Jeanne. Ay savaşçısı döneminden yine bir tatlış seri :) Mangası 7 bölüm animesi 44 bölüm. Kızımız Marron başta sıradan bir hayat sürse de aslında o Jeanne d'Arc'ın reenkarnasyonudur. Bu nedenle kötülük onun peşini hiç bırakmaz ve küçükken ailesi tarafından da terk edilir. Yakın arkadaşı Miyako ile yaşarken bir koruyucu melek ile tanışır. Böylece kötülükle savaşmaya başlar. Sanat eserlerinin içine gizlenip insanların ruhunu yiyen ruhlarla savaşır. Bunu sonuna kadar izlememiştim yine çocukken tvde vardı. Belki günümüzde sıkıcı olabilir ama hatırlayınca bahsetmeden duramadım :)

Another: Gizem korku gerilim türünde en sevdiğim türlerden yani :) Tsutomu Mizushima tarafından yapılmış ve Yukito Ayatsuji'nin romanından uyarlanmış. Şimdi bunu nasıl özetlesem bilemedim. Sakakibara lanetli olduğu söylenen ve sahiden de öyle olan bir sınıfa yeni kayıt olan bir öğrencidir. Sınıfın laneti tüm okul tarafından kabul edilmiş durumda ve bu yüzden sınıfta bazı öğrenciler herkesi lanetten korumakla ve kuralları uygulamakla görevlendirilmiş. Sınıfta her yıl bir "Olmayan" belirlenir ve o kişi sınıfta yokmuş gibi davranılır. Böylece sınıfta fazla sayıda artmış bir öğrenci olmazsa lanetten o yıl kurtulacaklarına inanırlar. Hatta bunu başardıkları bir yıl da olmuş galiba geçmişte. Ama hiçbir şey bilemeden olayların içine düşen Sakakibara "Olmayan" ile konuşmaya ona sorular sormaya ve varlığını sınıfta kabul etmeye başlayınca lanet işlemeye başlar. Olmayan olarak seçilen Misaki Mei tüm hareketleriyle en sevdiğim karakterlerden oldu çünkü onun böcekleri çiçekleri balıkları inceleyişini kendime benzettim hep :) Çizimleri ve müzikleri de şahaneydi. Korku filmleriyle aranız iyiyse izleyin derim :)

Charlotte: Pastasına bayılırım ama bu pasta ile alaklı bir anime değil :D Bir grup genç özel yeteneklere sahiptir. Peşlerinde bu yetenekleri kullanmak veya yönetmek isteyen kötü bilim adamları ve onları korumak isteyen kişiler de vardır. Zamanda kayma durumları zihin oyunları. Güzel ilerlerken bir anda hızlıca bitmesini sevmedim. Konu çok güzeldi ama kısa bir anime olsun diye çok dar bir alanda sıkışıp kalmış. Daha detaylı daha derin şeylerle iki sezonluk bir şey olmasını beklerdim. Yine de güzel :)

Hime-chan No Ribbon: Megumi Mizusawa tarafından yazılmış ve sonra 92 yılında animeye dönüştürülmüş. Yönetmenin ismini bilemedim. Büyüler Dünyası'ndaki her insanın, gerçek dünyada bir kopyası vardır Prenses Erika ile tanışan Himeko ondan kırmızı bir kurdele alır bu sayede istediği bir insana bir saatliğine dönüşme yeteneği kazanır. Eğer dönüşümlerinde bir saati aşarsa sonsuza dek o formda yaşamak zorunda kalacaktır buna dikkat etmesi gerekir. Konusu özetle böyle oldukça sevimli ve eğlenceli bir seri :)

Last Exile: Yönetmeni Koichi Chigira. 2003 yılında ilk kez yayınlanmış. Ben tvde türkçe dublajlı izlemiştim sanırım. 26 bölümden oluşuyor. Claus Valca ve Lavie iki yakın arkadaş ve hava kuryeliği yaparak yaşıyorlar. İkisinin de babaları hava kuryeliği yaparken çok tehlikeli bir bölgeden geçereken vefat etmişler. İkili bu tehlikeli bölgeden bir gün başarı ile geçmeyi hayal ediyor. Bir gün kuryelik görevi sırasında garip bir aracın bir başka kuryeyi vurup düşürdüğünü görür ve yardıma giderler. Pilot ağır yaralıdır. Kargoyu onlara emanet edip yerine ulaştırmalarının çok önemli olduğunu söyler. Kargo ise küçük bir kız çocuğudur. Olaylar karmaşık gizemli bir hal alır. Bunu yakınlarda yine izlemek istiyorum çok etkileyiciydi bence :)

Legend of Zorro: Zannedersem 52 bölümden oluşan Katsumi Minoguchi uyarlaması. Bu da çocukluğumdan :D Keyifli ve heyecanlıydı. Bir de ben Zorro karakterini severim zaten.

