16 Mart 2018 Cuma

Gölge Avcısı


  "Birer birer..." dedi etrafımda yürürken alçak sesle ve gözleri kapalı halde. Karmakarışık örgüler ve renkli boncuklarla dolu dağınık gri saçlarının arasından sarkarken daha önce mavi olduğunu hatırladığım bir kuş tüyünün şimdi kızıla dönmüş olduğunu fark ettim. Bu artık şaşırma seviyemin oldukça altında kalan bir durumdu. Çünkü onun çevresinde benim gibi bir yıl kadar kısa olsa da zaman geçirmiş olan herhangi bir insan aklını kaybetmesine yetebilecek kadar çok tuhaflık hatta korkunçlukla yaşamayı çoktan öğrenmiş olurdu. Gri saçlarına rağmen cildi benimkinden daha canlı ve çok az kırışıklığa sahipti fakat benden 323 yıl daha erken doğmuştu. Başını çevirmesinden usulca attığı adımlara kadar her hareketiyle birlikte ruhundan yayılan güçlü aura çevresinde sarsıcı bir etki yaratıyordu. Yine gözleri kapalı olduğu halde beni gördüğünü belirtir şekilde başını bana çevirince yüreğimde tanıdık tedirgin kıpırtılar hissettim. Sesiyle üzerine çekilen bakışlarımı ondan ayırıp önüme döndüm ve yaptığım işe odaklanmaya çalışırken "Her bir teli birer birer bağlaman gerek. Ve sözcükler Lily, sözcükleri sakın unutma." diye sayısını anımsamadığım tekrarlardan birini daha yaptı. Zaten gergin olan zihnim ve konsantrasyonum o etrafımda dolaşıp bana kapalı göz kapaklarının ardından bakarken tıpkı cam bir kürenin yere düşmesi gibi çatırtılar çıkartarak dağılıyordu. Onu sinirlendirecek bir şey yapmak yaptığım şeyin kontrolden çıkmasından daha korku vericiydi. Ama biraz daha odaklanmayı başaramazsam en iyi ihtimale ellerimin arasında beni yutacak olan bir asit küresi yaratırdım. En kötü ihtimalle de dünyanın sonunu getirirdim. Aslında bu çok da kötü bir ihtimal olmayabilirdi. Dünyanın benim için bir kıymeti yoktu.

  Üzerine kendi kanımla tılsımlar yazdığım iki dal parçasını çarpı şeklinde bir araya getirmiştim. Sırada onları birbirine sabitlemek için artık soluk almayan yedi insandan aldığım saç tellerini birer birer bağlamam gerekiyordu. Ölümleriyle birlikte duydukları dehşetle toprağa düşen gözyaşları beyhude geçip gitmeyecekti. Ve tabii sözcükler unutulmamalıydı. Yedi insanın ruhu böylece oluşturduğum nesneye ve benim emrime bağlı olacaktı. Fakat ben etrafımda yanan mumların titreşimini hissederken ve yaşlı kadın sinirlerimi geren bir şekilde yürümeye devam ederken tılsımı doğru yapıp yapmadığımı bile algılayamıyordum.

  Açık pencerenin ötesinden gecenin yaratıklarının sesleri duyuluyordu. Bütün gece böcekleri sanki hep beraber çığlık atar gibi bir koroya başlamış, rüzgar verandadaki çanı ısrarla ve aynı ritimle çalmaya başlamıştı. Mumlarla aydınlanan loş oda her yerden akmış mum artıklarıyla doluydu. Onların temizlenmemesinin nedeni kullanıldıkları tılsımın enerjisini taşımalarındandı. Dokunmamak gerekiyordu. İçeriye esen rüzgar her yerden sarkan eskimiş kumaşları dans ettiriyor, gölgeleri ürkünç varlıklar gibi duvarlarda ve döşeme üzerinde geziniyordu.

  Son saç telini de sarıp bağladığımda başımı kaldırıp sunağın ardındaki duvarda sabitlenmiş nesneye baktım. Bir kaya parçasından şekillendirilmiş göz kapağı kapalı duran tek bir göz yontusu odadaki sıcak ışığa ve renklere rağmen soluk mavi gri halde karşımda duruyordu. Yaşlı kadın hala gözlerini açmamışken bir anda durup benden yana başını çevirmeden sadece dinlemeye başladı. Herhangi bir terslik olursa müdahale etmek için tetikte bekliyordu. Fakat böyle bir şey olursa onun bile bir şansı olur muydu bundan emin değildim. Şimdi rüzgar da durmuş bütün böcekler ise susmuştu. Artık bunu bitirmem gerekiyordu. 

