Sayfalar
▼
30 Temmuz 2017 Pazar
Karanlık Dünya Bölüm 2
Fakültenin cam kapıları kapalıydı. Biraz zorlayarak açılmasını sağladım ve geçtikten sonra tekrar kapattım. Arkamdan bir şeyin beni takip etmesini istemiyordum. Burada birilerini bulabileceğimi düşünmüştüm. Ama etrafa dağılmış eşyalar, kağıtlar ve duvara dizili heykellerin kırılmış parçalarını görür görmez umutsuzluk yeniden bedenimi sardı.
Yine de etrafı araştırıp geceyi geçirecek güvenli bir alan ve biraz yiyecek bulmak için ilerledim ve ana merdivenden bir üst kata ulaştım. Her katta iki bölüm iki farklı koridoru paylaşıyordu. Sağa doğru ilerledim. Dört dersliğin de kapıları koridorun bir tarafında saf tutmuştu. Diğer tarafta geceye dönmeye başlayan gökyüzünü içeriye davet eden uzun, cam bir duvar vardı. Yavaşça ilerlerken açık duran kapılardan içerilere göz attım. Derslikler bir zamanlar burada bulunmuş olan öğrencilerden geride kalan birkaç eşya dışında boştu. Bir tanesinin ışıkları açık kalmış fakat bozulmak üzere olduğundan titreşen lambalar etrafı daha da ürkütücü bir hale getirmişti.
İçeri girmek istemedim ve ilerlemeye devam ettim. Öğretim görevlilerinin odalarının bulunduğu kısma geldiğimde bir yazıcıdan çıktığına emin olduğum bir ses işittim. Ses orta sıralardaki bir odadan geliyordu. Oraya ulaşmama bir oda kalmışken ses kesildi. Ve bu kez de bir sürünme sesi duyduğuma inandıktan sonra kapı aniden açıldı. Korkuyla birlikte donakalmıştım. Şaşkınlığımı üzerimden atıp hareket edemiyordum. O anda içeriden çıkan her neyse beni yakalayabilir hatta daha kötüsünü yapabilirdi.
İki buçuk metreden belki biraz daha uzun bir yaratık dışarıya süzüldü. Çin filmlerindeki yaşlı bilgelerin ince uzun bıyıklarına benzeyen fakat dokunacı andıran iki uzantı burunun altından yere doğru sarkıyordu. Baştan aşağı tuhaf bir boz renge sahipti. Kürkü yoktu. Dev bir mürekkep balığı gibiydi. Bir an için bana bakıp umursamadan esnediğinde, ağzını çepeçevre sarmış olan birkaç sıra sivri diş gördüm. Küçücük ve simsiyah gözlerini koruyan bir göz kapağı yoktu ve kare biçimli bir gözlük takıyor olması dört parmaklı ellerinin arasında tuttuğu bir kağıt tomarı kadar tuhaftı.
Nefes bile alamıyordum. Hareket etmezsem beni görmeyebilirmiş gibi çaresiz düşünceler beynimi kemiriyordu. Bana bir kez daha baktı. Ve sonra öylece yanımdan geçip biraz geride bıraktığım bir kapıdan içeri girdi ve çarparak kapattı. Bunu yaparken gövdesinden geride yerde sürünüp kıvrılarak ilerlemesini sağlayan kuyruğunu kullanmıştı.
Bir an önce kendime gelip orada öyle durmamam gerektiğini fark ettim ve az önce yaratığın terk ettiği odaya ilerledim. İçeriden başka ses gelmiyordu fakat dikkatlice göz atmadan odaya giremedim. Onun ne olduğunu gözlerime baktığı sırada anlamıştım. O bu odalardan birinin bir zamanlarki sahibiydi. Bir bilim insanıydı. Artık bir bilim yaratığı olmuştu. Nasıl bu hale geldiğini anlayamıyordum. Geceleri vahşice etrafta dolaşan canlılar gibi kana susamışa benzemiyordu fakat onlarla aynı sebepten değişmiş olmalıydı.
