8 Eylül 2018 Cumartesi

Troia'da Bir Zombi


  Bir arkeolog olarak bilmeniz gereken en önemli şey taşların ve toprağın konuşabildiği ve hiçbir şeyi tam olarak bilemeyeceğiniz gerçeğiydi.. O gün Troia'da kazı alanında dolaşırken başıma geleceklerden habersizdim. Yürürken bir yandan da bana sunulan raporları dinliyor, yapılması gerekenleri birilerine söylüyordum. Sabahtan beri gökyüzünde garip kuşlar dairesel bir devinimle dönüp duruyordu. Genelde bu şekilde davranmazlardı. Batıl inançlarım yoktu fakat kötü bir şeyler olacakmış hissi ekibimdeki herkes gibi bana da bulaşmıştı. Köpeğimiz Sushi de sabahtan beri etrafta tedirgince dolaşıyor ve bazen boşluğa doğru sanki bir hayalet görmüş gibi tehditkar şekilde havlıyordu. Normalde oldukça sakin ve neşeli olan Sushi bu gün beni epey endişelendirmişti. Kuşlar ve onun bu davranışı acaba bir deprem olacağına mı işaretti? Bunu bilemiyordum. Neyse ki boş bir arazinin ortasında toprak ve gökyüzü arasında bir yerlerde bir deprem için yeterince güvende sayılırdık.

  Açmalardan birine yaklaşırken bir takım hayret nidaları ve bağırışlar eşliğinde ne oluyor diye merakla oraya koştum. Her tarafımızda bulunan toz toprağın karışımı kıyafetlerimizi de sarmıştı. Soluduğumuz hava bile toz kokuyordu. Tepedeki güneşin konumu herhalde saat bir olmalı diye düşündürdü. Açmanın hemen yanında gölge bir alan oluşturmak için tahta çubuklar ve beyaz bir kumaşla tente yapılmış altına da uzun bir masa yerleştirilmişti. Masanın üzerinde bilgisayarlar, bir takım kağıtlar ve buluntu torbaları ile kasalar vardı. Onların yanından geçip bir araya toplanan insanların arasından kendime yer bularak açmanın başına vardım ve aşağıya baktım. Aşağıda çalışan iki kişi vardı. Birisi fotoğraf makinesini ayarlamaya çalışıyor diğeri de buldukları şeyin üzerini biraz daha süpürüp belirginleştiriyordu. Bir iskelet bulmuşlardı. Üstelik neredeyse tüm halde görünüyordu. Göz çukurları ve diğer kemiklerin yapıları ile kemiklerin kalınlığı erkek bir bireye ait olduğunu düşündürdü. Ama duruşu biraz ilginçti. Normal gömülmemiş olduğunu düşündüm. Dizlerini karnına doğru çekmiş elleriyle de başını korumuş. Yani bir şeyden korkarak ölmüş ve orada kalmış olmalıydı. Daha yakından bakabilmek için aşağıya yanlarına inmiştim. Elimde mavi plastik eldivenler vardı. Daha yakından bakınca kemiklerde tuhaf lekeler gördüm. Delikler de vardi ve bir kısmı da asitli bir şeyle erimiş gibiydi. Bu oldukça tuhaftı.



  Sonra zamanda bir sıçrama yaşadım. O gün hafızamda bir tuhaflık vardı bazı dakikalarımı unutuyordum. Fakat bunu kimseye belli etmemeye çalışmıştım. Bir süre sonra iskeleti çıkartmış ve incelemeye vermiştik. Laboratuvarda kimyasal inceleme yapıyorlardı kemiklere. Delikler ve lekeler bir hastalığın izleri olmalı diyorlardı. Toprakta yapılan incelemelerde kemiği o hale getirecek bir şey yoktu. Ama ne çeşit bir hastalık olduğunu da anlamamışlardı. İşlemler sürerken depoda yangın çıktığı haberini aldık. O sırada yine zamanda ileri gittim galiba veya yine dakikalarımı unuttum. Bana neler oluyordu bilmiyordum ve bu beni korkutuyordu. Kimseye bir şey olmasın diye depoya koştum. Geceydi. Gökyüzü yıldızlarını yangının ışığından saklamıştı. Alevler metrelerce yükseliyordu. Kıvılcımlar etrafa saçılırken yüzümün bulunduğum mesafede bile tutuşacağını sandım. Çığlıklar ve bağırışlar yanan ahşapların çıtırtısıyla birlikte kulaklarıma doluyordu. İnsanlar bir yerlerden buldukları kovalarla sular taşıyor fakat bu bir çare olmuyordu. İçeride bir kişi kaldığını duydum. Yüreğimden bir kuş uçup gecenin içinde kayboldu. İleri atıldım. Ne yapabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu ama bir şeyler yapmak zorundaydım. Kovalardan birini kapıp başımdan aşağı döktüm ve girişe yaklaşmaya çalıştım. Kapıya ulaştığımda içeride alevli bir şeyler yıkılıp girişi kapatırken bir patlamanın şiddeti de beni tekrar geriye savurdu. Yere sırtüstü düşerken dünyanın kızıl bir denizin içine battığını sandım. İçeriye girmenin bir yolu yoktu. Yüreğimden çıkıp giden kuşu aklımın zerrelerinden fırlayıp kaçan kelebekler takip etti. Sonra yine zaman karıştı.