  Taştan göze odaklanıp "Arghelas, çağrımı işit ve cevap ver..." dedim. İlkin pek bir işe yaramış gibi görünmüyordu. Elimdeki nesneye bakıp bir yerde yanlış yapıp yapmadığımı düşündüm. Tam o sırada onun varlığını tüm odada hissettim. Bütün mumlar bir anda söndü. Buna rağmen gölgeler büyüyüp etrafımı kuşattı. Oturduğum zeminin altından gölgeden oluşan eller uzanıp bedenimi çekiştirmeye başladı. Ve Taştan göz ağır bir uykudan uyanır gibi açılıp bakışlarıma kenetlendi. Gözün içinden mavi ışıklar sızıyor ve kendimi uzay boşluğuna bakar gibi hissediyordum. İçinde bir evren dolusu kozmik nesne eğilip bükülüyor, dönüyor ve görünüp kayboluyordu. Elimdeki nesne acı verici halde avucuma yapışıp yanmaya başladığında kımıldayamaz ve çığlık atamaz haldeydim. Çok geçmeden kemiğime dek bütün etimi yok edecek gibiyken aslında çektiğim acı dışında görünürde hiçbir şey olmuyordu. Yalnızca saf bir acı iliklerimde dolaşıp beynimdeki tüm hücreleri kavuruyor, tılsımım mor alevler saçarak gittikçe küçülüp küle dönüşüyordu. Yaptığım şeyin bedelini ödüyordum ve artık geri dönmek için çok geçti. Nesne avuçlarımın içinde eriyip yok olana dek ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Fakat beni zapt etmiş olan gölge eller üzerimden çekildiğinde nihayet yeniden nefes almaya ve hareket edebilmeye başlamıştım. Bununla birlikte müthiş bir titremeyle bütün kemiklerim sarsılıyordu.

  Göz kapanıp ortalık sakinleşince karanlıkta bir süre daha kımıldamadan bekledim. Titreme nöbetim giderek azalıp bedenimi terk ettiğinde geriye hafif bir baş dönmesi kalmıştı. Herhangi bir yere bakmaya cesaretim yoktu. Sonra varlığını unuttuğum yaşlı kadın avuçlarında oluşturduğu bir ışık küresini ellerinin hareketiyle büyütüp odada hale şeklinde saçılan bir parlama yarattı. Bu sayede bütün mumlar tekrar yanmaya başladı. Dinlenmeme bile izin vermeden her zamanki aceleciliğiyle bana "Dene hadi!" diye emretti. Bunun üzerine derin bir soluk verip toparlandım ve ayağa kalkıp ona doğru döndüm. Sol avucumu ileriye uzatıp yukarıya çevirdim ve diğer avucumu da üzerine kapattım. Ardından ellerimin arasında tılsımdan bir kalkanın büyüdüğünü hayal ederek avuçlarımı birbirinden uzaklaştırdım. Ellerim birbirine manyetik bir güçle kenetlenmiş gibiydi. Ve hayal ettiğim kalkan karşımda oluşuyordu. Sonunda kendi mührümü tasarlamıştım. Ve dünya hala yerinde duruyordu. Mühre bağlı yedi insanın ruhu da gerektiğinde yardımıma koşmak ve mührü canlı tutmak için etrafımda gezinen kölelerim haline dönüşmüştü. İstediğim zaman onları görünür hale getirebilir istediğim zaman da gizleyebilirdim. Onların kim olduğuna gelince. Hepsini özenle seçmiştim. Hepsi de ellerinde hayatımda değer verdiğim insanların kanını taşıyor ve günahlarının bedeli olarak kalplerindeki bir zincirle mührüme bağlı duruyorlardı. Asla azat edilmeyecek ve ırmağı geçemeyeceklerdi. Bense onları peşinden sürükleyen bir gölge avcısı olacaktım.

Son

Bir rüya hikayesi daha :)

S..

2 yorum:

  1. işte bu tam senlik bir yazııııı klasik seeen :) argelas kim kuuu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hahaha değil mii :D Argonath ve legolas ile karışık bir kelime yarattı herhalde kabus perilerim bilmiyom ki ne demek ama rüyama göre odin gibi bir kişiydi kendisi taşın içinden bizi görüyordu :D:D

      Sil

Öyle okuyup kaçmak olmaz sevgili okur, fikrini belirt, bir selam et, bir ses ver, çekinme :)

Not: Yorum yaparken lütfen Türkçemizi koruyalım.

^.^