Odada işime yarar bir şey bulamadım. Etraf darmadağındı. Her yerde kağıtlar ve yığınla kitap vardı. Açık duran bilgisayar ekranında kimyasal bir formülün test sonuçları duruyordu fakat bu benim felaketle birlikte yarım kalan eğitimimle anlamadığım bir seviyedeydi. İçgüdüsel olarak az önceki canlıyı bulmam gerektiğine karar verdim. Burada insan dahi bulamazken o, karşılaştığım insan gibi davranan tek yaratıktı ve bir şeyler planlıyor gibi görünüyordu. İletişim kurabilir miydim, bildiği bir şeyler mi vardı ya da çaresizliğim sonucunda aklımı mı oynatıyordum? O sırada hiçbirini düşünmedim. Tek istediğim içine düştüğüm bu kabusa son vermenin bir yolunu bulmaktı...
Bir kabus dizisi bölüm 2...
S..
28 Temmuz 2017 Cuma
Karanlık Dünya Bölüm 1
Fakülteye ulaşmama çok az kalmıştı. İki tarafı kavak ağaçlarıyla çevrelenmiş geniş caddede park etmiş eski model birkaç araba, devrilmiş bir geri dönüşüm kutusu ve yola saçılmış gazetelerin hareketsiz görüntüsü ürpertici bir tablo gibiydi. Küçük ve mütevazi bahçelerle çevrelenmiş sıra sıra evler ölü iskeletler gibi sol taraftan ileriye doğru uzanıyordu. Evlerin donuk gökyüzünü yansıtan pencerelerine ve mavi gri kiremitten örülmüş çatılarına hızlıca göz attım. Birilerinin beni izliyor olduğu fikrine kapılmıştım ve bu düşünce ensemden mideme dek buz gibi bir mızrakla vurulmuşum gibi hissettiriyordu.
Parmaklıklı ağır metal kapıyla kapatılmış ana geçit caddenin biraz daha ilerisindeydi. Görülmemek için hızla ve eğilip kendimi olabildiğince görünmez yaparak koşmaya başladım. Neredeyse hedefime vardığımda dün geceki yağmur sularıyla dolan küçük bir çukurun başında uzun zamandır ilk defa bir canlıyı zararsız bir şekilde su içerken gördüm. Hareket etmese az daha onun minicik bedeninin orada olduğunu fark edemeyecektim bile. İlk başta içinde olduğum vahametin getirisiyle tetikte olmamdan dolayı irkilsem de onun bir kedi yavrusu olduğunu anladığım anda içimde karmaşık bir fırtına koptu. Canlı ve normal bir şeyle karşılaşıyor olmam inanılmazdı. Fakat böylesine savunmasız bir yavrunun böyle bir kaosun ortasında hayatta kalmış olması hem mucizevi hem de yaşamış olabileceği şeylerin düşüncesiyle dehşet vericiydi.
Kedi yavrusuna doğru onu korkutmamaya çalışarak ilerledim. O anda hızla ilerleyen bir şeyin tehlikesini yalnızca bir anlık göz hareketiyle fark ettim. Yokuştan aşağıya doğru bir araç son sürat yaklaşıyor, hem beni hem de yavruyu tehdit içinde bırakıyordu. Düşünecek bir anım bile yoktu. İleri atıldım ve zavallının cılız bedenini yakalayıp onunla beraber kenara yuvarlandım. Araba son hızla yanımızdan geçip aşağılarda bir duvara çarparak durduğunda ben de harekete geçen sinirlerimle ağlıyordum. O sırada ağlamak beklediğim en son duygu kırıntısıydı oysa.
Kedi yavrusu iyiydi. Onu sakinleştirip sırt çantama koydum ve nefes alabileceği bir açıklık bıraktım. Sonra demir kapıya ulaştım. Elektronik olduğu için açamıyordum bu yüzden tırmanıp üzerinden atladım. Geçitte ilerledikten sonra nihayet fakülte alanındaydım.
Bahçeden dikkatlice ilerledim. Şehrin geri kalanı gibi burası da sessiz ve yalnızdı. Ama hava kararmak üzereydi ve gece çöktüğünde dışarıda olmamam gerektiğini biliyordum.
Bir kabus dizisi bölüm 1...
S..
