22 Nisan 2011 Cuma

~ Mahzen Bölüm 2 ~


Öneri: Bu hikâyeyi okuduktan sonra, karanlıkta arkanızı kollayın…
Esin kaynağı: Bir rüya :)

Mahzen
Bölüm 2:


O şizofrenik kahkahayı duyduğumuzdan beri ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum. Bildiğim tek şey hareket etmekten bile korktuğumuzdu. Sanki kıpırdarsak, bir süredir sırtımızda gezinen keskin soğuk bizi kesebilirmiş gibiydi. Sadece birbirimize bakıyor ama baktığımız yeri göremeyecek kadar düşüncelerle boğuşuyorduk. Bulunduğumuz odanın büyüklüğüne yakışır derecede, yerden tavana kadar uzanan geniş pencerelerin ardından gelen bir rüzgâr çanının sesi düşüncelerimizi böldüğünde kararımızı vermiştik. Ava çıkacaktık…

Bekleyerek bir şey elde edemezdik, av olmaktansa avcı olmalıydık. Birbirimizden ayrılmadan, iki katlı büyük evin her odasını kontrol etmiştik. Çatı katına bile bakmıştık. Ancak eskiden bu evde yaşamış ailelerin siyah beyaz fotoğraflarından ve kaçıncı yüzyıldan kaldığı belli olmayan eşyalardan başka ilginç bir şeye rastlamamıştık. Ne bekliyorduk ki zaten, öcü gibi bir şey mi? Aslında evet ve hafızalarımızı tazeleyebilecek bir ipucu. Ama yoktu işte, hiçbir şey yoktu...
Aramaktan vazgeçip, tekrar şöminenin sıcağına dönmeye karar vermiştik ki; evin kasvetli girişindeki, geniş ahşap merdivenlerin arkasında bulunan kapıyı son anda fark edebildik. Evin yapısına uymayacak kadar sıradan, küçük ve paslı bir metal kapıydı bu. Yanına vardığımızda, kalın bir zincir ve kilitle sıkıca kapatılmış olduğunu gördük. Ama onu açmaktan bizi alıkoyan bir şey yoktu zira ben kilidin üzerindeki şeklin aynısını yaşlı saatin sarkacında görmüştüm ve incelediğimiz zaman sarkacın ucundaki yuvarlak kısmın yanıltıcı olduğunu anlamıştık.

Sarkacın ucundaki kısma dokunduğumda bir “klik” sesi duyuldu ve üzerinde kar tanesi şeklindeki işlemesiyle, altından yapılma bu yuvarlak nesne avuçlarıma düştü. Aynı zamanda yaşlı saat durarak, artık bu garip ortama uyum sağlamıştı.


Dayım; yengem ve beni korumak için önden gitmeye karar vermişti. Yalnız başımıza güvende olacağımızı bilse tek başına giderdi aslında. Kapının paslı oluşuna tezat bir şekilde, kilit daha dün takılmış gibi yeniydi. Dayım derin bir nefes aldıktan sonra; elindeki yuvarlak nesneyi, kar tanesi deseni alta gelecek şekilde kilidin üzerine yerleştirdi. Kilitteki desenle anahtardaki birebir uymuştu. Bir an hiçbir şey olmayacak sandık ama hemen sonra, anahtar kilidin üzerinde sağa doğru dönmeye başladı. Kendiliğinden..!

Sağa doğru iki, sola doğruda üç tur attıktan sonra ancak duran anahtar bir anda yere düştüğünde çıkan gürültü bütün duvarlarda yankılanmıştı. Hepimiz şaşkın ve olacaklardan bihaber telaşlıydık. Bakmadığımız tek yer burasıydı ve neler olduğunu ancak içeri girince öğreneceğimizi düşünüyorduk. Kilit yere düşerken aklımızda bir soru alevlenmişti; bu kapı ne sebeple zincirlere vurulup kilitlenmişti ki? Cevap veren olmadı fakat bunun yerine kapı içeri doğru öyle büyük, öyle gıcırtılı bir sesle açıldı ki, bunu duyan Titanic yeniden batıyor sanırdı.

Kapı açılırken aynı zamanda içeriye doğru ağır bir hava akımı olmuştu. Sanki oda daha önce vakumlanmış ve havası alınmış gibi büyük bir akımdı. Elimizdeki pilli fenerlerin yerinde ilkel meşaleler olmuş olsaydı kesinlikle karanlıkta kalırdık. Neyse ki fenerler bu evde alışılmadık bir şekilde çalışıyordu. Bekli de ev, bizim o kapıdan içeriye girmemizi istiyordu.

