9 Mayıs 2012 Çarşamba

~ Mahzen Bölüm 8 ~



Öneri: Bu hikâyeyi okuduktan sonra, karanlıkta arkanızı kollayın…
Esin kaynağı: Bir rüya :)
Mahzen
Bölüm 8:


~Okurken Dinle~
GameplayMusicscape18 & Kevin Macleod Nervous Piano & Christopher Young The Exorcism of Emily Rose & Bjorn Lynne The Freeze



Uyanalı beş dakika olmuştu ama henüz gözlerimi açmamıştım. Bir ev taşıyıp yerleştirmenin bu kadar zor olduğunu ancak bu sabah uyanmakta zorlandığım zaman anlamıştım. Ayaklarımı rahat yatağımın kenarından sarkıtarak oturduğumda gördüğüm tuhaf rüyayı düşünüyordum. Gözlerimi kısarak mermer çerçeveli geniş pencereden dışarıya baktım. Pembe ve altın rengi gökyüzünde ince bir sis asılı duruyordu. Artık uyandığım için kuşların şamatası sırasında nasıl olup da uyuyabildiğimi anlayamıyordum.
Tam on beş dakika boyunca pencereden dışarıyı izleyerek gördüğüm rüyayı düşündüm. O kadar canlı ve gerçekçiydi ki rüya görüp görmediğimden bile emin olamıyordum. İki kişiyi öldürmek zorunda kaldığım, kâbusa dönüşen kanlı bir rüyaydı. Bunu düşününce refleks olarak ellerime bakmak istediğimde gördüğüm şey kısa bir şok atlatmama neden oldu. Avuçlarımda kar tanesine benzeyen simsiyah bir işleme, bir mühür vardı…
Kısa bir süre her şeyin gerçek olduğu konusunu hazmetmeye çalıştım. Sanki yaşanan her şey tekrar üzerime çökmüştü. Avuçlarımdaki ve ayaklarımın üzerindeki kanıtlara tekrar ve tekrar bakıyordum. Jean tarafından iyileştirilse de belli belirsiz izler kalmış olan yaralarımdan hala cılız birer sızı yayılırken yaşadığım sıra dışı şeylerin gerçekliğine bir kez daha inanıyordum.
Nihayet kendimi toparlayabildiğimde odanın diğer ucundaki çalışma masasında bulunan telefonu aldım ve annemin numarasını tuşladım. Jean’ın bizi kendi zamanımıza gönderdiğinden ve her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak için onun sesini duymaya ihtiyacım vardı.
İkinci çalışta hemen açmıştı. Doğrusu bu ondan beklemediğim bir davranıştı zira arkeolog olan anne ve babama ulaşmak çoğu zaman imkânsızdır. “Choon Yei! Aramanı beklemiyordum tatlım, bir sorun mu var?” Evet, aramalarımı hep bu şekilde karşılardı. Nedense hep bir felaket nedeniyle aradığımı düşünür ve paniklerdi; oysaki böyle düşünmesine neden olacak hiçbir şey yapmamıştım. Anneler ve kızları! “Hayır, anne, bir sorun yok sadece sizi merak etmiştim.” İşte bu da benim klasik cevabımdı. “İkimiz de iyiyiz tatlım. Gerçi, babanın sivrisineklerle başı dertte ya neyse… Şimdi Luxor’dayız. Buraya yakın bir yerde önemli bir kazı çalışmasının yönetimindeyiz. Daha ne kadar kalırız belli değil…”
Hiçbir zaman belli değildi ki zaten. Kendimi bildim bileli ne zaman nerede olacaklarını kestiremeden yaşıyordum. Eskiden beni de yanlarına alırlardı fakat okula adımımı attığım günden beri dayımlarla birlikte yaşıyordum. Anlattıklarının bir kısmını kaçırdıktan sonra tekrar dinlemeye başladığımda “Bebeğim artık kapatmalıyım, çalışmaların başına dönmem gerek. Woo Jin ve Yeon’a sevgilerimi ilet ve sakın unutma tatlım, seni seviyoruz!” diyerek cevabımı beklemeden kapatmıştı telefonu.
Her neyse, bu duruma alışkındım. Bu nedenle fazla umursamadım ve kafamı kurcalayan ikinci şeyi yapmaya koyuldum. Zihnimin bir köşesinde çekmeceye bakmam gerektiğini tekrar eden ses daha fazla rahatsız edici bir hal almadan odamdaki çekmeceleri karıştırmaya başladım. Birkaç çekmecenin ardından en sonunda benim için değerli olduğunu düşündüğüm şeyleri sakladığım, pencerenin hemen önünde yer alan, çekmeceli sandıkta daha önce görmediğim bir mektup buldum. Oldukça kalın bir zarftı ve üzerinde altın renginde kar tanesi benzeri bir kabartma vardı. Mektup ve zarf hem çok eski hem de çok yeni görünüyordu ve kar tanesi desenli kâğıtta şunlar yazılıydı:  