27 Temmuz 2017 Perşembe
Öykümsü Saçmalıklar
Boğazımda düğümlenen bir şey var. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Yutkunamıyorum. Ağlasam geçer belki ama neye ağlayacağıma daha karar veremedim. Uzun zamandır canımı sıkan her şeyi kafamın içindeki bir dolaba saklıyordum. Yüzümü pencereden giren gün ışığına dönüp dışarıyı izlerken dolabın varlığını bile kendimden gizledim. Biriktikçe birikti raflarındakiler. Görmezden geldim. Ruhumdaki tavus kuşlarını beslemek, nehirdeki çakıl taşlarını boyamak ve her gün pencerede beliren güneşle konuşmak gibi önemli işlerim vardı. Güneşi küstürmemek lazımdı. Giderse bir daha gelmeyebilicek hassas bir ruhu vardı. Dolabın kapakları kapanmaz oldu zamanla. İçindekiler dışarı taşıp dökülmek için fırsat kolluyor ve bilinçaltımdaki gerilim artıyor. Şimdi onları nasıl saklayacağımı bilmiyorum. Hiçbirini görmeye henüz hazır değilim. Belki de dolapla birlikte hepsini nehre atmalıydım. Ama hiç kimse nehir ruhlarını öfkelendirmek istemez değil mi... En iyisi bir gece vakti bir vampir bulup yardımını istemeli. Dev bir yarasaya dönüşüp dolabı en uzak dağların ötesine taşıyabilir. Karşılığında dereotlu domates suyu tarifini öğretirim ve solgun cildinden kurtulduğunda o da mutlu olabilir. Bunu bir düşünmeli...
Öykümsü amaçsız saçmalıklar part:?
S..
24 Temmuz 2017 Pazartesi
İsmi Lazım Değillere
Ay sırf inadına sen şunu yapamazsın diye düşündükleri her şeyi yapmaya çalışıyorum. Sırf inat olsun diye trafik ve araç fobim olmasına rağmen toplu taşıma kullanmaktan geri kalmıyorum. Sen kim oluyorsun da benim neyi yapıp neyi yapamayacağım hakkında fikir yürütüyorsun kim olduğu umurumda olmayan şahıs. Erişilebilirlik sağlamak çok da zor, çok da aman tanrım bir şey değil. Biraz okuyun araştırın ve kafa yorun. Dünyada neler neler oluyor biraz kafanızı kumdan çıkartın da bakın. İnsanlar atomu bırakmış atom altı maddelerle dans ediyor siz hala düşünme eylemini bile gerçekleştirmekte güçlük çekiyorsunuz. Herkes birbirini suçlayıp ötekinden bir şey beklemeye meraklı. Sonra da ah keşkeler, günümüz şartlarılar, bir gün inşallahlar uçuşuyor havada. Kusura bakmayın kimsenin keyfini bekleyecek zamanım yok. Ya değişirsiniz insan olmanın gerçek manasını taşıyan varlıklar olursunuz ya biz sizi zorla değiştiririz veyahut laftan sözden ibaret kalmaya o kadar niyetliyseniz az öteye gider gölge etmezsiniz.
23 Temmuz 2017 Pazar
Günlerden Bir Gün
Günlerden Pazar ama sanki final arefesi ve dolapta puding yok. Puding önemli şey blog. Bir kere bitterli olacak ve sadece sınav döneminde veya kutlama gerektiren zamanlarda yenecek. İnsanlarla olan sınavlar kafamızdaki diyetisyenin onayıyla buna dahil edilebilir pek tabii. Ama mesele bu değil şimdi.
Buraya sürekli upuzun veya anlamlı şeyler yazacak değilim kendine gel blog. Zaten sinirliyim. Bak bu halimi pek göremezsin. En iyisi birisi bana yavru bir kedi bulsun sinirlerimi topraklamak lazım. Kötü enerji birikince kimi çarpacağı belli olmuyor. Buna ben de dahil. Fakat bu gün iyi dayandım kabul etmelisin. Kimse tutmayacağı sözler vermesin kimse de sözünde durmayan birine bir daha güvenmesin. Bu da bu günün mesajı olsun.