Cinderella Monogatari: Bütün sindirella uyarlamaları hoş fakat benim en sevimli bulduğum Hiroshi Sasagawa'nın 1996'da yaptığı 26 bölümden oluşan bu serisi. Ay savaşçısı gibi çok minnakken izlediğimden bu denli seviyor olabilirim. Yutupta türkçe bölümleri yüklenmiş az önce buldum çok mutlu oldum :) Diğer tüm uyarlamalarda sarışın ve mükemmel saçları olsa da bu seride kızımız kahverengi düz sönük saçlara sahip çok sıradan bir görüntüsü var en çok da bunu seviyorum sanırım :) Bir de o müziği yok mu ah hala kulaklarımda çalıyor. Onu bulamadım yutuptan yabancı versiyonlarında var türkçe olanlarında kesmişler bulursanız bana da söyleyin :)

Fate Zero / Fate Stay Night / Fate Unlimited Blade Works: Şimdilik bu üç sezonu biliyorum ama devamı da gelecek sanırım. Ve ben bunların da tamamını izleyemedim yarım kalmıştı. Bu çok geniş çok aksiyonlu bir seri. Konusunu nasıl açıklasam bilemiyorum ama ilk başta şunu söyleyebilirim ki her şey kutsal kase kavramıyla alakalı. Kutsal kaseyi kazanan kim olursa olsun dileği gerçekleşecek. Fakat böyle bir gücü kazanmak kolay değil elbette. Kase on yılda bir ortaya çıkıyor ve her çağdan yedi tane kahramanın ruhunu çağırıyor. Bunlar geçmişte veya gelecekte dünyaya büyük etkisi olmuş insanlar mesela Büyük İskender gibi. Bunlar da sınıflar halindeler mesela archer okçu, saber kılıç ustası, caster büycü vs. Bu ruhların efendisi olacak yedi tane büyücü seçiliyor. Sonra da kaseyi kazanmak için bu yedi efendi birbirine karşı savaşıyor. Son bir kişi kaldığında kutsal kase ortaya çıkıp dileği yerine getirecek. Bu savaşları takip eden kuralları koruyan bir de rahip var. Bir efendi savaşta yanındaki kahraman ruhu kaybederse onun can güvenliğini sağlıyor rahip. Efendi ve kahraman arasında bir çeşit sözleşme yemin gibi bir durum var. Ona tümüyle hükmedemiyor efendiler anlaşarak konuşarak işleri yoluna koymak zorundalar çünkü üç adet hüküm verme hakları var tümünü kullanırlarsa efendilik hakları tamamen bitiyor ve yarıştan da atılıyorlar. Bu haklar oldukça güçlü ve isterlerse kahraman ruha intihar etme emri bile verebilirler. Eğer bir kişi komut hakkı bitmemişse ve kahraman ruhunu kaybettiyse efendilik haklarını kaybeden başka birinin kahraman ruhu ile anlaşma yapabiliyor. Şunu da söylemeliyim ki stay night ile unlimited birbirine benziyor ama sonları aynı değil ben daha onu izlemedim ama açıklaması böyleymiş. Karakterler aynı ama işleyişler farklıymış farklı tercihler ve farklı bir olay örgüsü sanırım. Tamamnını izlemesem de listeye sonradan almaya karar verdim çünkü ben oldukça etkilenmiştim. Aksiyon dolu ve satranç oyunu gibi adeta. Ayrıca görüntüler enfes :)