“Choon Yei…
Bu mektubu dikkatli okumalısın. Ve okuduktan sonra da yok etmek zorundasın. Nedenini merak ediyor olmalısın tabii daha pek çok sorun olduğunun da farkındayım. Sana ancak şöyle açıklayabilirim: Yaşadıklarınızı yalnızca sen hatırlıyorsun. Woo Jin ve Yeon Ah hiçbir şeyin farkında olmadan yaşamak zorundalar zira aksi olduğu takdirde değişmemesi gereken şeylere müdahale etmek isteyeceklerdir ve bu durum, olmaması gereken şeylerin olmasına neden olacaktır. Umarım beni anlıyorsundur Choon Yei. Dün gece yaşadıklarınızla ilgili herhangi bir imadan bile onları uzak tutmak zorundasın çünkü bir kez hatırlamaya başlarlarsa yaptığım büyünün gücü bunu durdurmaya yetmez… 
Ben, yani yeni doğacak olan kuzenin, vakti geldiğinde zamanda kaybolmak zorundayım; aksi halde anomaliyi koruyan kimse olmaz ve dünya sonsuz bir kaosa düşer. Bunun olmasına izin vermeyeceğini biliyorum.
Anomaliye ne olduğu konusuna gelince; onu ve kapsadığı alanı zamandan bir saniye geriye hapsetmeyi başardım. Yani bulunduğunuz bölgeye dışardan bakan hiç kimse orada ne anomali olduğunu fark edebilir ne de o evi yerinde bulabilir. Zira normal zamanda orada ne anomaliden ne de evden eser yok artık. Dediğim gibi, orası artık zamandan bir saniye geride hareket ediyor ve senin izin vermediğin hiçbir şey ve hiç kimse içeri girip çıkamaz.
Sen ve ben, anomalinin geçmişinde ve geleceğinde bulunan iki mühürüz. Unutma! Artık güvende olsa dahi orayı korumak bizim kaderimiz. Bunu başkasına veremezsin, bir başkası da senden alamaz. Ayrıca yalnız olmadığını da bilmelisin. Dünyanın başka yerlerinde zamana ait başka çatlaklar da var ve senin gibi zamanı korumayı kabul eden başka insanlar…
Bir şey daha var: Zarfın içinde, Bıçakçı’yı yok ederken kullandığın altın bileklikten geriye kalan bir parça var. Altın ejderhanın yakut gözü… Amelie, Woo Jin’i eve taşıdığı sırada yaprakların arasında bulmuş onu. Bıçakçı’yı yok etmek için kullandığın büyü çok güçlü ve özeldi. Sihrin bir kısmı elindeki yakuta ve diğer eşine geçerek saklı kalmış. Bu nedenle onu iyi korumalısın. Ne gibi güçler taşıdığını kimse bilemez, dikkatli olsan çok iyi olur! Sana bu konuyla ilgili bir de kötü haberim var ne yazık ki. Yakut gözün diğer eşini hiçbir yerde bulamadık. Bizde değil, sende de değilse korkarım karadelik Bıçakçı’yla birlikte onu da yutmuş demektir.
Bu durumda ortaya şu sonuç çıkıyor: Bıçakçı aklını çalıştırıp yakut gözü kullanmayı başardıysa eğer, karadelik onu öldürmeye yetmemiş ve zamanda yolculuk etmesi için bir araca dönüşmüş olabilir. Zamanda ancak senin bulunduğun döneme kadar hareket edebiliyorum. Dolaştığım tüm o yıllar boyunca Bıçakçı’nın adına bile rastlamadım fakat endişem onun senin yakınlarında ortaya çıkma ihtimalinin daha yüksek olması yönünde.
Yin ve Yang’ı duyduğundan eminim. Geçmiş ve gelecek, iyi ve kötü, gökyüzü ve yeryüzü, ateş ve su… Belki de siyah ve beyaz! Yakutları etkileyen büyü zamanı bile yok edebilecek derecede karışık bir büyü Choon Yei. Bıçakçı’nın, diğer eşini bulmak üzere yakutu kullanabilecek kadar zeki olduğunu bilmende fayda var. Yaşadıklarından kimseye bahsetmemen yerinde bir davranış olur ve hiç kimseye güvenmemelisin! Böylece onun seni bulmaması için bir şansın olabilir.
Kâhinin söylediklerini dikkate almanı öneririm zira kehanetlerinde asla yanılmamıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse en başından beri bizim tarafımızda olduğu için şanslıyız, aksi halde onunla karşılaştığında seni hiçbir şey kurtaramazdı. Ondan ve diğer bazı şeylerden sana daha önce söz etmediğim için üzgünüm.
Gittikçe yaşlanıyorum, yakında kızım benim yerimi almak zorunda kalacak. Yeon Ah’ın bebeği doğduğunda anomali beni serbest bırakacak ve bu dünyadan silinip gideceğim. Çünkü zamanın kendince kuralları var. Aynı anda iki Je Myeong var olamaz, aksi taktirde bazı şeylerin temelleri sarsılır ve evrene sonsuz karanlık çöker! Bu satırlar, şimdiki halimle en son karşılaşman olarak kalacak. Lakin endişelenme, ihtiyacın olduğu anda Amelie hep orada olacak. İhtiyaç duyduğunda ne yapman gerektiğini bileceksin, zira ruhunun bir kısmı artık yıldızların arasında.
Senin için zor olduğunun farkındayım. Lakin üstesinden gelebileceğinden hiç şüphem yok. Bu arada sana bir sır vermeliyim: Bıçakçı’nın aradığı ‘Zamanın Bekçisi’ bendim ve artık sen de öylesin. Ayrıca sana Bıçakçı’nın gelmesinin altında yatan asıl sebebi söylemediğim için beni bağışlamalısın. Çünkü anlatsaydım, olaylar bu yönde gelişmeyebilirdi.
Anomaliyi korumayı başarmış olsak da bazı şeylerin yolunda gitmediği ortada. Bıçakçı’nın zamanda kaybolması ve seni bulabileceği gerçeği hiç hesapta yoktu. Bu durum öngörülemeyen bazı sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Korkarım bir zaman sonra savaşmak zorunda kalacaksın. Kendini buna hazırlamak zorundasın!
 Şimdi bu mektubu yok et ve olanları uykunda bile anlatma! Şu anda Yeon Ah kahvaltı hazırlıyor olmalı. Kimse doğuya bakan salona geçmeden önce şöminenin önündeki hançeri saklamak için yalnızca on dakikan var.
Küçüklüğümde yeniden karşılaşıncaya dek kendine iyi bak ve değişmemesi gereken şeylerin değişmesine izin verme…
Je Myeong
Jean…