  Sabah vaktiydi yanımda siyahi bir kız vardı herhalde ekibimden olmalıydı fakat dakikaları şaşıran aklım suretleri de silmeye başlamıştı. Onunla birlikte kız kardeşim de bizimleydi. Tek katlı, beyaz sıvaları ve düz bir damı olan bir binanın avlusunda saklanıyorduk. Neden saklanıyorduk? O anda yine her şey karmaşıktı. Sessiz olmaya çalışıyorduk. Avlunun üstü sarmaşıklarla örtülüydü bu sayede gölgeler kıpırdanıyordu çevremizde. Sırtım evin avluya bakan pencerelerinden birine yaslanmıştı. İçerisi karanlıktı ama temiz diye düşünmüştüm tehlike o tarafta değildi. Avlu ve sonrasında bahçe karşımda ileri doğru uzanıyordu. Sol tarafta bir kanepe eskimiş hatta biraz çürümüştü. Hala yaşayan bir yer olduğunda burada oturup çay keyfi yapmak herhalde çok rahatlatıcı olmalıydı. Kanepenin kumaşında eskiden mavi olduğunu düşündüğüm kocaman çiçek desenleri geniş kahverengi lekeler ve kirle kaplanmıştı. Kanepeyle duvarın arasında kıpırdanan bir şey bir anda korkmama neden oldu. Daha dikkatli bakınca gölgeler arasında bir çift gözle karşılaştım. Bu orada ne zamandır saklandığını anlayamadığım küçücük bir çocuktu. Korkuyordu ve sesi çıkmıyordu. Dört veya beş yaşında siyahi bir çocuktu. Çok zayıf kalmıştı. Gidip onu kucağıma aldım. Çok hafifti. Buraya nasıl gelmişti ailesi neredeydi bilemiyordum. Kollarıyla boynuma sıkıca sarılışı korkusunun derinliğini ifade ediyordu. Onu da yanımıza alıp dikkatlice bahçenin ilerisine gitmeye başladık. Orada bir kapıdan dışarıya çıkabileceğimizi düşünüyorduk.

  Avluda bir sürü eşya daha vardı. Hepsinin merkezinde de kenarları hala sağlam olan bir kuyu duruyordu. Fakat kovayı taşıyan ahşap mekanizması parçalanmış birazı içeriye birazı dışarıya düşmüştü. Kuyuda hala taze su olabilir mi bilmiyorduk fakat oradan uzak durmamız gerektiğini biliyorduk. Böyle hikayelerde kuyulardan iyi şeyler çıkmazdı. Bisikletler, sehpalar, çeşit çeşit variller ve daha bir çok cisim etrafta saçılmış duruyordu. Üzerleri yosun ve sarmaşık kaplıydı. Ne zamandır öyle durduklarını tahmin edemedim. İleriye gittiğimizde herhangi bir kapı olmadığını gördük. Tel örgü vardı ve üzeri yine arka tarafını göremeyecek kadar sarmaşıklar ve yapraklarla kaplıydı. Hemen köşede bir masa vardı. Üzerinde bilgisayar gibi bir şey çalışır durumdaydı. Bir anda korkmuştuk çünkü başında bir adam bize arkası dönük şekilde oturmuş ekrana bakıp önündeki bir çok tuşa basıyor ve arada bir kenarda duran cihazla mors alfabesiyle bir şeyler yazıp duruyordu. Yardım çağırmaya çalışıyor diye düşündüm. Yanında bir kanepe vardı. Biz yaklaşırken adam bir kadınla kavga edip onun cansız bir şekilde yığılmasına sebep olmuştu ve kadın şimdi o deri kaplı kanepede duruyordu. Kucağımdaki çocuk onu görünce ağlamaya başladı. Ablasıymış. Ne yapacağımı şaşırdım. Çocuğa onun ablası olmadığını söyledim. Yanımdaki siyahi kızı gösterip unutmuşsun bak ablan burada dedim. Kızın kucağına verdim çocuğu. Kız da şaşırdı ama bir şey demedi. Şuan yapabileceğimiz bir şey yoktu.

  Sonra bütün bu olanlardan daha tuhaf bir şey vuku buldu. Garip hafızam yüzünden bu duruma hazırlıksız yakalanıp paniğe kapılsam da yanımdakiler bir an bile şaşırmamış hatta bunu bekliyor gibiydi. Kanepedeki kadın aniden gözlerini açıp canlandı. Biz hala sessiz durmaya çalışıyorduk. Fakat az daha korkudan yüreğime iniyordu. Sonra anladım. Bulduğumuz iskeletin taşıdığı hastalık buydu. Önce depo ve laboratuvarda bulaşıp karmaşa yaratmış ardından da çevreye yayılmıştı. Ekibimden geriye başka kim kaldığını bilmiyordum. Civardaki bir köydeydik ve burası bile enfekte olmuştu. Bulaşan kişiler önce saldırganlaşıyor vahşileşiyor ve öldüklerinde bir zombi olarak geri geliyordu. Zombi önce hemen yanı başındaki adama saldırdı. Onunla boğuşması bittiğinde gözleri bizi buldu. Bize doğru gelmeye başladı. Her şey o kadar hızlı gerçekleşiyordu ki ne adama yardım etmeye yetişebilmiş ne de ondan saklanacak fırsatı bulabilmiştik. Kızlar dövüş yeteneğine sahipti ellerinde nereden bulduklarını bilmediğim levyeler vardı. Zombi kadınla dövüşüp onu durdurmaya çalışırlarken ben de çocuğu korumaya çalıştım. Sonra zamanı yine şaşırdım.