Guilty Crown: 22 bölüm su gibi bitiveriyor. İki mangası bir de romanı var ve sanırım bir de bilgisayar oyunu var. Bir de görsel roman ve ayrıca 15 dakikalık bir ovası var. Anime boyunca etkileyici müzikler çalıyor. Müziklkeri Ao no Exorcist ve Shingeki no Kyojin animelerinin müziklerini hazırlayan Sawano Hiroyuki hazırlamış. Konusu şöyle: 2029'da büyük bir virüs salgını patlak veriyor. Büyük bir kaos yaşanıyor ve buna daha sonra Kayıp Noel adını veriyorlar. Japonya salgın dolayısıyla BMden ve güçlü yerlerden yardım istiyor ve Japonyaya bunların askeri birlikleri giriyor. Bu birlikler salgını kontrol altına alır fakat ülke de bir çeşit işgal durumunda kalır. Her şey bu birliklerin kontrolündedir. Ve on yıl sonra bu birliklere karşı ayaklanıp tekrar bağımsızlık isteyen kişiler mücadele vermeye başlar. Kahramanımız Ouma Shu bu mücadelenin içinde yanlışlıkla "Kralların Gücü" denilen bir gücü ele geçirir ve kendisini özgürlük için savaşanların içinde bulur. Konusu özetle böyle ama daha derin ve müthişli :) Yine görüntüler harika tabi :) Bu arada başka bir anime olan Code Geass ile konu benzerliği var ve o da çok iyi animelerden ama ben bunu daha çok seviyorum hatta keşke daha uzun olsaydı :) İnsanlar arasındaki bağ ve evrim teması üzerine düşündürücü yanları da var :)

Avatar ve ardından tabi ki Avatar Korra: Son hava bükücü ve devamındaki hikayeyi hepimiz biliyoruzdur o yüzden anlatmayayım biraz da yoruldum açıkçası :D

Ayy işte böyle daha yazarım tutamam kendimi ama yeter değil mi durayım burada nefes alalım :) kendi kafamda türlerine göre renklendirdim isimlerini yazıya bi renk gelsin diye :) İzleyin hepsiniiii :)

Bu mimi yapmak isteyenler yapsınlaar bir sürü yeni anime öğreneliiim :D

Hıı bir de şunları dinleyin hadi <3

Ufuk Beydemir - Gerçek Nerede                   Ece Barak - Castle in the Snow (Kadebostany Cover)


S..

1 Haziran 2020 Pazartesi

Ağaç Ev Sohbetleri 41


  Selamlaar! Umarım herkes iyidir. Zor süreçlerden geçiyoruz, bazen bunalıp depresyona girsek ve her türlü negatif duygu ve düşünceye açık hale gelsek, hayata karşı alıngan olsak ve saçmalasak da bence bu süreci iyi atlatıyoruz. Unutmayın sadece siz değil herkes deli, herkes deliriyor. Durumu abartmayalım. Bazen delirmek de iyidir. Sevdiklerinizle ilgilenin ve onlara sevginizi belli edin. İhmal etmeyin. Kırmayın. Bir iki çift güzel söz ve ilgi hem sizin kalbinize hem onların kalbine iyi gelecektir. Yakında her şey düzelecek buna inanıyorum. Bu süreçte okumak yazmak ve farklı şeylerle ilgilenmek, evlerimizi ve insanlarla olan ilişkilerimizi düzene koymak, temizlemek, derleyip toparlamak ruhsal açıdan iyi geliyor. Her gün bir öncekinin aynısı gibi yaşamamalıyız. Her gün düşünmek için yeni bir fikir bulmalı, uğraşması için zihnimize yeni bir şeyler sunmalıyız... Yazıya ne için başladım neler diyorum durun olay bu değildi. Dırırırııım! Ağaç evin kırk birinci konusu bu hafta bendee, kırk bir kere maaşallah derlerdi değil mi :) Sorum da aynen şöyle: 1. Kendi çektiğin ilk fotoğrafı hatırlıyor musun? 2. Neyi fotoğraflamıştın? 3. Bunun için bir fotoğraf makinası mı kullandın bir telefon mu? 4. Çektiğin fotoğrafı ve o anı anlatır mısın?