Doğu salonundaki hançerle birlikte mektubu yok etmeden önce tekrar ve tekrar okuma ihtiyacı hissetmiştim. Ardından ikisini de kimsenin bulamayacağı bir yere sakladım. Mektupla beraber Kızıl Cadının kehanetinin önemi artmıştı gözümde. Birkaç gün boyunca evi satın alırken imzaladığımız sözleşme tehlikeli bir şekilde espri konusu edilmişti. Dayım her seferinde mezarından kalkıp bizi cezalandırabilecek bir ev sahibimiz olduğundan söz ediyor, bir şeyler hatırlarlar korkusuyla yüreğimi hoplatıyordu. Yengem bunu hiç komik bulmuyor hatta tuhaf olduğunu düşünüyordu. Ormanda bulunan isimsiz mezarlar da bu yerin tuhaflığına daha çok dikkat çekiyordu ve ayrıca her yerde Yarasa çiçekleri, Titan Arumlar, Mallorn ağaçları, Yeşim bitkisi türleri ve burada olması mantıksız bir sürü bitki çeşidi de yalnızca anomalinin kapsadığı alanda bulunarak oldukça şüpheli görünüyordu.
Günlerim sahip olduğum onca yeteneği gizlemek ve dayımların hatırlamasına engel olmakla geçiyordu. Rüyalarımda Bıçakçı’nın çeşitli kılıklara bürünerek beni bulduğunu ve çoğu kez öldüğümü görüyordum. Zamanla insanlardan saklanmaya ve uzaklaşmaya başladım. Üç yıl üst üste derslerimden kaldıktan sonra gizem avcısı olma hayalimden vazgeçmiş ve kendimi eve kapatmıştım.
Birileriyle konuşmaya ihtiyacım vardı. Yardıma ihtiyacım vardı. Ellerimdeki kan kokusundan, beni gözetleyen Bıçakçı’nın hayaletinden ve her gece pencereme yansırken içlerinde dolunayın ışığını taşıyan bir çift ölü gözden kurtulmam gerekiyordu. Kendi kendimden bile kaçar olmuştum.
En sonunda davranışlarımdan şüphelen dayım küçük kuzenime zarar vermemden korkmuş olmalı ki beni bir psikiyatra götürme konusunda çok ciddi ısrarlarda bulundu. Başka çarem yoktu ve buna ihtiyacım vardı. En sonunda kabul etmiştim.
İlk başlarda hiçbir şey anlatmadım. Fakat Bayan Mei, beni arkadaş olduğumuza inandırmakta oldukça ustaydı. Hipnoz yoluyla veya diğer yöntemlerle ağzımdan laf almakta zorlanmıyordu. Ve artık ne yapması veya neye güvenmesi gerektiğini bilemeyen zihnim olan biten her şeyi anlatmıştı. Anlattıklarımın sonucunda ve omzumdaki yara izini kendi kendime yaptığıma inanarak tehlikeli olduğum kanısına varmışlardı.
Tabii sonucunda hiç vakit kaybetmeden tedavi edilmem gerektiğine karar verildi. Neredeyse ben de böyle olması gerektiğine inanacaktım, neyse ki zihnimin duvarları o derece yıkılmamıştı, henüz. Jean kimseye bahsetmemem gerektiği koşunda çok haklıydı. Aptallık etmiştim. Her şeyin bembeyaz olduğu bir hastanede bembeyaz bir odaya yerleştirdiler beni. Üzerime giydirdikleri pijama takımı dahil neredeyse beyazdan başka renk yoktu çevremde; işte o zaman anladım beyazdan ne kadar nefret ettiğimi ya da belki de o zaman nefret etmeye başladım, emin değilim.
Gündüzleri sıradan ve tertemiz görünen bir yerdi burası. Her yerde suratları bu şekilde dursun diye ameliyat geçirmiş gibi gülümseyen hemşireler ve hastabakıcılar vardı. Resepsiyonda ve bekleme odasında, kısacası sıradan insanların girip çıkabileceği yerlerde, mümkün olabilen yüzeylere vazolar dolusu çiçekler konmuştu. Mutlu, sıcak ve konforlu bir yer gibi görünüyordu.
Geceleri ise terk edilmiş hayaletli bir hapishane gibiydi. Personelin çoğu mesai sona erdiği için akşam onda evlerine döner, geri kalan azınlık ise personel odasında iskambil oyunları oynardı. Etrafta yalnızca birkaç güvenlik görevlisi dolaşır, hastalar zaten demir kapılı odalarında hapis olduklarından rahat davranabildikleri için bütün geceyi ayakta geçirmektense genelde iskambil oyununa katılırlardı. Duvarlardan yankılanarak gelen ağlama seslerine kimse aldırmazdı. Bebeğini kaybettiği için deliren bir kadın bütün geceyi ninni söyleyerek geçirirdi. Eskiden orduda general olan bir adam hayalet arkadaşlarına yüreklendirici sözler söyler, ardından da emirler yağdırırdı. 
Akıl Hastanesi, Tımarhane, Hastane, Karanlık, Korkunç,
Karanlık ve Korkunç!