Susmak da bir eylem ve tepkidir.
Anlayana.
O kadar.
S..
19 Temmuz 2017 Çarşamba
Bu Gün
Ah bu gün ne kadar da geceydi kadın.
Saçlarında solmuş güneşten tacı.
Gülüşü buruk bir hüzün.
Adımları yorgun bakışları süzgün.
Ne de telaşlıydı bu sabah kalbi.
Mavi bir pencerede gül.
Gülden düşen bir yaprak.
Seher vakti bir yıldızın gölgesi.
Gözleri gökyüzünde elmas tanesi.
Ah bu gün ne kadar da sessiz.
Ne kadar suskun rüzgar.
Zaman ne kadar da durgun bu gün.
Yol hiç bitmiyor.
Bitmiyordu gün.
17 Temmuz 2017 Pazartesi
Eski Kasetler
Eskiden insanlar sevgilerini göstermek, hediye vermek, özür dilemek veya anı biriktirmek için kaset doldururlardı. Ben de o geleneğin son evrelerine şahit olmuştum. Küçüktüm o zamanlar. Ama bilenler bilir ben üç yaşıma kadar olan şeyleri kopuk sahneler eşliğinde çok iyi hatırlarım. Hafızamın tek mükemmel olduğu şey de anılardır zaten hiçbir zaman derslerimde tarihler veya formüller konusunda bu kadar yetenekli olmadım ne yazık ki :) Dayımın ortaokul zamanlarında bir çok kaset doldurduğuna şahit olmuştum. Nasıl yapılacağını bana da öğretmişti. Teyzem bir çok arabesk kaset doldurup kendi kendine dinlerdi. Ben de bir sürü kayıt tutmuştum benim için çok eğlenceli ve bilimsel bir şeydi. Kahverengi şeridin üzerinde şarkıların nasıl da yer aldığını anlamaya çalışmak zaman geçirmek için iyi bir yöntemdi.
Az sonra bu sayfanın altında paylaşacağım şarkı dün hastaneye giderken radyoda çalıyordu. Aracı kullanan dayımın anneme "Bu sana özür dilemek için verdiği kasetteki şarkı değil mi?" dediğini duydum. Heyecanlanmış, nostalji merakıyla gözleri ışıldamıştı. Annem mutluluğunu pek belli edemeyen insanlardandır. Sevindiği zaman gözleri dolar, sesi titrer, yüreği çarpar onun. Ne diyeceğini de bilemez. Bir an şaşırdı "O mu sahi?" dedi. Onlar hatırlamaya çalışıp konuşurken "Ne kaseti o?" diye atıldım hemen aracın arka tarafından. Dayım net cevap vermek istemedi. Hemen rahatlattım çekinecek bir şey yoktu ki ortada "Biliyorum ben babamın neden özür dilediğini. Aman canım geçmiş işte." dedim. Kasetin nerede olduğunu bilmek istiyordum tek derdim buydu o sırada. Bana ait olmayan bir anıyı bir anda sahiplenmiştim. O anıyı korumak benim vazifem gibiydi. Bana miras kalmış, koruduğum sürece yaşayacak bir şeydi. Muhtemelen ne olduğunu bilmeden eskiden bir çok kez o kaseti dinlemiştim. Şimdi bulup bir kez daha dinlemek istiyordum.
İşte bu o şarkı...
Hazal-Sevdalım
13 Temmuz 2017 Perşembe
Güneşin Hatırı Kalmasın
Belki de bir gün yeniden görürüm seni. Karabuğday tarlasının ortasında çiçekler henüz açmışken. Hafif bir meltem eserken şarkı söylersin. Belki de naif bir şiir okursun. Sesini yeniden hatırlarım. Hatırlamakla kalmaz duyarım ta yüreğimde, yüreğimle. Belki bir akşam vakti denize inen sokaklarda koşarken bulurum seni bir çakıl taşının mavisinde. Mavi deniz sağ olsun. Martılarla sohbet eder balık tutarız nihayetinde. Çay içer simit yeriz. Gün dökülür avuçlarımızdan. Güneşin hatırı kalmasın bir şiir de ona yazarız. Belki gülüşünü bulurum gün batımında bir köşebaşında. Çocuklar koşar yokuş aşağı ellerinde uçurtmalar. Elimde uçurtma koşarım peşinden rüzgar arkamda. Bir yaz akşamı bulurum seni düş kapanında. Düşlerimiz düş ağacında, ipek böceği kozasında. Kayan yıldızların düştüğü bir göl aynasında gözlerini görürüm. Gözlerin gözlerim olur uyanırım en sonunda. Eski bir saat durduğu anda. Yeniden görürüm seni.