  Bu soru geçenlerde en eski filmler ve fotoğraflar hakkında bir belgesel izlerken aklıma geldi. Soruyu arkadaşlarıma sormuştum ve sonra düşündüm ki ağaç ev sohbetleri için de iyi bir soru bu. Belgeselin adını hatırlamıyorum tvde görmüştüm ve sonuna yetişmiştim. Hayatımızın görsel belgeleri ve şahitleri olan fotoğraf ve videoların ortaya çıkışını ve insanların buna gösterdikleri tepkileri izlemek hoştu. İlk defa bu nesneleri gören insanlar utangaç, meraklı ve heyecanlı görünüyorlardı. Tıpkı hep mahrum kaldıktan sonra ilk defa lulaparka giden bir çocuk gibi. Bazen heyecanla merak ettiğimiz bir şeye dokunsak bulut olup dağılıverecek gibi korkarız dokunmaya. Bazen de heyecanımızın geçmesini bekleriz. Hediye alınca paketini hemen açmamak gibi. İçindekini merak edip düşlemek ona hemen kavuşmaktan daha heyecanlı gelebilir. Çocukken aldığınız ilk bisiklet gibi. İlk başta boyasının baloncuk olmuş bozuk kısımlarına kadar inceler, seyredersiniz. Zincirinin nasıl hareket ettiğine bakarsınız. Heyecanlı ve utangaç bir dokunuş sonrası sürme denemeleri başlar. Herhalde video ve fotoğraflar ve onları kaydeden bu cihazlar da bunlara benzer birer his veriyordu başlarda. İnsanlar ilk kez yaşadıkları bu deneyim karşısında heyecanlı, utangaç, minik birer çocuğa dönüşüyordu.

  İşte bunları düşünmek bana ilk kez fotoğraf çektiğim anı anımsattı. Çocuktum yaşımı hatırlamıyorum ama 5'ten büyük ve 10'dan küçük olmalıyım. Babamın eski fotoğraf makinesini bulmuştum. İçine film konanlardan. Çok fazla kullanılmaya fırsat olmadan sandığa kapatıldığı için kullanılmamış bir film rulosu da duruyordu. Babama ait olduğu için de çok heyecanlanmıştım. Hala çalıştığından emin değildim bu yüzden dayıma kontrol ettirmiştim ve çalıştığını söylemişti. Çok sevinmiştim çünkü anıları biriktirmeye o zamanlar bile meraklıydım. İnsanların zamanla değiştiğini fotoğraflarda görmek çok kolaydı. Ve bunu zaman içinde kendimiz asla fark edemiyorduk. Sesimiz değişiyordu ama fark etmiyorduk. Cildimizin ışıltısı, saçlarımız, boyumuz değişiyordu. Bir insanın çocukluğu ve 80 yaşındaki hali bu kadar farklıyken aynı kişi olması bana o yaşta acayip geliyordu. Anneannem sanki hiç çocuk olmamış hep aynı yaştaymış gibiydi ve tanıdığım en yaşlı insanlardan biriydi. Halbuki o zamanlar altmış yaşına yeni girmiş olmalıydı. Şimdi ona bakınca o zamanlar ne kadar gençmiş diyorum. Kardeşlerime düşkünlüğüm bir annenin çocuğuna düşkünlüğü gibidir. O yaşta da öyleydi. Onlara sarılır başlarını okşarken bir çiçeği sever gibi severdim. Hala öyle gerçi. Annem ve kardeşleri arasındaki bağa bakınca onları izledikçe bizim gelecekteki halimizi merak ederdim. Büyüdüklerinde nasıl olacaklarını merak ederdim. Nasıl değişimler yaşayacaklardı. Nasıl insanlar olacaklardı. Neler yaşayacaklardı. Hep çocuk yanlarını korusunlar diye dua ederdim. Hala bu duayı ediyorum hepimiz için. İşte onların o yaştaki hallerini saklamak istedim. Kaç yıllar sonra o fotoğrafa bakacak ve değişimi görecektim. Ve hala aynı kalan yönlerini. Ve o anı hatırlayacak mıyız diye merak ediyordum. Makineyi kullanmak için gün ışığına çıkacağımız bir vakti bekledim.