Anlamı olmayan konuşmalar, sahiplerine ait olmayan fısıltılar, karanlık veya yalnızlık korkusuyla yankılanan ağlamalar… Normal bir insanı bile delirtebilecek her şeyin olduğu bir yerdi burası. İnsanları iyileştirmek yerine durumlarını daha da kötüleştiren bir yer…
Özgürlüğüm elimden alınınca aklım başıma gelmişti fakat artık çok geçti, kendi isteğimle çıkamayacağım bir yere getirilmiştim. Bu nedenle buradan çıkmamı sağlayacak şekilde davranmaya karar verdim. Uzun bir süre onları memnun edecek şekilde hareket ettim. Yasaklara ve kurallara dikkat ediyor izin verilenler dışında bir şey yapmıyordum. Zihnimi devre dışı bırakmayı amaçlayan ilaçları içmeyip başucumdaki saksının toprağına gömdüğü kimse fark etmiyordu bile. En sonunda uyum sağlamayı başardığımı düşünen beyaz önlüklüler çevremdeki kural ve yasakları azaltma kararı aldığında doğru yolda olduğuma inanmaya başlamıştım.
Çevremde birileri olduğu sürece pasif ve uyumlu görünüyordum, fakat yalnız kaldığımda işler değişiyordu. Kendimi olabildiğince Bıçakçı’nın gelişine hazırlıyordum. Hareketlerimdeki çevikliği koruyabilmek için gizliden gizliye Ninjutsu ve Tai Chi gibi dövüş sanatlarına çalışıyordum. Bir ustadan eğitim almadığım için mükemmel hareketler değildi elbette fakat bunları yaparak bedenimdeki Çi enerjisini dengeliyor ve güçlendiriyor, aynı zamanda yeteneklerimi geliştirebilmek için yeni teknikler deniyordum.
Artık bahçede gün batıncaya dek dolaşabiliyor ve televizyon izleyebiliyordum. İstediğim zaman telefon etmeme de karışmıyorlardı. Yakında eve gitmeme izin verirler diye düşünüyordum. Burada geçirdiğim tüm o uzun zaman boyunca beni seven herkes ziyaretime gelmişti. Hatta annemler bile işlerini yarıda bırakabilmişti. Fakat ben kimseyi kabul etmemiştim ve onlar da zamanla gelmekten vazgeçmişlerdi. Böyle yaparak onları koruduğumu düşünüyordum. Beni buraya kapatırlarken yalnızca tedaviye ihtiyacım olduğu söylenmişti onlara. O sırada şanslıydım fakat gelip gitmeye devam ederlerse anlattıklarımı öğrenmelerinden ve dayım ve yengemin her şeyi hatırlamasından endişe ediyordum.
Artık günlerim doktorların bana biraz daha güvenmesiyle geçiyordu. Sıradan ve bembeyaz günler ciddi bir şekilde rahatsız edici olmaya başlamıştı ve bir ara kaybolan kâbuslarım beni yine bulmuştu. Derken öyle bir şey oldu ki aklımda ne tımarhanede olduğum gerçeği ne de yeteneklerimi saklamam gerektiği konusu kalmıştı…
Benim gibi iyi halden televizyon izleme hakkına sahip olan birkaç kişiyle birlikte sabah kahvaltısı yapıyor, bir yandan da haberleri izliyordum. Her zamanki gibi makyajını abartılı bulduğum spiker telaşlı görünmeye çalışarak önemli bir haberden bahsediyordu:
“Elimizde sıcak bir gelişme var sayın seyirciler! Yıllardır bir efsane mi, yoksa gerçek mi olduğu tartışılan Taijitu çetesinin varlığı açığa çıkartıldı. Gelişmeler için arkadaşımız Mike Call’a bağlanıyoruz.”
Taijitu dikkatimi çeken bir unsur olduğu için haberi ilgiyle izlemeye koyulmuştum. “Evet, Mike, seni dinliyoruz.” diyen spikerin ardından görüntüyü geniş bir caddede duran polis arabalarının arkasında yayın yapan muhabirin ciddiyeti kaplamıştı. Stüdyodaki bayanın sesini geç algılayan Mike bir elinde mikrofon diğerinde kulağına daha sıkı yapıştırdığı kulaklıkla konuşmaya başlamıştı sonunda:
“Iıı... Evet, Sue, bağlantıda küçük bir sorun var anlaşılan. Ben kısaca neler olduğunu açıklayayım. Polis, bu sabah erken saatlerde kreşten kaçırılmaya çalışılan bir kız çocuğu için harekete geçti. Çocuk hırsızını kısa sürede yakalamayı başaran güvenlik güçleri küçük kızın sağlık taramasından geçirildikten sonra ailesine sağ salim teslim edilmesini sağladı. Tabii olaylar burada son bulmadı…
 Nasıl olduğu anlaşılamayan bir şekilde polisin elinden kurtulmayı başaran (A.E.) “Yin ve Yang Zamanın Bekçisini yok etmeden asla pes etmez!” dedikten sonra nereden bulduğu anlaşılamayan bir hançerle intihar etti. A.E.’nin bileğinin iç tarafında küçük bir hançer dövmesi bulunduğunu söyleyen yetkililer zor da olsa yaşadığı yeri ve kimliğini saptayabildiklerinde ortaya çok ilginç şeyler çıkartıldı.
Polis, A.E.’nin evinin bodrum katında Taijitu çetesinin gerçekten var olduğunu kanıtlayan çok ciddi delillere ulaştı. Çetenin başka elemanlarının isimlerinin bulunduğu bir defter ele geçiren güvenlik güçleri, şimdi bu kişilerin peşine düşmüş durumda. Şimdi herkes bıçaklarla anılan Taijitu çetesinin gerçekten var olmasını tartışma konusu haline getirirken; bu insanların asıl niyetinin ne olduğu konusu bir kenara bırakılıyor! Söz sende Sue...” Mike’ın ardından hava durumuna geçen spiker olan biteni hiç umursamamış görünüyordu.
Fakat benim için aynı şey söylenemezdi ne yazık ki. Haberde gösterdikleri küçük kız, kuzenim Je Myeong’du. Neyse ki durumu iyi görünüyordu. Şimdilik! Yin ve Yang, gece ve gündüz, iyilik ve kötülük, Taijitu… Tıpkı kâhinin söylediği gibi… Bıçakçı yaşıyordu ve yakutu kullanarak bulunduğum zamana gelmek için Jean’ın bahsettiği kadar zeki olmalıydı. Düşmanım bir çete, bir ordu kurmasına ve ailemin izini bulmasına yetecek kadar uzun bir süredir gizleniyor olmalıydı. Fakat artık yeterince güç toplamış olmalı ki benim peşime düştüğünü açıkça ilan ediyordu. Bense elim kolum bağlı, tutsak olduğum bu hastanede kendimi bulunmak üzere olan canlı bir yem gibi hissediyordum.
İşte o anda aklımda ne gözetim altında olduğum, ne de yeteneklerimi saklamam gerektiği konusu kalmıştı. Koşar adımlarla bahçeye çıkarken bedenim yine kendi kendine hareket ediyor fakat bu kez ruhumun sesini dinlediğini biliyordum. Bahçenin tam ortasında durmuş, bir gece önceki yağmurdan izler taşıyan çimlere aldırmadan plastik hastane terliklerini savurup attığım çıplak ayaklarımı toprağa güçlü bir şekilde sabitlemiştim. Ellerimi yanlara doğru iyice açmış, avuçlarımı masmavi gökyüzüne çevirmiştim. Derin mavinin içinden kocaman, tertemiz bir nefes aldıktan sonra zihnimden akıp gelen büyülü sözcükleri tekrar etmeye başlamıştım.
Çevremde yine o tanıdık esinti, gözlerimde ve zihnimde garip bir parıltı oluşmaya başladığında avuçlarımdaki siyah kar taneleri de gümüşi bir renkle ışıldıyordu. Bununla birlikte üstümdeki hastane giysilerinin yerini toprağın bana hediyesi olan o saten elbise almıştı. Birilerinin beni görmesi umurumda bile değildi. Burası bir akıl hastanesiydi ve hemşirelerin bile deli olduğundan emindim.
En sonunda büyülü sözcüklerimi sonlandırırken “…Fion-Esta!” çevremde milyonlarca kelebek uçuşmuş ve sona eren büyümle birlikte birden kaybolmuşlardı. “Başının dertte olduğunu söylediler.” Kristal berraklığındaki tanıdık ses tam arkamdan geliyordu. Ani bir hareketle dönüp baktığımda karşımda Amelie’yi buldum. Biraz büyümüştü, neredeyse benimle aynı yaştaydı. Kızıl kanatlarını sakladığı ve günümüze göre giyindiği için normal bir kız kadar normal görünüyordu. Kısa bir süre birbirimize gülümserken sadece bir gecelik bir tanışıklığımızın olmasına rağmen nasıl olup da onu özlediğime hayret ediyordum.