İlk başta orayı süpürge dolabı ya da depo falan sanmıştık ama ilerleyince aşağıya doğru inen merdivenleri gördük. Adımlarımıza dikkat ederek merdivenlerden karanlığa iniyorduk. Kalın örümcek ağları ve yapışkanımsı şeyler yüzünden duvarlardan destek almak imkânsızdı. Bu havasız yerde örümceğin ne işi vardı bilmiyorum ama fark etmesine izin vermeden, yengemin sırtında duran kocaman bir sekiz bacaklıyı geldiği karanlığa göndermeyi başarmıştım.

 Neredeyse dört kat merdiven inmiştik. Tam vazgeçip geri dönecektik ki, basamakların sonu görünmüştü. Üstelik yolun devamında kırmızımsı bir ışık vardı. Bu ışığın neye ait olduğunu anlamak zordu fakat titrek bir ışık olduğu için birkaç tahmin yürütebilmiştik. Ev çok eskiydi ve ahşaptı, belki şömine yüzünden evin altında bir yangın başlamış olabilirdi. Ama buranın, kapı açılmadan önce havasız olduğunu hatırlayınca bu ihtimalden vazgeçtik.

Kapıyı açtığımız andan beri içimizde, izlendiğimize dair bir his oluşmuştu ve son basamağa gelinceye kadar katlanarak artmıştı bu his. Kızıl ışık yeterince güçlü olduğu için fenerlerimizi kapatmıştık. Ayrıca böyle yaparak, içeride bir şey varsa onun dikkatini çekmeyeceğimizi düşünüyorduk.



Bir süredir son basamağın üzerinde durmuş, hafifçe eğilerek içeriye göz atıyorduk. Fenerleri söndürmek çok isabetli bir davranış olmuştu zira içeride gördüğümüz şeyin dikkatini çekmeyi kimse istemezdi. Merdivenin çevresinin duvarla örülü olması da büyük şanstı. Sonunda o şizofrenik kahkahanın ve kızıl ışığın sebebini, ait olduğu şeyi bulmuştuk…

****


Kaynağına yakın olduğu yerde tavana doğru yükselen kırmızı ışık, bulunduğumuz büyük odanın tam ortasında, yarasalarınkini andıran ama insan boyu kadar büyük olan bir çift kanattan yayılıyordu. Dört kat yüksekte bulunan tavana ulaştığında, Samanyolu şeklinde bir daire oluşturan ışığın dansı görülmeye değerdi. Şeffaf olan kanatlar, anlaşılmayan bir şeklin etrafını sararak katlanmıştı. Ayrıca yarasalarınkinin aksine bu kanatlar çift katlı deri gibi bir maddedendi ve içinde yakut kırmızısı şeffaf bir sıvı hareket edip duruyordu.

Tek kelimeyle dehşet içindeydik. Ne yapmamız gerektiğini bilemiyor, hareketlerimizi kontrol edemiyorduk. Kalp atışlarımız öyle hızlanmıştı ki sesini duyabiliyorduk. Fark edilmemiz an meselesiydi. Sonunda dayım ses çıkarmadan buradan gitmemiz gerektiğini düşünüp, bizi merdivenlerden yukarı çekmeye başladı lakin geç kalmıştık…

 Kızıl şekil hareket etti ve az önce sıkı sıkı sarılı olan kanatlar yavaşça gevşedi önce. Şimdi, kanatların neyi sakladığını görebiliyorduk. Simsiyah saçlarıyla, siyah ve beyazlar içindeki elbisesiyle küçük bir kız çocuğuydu bu.

Kanatlarını iyice açıp serbest bıraktıktan sonra yavaşça arkasına döndüğünde, yüzündeki çarpık şizofrenik tebessümü görebilmiştik. O an kıpırdamaya cesaret edemiyorduk ayrıca öyle şaşkındık ki... Kısa bir süre biz ona, o da bize baktı ve öylece bekledik. Onunkinin aksine bizim zihnimizdeki çarklar o sıra çalışmıyordu.


****

Birden attığı çığlık karışımı o delice kahkaha zamanın tekrar akmasını sağlamış, uyuşuk bedenlerimizi harekete geçirmişti. Şimdi arkamıza bakmadan, koşarak merdivenleri tırmanıyorduk. Hepimiz ailemizin yeni üyesi için endişeliydik ama neyse ki yengemin de onun da sağlığı iyi görünüyordu.

