26 Kasım 2015 Perşembe

Fora Fora


  Kampüsün, dünyanın öbür tarafındaki girişine yakın bir noktasında meğerse bir maden girişi varmış. Ben de oranın az ilerisinde oturuyor ve bir yandan da yanımda getirdiğim pastaları, börekleri bir masaya hazırlıyordum, madenciler için getirmiştim. Masayı hazırladıktan sonraysa ayrıldım oradan. Madenin içini merak etmiştim aslında ama kapalı yer korkum var ölürüm diye vazgeçtim.


  Derken yolumu kaybedip kendimi bir lulaparkın ortasında buldum. Ama yerlerde hep bubi tuzakları vardı. Yanlış bir taşa basarsan yerinden oynuyor, aşağı düşüyorsun ya da yolda giderken bir bakıyorsun uçurum ve karşıya da geçmek zorundasın... Bir de yüksek bir yerdi burası, aşağısı ne kadar aşağıda belli değil. Bense bir akrobatmışçasına az bir korkuyla tuzakları aştım. Hatta bebek arabası süren bir kadını da uçuruma düşmekten kurtarıp sonsuz süre dönmeye ayarlanmış bir dönme dolapta baygınlık geçiren insanlara yardım ettim.. Buradan kurtulmanın da tek yolu lulaparkın diğer tarafındaki kapıya ulaşmaktı..





  Çığırından çıkmış oyuncakları ve tuzakları aşarak bir kilometre uzunluğundaki köprü yolu geçip yine havadaymışçasına bir platformda duran ürkünç bir binaya ulaştık. Yanımda kurtardığım insanlar da vardı. Binaya girdikten sonra sanki bir outlast bölümüne geçiş yapmış gibi daha ürkünç bir ortamla karşılaştık. Karanlık koridorlar, sıvası dökülmüş duvarlar... Küf kokusu... Sallanarak yanıp sönen lambalar... Ve bir de odadan odaya usulca dolaşıp bizi aradığından emin olduğumuz bir psikopatın varlığından yayılan o karanlık his.. Ona görünmeden binanın diğer tarafındaki kapıya ulaşırsak lulaparktan da kurtulacağız... Üzerinde rengi düşünmek istemediğimiz nedenlerle değişip karman çorman olmuş önlüğüyle ve elindeki odun baltasıyla koridorun ilerisinde bir odadan diğer odaya geçen adamı görünce kendimi başka bir odaya attım...





  Ve bir baktım yanımdaki insanlar kayıp. Çevreme bakınca da bir sınıfta olduğumu anladım. Bir iki öğrenci hipnoz olmuş gibi tahtaya bakmaktayken bir adam da sıraların arasında dolaşıp bir şeyler anlatıyordu. Beni görünce ifadesiz bir yüzle başını yavaşça yana eğip neden ayakta gezindiğimi sordu. Ben de yanlış derse girmişim üzgünüm dedikten sonra sakin gözükmeye çalışarak odanın diğer tarafındaki başka bir kapıya ulaşıp çıktım. Ardından kendimi dışarıda buldum. Yine köprü bir yoldan ilerliyordum. Bu kez aşağıda kampüsün uçsuz bucaksız silüetini görebiliyordum. Oley Allahım oley diye sevindim. Köprünün sonunda yere ulaşabilecektim. Sonra bütün kampüsün bir kaiserfora olduğunu anımsayıp bunun üzerine düşündüm. Yukarıdan ne kadar da ilginç görünüyordu. Ve bir rüzgar eserken buralar ne kadar da fora fora esiyor dedim. Sonra da uyandım.


Not: Geçen hafta sınavlara çalışırken 3 gün aç kalmışım sonradan fark ettim :D Bunu da geçen hafta perşembe günü tarihsel coğrafyanın gazabı ve açlık nedeniyle görmüş olmalıyım ^.^


  S..