S..
9 Temmuz 2017 Pazar
Bir Deli Mavi Çakır
Gün nasıl da ağırlaşır.
Nasıl bir ağıt tutturur rüzgar.
Issız deniz köpürür çalkalanır.
Ne bir gezgin ne bir balıkçı teknesi,
Ne de hırçın bir kuşun kanat çırpan sesi.
Yalnızca bulutların parçalanışı doldurur geceyi.
Tanrıçanın usul usul adımları.
Dolaşır fırtınada tüm kıyıyı.
Güneş yeniden doğana dek.
Çağırır ışığın adını arar durur hep.
Gökler öfkeli, kırgın, üzgün.
Gökler bir deli mavi çakır.
Bir akıl tutulması bir düş kapanı.
Anlık bir kalp durmasıydı ömür.
Yorgun bakışları eskimiş zamanın.
Düşer toprağa gözlerinden,
Bir katran bir keder.
Bir yakarış çınlatır yedi katı.
Kopar usul bir kıyamet.
S..
8 Temmuz 2017 Cumartesi
Günlüğümsü Kafa Karışıklığı
Zaman zaman burayı günlük gibi kullandığım doğru sevgili blog. Aslında tam olarak günlük de sayılmaz. Daha çok kafamdan geçen düşünce trenlerini durdurmak için kullanıyorum diyelim. Neden blog yazdığımı, daha doğrusu neden yazdığımı hala bulamadım. Üstelik üniversiteye başladıktan sonra eskisi gibi buralara uğrayamaz oldum. Sevdiğim çoğu blog kapandı, yazarları kayboldu. Geri dönenler olduysa bile yeni isimler ve yeni adreslerle onları bulmam zor. Zaman zaman eski dostlar yorumlarla bana ulaşıyor, arka planda eski günleri yad edip sohbet ediyoruz tabi. Neyse ki çok sevdiğim ve hala hatırladığım gibi var olmaya devam eden bloglar da var. Bir gün onlar da kaybolursa diye korkuyorum.
Hepimizin buradan başka hayatları da var elbette. Kendi koşuşturmacalarımız arasında bunaldığımız, kaçmak istediğimiz anlar oluyor. Bazen ne film izlemek ne de kitap okumak yetmiyor. Çünkü zihnimiz zaten yorgun, zaten yaşamımızın etrafımızı saran pençeleri tarafından çekiştirilip duruyor. Bu nedenle blog en azından benim için büyük bir rahatlama kaynağı oluyor. Sık sık yazamıyorum, son zamanlarda düzenli gelip okuyamıyorum. Fakat kimi zaman kısacık bir süre de olsa buraya uğrayıp sevdiğim bir blogun hala yerinde olduğunu görünce gülümsüyorum. Yorum yapmadan da olsa en son yazılan birkaç yazıyı okuyup kaçıyorum. Yazar arkadaşlarımla aynı filmleri mi izlemişiz, hangi kitabı önermişler bu hafta, acaba bu akşam ne yemek yapacaklar bana da fikir olsa, demek yine müzik zevklerimiz birbirini tutmuş diye kendi kendime konuşarak okuyorum yazıları. Burayı bu kadar çok sevmemin nedeni herkesin rahat ve kaygısız bir şekilde yazıp yorumlara cevap verirken samimi ve saygılı bir ortamın korunması sanırım. Bazen bir blogda bir yazı altında yapılan sohbetleri de okuyorum. Sonra dayanamayıp ben de katılıyorum. O kadar eğleniyorum ki yorum yaparken. Çünkü birbirine alışmış, birbirinin dilinden anlayan insanlar olunca sanki kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi, kimse konuşmayı bırakıp gitmek istemiyor.