  Bu sefer tellerden dışarı çıkmıştık kayalıklar vardı ve aşağısı denizdi. Denizde bir gemi vardı. Kurtulanları almak için gelmiş olmalıydı ama gitmek üzereydi. Ona ulaşmaya çalışırken de uyandım.

Not: Bu bir rüya yazısı :) Artık gelenek oldu :D Olaylar olduğu gibi rüyadan. Cümlelerimi anlatırken biraz süsledim sadece :)

S..

12 yorum:

  1. Ooo... aksiyon aksiyon..
    Ben bu kadar net hatırlamıyorum rüyalarımı. Kopuk kopuk oluyor.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Uyuşuk Hayalperest :)

      Yaa benim de net hatırlamadığım yerler oluyor mesela şu zaman kırılması dakikalarını unutma meselesi var ya rüyalarda kayıp olan kısımlar onlar işte öyle zaman şeysiymiş gibi uydurdum bu yazıda :D Ama mesela koltuğun deseni güneşin konumu gibi şeylerin hepsi rüyadan, ayrıntıları net hatırlarım :)

      Sil
  2. Sevgili yazar,

    Tam okuyup kaçmayı düşünürken yine karşılaştım şu minik notunla. Bu ara çokça rüya görüyorum ve hatırlıyorum da genellikle. Belki ben de senden heveslenerek böyle bir yazı deneyebiliyim, bir anda unutmaya başlamazsam rüyalarımı. Neşeli sevgilerle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mutlu Anlar Koleksiyoncusu :)

      Yanına bir not defteri almayı dene uyanır uyanmaz da rüyalarını hatırladığın kadarıyla yazarsın. Bazen rüya tek başına hikaye olabiliyor bazen de biraz süslenirse daha iyi oluyor denemelisin :) Görüşmek üzere :)

      Sil
  3. Öykü olarak okuduğumda da ilginçti ama rüyadan olduğunu okuyunca daha da ilginç geldi.
    "Müthiş bir ruh" dedim kendime. Bana göre zor rastlanan zenginlik.

    Buna devam etmelisin (rüyaları öyküleştirip yazmaya)

    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kadriye Zihni Erdem,

      Teşekkür ederim :) Sanırım rüya yazma işini huy edindim o nedenle böyle ilginç ve detaylı şeyler görür oldum. Aslında gece boyu rüya gördüğümüz söylenir belki de ben dikkat ettiğim için daha çok hatırlıyorumdur :)

      Sevgiler, güneşli günler :)

      Sil
  4. Rüyanın derinliğinde kayboldum, zamn kavramımı yitirdim. Gözümü bir an olsun ekrandan ayıramadan okuyordum. Bir ara bu kadar olamaz dedim, rüya olduğunu anlamıştım. Sonra tekrar zamanın içinde kayboldum, kaptırdım kendimi kelimelerin dünyasına. Son noktada farkettim ki benim rüyalarım böyle zengin içerikli yaşanmıyor, ya da ben zamanın içinde kaybolurken rüyalarımı unutuyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beyaz Yakalı,

      Yorumunuz için teşekkür ederim :) Uyuduğumuzda beynimiz çalışmaya devam eder. Belki de kendi canlılığını korumak için bilincindeki her şeyden biraz alıp hikayeler uydurur. Biz çok azını fark eder çok azını hatırlarız :)

      Sil
  5. heeeey amaniiin korkunçlu mısır hikayeleri gibiii :) yaniiii iskeleti bekliyodum baştan beri nolcak diyeeee :) neymi bu kadim iskeletteki o hastalık bulaşıcı olan. zombi amaniin :) neyse ki rüyaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. depsii hahah değil miii mumya gibii :D valla neyse ki rüya çingusu inşallah gerçekte öyle bi şey bulmam gelecekte :D bi de ben bu rüyada deprem mi olacak diye düşünmüştüm sonra iki defa deprem oldu antalyada ne korkunçtu. rüyalarımdan korkuyom bazen :D

      Sil
  6. ay valla bu dizi bölümü gibiydi iskelete nolcak demiştim yani zombiymiş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. zombi iskelet eveet neyse ki uzaylı değilmiş yaa :D

      Sil

Öyle okuyup kaçmak olmaz sevgili okur, fikrini belirt, bir selam et, bir ses ver, çekinme :)

Not: Yorum yaparken lütfen Türkçemizi koruyalım.

^.^