  Sokaktaydık o sırada. Sanırım oyun oynuyorlardı. Kız kardeşim benden iki, erkek kardeşim de dört yaş küçük. Hava bahar havasıydı ama gece yağmur yağmıştı. Yerde su birikintisi vardı. Suyun içinde gökyüzünün aksi vardı ve çok hafif esen rüzgar yüzeyi minik minik titretiyordu. Doğadaki böyle detayları seyretmeye pek meraklıyım o yüzden bunları çok iyi hatırlıyorum. Beyaz bir ördek yanlarından geçiyordu. Biz küçük olduğumuzdan ördek pek büyük gelmişti gözüme. İkisine seslendim ve birbirlerine sarılmalarını istedim. Yan yana durdular. Güneş yaz öncesi tatlı sıcak ve parlaktı. Poz vermeyi bilememenin şaşkınlığı üzerlerinden akıyordu. Kız kardeşim ona sarılırken erkek kardeşim sopa yutmuş gibi dimdik duruyordu. Gülmesini de pek beceremiyordu ağzını büzüyordu gülmekten utanır gibi. Kız kardeşim bu işten memnundu çünkü bebeklik fotoğrafı az olduğu ama benim çok olduğu için hep üzülürdü. Bu yüzden kocaman gülümsemişti. Ve ben bu hallerini o fotoğraf karesine sığdırmıştım.

  İşte böylee :) Belki biraz uzun yazmış olabilirim ama başlayınca tutamadım kendimi umarım sıkılmadınız. Sizler neler anlatacaksınız merak ediyorum hadi başlayın :)

  S..

16 Mayıs 2020 Cumartesi

Ay Işığında Toz Tanesi

Okurken dinleyiniz :)

  Başını okşayan el ondan uzaklaşırken gözlerini açmadı. Adımların sesinden onun hareketlerini tahmin edebiliyordu. Sağ eliyle yorgunluk çöken gözlerini ovuşturduğunu, üzerindeki örtüyü düzeltirken sol ayağına ağırlık verdiğini, derin bir nefes alırken gözlerini sımsıkı kapatıp açarak yüzünde yorgunluktan mı kederden mi olduğunu anlayamadığı o donuk ifadeyi bir an için bozduğunu görür gibiydi. Ayakta durmuş onun kapalı gözlerini kontrol etmişti. Sonra yumuşak adımlarla önce pencereye gidip kilidi kontrol etmiş ardından tekrar yanı başına gelerek komodinde duran kandili eline alıp usulca kapıya ilerlemişti. Kapının aralık kalmasından korktuğunu bildiği için ses çıkartmadan tamamen kapatarak sonunda dışarıya çıkıp uzaklaşmıştı. Bekledi. Çevrede hiç hareket kalmadığından emin oluncaya dek ama uyuyakalmamaya dikkat ederek bekledi. Heyecandan kalbi bir kuş gibi pıt pıt çırpınıyordu. Sonunda zamanı geldiğine emin olduğunda harekete geçti.

14 Mayıs 2020 Perşembe

Ağaç Ev Sohbetleri 38


  Ağaç ev sohbetimiz bu hafta Aysu'dan gelmiş. Hoş bir konu seçmiş :) Normalde bu hafta yazamam belki diyordum yoğunluktan ama yine geçmişten bir şeyler hatırlatınca yazayım dedim :)

  Konumuz: "Kelimeleri çok değerli buluyorum, kendimizi ifade etmemizi sağlıyorlar ve günlük hayatımızda çok önemli bir yer kaplıyorlar. Bu yüzden sorularımı kelimeler ve kelimelerle bir yönden ilişkili olan dil hakkında seçeceğim. Dil konusuna girmişken ilk olarak olmazsa olmaz bir soru sormak istiyorum: Dilimizin içerisinde bulunan yabancı sözcüklerle ilgili ne düşünüyorsunuz? İkinci ve son olarak da sizin için değerli olan, ister günlük hayatta sıkça kullandığımız ister dilimizin derinliklerinden gelen, bilinmedik bir sözcük söylemenizi istiyorum. Bu sözcük hakkında bir şeyler de duymak isterim! Sizin için neden değerli olduğu gibi :)" diyerek sormuş Aysu. Şimdi kendimi kaptırıp gideceğim konuya ne yazacağımı tam bilmiyorum :D