Önümüzdeki dönem 3.sınıfa başlıyorum. Bilenler bilir arkeoloji benim astronomiden sonra istediğim en mantıklı bölümdü :) NASA'ya davet edilen bir uzay bilimleri araştırma uzmanı olamıyorum belki, belki uzaylı inceleme fırsatını kaçırdım ama ben de zamana dokunur, bir zaman gezgini olurum dedim. Yine de bir uzaylı fosili bulma imkanım var gibi ne dersiniz? hahah :) Ailem hala hobi için bu bölümü okuduğumu sanıyor olmalı. Ama ben gerçekten de zamana dokunan bir insan olmayı hedefliyorum. Gerçi bölümü seçerken arkeolojinin de kendi içinde bölümlere ayrıldığının bilincinde değildim. Her şeyin bir arada olmasını beklemem hakikaten komikmiş. Protohistorya, klasik vb. şeklinde ayrılıyormuş meğerse. Ben klasik arkeoloji okuyacağımı sonradan fark ettim. Aramızda kalsın. Neyse ki kendisini sevmek için oldukça hazırdım. Konumuza dönersek, okula başladığım zamanlarda her şeye alışmam biraz zor oldu ama çabuk uyum sağlayan biriyim blog. Bu konuda yetenekliyim. En zoru insanlara alışmak oldu. Çünkü ben geç başladığım için son dönem öğrencileri bile benimle yaşıt değildi. Neyse ki ruhum hep benden dört beş yaş küçük olduğu için ve zaten yüzüm gözüm kız kardeşimden ufak olduğumu düşündürüp beni sinir ettiği için uyum sağlayabildim. Diş tellerimin katkısını da es geçemem, beni gençleştiriyorlar ^.^
Elbette ikinci bölümünü okuyanlar, emekli olup yeniden okuyanlar veya dönemi uzadığı için hala okumanın tadını çıkaranlar var. Fakat bunlar benim gibi istisna. Yaşıtım olan çoğu insan artık iş güç sahibi olmuş. Öğretmenliğinin ikinci yılında olanı mı dersin araştırma görevlisi olanı mı dersin, avukat olup savcılık sınavına hazırlananı mı dersin... Ki kız kardeşim de bu yıl mezun oldu ve avukatlığına başlayacak falan... Neyse işte konu anlaşıldı bence. Benim kardeşlerim sınıf arkadaşlarımın yaşındayken bu kadar sorunlu günler yaşamadılar ve yaşamadım blog. Bazen durup şöyle bir uzaktan izliyorum neler yapıyorlar diye. Aklım almıyor bazı şeyleri. Ya ben yaşlanıyorum ya da dünya çok değişmiş. Bir sınıf gezisinde sit alanında az daha yangına sebep olanı mı dersin, kaç yaşında (neredeyse dede) olup ören yerine bilinçli bir şekilde zarar vereni mi dersin... İlk yıl hocaların hepsi bizden bu yüzden nefret etmiştir eminim. Sanırım bu sebeple de bizimle geziler düzenlemek istemiyorlar. Oysa uygulamalı ve yerinde görerek eğitim yaparız diye çok heveslenmiştim. Gerçi gidilecek yerlere ulaşma konusunda da sorun yaşıyorum ya neyse. Yine de birkaç tane anlaşabildiğim, ne yaptığının bilincine varmış, olgun arkadaşım var da sınıfın durumunu kurtaramasak bile bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Yapmayı istediğim şeyleri kafamda sıraya koyup duruyorum blog. Hepsi de zamanın elinde olan şeyler. Sabırsız bir kişiliğim olduğu kadar inatçı ve istediğim şeye odaklanıp onu başarana kadar ilerlemeye devam eden biriyim. Bu da haliyle yorucu olabiliyor. Gelecekte ne kadar başarılı olabileceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Sadece devam ediyorum. Bir şeyler yapıyorum. Planlarımı kafamda sıralıyorum bir kez daha. Hayatımın tüm kontrolü benim elimde olsaydı sanırım hiç korkum