Amelie, Kelebek, Cadı,
~ Amelie ~

Bakışmamız sona erdiğinde “Değişmişsin.” demiştim. Amelie ise buna cevaben “Evet, biraz. Fakat sen hiç değişmemişsin. Hala çok düşünüyor ve zihnini savunmasız bırakıyorsun!” demişti. Doğru söze ne denir. Ona herkesten gizlemek için kolyemin içine sakladığım ejderha gözünü gösterdikten sonra Bıçakçı’dan ve herkesin konuştuğu Taijitu çetesinden bahsettim. “Beni bulup öldürmek istiyor!” ben olan biteni ve Bıçakçı’nın amacını anlatırken Amelie avuçlarında tuttuğu küçücük ve masmavi kelebeğe bir şeyler fısıldamış, ardından onu gökyüzüne salmıştı.
“Öyleyse aramakla vakit kaybetmesin. Bizi hazırlıksız yakalamasındansa küçük dostumun onu bulması ve savaş ilanımızı iletmesi daha yerinde olur diye düşünüyorum.” diyen Amelie yanımda olduğu için şanslı olduğumu düşünüyor, gökyüzünün derinliklerinde kaybolan kelebeğe bakarken kendimi onun kadar özgür hissediyordum. Artık kâbusların biteceğini düşündükçe huzur bulan ruhum yeteneklerimi kullanmak için sabırsızlanırken, zihnimin en karanlık köşesindeki cam kavanozda saklı tutmaya çalıştığım bir düşüncenin beni ele geçirmesinden korkuyordum: Bıçakçı’yı öldürmek…
“Bir kez yoldan çıktıysan, bir daha geri dönemezsin!” diyordu küf kokulu yapışkan karanlığın pençesindeki zihin. Tarih farklı bir zamanda tekerrürlere gebeyken Bıçakçı ve Taijitu adı altında topladığı ordusuyla son bir savaşa doğru yürüyorduk, korkusuzca. Üstelik bu kez tüm dünyanın dikkatini üzerimize çekmemek için yapabileceğimiz hiçbir şey yokken…