  Farklı kelimelerden hoşlanırım. Eski veya yeni fark etmez bazen bir kelime hoşuma gider ve sürekli kullanırım. Bazen kelime uydurmayı da severim başkaları için anlamlı olması önemli değil çünkü ona anlamını ben veya sevdiğim birileri katıyordur ve bu bizim için yeterlidir. Sonuçta kelimeler insanlar arasında iletişim kurma çabasıyla ortaya çıktı ve bunun daha anlamlı hale gelmesi harika bir şey. Bununla birlikte dilin kurallarına uyulması gerektiğini ben de savunurum. Mesela de'leri ayrı yazmak, hangi ki'nin ayrı hangisinin birleşik olacağına dikkat etmek gibi şeyler. Fakat bunu günlük konuşma dilinde önemsemem. Yanlış kullananları ve bilmeyenleri de kınamam bu konuda takıntılı değilim. Samimi olduğum ortamlarda veya yakınlarımla çok rahat konuşurum. Babam, "geliyorum" demek yerine "geliyom" dememe veya "evet" yerine "hee" dememe çok kızardı, İstanbul Türkçesi veya kitap Türkçesi de denilen, yöresel etkilere maruz kalmamış bir dil ile konuşmamı isterdi mesela ama bazen ihlal ediyorum kuralları kendi yaşantımda :) Yorum yaparken de rahat konuşmayı severim. Kelimelerdeki harfleri uzatarak yazabilirim mesela "ne kadan daa güzeeel" diyebilirim, bu tamamen samimiyetten. Ama ciddi ve resmi olmam gerektiği yerde de doğru Türkçe kullanırım.

  Bunu bir kenara bırakırsak ilk soruya dönelim, yabancı kelimeler hakkında olana. Bir dili bozmadan ve en iyi şekilde kullanmak onun zenginliğini keşfetmek önemlidir. Bununla birlikte yabancı kelimeler de dile yeni zenginlikler katabilir diye düşünüyorum. Hiçbir dili bir diğerinden üstün veya aşağıda göremem hepsinin kendi yapısı, kuralları ve bir zenginliği var. Bir ismi veya terimi zorla Türkçeleştirmeye çalışmak bazen komik oluyor. (Tdk eskiden daha verimliymiş sanırım bu konuda.) Elbette yerel bir karşılığı varsa kullanmayı tercih edebiliriz fakat selfie yerine özçekim gibi bir kelime bana acayip geliyor. Sadece Türkçede değil pek çok dil kendi içinde yabancı kelime barındırır. Bu hem kültürel etkileşimden kaynaklıdır hem de yerel olmayan bir şeylerin ülkeye girmesiyle onun teknik yönleri ve ona özel başka birçok kelimeyle birlikte geliyor olmasından kaynaklanır. Bu tür kelimeleri yabancı görüp alerji olmamalıyız bence. Televizyon kelimesine bakalım bunun neresi Türkçe? Ama kullanıyoruz çünkü ne bileyim "temsilgeç" gibi bir şey kullanmak acayip olurdu ve nesne de yabancı zaten. Neyse anlatmak istediğimi yeterince açıklayabildim mi bilmiyorum ama diğer soruya geçmek istiyorum :)

  Sıkça kullandığım bir şey seçemedim şuanda ama düşününce okunuşu hoşuma giden kelimeler çok fazla var. Lakırdı, letafet, pejmürde, revak.. ilk bunlar geldi aklıma. Bir de farklı dillerden alıp hoşuma gittiği için kullandıklarım var. Palli çabuk demek korece mesela. Nomu çok demek. nomu nomu uykuuu :) İngilizce okunuşu en hoşuma gidenlerden feel var bir de. Başka aklıma gelmedi şimdi. Bugün güneş pek pejmürde fakat gülüşün yine şahsına münhasır bir letafet :D

  Küçükken, herhalde on iki on üç yaşlarındaydık kız kardeşimle bir ara kendi dilimizi oluşturmaya karar vermiştik. Bildiğimiz her kelimenin yerine başka bir şey uyduruyorduk. Tolkien'in elf dili gibi bizim de kendi dilimiz olabilir diye düşünmüştük :D Mesela su yerine maie gibi bir şey diyorduk. hatta ekler nasıl olacak susadım nasıl diyeceğiz diye üzerine epey düşünmüştük. Ne acayip çocukmuşuz düşündüm de :D Tabi bu devam edemedi çünkü yazılı bir kuralı olmadan ve kelimeleri kaydedip ezberlemeden nereye dil oluşturalım :) allahım ertesi günü bulduğumuz kelimeler yok oluyordu hemen :D Bu da böyle bir anı işte :) ağaç ev yazılarını günlük gibi anılarla filan karıştırıp yazmayı seviyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzeree :)

S..