olmazdı. İnsanların ruhlarına bağlı iplikler olduğu söylenir. Kader iplikleri. Tıpkı bir kuklanın bedenine bağlı olanlar gibi. İnsanların çoğu iplikleri kendi elinde tutar. Ama ben bir kısmını düşürmüş olmalıyım. Ben bir tarafa çekiyorum ipleri tanrı öbür tarafa sürüklüyor sanki. Bu yaz tatilini önceki gibi hastanede geçirmiş olmam da depresif bir ruh halinin eşiğine sürükledi beni. Umarım gelecek yaz her şey daha iyi olur. Kazıya gitmek istiyorum ben. Bu konuda bir an için gerçekten heveslenip sonra tekrar üzülüyorum. Kazı alanı bana uygun şartlar taşımıyor. Kazı evinden hiç çıkmadan yapabileceğim işler var mı bunu da bilmiyorum. Hocalarla bu konuyu konuşmayı denedim ama pek faydası olmadı. Ne var yani bulunan şeylerin raporunu tutsam çizimini veya yıkamasını yapsam? Bunları alana inmeden yapabilirim öyle değil mi? Ama Kazı evlerini bile basamaklı yapmışlar blog, insaf. Toprak üstünde bana yer olmadığına karar verdim işte bu yüzden su altına ineceğim. O alanda ilerleyeceğim. Son zamanlarda aklımı meşgul edip beni çıldırtan konu bu işte. Sensei tarafından eğitilen bir grup ninjanın en zayıfı, halkanın en dış tarafında kalanı gibiyim. Ama hep o gözden kaçan ninja herkesi kurtarır. Hedefime bir ninja gibi ilerleyeceğim blog. Sabırlı olmayı da öğreneceğim.
Bu arada ne diyordum? Neden yazdığımı bilmiyorum. Evet. Geçtiğimiz dönem sanat felsefesi dersi de bu konuda kafamı iyice karıştırdı zaten. Evlerimize astığımız bir tablo, telefon kılıflarımızın rengi, paylaştığımız fotoğraflar, müzikler, takılarımız, gezdiğimiz yerlerde yaptığımız mekan bildirimleri... Bunları neden yapıyoruz diye sorgulamama neden olan ders sayesinde epey düşündüm. Elbette bir cevap bulmama yetecek bilgi donanımım yok. Bir insan neden kitap, şiir veya hikaye yazar? İşlediğimiz bir konu bunu epey kafama takmama neden olmuştu. Bu sorunun kesin net bir cevabı olamaz. Olmamalı. Neden şiir yazdığımı neden kitap yazdığımı gerçekten bilmiyorum. Bildiğim tek şey yazarken çok eğlendiğim. Bir sahneyi yazıyorum ve mükemmel olana kadar o sahne üzerinde oyunlar oynuyorum. Sahne tamamlanınca büyük bir heyecanla baştan okuyorum. Karakterler gerçekten yaşıyormuş hissi veriyorsa, sahneyi izliyormuşum gibi hissediyorsam bu bana keyif veriyor. Kafamda çok fazla kurgu dolaşırken bunları bir yere kaydetmemek kayıp gibi geliyor bana. Yani eğer bir sebebim varsa muhtemelen sadece eğlenmek için olmalı. Galiba sadece oyun oynayan bir çocuk gibi davranıyorum.
Bu yaz benim için oldukça bunaltıcı geçerken penceremden görünen denizi uzaktan izliyorum. Ruhum denize koşmak için çıldırıyor. Fakat en azından bilgisayar başında vakit geçirmek için bahane yaratmış oldum. Her yaz hastanenin kapısından girmeyi başardığım için kendimi tebrik ediyorum. Bu sayede yarım kalan bir çalışmayı tamamlayabilirim. İstediğim resimleri çizebilirim. Gelecek dönem için bilgi toplayıp ders çalışabilirim. Zamanın boşa gitmemesi için yazabilirim.
Dediğim gibi bu yazının da bir amacı yok. Hiç silmeden aklımdan ne geçiyorsa yazmak üzerine başlattığım bir post oldu. Burada durmazsam da sonu gelmeyecek. Yine yazarım ben blog. Sen buradasın nasıl olsa.
S..