****
Bir zaman sonra, karanlık günlerde:
 Büyük bir savaş için her iki taraf da kendi yöntemleriyle müttefik kazanıyordu. Yoldan sapanlar, korkaklar, ihanet edenler, merhametsizce dünyayı yönetmek isteyenler, daha iyi bir gelecek fırsatı görenler, her şeye rağmen direnenler, onurunu koruyanlar, ihanete uğrayanlar, gururunu satanlar, sevdikleri için canlarını feda edenler, açgözlüler, dönekler… Dünya yeni bir şekle bürünüyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz, hiçbir gün karanlığın etkisinden sıyrılamazdı.
Anomaliden ve diğer bazı şeylerden bahsetmemeye dikkat ederek konuşuyordum. İnsanların bilmemesi gereken şeyleri öğrenmemeleri için hikâyenin çoğu kısmını değiştiriyordum. Mesela, zamanda yolculuk konusu saklanmalıydı; bu nedenle Bıçakçı geçmişten gelen bir hayalet değil, günümüz dünyasının bir canavarı olarak gösterilmeliydi. Telsiz hışırtıları arasından belli belirsiz duyuluyordu anlattıklarım:
“…İşte, açıklayabildiğim kadarıyla bütün hikâyeyi öğrendiniz… En azından içinde bulunduğumuz savaşın nedenleri hakkında bir fikriniz oldu. Çok uzun zamandır savaşıyoruz ve hepimiz çok şey kaybettik, sevdiğimiz insanlar öldü… Ama yalnız değilsiniz, tüm gezegende Taijitu’ya karşı koyan direniş noktaları var. Tükenme noktasındayız…” konuşmanın ortasında ikide bir araya giren hışırtı, bir kısmının duyulmasını imkânsızlaştırıyordu “… Taijitu’ya katılan insanlar sizi endişelendirmesin, onlar hiçbir şey değil. Endişelenmeniz gereken asıl konu Siyah Giyenler! Pek azınız yaptıkları şeylere tanık olmuşsunuzdur, çünkü onlarla karşılaşan birinin kurtulması neredeyse imkânsızdır. Aralarından bazıları öyle güçlü büyücülerdir ki saklandığınız yerden sizi göz açıp kapayıncaya dek ortaya çıkarırlar ve yaşamanız için tek bir şans sunarlar...
Güç bakımından bizden üstünler fakat yenilmez olduklarına o kadar inançlılar ve saplantılı kibirleri o kadar yoğun ki kendi kendilerini zayıf düşürüyorlar. Eğer saklanarak veya koşarak onlardan kaçamıyorsanız tek çareniz saldırı… Güçlü büyücüler olmalarına rağmen onlar da insan ve bu en büyük zayıf noktaları. Birlikte hareket eder ve bir Siyah Giyene ölmeden ulaşabilirseniz insan bedenini kilitleyen noktalara darbeler indirebilir ve onu bayıltabilirsiniz. Fakat kısa sürede kendilerine gelirler…
Her şeyden önce hayatta kalmalısınız. Ne kadar önemli olduğunuzun ve gelecekte her birinizin ne kadar önemli olacağının farkında değilsiniz. Siyah Giyenler tahmin edebileceğinizden daha hızlı güçleniyor ve yeni büyücüler yetiştirmeye, güçlerini genişletmeye çalışıyorlar. Bıçakçı büyük bir şey planlıyor fakat Zamanın Bekçisi ve direnişçiler daha da büyük bir şey planlıyor. Ben Choon Yei, Bunu dinliyor ve bana inanıyorsanız direniştesiniz demektir…
 Şimdi bu mesajı duyan herkese sesleniyorum: Eğer karanlıkla olan savaşımızda bize yardım etmek istiyorsanız bir sonraki dolunayı bekleyin ve ipuçlarını takip edin… Fakat unutmayın bu yol asla güvenli değil! Taijitu ipuçlarını ve bağlantılarını sizden önce bulursa bir şansınız olmayabilir…
Birbirinizi koruyun ve asla pes etmeyin, eğer yeterince hızlı ve zekiyseniz güvenli noktalara ulaşmak için bir şansınız olabilir. O güne kadar yabancıların arasında konuştuklarınıza dikkat edin ve uzun süre aynı yerde saklanmayın. Taijitu’nun koruması altına giren ve onların köleliğini yapan insanlar ailenizden biri bile olsalar onlara güvenmeyin. Unutmayın, ben Zamanın Bekçisi Choon Yei, yoldaşlarımla birlikte size söz veriyorum ki bu kaosu durdurmak için elimden geleni yapacağım, bu uğurda ölmem gerekse bile… Mümkün olduğunca tüm radyo frekanslarından yayın yaparak sizi son durumdan haberdar edeceğim. Fakat bu hafta başka yayın yapılmayacak, nedenini açıklayamam… Telsizlerinizi sürekli kontrol edin söyleyeceklerim önemli şeyler olacak…”
Taijitu’ya karşı savaşmak isteyen fakat bunu ulu orta konuşamayan insanlar, evlerinde kendilerinin bile zor duyacakları kadar açabildikleri sesiyle telsiz ve radyolardan çıkan hışırtıları bile büyük bir ilgiyle dinliyorlardı. Yayın yapabilmek için tayflarla olan bağlarımı kullanarak zihnimdeki düşünceleri radyo frekansına çeviriyor ve yayılmasını sağlıyordum. Böylece yakalanma riskim en aza indirgenmiş oluyordu ve ayrıca yayın yaptığım zaman radyo ve telsizlerden bir tek benim sözlerimin duyulmasını sağlıyordum.
Korkuyorlardı yakalanmaktan ve işkence görmekten. Tanıdıkları ve tanımadıkları insanların çoğu Taijitu’nun kölesi olmayı kabul etmiş ve denetim altına girmişlerdi. Taijitu onlara rahat bir yaşam sunarak sadakatlerini kazanıyor, gözetim altında tutarak istediği şekilde kullanıyordu. Yaptıkları işlerle kendini kanıtlayan insanları da yeni büyücüler olarak yetiştirmeye çalışıyorlardı. Henüz bunun bir yolunu bulup bulmadıkları bilinmiyordu fakat Bıçakçı yeni Yıldızlar yetiştirmek konusunu saplantı haline getirmişti. Deneklerin çoğunun hiçbir güç kazanamadığı ve hatta ölenlerin olduğu konusunda söylentiler vardı.
Ülkeler Bıçakçı’nın kuklaları tarafından yönetilir olmuştu. Dışarıdan bakıldığında dünya her zamanki gibi normal görünüyordu. Gezegen dışından gelen hiç kimse büyücüler ve insanlar arasında bir savaş olduğunu tahmin edemezdi. Bıçakçı ve çetesi, onların söylemiyle, temiz bir iş çıkarıyorlardı. Büyücü karşıtı eylemlerde yer alan insanlar gecenin karanlığında sessizce ortadan kaldırılıyor ve bu konuda konuşmak isteyenler susturuluyordu. Bundan böyle dünyada egemenliği ele geçiren büyücülerin ve dahası Bıçakçı’nın çağı başlamıştı. İnsanların devrinin sonuydu bu. Sıradan insanlar artık ya köle olarak yaşamlarını sürdürüyor ya da direnişe katılarak ölüm fermanlarını imzalıyorlardı.
Ben Zamanın Bekçisi, Mührün Koruyucusu ve Bıçakçı’nın yegâne düşmanı Choon Yei, kendimi insanların ve dünyanın kurtuluşuna adıyorum. Düşmanım durduruluncaya veya ben ölünceye dek savaşmaya devam edeceğim...