 İndiğimizden daha zor çıkmıştık bu mahzenden. Sanki karanlık birden canlanmıştı ve yüzlerce hatta binlerce kolu bizi yakalayıp, bedenlerimizi çaresizliğin acı dolu dikenli pençelerine sunmak istiyordu. Dışarı çıkmadan sadece birkaç saniye önce, sırtımda hissettiğim buz gibi elin sahibinden son anda kurtulmayı başarmıştım. Şansım varmış ki, o şeyin kanatları merdivenin duvarlarına takılıyor ve dengesini sağlayamıyordu. Yürümeyi ise henüz akıl etmemişti.

Hemen kapıyı kapatmış, kilidi yerine takmıştık ama bir kez uyandırdıktan sonra bu kilit onu durdurmaya yeter miydi emin değildik.


Bütün bu olanlar çok anlamsız ve saçmaydı. Hakkında çok az şey hatırladığımız evimizin mahzeninden yanlışlıkla serbest bıraktığımız bir ucube peşimizdeydi ve biz oturma odasında ne yapmamız gerektiğini bilmeden saklanıyorduk. Polisi aramayı denedik fakat telefon çalışmıyordu. Zaten çalışsa da bize inanmazlardı. Dışarıya çıkmayı deneyemiyorduk bile; çünkü o şey bu oda dışında her yerde olabilirdi ve onunla tekrar karşılaşmak istemiyorduk. Burada olduğumuzu bilmediği için henüz güvendeydik.

Bir sorundan kurtulabilmek için, önce o sorunu tanımlayabilmeniz gerekir. Fakat biz o şeyi tanımlayacak tek bir kelime dahi bulamıyorduk. Bu evi satarken eski sahibinin neden bu kadar istekli olduğu daha düşündürücü olmuştu artık. “Evin tarihini merak ederseniz, oturma odasındaki kütüphaneye göz atmanız yeterli…” demişti evraklar imzalanırken. Sessiz olmaya dikkat ederek, belki işe yarayan bir şey vardır diye kütüphanedeki kitapları karıştırdık bir süre. Zaten yapabileceğimiz başka bir şey de yoktu şuan için.

Tonlarca kitap vardı ama en azından türlere göre gruplar halinde sıralanmışlardı. Ekonomi ile ilgili, sanatla ilgili, politikayla ilgili, askerlik ve orduyla ilgili, bilimle ilgili… Bunları bir kenara bıraktık, aradığımız bilgi, ya tarih ya da efsanelerle ilgili bölümde olmalıydı fakat son kitabı da inceledikten sonra edindiğimiz hayal kırıklığı bunun doğru olmadığını söylüyordu. Yorulmuştuk, burada zaman bir şekilde doğru değildi ve çalışmayan eşyalara nazaran bizi yanıltmayan biyolojik saatimiz güneşin doğmak üzere olduğunu gösteriyordu.

İçimizdeki korku ve umutsuzluk öfkeye dönüşmüştü. Dayım, sinirle kör olan zihnini rahatlatmak için bir duvarı tamamen kaplayan kütüphaneye güçlü bir yumruk atmıştı. Neyse ki fazla gürültü olmasa da bu davranışa devam etme riskine girmedi. Zaten buna gerek de kalmamıştı; çünkü kütüphaneyle hesaplaşırken attığı yumruk, rafların en tepesinde emaneten duran bir kitabı yere düşürmüştü. O zamana dek, orada bir kitap olduğunu fark etmemiştik bile. Sararıp yıpranmış eski püskü sayfalarıyla, ahşap kapağı ve üzerindeki kar tanesi deseniyle aradığımız kitap olduğunu haykırıyordu resmen.

2.Bölümün Sonu
Sessizgemi

4 yorum:

  1. Adamın başına ne gelirse ya meraktan ya meraktan demişler atalarımız :D

    Oldukça ilginç bir alt kat komşuları varmış merakla okunma nedenim olacak bu ufaklık belli oldu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru söze ne denir :) Evet Amelie oldukça ilginç bir kişilik ^^

      Sil
  2. Korku filmi izlemeyen biri olarak korku dolu bir hikayeye başladım;hadi hayırlısı:)
    Anlatımın çok güzel çingu;hikaye hemen sarıyor insanı.Bakalım bu enterasan komşu ne getirecek başlarına!Çok merak ettim doğrusu^^
    Ve kalemine,ellerine sağlık çingum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mahzen'e hoş geldin öyleyse çingum :)
      Ooo neler geliyor başlarına bir bilsen ;)
      Çok teşekkür ederim çingu, böyle güzel yorumlar alınca mutlu oluyorum :)

      Sil

Öyle okuyup kaçmak olmaz sevgili okur, fikrini belirt, bir selam et, bir ses ver, çekinme :)

Not: Yorum yaparken lütfen Türkçemizi koruyalım.

^.^