29 Ekim 2015 Perşembe

~ Yalan ~



  Gözlerime bak!
  Gözlerime... bak...
  Bak ki bütün canlılar nefeslerini tutsun,
  Buz gibi bir rüzgarla titresin;
  Cansızlar üzerilerine düşen bir kıvılcımla,
  Ufalanıp ezilsin...
  Gözlerime bak ki;
  Varsa bir yalanın,
  Bakışlarından dökülüp eteklerine düşsün.
  İşte o zaman yedi dünya ardına da kaçsan,
  Frea'nın lime lime edilmiş ruhlarıyla uluyan wrasthları,
  Ardından gelip seni bulur.
  O zaman Argoth'a pişmanlık yeminleri edip,
  Yutması için ruhunu ve kalbini sunsan da,
  Fayda etmez...







  Not: Bunu uzun zaman önce uykumun arasında yazmıştım. Frea kim, Argoth nedir hiçbir fikrim yoktu. Wrasth bir çeşit hayalet canavar ruh gibi bir şey olabilir bence. Frea da onları yöneten bir cadı kraliçe veya belki Argoth gibi o da bir ölümsüz ruh olabilir..  :) Yalnız ben buna başlık bulamadım öneri alabilirim :)

  S.

27 Ekim 2015 Salı

Ne Söylerdin?

  Öhöm.. Yine ben..

  Bir mim gelmese bloga nasıl geri döneceğimi bilemeyeceğim doğrusu. Narsistprenses.. Çingu hem beni bunca zaman sonra bile hatırladığın hem de tekrar yazmamı sağladığın için gerçekten minnettarım. Hatırlanmak çok güzel :)

  Senin de dediğin gibi blogu açmamın nedeni bloggerlardı. Kendime ait bir yerde özgürce yazmak tek isteğimdi. Kavanozdakibeyini açtığımdan beri hayatım bundan bir şekilde etkilendi ve gittikçe daha güzel bir hal aldı. Güzel insanlar, güzel dostluklar kazanmış olmak ise bambaşka bir yönü. Aramızdan bir anda kaybolanlar oldu evet. Ben hala bazen düşünürüm acaba iyi mi, nereye kayboldu diye. Birileri habersizce, biz nedenini anlamadan kaybolunca gerçekten üzülüyorum.

  Burası deep çingunun da dediği gibi bir apartman ya da bir mahalle gibi olmuştu bizim için. Hayat çok tuhaf. Yarın nerede olacağını bilemiyorsun. Bu hem ürkütücü hem de merak uyandırıcı bir şey. Ben mesela şuan olduğum yerde olacağımı sadece çok az bir şekilde hayal edebilirdim :) Umarım yarın olacağımı umduğum yerde olmayı başarırım.

  Şu sıralar çok az blog okuyabiliyorum ve malum çok az yazabiliyorum. Hala yanıtlayamadığım yorumlar var çok üzgünüm. Sonra nursalkımının yazısını okuyacağımı söyleyip okuyamadım bunun için de üzgünüm. Çok fazla şey için üzgünüm. Uzun zamandır ziyaret edemiyorum kimseyi. Kırılmayın bana. İhmal ettiğimden değil çünkü, hepiniz aklımdasınız..

  Hakikaten ne komik mimler vardı ama o zamanlar. Çok eğleniyorduk yazarken de okurken de. Adımı boşuna böyle seçmedim ben biliyordum böyle olacağını çingu :) Şaka bir yana keşke yine burada olsalardı..

  Yazmaya başlayınca da durmayı başaramıyorum. Yeter, mimi yapayım en iyisi :)



  "Ne söylerdin?

Kurallar basit. Hepimiz bir diğerimize şu soruyu soracağız “…. karşılaşsaydın ne söylerdin?” Herkes ne söyleyeceğini yazmalı kısa uzun.. Ve başka bir kişi söyleyerek ona aynı soruyu sormalı. Umarım herkes bu mimle karşılaşmak istedikleri ve söyleyecek sözleri olan insanlara denk gelir. Şimdi arkanıza yaslanın ve blogger arkadaşınızın sizin karşılaşmanızı istediği kişiye söylemek istediklerinizi söyleyin."

  Mim bu.