Sihir, Büyü, Cadı, Kelebek,
Ruhum yeteneklerimi kullanmak için sabırsızlanıyor...


- Birinci Serinin Sonu -

Jenerik müziği
Once Upon a Time



En başından beri sabırla Mahzeni takip ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu benim ilk uzun soluklu hikayemdi. Bittiği için hem bir rahatlama hem de bir hüzün hissediyorum.. Dile kolay, kısacık olmasına rağmen tam bir yıldır yazıyorum bu hikayeyi^^ Fakat bu bir son değil, ikinci seri hakkında şimdiden düşünmeye başladım. Aklımda bir senaryo var fakat daha pek çok araştırma yapmalı, birikim edinmeliyim. İkinci seri daha büyük ve kapsamlı olacak üstelik bütün hikaye tek bir günde geçmeyecek. Fakat şimdi bu fikri ertelemeli ve başka şeylere yoğunlaşmalıyım. Filmin ikincisi çekilene kadar ben de heyecanla bekliyor olacağım :)
ahaha havalara da girdim sanki film olmuş gibi :D

~ Sessizgemi ~


6 yorum:

  1. kalemine sağlık, büyük bir keyifle okudum.. ikincisini de merakla bekliyorum..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) ikincisi için daha tek bir harf bile yazmadım bakalım ne olacak.. Hikayeler kendileri isterse yazılıyorlar ne yazık ki, defterin başında kendimi paralasam da bir şey yazamadığım oluyor bazen..

      Sil
  2. büyük bir heyecanla okudum ama bittiğine üzüldüm valla...ama ikincisini heyecan ve merakla bekliyorum.tek kelimeyle süpersin...yazmaya devam...kalemine sağlık...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim hem iltifat hem de yorumun için :) İkincisi birincisinden daha güzel olur umarım ve kimseye hayal kırıklığı yaşatmam.. Elbette, asla durmadan yazacağım bu benim kendime çizdiğim dünya^^

      Sil
  3. film olabilecek bi konu zaten.

    choon yei dönmeli yine bi şekilde.
    dünyada çok kötülük var ki.
    :)
    çabuk iyileşsin.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 2. sezonu yazmaya başladım bile umarım bunu 1 yıldan daha kısa sürede bitirebilirim :) fakat bundan daha kapsamlı ve daha uzun olacak^^

      ileride bir gün Mahzenin senaryosunu yazmayı düşünüyorum kim bilir belki filmi bile çekilir, hayal işte fakat ben hayallerimle varım :D

      ohoo iyileşti de savaşı komuta bile ediyor :)

      Sil

Öyle okuyup kaçmak olmaz sevgili okur, fikrini belirt, bir selam et, bir ses ver, çekinme :)

Not: Yorum yaparken lütfen Türkçemizi koruyalım.

^.^