  Çingumun karşılaşmamı istediği kişi Fuzuli. Şimdi ben baştan söyleyeyim kendisini tanımam pek okumadım. Edebiyat çalışırken rastlamışlığım var ve bir de leyla ve mecnun'u bilmeyen yok tabi ama nasıl biridir hiç merak edip araştırmadım. Leyla ve mecnunu da oturup okumadım anlatılanı biliyorum sadece. O yüzden söyleyeceklerim saçma sapan, cahilce, alakasız veya mantıksız olursa gülmek, dalga geçmek yok baştan anlaşalım :)

  "Seni tanımadığım ortada. Bence zaten zamanın eskimiş bir kısmında var olmuş bir insanı tamamıyla anlamak ve tanımak mümkün değil. Ama olması gerekenin yarısı kadar bile tanımıyorum. Yine de bana hüzün ve kederden kıyafet yapıp giyermişsin gibi geliyor. Neden? Sevilene kavuşmak varken neden aşık olma duygusuyla gelen özlemden doğan kederi yeğlediğini çıkarıyorum duyduklarımdan? Gerçekten yanlış anlıyor olabilirim. Ama neden diye bunu gerçekten sormak isterdim."

  Sanırım bu kadar :)

  Şimdi ben de bu mimi deep çinguya göndereceğim ve ondan.. dur bir dakika kim olsa ki?

  Leonardo da Vinci vs The Deeptone!

(atari oyunu gibi oldu biraz ama olsun ^^)

  Cevabını bekliyorum çingusu :)

  S..

7 Nisan 2015 Salı

~.~

Neredeyim ben?
Tanrım nedir bu karmaşa.. bu telaş..
Çevrede dönüp duran kaosun ortasında
Panik atak geçiren ruh hissizleşir mi bir süre sonra
Alışır mı bu kasvetli kabusa?

Uzuuunca bir süre yine blogla ilgilenemedim. Sanırım bir süre daha bu böyle olacak en azından hazirandan sonra kendime daha fazla zaman ayırabileceğimi umuyorum. Aklım hep burada ama.. ama gelemiyorum işte bir süre daha. Kendime bir söz verdim ve onun için çabalıyorum. Asla zamanı iyi yönetebilen biri olamadım belki de bu yüzden zaman üzerine düşünmeyi seviyorumdur. Blogla ilgilenemiyorum ama çok çok bunaldığımda gizlice blogları dolaşıp bir iki yazı okuyorum. Doya doya bir şeyler okumayı yazmayı öyle özledim ki.. En son Derin Mavi'yi okumaya başlamıştım ama hakkını vererek düşünerek okumak için beklemeye karar verdim. Yapmak istediğim şeyler biriktikçe zihnim ikiye bölünüyor sanki aklımın bir köşesi hep onlarla dolu bir şekilde titreşiyor.

Bana biraz zaman dilesenize..
Kendimi bildim bileli bu konuda dertliyim belki benim yerime siz çağırırsanız evren daha çabuk cevap verir.
Akan sulara çakıl taşları atın ve gözlerinizi kapayıp dünyanın kaosundan uzaklaştığınızı düşleyin.
Bana biraz zaman dileyin.
Çok değil biraz..
Yapmam gereken ve yapmak istediğim şeylerde bir düzen tutturabilecek kadar.
Biraz da sadece düşünüp dinlenecek kadar..

Aslında bir şey daha söyleyecektim blogu o kadar özlemişim ki kendimi tutamıyorum. Güzel bir oluşum var Böid (Biz Öyle İnsanlar Değiliz) Aylık güncellenecek bir blog. Bir dergi olarak düşünebiliriz aslında. İlk sayısı bu ay yayımlandı. Şiirler, öyküler, filmler, kitaplar, düşündürücü meseleler.. Bir çok şey var.. Ben de oradayım. Zamanla daha da çok şey eklenecek. Hatta tanıtım şeysini eklersem daha açıklayıcı olacak.

Böid de bir kere söyleyince akla takılan kelimelerden olmuş değil mi böid böid diyip duruyorum sürekli HP evreninden bir kelime gibi. Keşfetmek isterseniz bu blog http://www.bizoyleinsanlardegiliz.org/  bu da twitter adresi https://twitter.com/editor_boid 

Öyle işte..
Gelirim ki yine ben.
Bana biraz zaman dileyin siz yine de..

S..